#DirenYırca
Akbelen’de olanlar ilk değil, son da olmayacak.
İndeks
Diren Yırca | Bölüm 1
Diren Yırca | Bölüm 2
Her sene bugünleri iple çekerim. Kasım ayının ilk haftasında Ayvalık’ta “Hasat Şenliği Haftası” kutlanır. Midilli’den, Sakız Adası’ndan Yunanlı misafirler gelir. Hatta bir keresinde Giritli biri bile vardı. Aslen burada yaşayan Rumlar mübadele sırasında Midilli yerine Girit’e göçmüşler. Aynı şekilde Girit’te yaşayan Türkler de Ayvalık’a yerleşmiştir.
Genel olarak festivallerde olağan şeyler yapılır; en iyi zeytinyağı üreticisi, en iyi zeytin, en iyi sabun üreticileri ödüllerini, kupalarını alır, folklor gösterileri olur. Belediye başkanı konuşur, kaymakam konuşur, zeytin üreticileri başkanı konuşur. Bunlar festivalin sıkıcı yanları ama Ayvalık’ın arka sokaklarına geçince el sanatları, resim sergileri, yemek yarışmaları ile birçok stant kurulur, bir sürü kermes düzenlenir.
Tam öğlen vaktiydi, saat biri geçiyordu.
“Emel’in Lokantası“nın önünden geçiyordum. Kapının önünde buralardan olmayan iki kadın oturuyordu. Sarışın olanı süper yırtmaçlı bir etek ve bakmadan geçmeyeceğin bir göğüs dekoltesine sahipti. Diğeri ise bej kumaş pantolon ve straplez bir bluz giymişti. Gülümsedim, bana gülümsediler, ben de daha fazla onlara takılmadan içeri, yemeklerin olduğu tezgâha yöneldim. Kilolu bir kadın Emel, çok da cana yakın. Beni şahsen tanımadığı halde sanki kırk yıldır dostmuşuzcasına “Hoş geldiniz, ne zamandır uğramıyordunuz, umarım iyisinizdir” dedi.
”Emel Hanım, biliyorsunuz Dikili’de yaşıyorum. Hasat şenliği var diye geldim bugün. Bir de sizin enfes nohutlu işkembenizden yemek için elbette.”
”Siz oturun, ben size bir tadım menüsü vereyim, fikrinizi söyleyin lütfen.”
”Peki tamam, sizin dediğiniz gibi olsun.”
Büyük ihtimalle beni birine benzetti, üstelik gurme birine benzetti. Aslında ben de gurme sayılırım, dünya mutfağını hep takip eder, mutlaka farklı lezzetler tatmaya gayret ederim. Emel Hanım küçük meze tabakları içine Ege otlarından yapılmış salata, sakız kabağından yapılmış Girit Ezmesi ve Gazpacho Çorbası getirdi. Ona Girit Ezmesi’nde sakız kabağını rendeleyerek kullanmasını, Gazpacho içinde de limon yerine sirkeyi tercih etmesine bayıldığımı söyleyince, ”Vay vay vay kimler gelmiş benim restoranıma, sen dur hele” dedi. Ardından da pırasa sarması ve beyaz lahana sarması getirdi. Lahana sarması zeytinyağlı, pırasa sarması etliydi. Lahana sarması olağanüstüydü, içine koyduğu tarçın bambaşka bir yere götürüyordu. Pırasa sarmasını çok tercih etmem ama içindeki baharatlar o sarmayı bambaşka yerlere taşımıştı.
Emel Hanım biraz sonra nohutlu işkembe ile yanıma geldi masaya oturdu.
”Bu nohutlu işkembeyi Türkler çok yanlış yapıyor ama maalesef ben de Türk usulü yapmak zorundayım. Oysaki bu yemek zeytinyağı ile yapılır ve soğuk yenir. Giritliler böyle yapar aslında mezedir yani.”
”Biliyorum Emel Hanım. Zeytinyağlısından da yemiştim. Hatta İstanbul’da Günaydın Et Lokantası’nda kavrulmuş işkembe getirirler meze olarak” dedim.
“Aaa bizim Cüneyt Asan’ın yeri, sen gidiyor musun oraya, gidince Emel’in selamı var Ayvalık’tan dersin.”
”Söylerim Emel Hanım, söylerim. Valla ellerinize sağlık. Ne kadar borcum? Ödeyeyim saat 3.00’de yemek yarışması var, ona gideceğim.”
