Yazılı Metin

Babil (Kargaşa)

12 Aralık 2023

 

Tekvin 11 | Babil Kulesi

  • Tekvin 11.1: Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı.
  • Tekvin 11.2: Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler.
  • Tekvin 11.3: Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar.
  • Tekvin 11.4: Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.”
  • Tekvin 11.5: RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.
  • Tekvin 11.6: “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi.
  • Tekvin 11.7: “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.”
  • Tekvin 11.8: Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
  • Tekvin 11.9: Bu nedenle kente Babil[a] adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.

“Babil”, İbranice “Kargaşa” demektir.

 


 

Büyükada, İstanbul
Kasım 2023

Bembeyaz bir yatak odasının açık penceresinden Bostancı, Maltepe, Dragos manzarası ince bir sis arkasından silüet olarak görülüyordu. Deniz öyle lacivert değil de buzlu mavi rengine bürünmüştü. Sonbahar mevsiminin soluk renkleri uçuşan beyaz beyaz martılar ile pastel bir tablo olarak penceredeki görüntüyü tamamlıyordu.

Yatağın yanındaki komidinin üzerine bıraktığım cep telefonunun saati 08.43’ü, gün cumartesini, hava durumu ise 19 dereceyi gösteriyordu. Bankadan bir iki mesaj ile okunmamış bir WhatsApp mesajı bildirimi vardı ekranda. Mesaj eski sevgililerden birindendi. “Müsait olunca beni ara, konuşmak istiyorum” yazıyordu. Klişe tekrar buluşalım mesajlarından.

İçeriden yoğun bir kahve ve tost ekmeği kokusu burnuma çalındı. Yataktan kalktım, pantolonumu aradım, kapının yanındaki sandalyenin üzerinde duruyordu, iç çamaşırım ise üzerine katlı olarak konulmuştu. Hızlıca çamaşırımı ve pantolonumu giydim. Gömleğimi aradım ama ortalıkta görünmüyordu. Lekelendiyse banyoya konmuştur diye düşündüm. Banyoya gittim, işedim önce, sonra etrafa baktım, gömleğimi göremedim.

Mutfakta, Teoman’ın “Aşk Kırıntıları” şarkısı çalıyordu.

“Yaklaştır sana yavaş yavaş, kendini bana
Al içine tekrar derinine sakla, kat kasırgana”

İçeri girdim. Serra’nın üzerinde sadece gömleğim vardı. Göğsünün üstünden tek bir düğme ile tutturulmuş, kolları uzun geldiği için dirseğine kadar katlanmış vaziyette. Şimdiki gömleklerin etekleri kısa olduğu için o güzel kalçasının tamamını kapatmamış, bir kısmı görünüyor. Tost makinesinin içinde güzel bir panini vardı, tost ekmeği değildi.

Arkasından sarıldım. “Günaydın güzeller güzelim. Sadece kahve yeterdi. Bu gömlek kimin yahu? Benimkini bulamadım da.”

Serra kollarımın arasından yüzünü yüzüme döndü, dudaklarımdan öptü, sonra kısa kısa iki defa daha öptü.

“Bu gömleği bana hatıra bırakacaksın, asla yıkamayacağım, senin kokun kalsın, sana dün iki gömlek almıştım, Bağdat Caddesi’nden onlar salonda, birini giyebilirsin.”

Bu hayatımda ilk defa başıma gelen bir şeydi, şaşırdım bir yandan da tedirgin oldum. Serra tekrar sıkı sıkı sarıldı bana, “Seni hep buluyorum, sonra hep kaybediyorum, bende sadece acın kalıyor, bu sefer sarılacak bir gömleğin olsun bende” dedi.

Tost makinesinden paninileri aldı, kahveleri gözüyle bana işaret etti, al getir diye. Balkona çıktık, küçük yuvarlak ferforje bir masa, 2 küçük sandalye vardı. Hava biraz serindi, içeri girdim, gömleklerden birini açıp giydim. Kendisi de yatağın örtüsünü her tarafına sarmıştı. Benim için gömleğin az olduğunu düşündüğünden, montumu getirdi, omuzumun üzerine koydu.

Balkondan Büyükada Hesed Leavraam Sinagogu, sol tarafta ise Çelik Gülersoy Sanat Merkezi görünüyordu. Kahveden bir iki yudum aldım, panini harikaydı.