”Ne parası kuzum ya, yemekten anlayan her zaman gelmiyor buraya, herkes kuru fasulye, pilav, köfte. İstemem para, her şeyi ben tıkıştırdım ağzına, şundan da ye bundan da ye diye. Afiyetler olsun aslanıma. Yemek yarışmasına gelince, Cunda Balık’ın aşçısı kazanacak, boşuna uğrama. Adam 3 yıldızlı restoranlarda çalışmış. Aslında profesyonelleri sokmamaları lazım buralara. Hadi uğurlar olsun sana.”
Kapıdan çıkarken yazarkasanın önüne 100 lira bıraktım, sırtıma elini dayadı, yolcu etti beni. Dışarı çıkınca o iki kadının arkasında menünün olduğu Emel’in Lokantası tabelasının fotoğrafını çekmek için telefonumu çıkarttım. Kadınlara, “Eğer izniniz olursa menüyü gösteren tabelanın fotoğrafını çekmek istiyorum. Siz de fotoğrafta görüneceksiniz, eğer görünmek istemiyorsanız fotoğrafı çekmeyeceğim“ diye izin istedim.
Sarışın olan yırtmaçlı kadın, ”Ay ne kadar nazik bir erkek, kaldı mı dünyada senden şekerim? Poz verelim mi? Elimize çatal alıp farkında değilmişiz gibi yemek yiyelim mi?” deyince, “Valla çok iyi olur. İstanbul’da Günaydın Restoran sahibi Cüneyt Bey’e göstereceğim bu fotoğrafı” dedim. Diğer kadın, “Bizden de selam söyle. Nesrin ve Gülay de, fotoğrafta görünce tanır o zaten bizi” dedi. Dört, beş poz fotoğraf çektim, yürüyerek yemek yarışmasına gittim. Emel Hanım’ın dediği gibi Cunda Balık’ın şefi birinci oldu.
Akşam eve dönünce verandada beni bekleyen 18 kediyle karşılaştım.
Her gün bu saatlerde yemek için beni bekliyorlar. Ayvalık’tan 4 kilo sardalye almıştım. 2 kilo da ezilmişlerinden. Evdeki kurumuş ekmeklerle birlikte ezilmiş sardalyeleri 9 ayrı kaba dağıttım. Eğer bu kadar kaba ayırmazsanız bir kabın etrafında hepsi toplanıyor birbirleriyle kavga ediyorlar.
Yine Semra’dan nü bir fotoğraf gelmiş. ”Özlemişsindir sen şimdi, geleyim mi?” diyordu bir de. Nereden gittim o Facebook sınıf toplantısına, bütün gece karşımda oturdu göğüs dekoltesiyle, yeni yaptırdığı memeler tombul tombul karşımda. Bir de uçan kuşlardan oluşan dövme yaptırmış, kuşlar inişe geçmiş tam meme çatalının içine doğru. ”Bu kuşlar nereye iniyor bi’ görseydik Semra” demeseydim keşke, hay benim dilimi eşek arısı soksaydı.
”Gel eve bu akşam göstereyim sana, başka neler, nerelere iniyor.”
Hay inmez olaydı o kuşlar. Kadın sabaha kadar inmedi üzerimden. Her tarafında garip garip döğmeler. Sen Cadde kızısın, ne o Gotik Gotik dövmeler, satanist pentagramlar. Tüm gece onları seyretmekten ne yaptığımı unuttum. Bir de o muhteşem memeler, Allah estetisyeninden razı olsun, ellerine sağlık muhteşem olmuş gerçekten.
Başka bir mail de var, Greenpeace Akdeniz’den geliyor. “Soma Yırca köyündeki zeytin ağaçları katliamına son ver, direnişe katıl” yazıyordu. Yırca köyü, Soma Termik santralinden 3, 4 km uzaklıkta. Daha önce tütüncülükle geçiniyorlardı ama termik santralin dumanı, artıkları ve devletin tütün ekmek yasak demesiyle 30 yıldır Zeytincilikle geçinen bir köy. Kan emici bir inşaat şirketi, devletin de peşkeş çekmesi ile alelacele kamulaştırma kararı çıkartıp köylünün arazisini haksız yere elinden alıyor.
Bizim Başkan Sezer göreve çağırıyor anlaşılan. Çok yakın bana yarın gidip bakayım şu köye.
* * *
Sabah 8.00’de kalktım.
Verandadaki tüm malzemeleri içeri taşıdım. Kediler için de bahçenin her yerine kuru mamalar ve su bıraktım. Büyük ihtimalle 4, 5 gün geri gelemezdim. Greenpeace başkanı Sezer’i aradım.