“Bu eve üçüncü kez gelişim, hepsinin arasında 20 yıl var” dedim.

Şaşkın şakın bana bakındı. “Nasıl yani? O zaman 80 yaşında oluruz” dedi.

Ben de biraz tuhaflık olduğunu düşündüm, tek tek saymaya başladım:

“İlk geldiğimde üniversitede öğrenciydik; yıl 1983. İkinci gelişim, 05 Temmuz 2003. Tarihi net hatırlıyorum. Adada yaz konserleri vardı, Çelik Gülersoy beni de davet etmişti. İnci Çayırlı şarkı söylüyordu. O esnada Çelik Bey rahatsızlanmıştı. İlk müdahaleyi yapan doktor bendim ama karşıya hastaneye gidene kadar kaybetmiştik o değerli adamı. Sana veda bile edememiştim. Oysa o gün eşinle birlikte bana şahane bir öğle yemeği ısmarlamıştınız. Eşinin adı Rıfat’tı değil mi? O da cemaatin önemli adamlarındandı. Yanlış hatırlamıyorsam Büyük Kulüp’te karşılaşmıştık bir kez kendisi ile. Kısa bir görüşme olmuştu, seni soramamıştım dahi.

Üçüncü kez gelişim de nihayet dün. İyi ki beni Instagram’da yakaladın da tekrar görüşmeye başladık. Boşanmışsın, hiç üzülmedim valla. Üstelik kızını bile evlendirmişsin. Profesör olmuşsun, bak ben halen Genel Cerrah Doktor Ömer Çapan. Sen her zaman iki kere ikinin dört ettiği hayatı seçtin. Ben ise iki kere ikinin beş ettiği, bazen ise üç olduğu hayatı tercih ettim. Matematiksel doğrunun olduğu hayat bana yavan geldi hep, sen hep katı kurallar içinde kaldın, kim doğru yaptı kim yanlış yaptı herkesin hayattan aldığı zevke bağlı. Senin hep bir ruhani hayatın vardı, beraber olduğumuz o gençlik yıllarında bile ibadet ve kurallara uyardın; Tişa Beav Orucu, Pesah (Hamursuz Günleri), Roş Aşana, Hanuka, sinagog ziyaretleri, bana zaman bile ayıramıyordun. Ama bunların benim için hiçbir anlamı ve önemi yoktu, sadece seni seviyordum, bağlı olduğun cemaatin, dinin, geleneklerin hiç umurumda değildi.”

Serra kahvesinden bir yudum aldı, gözleri karşıdaki silüete takılmış kalmış hâliyle; “RAB aşağıya indi, dillerini karıştıralım birbirlerini anlamasınlar“ dedi. Sonra gözlerimin içine baktı, “Sürdüremedik belki ama seni sevmeyi hiç bırakmadım. Oysa sen birçok kadını sevdin, onlarla birlikte oldun. Gerçi şu an yanında hiçbir kadın olmadığına göre, aslında çok kadın hiç kadın doğru demek.”

Konuşmasına devam etti:

“Üniversitedeyken henüz 19 yaşındaydık ama ne çok aşıktık birbirimize. Bu eve seni ailemle tanıştırmak için getirmiştim; annem ve babam seni düzgün bir erkek olarak tanıdılar, senden çok memnun kaldılar, senin özgürlükçü, sosyalist fikirlerine hep saygı duydular ama bizim lanet bir soyumuz vardı, biz Tevrat’ta bile tescillenmiş ‘Levililer’ sülalesindendik; Yakup’un on iki oğlundan biri olan Levi’nin soyundan.

Levi’nin üç oğlu vardı; Gerşon, Kehat ve Merari. Kehat’ın oğlu Amram, Meryem, Harun ve Musa’nın babasıydı. Harun’un soyundan gelenler Kohanim (Rahipler)di. Babamın adı Amram biliyorsun, herkes ona İbrahim diyor ama Amram adı, annemin adı Meryem, ben İbrahimin karısı Sara veya Türk adıyla Serra Levi. İşte bu soy bizi birbirimizden uzaklaştırdı. Yoksa ailem seni çok sevmişti, sarışın yeşil gözlü olduğun için drahoması fazla tutar bunun diye takılmışlardı bile bana.

Levi soyu, bizi sinagoglarda, hahamlardan sonra en saygın kişi konumuna sokuyor. Dünyanın neresinde olursa olsun girdiğimiz dini bir yerde mutlaka baş köşede olmak zorundayız. Dolayısıyla Yahudiliğin bütün kuralları bizim soyumuzda acımasızca uygulanır. Normal ailelerde bir Türk ile evlenmek çok da sorun olmayabiliyor; soy zaten anneden geliyor, babadan değil fakat bizim aile soyunda böyle bir kural vardı ve ailem her ne kadar tutucu olmasa da soyun ari olarak devam etmesinden yanaydılar. Bu kadar soylu bir aileye bir Müslüman erkek almak istemediler.Senden ayrılmam için baskı kurdular, ben bir süre dayandım, sonra bir gün, Ermeni arkadaşım Rana (Reyna); “Yapma Sara, bak ben bir Türk ile evlenmek için ailemi reddettim, onun yanına gittim. Ama onun ailesi de beni istemedi, Hristiyanlıktan Müslümanlığa geçmem için direttiler. Kocam olacak Emin 2 yıl sonra onlarla aynı fikre kapıldı, sonunda bak ayrıldık. Senin ailen kabul etse bile Ömer’in ailesi kabul edecek mi? Çok zor bir karar ve geleceği karanlık. ‘Gel vazgeç bu sevdadan’ dedi. Seninle kasıtlı olarak kıskançlık kavgaları yaptım ve sonunda seni terk ettim. Ama inan içim çok yandı.”

Ben anlattıkları karşısında suskun kalınca Serra konuşmaya devam etti:

“Tanrı ne kadar acımasız, öyle değil mi? İnsanlar aynı dile ve fikre sahipken bir kule yapıyorlar, tanrılarına daha yakın olmak istiyorlar, gökyüzüne doğru yükseliyor kule çünkü tanrı gökyüzünde diye düşünüyorlar, sonra tanrı bundan rahatsız oluyor. Aşağıya iniyor, insanların dillerini, kafalarını karıştırıyor. Zaten Adem ve Havva’yı sudan bir sebep ile cennetinden kovuyor. Zaman zaman insanlar zıvanadan çıktı diye, sel, tufan getiriyor, Nuh peygamberine sen ailene sahip çık, bir de etrafına biraz hayvan al canını kurtar, ben seni kayıracağım, diyor. Benim cemaatime, peygamberime 10 emir veriyor. Birinci emir ‘Öldürmeyeceksin’ fakat dininin yayılması için Hristiyanlara, Müslümanlara ‘cihad’ emri veriyor. Müslümanların kitabı Kuran’a ayet indiriyor; Maide 82. Şöyle der; ‘Müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri bulursun.’ Sonra Bakara 120’de ‘Sen onların dinlerine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hristiyanlar asla senden hoşnut olmaz.’

Bir Tanrı nasıl böyle kullarını birbirine düşman eder. Benim halkıma toprak vadediyor, sonsuza kadar dünyayı yönetme hakkı, üstün görme hakkı veriyor. Aslında Tanrı ne yaptığını bilmiyor; hata üstüne hata yapıyor.

Ve ben bir profesörüm, bilim kadınıyım, sen bunların farkında olmadığımı mı düşünüyorsun? Hepsinin farkındayım ama bu dünyanın belli kuralları var. Senin söylediğin gibi iki kere ikinin hep dört ettiği hayat. Bu hayatı seçtiğin an, o kuralların dışına çıkamazsın, o kurallar seni sonuca götürür. Tamam kabul; hayatın renksizleşir, monotonlaşır, yaşamak istediğin aşkı da yaşayamazsın. Tıpkı benimki gibi bir hayatın olur. Gelecek nesillerin hayatını kurtaracak kadar servet, belli bir çerçeve içinde süre gelen hayat ve kısıtlı mutluluk.”
 
 

* * *

 
 
Bostancı’dan gelen ada vapuru iskeleye yanaşmak üzere manevra yapıyordu. Elimde kahvem, kaptanın maharetli manevralarla iskeleye yanaşmasını izliyordum. Kahve biraz soğumuştu ama yine de içimi hoştu. Serra’nın gözleri de vapurun hareketlerine takılmıştı ama ne gördüğünden emin değildim. Bir şeyler anlatmaya hazırlanıyor gibiydi. Uzanıp masanın üzerindeki elini tuttum ve o konuşmaya başladı.