”Ali oraya gidersen beni çok mutlu edersin. Durum karışık bölgede, inşaat şirketi kendi özel güvenliğini oraya getirmiş, adamlar polis, jandarma dinlemiyor. Zaten onlar da kimseye bulaşmıyor. Adamlar mafya gibiler; iş makineleri girmiş bahçelere, etrafına da dikenli tellerle barikatlar yapmışlar. Bizden orada Avukat Seniha, Mimar Nesrin, Gülay, Cüneyt, Ulaş ve Tahsin var. Halkevlerinden de 10 kadar arkadaş var, bir de TKP‘den 2 kişi var. Sen de gidersen süper olacak.”
”Tamam, sen merak etme, birazdan eşyaları alıp yola çıkıyorum.”
Önce Dikili’ye uğrayıp fırından simit aldım. Yolda simidimi yerken Semra’dan yine erotik bir fotoğraf geldi. Geceliğinin askısı güya düşmüş, bir memesi dışarı fırlamış. Altında, ”Seni özleyenler nasıl yerinde duramıyor” yazmış.
Allah’ım ya, çattık.
”Ben Yırca köyüne direnişe gidiyorum, buralarda olmayacağım, sakın yola çıkıp gelme” diye bir SMS attım. Cevabı hemen geldi ”Ne direnişi be, senin zeytin tarlan mı var? Görüşmek istemiyorsan düzgün bahane bul.”
Off bu ne ya, şeytan diyor engelle cadıyı. Bergama’ya gelmiştim bu esnada. ”Yanıma erzak alsam mı? Gerek yok, eğer bir şeye ihtiyacım olursa Soma’dan gider alırım” diye düşündüm.
Köye geldiğimde köylü kadınların çığlıklarıyla karşılaştım.
Ağaçlara doğru hareket etmiş iş makinesinin önüne yatmış bir adam ve bir kadın, kepçenin şoförünü durdurmak için kabine tırmanmış bir kız çocuğu, köylüler ile özel güvenlik arasında taşlı, coplu bir çatışma vardı. Doğrudan köylülerin arasına daldım. O arada iki defa kafama copla vurdular, dizime bir tekme yedim ama iki güvenlikçiye de sıkı birkaç yumruk savurdum. Nefessiz kalıp iki büklüm oldular. Birden geri çekilsinler diye köylüleri kollarımın arkasında topladım çünkü güvenlikçiler kadın demeden, yaşlı demeden copla, taşla saldırıyorlardı. Bir iki kişiyi ters kelepçe yapıp yere yatırmışlardı. Herkes sanki benim geri çekilme hareketimi bekliyormuş gibi özel güvenlik coplarını aşağıya indirdi, geri çekilmeye başladı. Köylülerin ve Greenpeace gurubunun direniş merkezi olarak yaptığı çadırların olduğu meydana geldik. Köyün muhtarı, beni kırk yıldır tanıyormuş gibi öyle bir hasretle sarıldı. ”Hoş geldin yiğidim, Allah senden razı olsun, tam zamanında geldin” dedi.
Ben de ”Hoş bulduk” dedikten sonra ekledim:
”Adım Ali, Dikili’de bulunuyordum, Greenpeace Akdeniz’in kurucularındanım. Size karşı yapılan bu haksızlığa göz yumamam. Aynı zamanda avukatım, biz bu kamulaştırmanın iptali için danıştaya dava açmıştık, bugün yarın kararın açıklanmasını bekliyoruz. Ama o zamana kadar inşaat şirketini bu bahçelerin içine sokmamalıyız.”
O sırada küçük bir kız elinde çay bardakları dolu tepsisinden bir çay verdi.
Aldım, bir de saçını okşadım. Köylüler, kamulaştırma için paraların hesaplarına yatırıldığını ama kimsenin hesaptan bu parayı çekmediğini anlattılar bana. Ben de hepsini topladım, anlatmaya başladım:
”Ola ki dava aleyhimize döndü, burayı kaybettik çünkü ne devlete güveniyorum ne de mahkemelerine, maalesef bir hukuk adamı olmama rağmen ülkenin durumu böyle…” diye açıklarken köyün yaşlılarından bir teyze, “Evladım, sertlik nedir bilmeyen bizi, sertlik yapmak zorunda bıraktılar. Biber gazı, taş ve sopayla saldırdılar bize. Bizim neyimiz var? Canımız bizim zeytin ağacı, onu keserlerse bizi de keserler” diye araya girdi.