“Benim dindar olmadığımı biliyorsun, hatta bana desen ki şimdi gel Yahudi ol, olurum çünkü benim için bir anlamı yok gerçekten. Senin kendi dinin ve soyuna olan bağlılığına saygı duyuyorum. İlk defa dün gece seviştik bu 40 yıl boyunca; bu arada dün gece muhteşem bir geceydi. Evli olmadan sevişmenin, büyük bir ihtimalle dini bir ağırlığı da vardır. Onu da benim için çektin veya günahını üzerine aldın kendince. Ama hiç mi isyan etmiyorsun bu duruma? Mesela ben senin için din değiştirmeye hazırım ama sen dinden çıkmaya razı değilsin. Bu soya bağlı kalmak bu kadar mı önemli?”

Serra tutuğum eliyle parmaklarımı okşadı, yüzünü eğdi, parmaklarımı öptü.

“Ömer’im, aşkım, bir tanem, kaç kere düşündüm bunu bir bilsen. Anlattım ya sana; profesörüm, bilim kadınıyım, dini olayları ve safsataları aklıma getirmiyorum. Ama çocuğumun ailesi bile bu sistem üzerine kurulu. Aradan çekilen Jenga çubuğu gibi kuleyi yıkarsam Babil kulesini yerle bir ederim. Hiç inanmadığım halde Sinagog’ta en başköşede Hahamın yanında oturmak zorundayım. Ben bugün 6 Ekim’den beri süren Gazze çatışmalarında, ölen Gazzeli ve Yahudi çocukları için gözyaşı döküyorum. Ve RAB’bı suçluyorum. İbrahim’in oğlu İsmail’in soyundan Filistinliler gelirken bizler de İshak’ın soyundan geliyoruz. Yani Filistinlilerle biz kardeş çocuklarıyız, kuzeniz. Ama 600’lü yıllarda, Yahudiler İslam’ın can düşmanı, Yahudilerin soyu bitene kadar katledilmesi gerekir dediler. Tıpkı İspanya’da, Almanya’da, Rusya’da olduğu gibi.

Neden peki? Çünkü biz tutumluyuz, biz cimriyiz, biz çalışkanız, biz Tanrı’nın kayırdığı kavimiz, soyumuz kutsanmış. Bunları bilerek ekonomide, bilimde, sosyal hayatta hep ilerledik, hep birlikte olduk. Siyonist fikirle de 1947’de bu ülkeyi ellerimizle kurduk. Biz buyuz işte.

Şimdi, benim hakkımda bile ölüm tehditleri dolaşıyor. Her gün Hamas, Hizbullah bana ölüm tehditleri yolluyor. Okuldan ve hastaneden ilişiğimi kesmek zorunda kaldım. Türkiye’de belki bir gün dönersem diye sadece bu ev kaldı. Paris’e giden uçakta bu akşam için yerimi ayırttım. Kızımın kayınvalidesi ile ülkeden ayrılıyorum. Geri geleceğimi de sanmıyorum. Bu yüzden dün akşam ilk ve son defa seviştik, o yüzden daha da anlamlıydı benim için. Hayatımın sonuna kadar dün geceyi düşüneceğim.”

Serra ellerimi bıraktı, gözlerinden yaşlar geliyordu. Masada peçete olmadığı için avuçlarının içi ile gözyaşlarını siliyordu. Sarı uzun saçları yüzünden yüzü görünmüyordu.

“Nasıl yani gidiyor musun bu gece? Neden bana şimdi söylüyorsun? Ben de geleyim Paris’e orada çalışırım, senin yanında kalayım. Her şeyi bırakarım.”

Serra yüzünü bana çevirdi, biraz sinirlenmişti:

“Sana sabahtan beri ne anlatıyorum ben; 40 senemi sensiz geçirdim. Aptal mıyım ben? Bilmiyorum mu her şeyi bırak demeyi ya da kendim bırakmayı. Seninle yaşadığım veya bundan sonra yaşayacağım bu ilişki, kızım Ester’in evliliği ile bile bağlantılı, dün gece olan ilk ve son kezdi. Aşkım ise ben ölene kadar. Ne olur toparlan git, bana bu durum çok fazla acı veriyor. Ne olur git, yalvarıyorum. Hiçbir şey yazma, gönderme bana.”

Onun daha fazla üzülmesine ve sarsılmasına izin veremezdim. Kalktım ayakkabılarımı giydim. Gömleklerin içinde olduğu torbayı bana uzattı, sonra sıkı sıkı sarıldı. Sarsılarak ağlıyordu. Kollarını boynuma dolamıştı, kafamı çevirip öpemiyordum bile onu. Sonra biraz duruldu, küçük bir öpücük koydu dudaklarıma, “Güle güle aşkım” dedi.

Kapıdan çıkıp aşağıya indim. Balkondan bakacağını düşündüğümden başımı kaldırıp baktım, fakat orada değildi. 2 dakika kadar daha bekledim, çıkmadı. İskeleye doğru yürüdüm. Vapura binip Bostancı’ya geçtim. Arabamı parktan alıp evime gittim.
 
 

* * *

 
 

Acıbadem, İstanbul
Aralık 2023

Hastaneye bugün yaralanmış bir erkek hasta geldi. Salim bin Hassan adında, 35 yaşlarında bir genç. Filistin’den geliyormuş. Adamın beline giren şarapnel çok hassas bir yerde olduğu için bana göndermişler. Hatırı sayılır bir ailenin oğluymuş.

Gazze’de ithalat-ihracat işleri ile uğraşan zengin bir ailedenmiş. Aslında çatışmalar başladığında orada değilmiş. Ailesi ile birlikte Ürdün’deymişler. Erkek kardeşi Faruk, Gazze’de depoların başındaymış. Onu da lojistik hizmet sağlıyor diye Mossad göz altına almış. Abisi durumu öğrenince Likud partisi içinde tanıdığı milletvekilleri sayesinde kardeşinin serbest kalmasını sağlamış. Fakat şans eseri Gazze’de depolarına giderken yola düşen bir bombadan kopan parça Salim’in omurga kemiğinin milimetrik bir yakınlıkta olan yerine saplanmış. 6 saat süren ameliyat sonrasında Salim’in belindeki şarapneli çıkarttım. Şimdi durumu iyi.

Odama gider gitmez Instagram’da hemen Serra’nın sayfasına baktım. Kendi yaşlarında bir kadın ile Paris sokaklarında gezerken çekilmiş fotoğraflarını reels ve story yapıyor. Daha gideli 2 gün oldu, ne kadar çok özledim. Biraz kar var yerlerde ama o güzel uzun saçlarına, heybetli duruşuna, o güzel gözleri ve asaletine “Karlar kraliçesi” diye yorum yazıyorum; onu ne kadar beğendiğimi, özlediğimi, sevdiğimi anlatıyorum. Bir süre hiçbir cevap gelmiyor sonra, “Teşekkür ederim” kalp emojisi, “Otelden çıkıyoruz, wifi olmayacak” mesajları.

Aradan 24 saat geçiyor, yeni reels yok. Yeni reels geliyor, yine muhteşem görünüyor.

Bu durum 3 gün daha sürdü, sonra birden sayfası kapandı. Telefonu iptal oldu, ortadan kayboldu.
 
 

* * *

 
 
Filistin’den gelen hastam Salim ayağa kalktı, bana kendisi ile Gazze’ye gitmemi teklif etti. Doktor ihtiyacının fazla olduğunu, burada kazandığım paranın 4, 5 katını vereceğini de ekledi. Ben ona bu işin parayla ile ilgisi olmadığını, devletin benim oraya gitmemi sakıncalı bulmaması ve oraya tayin etmesi gerektiğini söyledim. Adam yanımda direkt Sağlık Bakanı’nı aradı, durumu anlattı, gitmek istediğimi söyledi.

Bakanlık derhal evraklarımı hazırladı, oraya gitmem için özel helikopter bile ayarlandı.
 
 

* * *

 
 

4 gündür Gazze’deyim.

Her gün ağır bombardıman var, buraya geldiğimden beri 20 hasta ameliyat ettim, çoğu 8-15 yaşlarında çocuklardı. Büyük olanlar sığınaklara giriyorlar, bombardıman sırasında saklanıyorlardı ancak çocukları bir yerde tutmak zordu.