”Haklısın teyzem benim. Jandarma, bölge milletvekilleri hiçbir şey yapmıyor mu?”
Muhtar sorumu, “Bir CHP’den Özgür Özel geliyor bize destek vermek için. Bizde de kabahat var, seçersen diğer milletvekillerini iktidardan, hiçbiri patronuna karşı gelir mi? Uğramıyorlar bile buraya. Bu da Manisalıların seçimlerinin ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor” diye cevapladı.
”Haklısın muhtar bey, en azından yarı yarıya seçseydiniz, birileri daha size sahip çıkardı. Kimler var burada bir bakayım.”
Çadırların oraya Greenpeace’in olduğu yere doğru yöneldim, bir de ne göreyim. Emel’in Lokantası önünde fotoğraflarını çektiğim o iki kadın.
Beni fark edince sarışın olanı gülümseyerek “Şu Allah’ın işine bak, bizim gurme meğerse ormanda 10 kaplan gücündeymiş, o nasıl bir girişti” dedi.
”Ali, adım Ali.”
”Ben Nesrin. Mimarım. Bu da arkadaşım Gülay. Cüneyt, Tahsin ve Ulaş jandarmaya şikâyette bulunmaya gittiler. Özel güvenlik haddini aşıyor, resmen kafa kesen baş koparan oldular.”
”Memnun oldum arkadaşlar. Ayvalık’taki görüntünüzden buraya gelip zeytin için direneceğinizi hiç düşünmemiştim. Beni yanılttınız. Masamda şarabım, peynirim eksilmesin, olanlardan bana ne diyen tiplere benzetmiştim sizi ama beni şaşırttınız. Gerçi şu mini etek ve mor renkli külotlu çorap burası için kamuflaj sayılmaz, hele ki topuklu çizmeleriniz.”
”Neden böyle şekilcisiniz? Neyse ben de sizi zaten o restoran benim, şu bar benim diye gezen züppe biri olarak düşünmüştüm ama baya yarma bir adam çıktınız. Köylüler sizin kadar yumruk sallamadılar. Hem ben sizi neden toplantılarda görmedim hiç? Başkan Sezer, ’Ali gelecek oraya, bölgedeki kurucularımızdandır’ dedi. Ama hiçbir toplantıda göremedim sizi.”
”Pek toplantılara gelmiyorum, genelde hukuki durumları takip ediyorum. Sizin gibi saha gerillası değilim.”
Gülümsedim, eliyle göğsüme tokat atarmış gibi ”Seni pislik, kendini beğenmiş” dedi. O sırada Cüneyt geldi, “Ooo Ali abi hoş geldin. Gelirken anlattılar, 2 güvenlikçiyi sermişsin yere.” Cüneyt’e sarıldım, herkesin toplanması gerektiğini söyledim. Konuşacaklarım vardı.
Halkevlerinden çocuklar, Çanakkale direniş gurubu, bizimkiler, İstanbul’dan gelen 10-15 kadar Gezi eylemlerine katıldıkları sırt çantalarından ve gaz maskelerinden belli olan gençler, muhtar ve diğer köyün ileri gelenleri toplantıya katıldı.
Konuşma yapmam, durumu kontrol altına almam lazımdı.
Muhtar Mustafa; ”Arkadaşlar bu direnişe katılarak Yırca Köyü’ne verdiğiniz destek için çok teşekkür ediyorum. 6 Kasım 2014 tarihinde iş makinelerini bahçelerimize soktular. Malum inşaat şirketi tüm ağaçlarımızı keserek yeni bir termik santral daha kurmak istiyor. Bir taraftan Soma diğer taraftan bu santral; bırakın ağaçları, hayvanları, bizi de buralardan, topraklarımızdan koparacaklar. Yarın Greenpeace temsilcileri, diğer katılımcılar ile birlikte kaymakam ve inşaatın yetkilileri ile görüşmeye gideceğiz. Sakin olmanızı rica ediyorum sizden. Haklarımızı sonuna kadar savunacağız. Sizden ricam, onların hesaplarınıza yatırmış olduğu kamulaştırma parasına asla dokunmamanız. Birlik olmalıyız. Şimdi davamızın dilekçesini veren Avukat Ali kardeşim size süreç ile bilgi verecek.”
”Sevgili Yırca sakinleri ve bu direnişe destek veren siz gönüllüler, termik santralin bir an önce yapılmasının arkasında maddi çıkarlar çok fazla hem müteahhit hem de iktidar tarafında. Yangından mal kaçırılır gibi, herhangi bir inceleme ve izin alınmaksızın, size bilgi verilmeksizin kamulaştırma kararı çıkarıldı. Tabii ki anında itiraz ettik ve buraya gelip iş makinelerinin ağaçlara yönelmemeleri için direnişte bulunuyoruz. Sakın cana kasteden bir şey yapmayın. Sadece pasif direnin, onlar sizi kışkırtsa bile siz karşılık vermeyin. Ne kadar paraya ihtiyacınız olsa da bankaya adınıza yatmış kamulaştırma parasına dokunmayın. Eğer mahkeme bizi haklı bulmaz ise “tezyid-i bedel davalarını” zaten fazla fazlasıyla alacağım o inşaat şirketinden. Muhtar, ben ve arkadaşlar yarın taleplerimizi ileteceğiz. Sizlerin de bizim arkamızda olacağınızı biliyorum.”
Ertesi sabah, köylüler evlerindeki kahvaltılıkları çadırların olduğu yere getirdiler.
Nesrin mor çoraplarını ve mini eteğini çıkarmış, hâkî bir kanvas, balıkçı yaka kazağı ve Cat botlarıyla, şimdi ortama uymuştu. İnşaat şirketinin yetkilisi, sağ tarafında kaymakam ve belediye başkanını, sol tarafında ise jandarma yüzbaşısı olmak üzere bir protokol oluşturmuştu. Plastik beyaz sandalyelerde oturuyorlardı. Biz ise sanki duruşmada pervaz arkasında duran suçlular gibiydik. Sağımda halkevleri başkanı Turgut, Greenpeace’ten Nesrin, Gülay, Cüneyt, sol tarafımda ise muhtar ve ihtiyar heyetinden birkaç kişi vardı. Arkamızda da 20-30 kadar köylü bulunmaktaydı.
İnşaat şirketinin müdürü süreci anlattı. Bu bölgenin termik santral ile gelişeceğini, zenginleşeceğini, köylülerin yüksek maaşlar ile yeni işler bulacağını anlattı. Hem ürünleri zeytinin Soma santralinin dumanından ve atıklarından zaten zehirli ürün olduğunu, bunun piyasaya sürülmesinin zaten suç olduğunu, halkı zehirlediğini söyledi. O sırada bizden ve arkada köylülerden homurtu yükseldi. ”Zeytin’de atık yok, biz ilaç bile kullanmıyoruz, senin yüksek maaşına ihtiyaç yok” diye bağırıyorlardı.
Elimle herkesi sakinleştirdikten sonra:
”Bakın sayın müdür, bu Soma santrali zaten bölge için yeteri derece tehlike arz ederken buraya santral kurmaya çalışıyorsunuz. Ben avukatım, ÇED raporu olmadan, halka sorulmadan, buraya ikinci santrali kurmak, bağlı olduğunuz iktidarla bu bölgeyi yok etmek istiyorsunuz. Ne için, ülkeye enerji desteği sağlamak için mi? Yok, sadece ceplerinizi doldurmak için. Çünkü burada yapacağınız termik santral ülkenin sadece %2’lik enerjisine destek olacak ama siz yoktan para kazanacaksınız. Bakın etrafınız dağlarla, ovalarla kaplı. Ekilebilir yerler değil, gidin oraya güneş panelleri kurun, rüzgar gülleri kurun, işinize gelmiyor değil mi? Bu yatırımlar için daha fazla para ayırmanız lazım. Devletin başındakiler size peşkeş çekiyor, bir de teşvik veriyor, siz de gelip bu güzelim köyün kaderini belirliyorsunuz. Zeytin kutsal bir ağaç, Allah’ın kitaplarında geçen bir ağaç ama siz Tevrat yazıyor, İncil yazıyor diye reddediyorsunuz. Zeytinyağından meze yapılır, içki içilir diye istemiyorsunuz. Siz ülkenin doğasını katletmeyi görev biliyorsunuz. Buraya ikinci termik santral yapılması anayasaya da aykırı.”
İnşaat müdürü söze girdi:
”Siz tam bir servet düşmanısınız. Devlete karşı olmak ancak bir teröristin işi olabilir. Siz teröristsiniz; sizin zeytin, köylü umurunuzda değil, şehirden gelip burada onların yanındaymış gibi görünüyorsunuz, köylüye de hiç güvenmeyin, yarısı gelip ’İnşaat işinde çalışabilir miyim?’ Ya da ’Bana sonradan santralde iş ayarlar mısınız?’ diye sordu Ayrıca bir kısmı bankaya yatırdığımız kamulaştırma paralarını aldılar kimisi de kredi borçlarını o paradan kapattılar. Siz ne diyorsunuz terörist başı.”