Oradaki Araplarla konuşuyordum, çoğu Hamas’ın yaptıklarını doğru bulmuyordu. Zaten zor geçindiklerini, tek gelir kaynaklarının Yahudilerle olan ticaretleri olduğunu, onların fabrikalarında çalışmak olduğunu söylüyorlardı. Orta Doğu’da 2500-3000 yıldır birlikte yaşıyorlardı, aralarında savaş olmamıştı. Ne zaman Yahudilik, İslamiyet diye iki din ortaya çıkınca Müslümanlar Yahudiler’e düşman olmuşlardı. İsrailliler tanrının İsrail’i kendilerine vadettiğini, başka bir toplumun burada söz sahibi olamayacağını söylüyordu. Tevrat’ta “Kenan sınırı Sayda’dan Gerar, Gazze, Sodom, Gomora, Admave Sevoyim’e doğru Laşa’ya kadar uzanıyordu.” Kenan ülkesi İsrailoğulları’nın mirasıydı.

Dün gece yapılan saldırıda çalıştığım polikliniğe bomba düştü, ağır yaralılar arasında ben de varım; patlamadan dolayı karaciğerim ve akciğerim ağır hasar görmüş. Başımdaki doktor Arapça konuşsa da tıbbi terimlerden benden ümit kalmadığını anlıyorum. Serra gözlerimin önüne geliyor, karların içinde ikimiz yuvarlanıyoruz, sımsıkı sarılıp öpüşüp koklaşıyoruz. Birden bir şok geldi, nefes alamaz hale geldim, doktor ve yardımcıları, “Kelime-i şehadet, kelime-i şehadet” diye bağırıyorlar, Müslüman birinin ölürken söylemesi gereken son şey. Ama Tanrı’yı insanlar arasına çok kez nifak soktuğundan, uğraşıp bir sürü din icat ederek düzeni bozduğundan dolayı kabul etmiyorum.

Şeytani bir fikir geliyor aklıma, durmadan “La ilahe, La ilahe” deyip devamını getirmiyorum. Eğer sadece La ilahe dersen “İlah yoktur“ demek. “La ilahe illallah“ dersen “Allah’tan başka ilah yoktur“ dersin. Bu yüzden dindar insanlar zikir çekerken “La ilahe“ demezler asla, ya o an ölürsen Allah’ı inkar etmiş olursun. “La ilahe“ dedin o anda öldüysen, bugüne kadar yaptığın her şey boşuna yani. Arap doktor bastırıyor, ben La ilahe dedikçe, o “İllallah, Muhammeden Resullullah” diye tekrarlıyor. Artık iyice gözlerim kapanıyor, gidiyorum, her şey bitti.
 

Metin Çoban

 

Açıklamalar:

  1. Tekvin: Yoktan var etme, oluşturma, yaratma, yaratış.
  2. Tekvin 11 1-9: Bu ayetler, 10. bölümde sıralanan kişilerin neden dünyanın dört bir yanına dağıtıldığını açıklar. Büyük tufan ve Babil Kulesi öyküleri, insanın günahlı eylemlerinin nasıl yaygınlaştığını ve Tanrı’nın bu eylemleri nasıl cezalandırdığını anlatır. İnsanlığın Tanrı’nın sadık temsilcileri olarak değil, asi evlatlar olarak yaratılışa hükmetme çabalarının Tanrı tarafından nasıl engellendiği vurgulanır ve ardından, insanlığın günahtan kurtarılışının ilk adımını oluşturan, Avram’a yapılan çağrıya geçiş yapılır. – Kutsal Kitap | Yaratılış Kitabı Bölümleri    
  3. Pesah: İbrani takvimine göre nisan ayının 15. günü kutlanmaya başlanan ve sekiz gün süren Pesah, ilk İbranilerin “İsrail Oğulları” kolunun Mısır köleliğinden tanrısal irade gereği kurtulmalarının yıldönümü olarak kutlanan ve Musevi inanç sistemiyle toplumsal yapılanmasının ekseni niteliğini taşıyan bir bayramdır.
     