Muhtar hiddetlenerek; ”Müdür bey, müdür bey, siz ne dediğinizin farkında mısınız? Kimse o bankadaki paralara tenezzül etmez, çekmez yani, alan olduysa da yazıklar olsun ama Ali Bey’e de terörist diyemezsiniz. O bizim için kendi çabaları ile danıştayda yürütmeyi durdurma ve iptal davası açtı, noterdeki vekalet masraflarını, mahkeme harçlarını, yol masraflarını kendi cebinden karşıladı, burası onun ne köyü ne de tanıdığı bir yakını var bu köyde. Haddinizi bileceksiniz” dedi.
Köylü arkadan muhtarın konuşmasını alkışladı, şirketin adını anarak ve istenmediklerini söyleyerek slogan atmaya başladılar. Özel güvenlikçiler hareketlendi, jandarma yüzbaşısı jandarmalara bariyer olmasını söyledi. Jandarmalar köylü ile özel güvenlik arasına geçti.
”Sayın müdür, size son kez söylüyorum, yürütmeyi durdurma ve iptal kararı yayınlamadan buradan bir ot bile koparamazsınız, derhal o koymuş olduğunuz dikenli telleri kaldırın ve makinelerinizi köylünün bahçelerinden çıkarın.”
”Çıkarmazsam ne olacak lan?! Devlet ve bu şirket sizin gibi üç beş Gezici artığına mı kaldı? Amacınız ne lan sizin? Devlet bana burayı vermiş, istediğim gibi ağaçları söker atar, santralimi yaparım.”
Kafasıyla sivil korumalarına işaret etti; belediye başkanı, kaymakamı da yanına alarak toplantıyı terk etti. Yolda köylüler, başkana ”Başkan koru bizi, sayın kaymakam…” diye bağırsalar da başkan eliyle sakin olun der gibi işaret yaptı, kaymakam da “Devlete karşı gelmeyin, yanlış yaparsınız” dedi.
Onlar oradan çekilince, köylüler ile birlikte çadır alanına geri döndük.
Nesrin tüm konuşmaları hem cep telefonuna hem de kameralara video olarak kaydettiğini söyledi. Köylüler gözlemei börek ve çay dağıttı. Herkes bankadaki parayı alan var mı onu merak ediyordu. Gerçekten çoğunun bu paraya ihtiyacı vardı. Çoğunun bankaya kredi, kredi kartı borcu vardı. Hem müdürün söylediği gibi, onların zeytinleri, Mudanya zeytini, Akhisar zeytini kadar değerli değildi. Çok para kazanmıyorlardı. Ama aç susuz da değillerdi.
Ardan 1 saat geçtikten sonra, köylülerden bir çocuk ”Makineler ağaçları söküyor. İçeri girdiler. Jandarma koruyor makineleri, koşun” diye bağırınca herkes birden elinde ne varsa bırakıp bahçelere doğru koşmaya başladı.
3 YORUMLAR
Gerçekten sinirden yüreğim sıkışa sıkışa okudum. Bu ülkede hiçbir şey değişmiyor 😔 Aynı acılara mahkum ediyorlar bizi. Yürekli birkaç insan canını dişine takıp uğraşsa da çoğunluk yaşananlara seyirci kaldığından; doğayı katledenlerin, hırsızların, kâtillerin yanına kâr kalıyor her şey. Beni en çok da bu çaresizlik, yanlışı değiştirememe ve sonunda da savaşı kaybetme durumu çileden çıkarıyor. Adaletsizlikten usandım 😔
Bir kez daha kanayan toplumsal yaralarımızdan birine parmak basmışsın. Teşekkür ediyorum yazdığın için. Edebiyat kuvvetli bir silah, umarım çok okura ulaşır kelimelerin 🙏🏻
Didemciğim…….
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
Çürüyen diş, dökülen et,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle,
işçi tulumuyla,
bu güzelim memlekette hürriyet.
Bursa’da havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan’a düşman,
fakir köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleyman’a düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman…
Nazım Hikmet
Metin Bey , kaleminize sağlık, çok rahat okunan, akıcı ve gülümseten bir üslubunuz var. Konu can sıkıcı olsa da siz yazmaya devam edin lütfen. 🙏