    Mısır’dan acil çıkış nedeniyle halkın hamurlarını mayalayamadan fırınlamak zorunda kalmış olmaları anısına Pesah bayramı süresinde sekiz gün boyunca mayalı hamur ürünleri yenmediği gibi bu tür gıda malzemelerinin ev ve çalışılan yerlerde bulundurulması dini kurallar gereğince men edilmiş bulunmaktadır.
  4. Hanuka: Kislev ayının 25. günü kutlanmaya başlanan “Hanuka” 8 gün sürer. Musevi inançlıların, Selefkilere karşı ayaklanmalarının anısına 8 gün boyunca ve sayısı her gün bir adet artırılarak yakılan mumlarla kutlanan “Hanuka” bu niteliğiyle “Hag Ameorot/Işıklar Bayramı” adıyla da bilinir.
  5. Roş Aşana: Takvim yılının ilk ayı olan Tişri ayının ilk ve ikinci günleri “Roş Aşana/Yılbaşı” olarak özel bir öneme sahiptir. Bu günler, Musevi inançlısının geçmiş olan yıla ilişkin olarak yaşamını gözden geçirmesinin, yanlışlarının bilincine ulaşarak bunları gelecekte yinelememe iradesini gösterip davranışlarını olgunlaştırmasının, işlediği günahların bağışlanması adına tanrıya yakarmasının ve başlamakta olan yıl için; kendisi, yakın ve uzak çevresi ve nihayet insanlık ve dünya için iyilik ve hayır dileklerinde bulunmasının beklendiği günlerdir.
  6. Tişa Beav: MÖ. 586’da I. Mabedin Babil kuvvetleri tarafından, MS. 70’te de II. Mabedin Roma İmparatorluğu orduları tarafından yıkılması ve Musevi inançlıların 20 asır sürecek olan diaspora yaşamalarının başlangıcı da dahil olmak üzere, Musevi inançlıların tarihinde modern zamanlarda da sayıları pek fazla olan felaketlerin çakışmış bulunduğu tarih olan Tişa Beav, oruç tutma ve ibadetle geçirilen bir gündür.

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Emine Öztürk 14 Aralık 2023 at 11:26

    Sevgili Metin;
     
    Evet yazını oldukça geç okudum, kabul ediyorum. 🙏 Ama tüylerim diken diken oldu okudukça. Hikâye çok iyi kurgulanmış. Geçişler muazzamdı. Her şey muazzamdı.
     
    Çok uzun yazıları okuyamıyorum telefondan. Ama gözlerimi kaybetmeye pahasına bile değerdi.
     
    Yüreğine sağlık.

  • Yanıtla Metin Çoban 14 Aralık 2023 at 17:04

    Eminecim çok teşekkür ederim. Ne kadar gurur verici sözler benim için. Dünya güzeli, cadı editörümün de akışta ve düzeltmelerde payı çok fazla, onunla ikimiz güzel şeyler çıkarıyoruz.
     
    Sevgiler ❤️

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 16 Aralık 2023 at 09:40

    Tarihsel süreci günümüzle bağlamanız, sizin yazınız olduğunu anlamamı kolaylaştırıyor Metin Bey. Kaleminiz akıcı, bilgi yüklü. Yazma konusunda (özellikle erotizmle karışık dünya sorunlarından bir tabak oluşturmakta) çok başarılısınız gerçekten 😀 Bu kısa öykü uzun bir hikâyeye dönüşebilir. Bir yazı dizisi hâline de gelebilir. Deneyin isterseniz.
     
    Sevgiler, saygılar.
     
     
    Not: Benim de sizden beklediğim bir yorum var, biraz arada sıkıştı kaldı o öyküm. Onu sizinle paylaşacağım. (Son yazımdan bir önceki yazıydı.)

  • Yanıtla Metin Çoban 16 Aralık 2023 at 11:22

    Sevgili Şen yorum için çok teşekkür ederim. Güncel olayları kronolojik olarak kaynağına inerek yazmak tarzım olduysa ne kadar güzel. Bunu böyle görmeniz beni onurlandırdı. İçinde erotizm olması hayatın içinde olmak diye düşünüyorum. Yazıların akıcı ve çarpıcı olması, sevgili Didem’in katkıları, ona müteşekkirim.
     
    Sevgiler ♥️

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 18 Aralık 2023 at 10:27

    Yazdığın birçok metni çok seviyorum ama sanırım bu favorilerim arasında olacak hep 😁
     
    Okura bir şey katma, bilgini paylaşma, çevreni de aydınlatma arzunu seviyorum ve ben de birçok yeni bilgi ediniyorum yazdıklarından. Hep yaz canım sen 🙏🏻
     
    Sevgiler ❤️

  • Yanıtla Metin Çoban 18 Aralık 2023 at 10:46

    Teşekkür ederim patron, yazımı beğenmen ve favorilerine alman benim için gurur verici. ❤️

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan