Uyanış Öyküleri

Gölgede | 8 | Uyanış

2 Haziran 2022

Öykü: Gölgede | 8 | Uyanış | Yazan: Nuket Doyuran

 

İndeks

Gölgede | Bölüm 1
Gölgede | Umut | Bölüm 2
Gölgede | Mucize | Bölüm 3
Gölgede | Küçük Bilge | Bölüm 4
Gölgede | Tevekkül | Bölüm 5
Gölgede | Karşılaşma | Bölüm 6
Gölgede | İksir | Bölüm 7
Gölgede | Uyanış | Bölüm 8

 
Bebeğine bakan adam ile tanışmak, hele de onun naif ve duygusal biri olduğuna şahit olmak, kızı rahatlatmıştı. Beraber geçirdikleri o birkaç saati, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamaya çalışarak baştan sona defalarca zihninden geçirdi. Kâh adamın söylediği bir cümleyi hatırlayıp kendi iç dünyasındaki yansımalarını aradı, kâh küçük bir hareketinde yakaladığı bir enstantane ile hatıralarında yolculuklara başladı.

“Kucağıma alıp kalbime yakın tuttuğumda öyle bir bakıyor ki insan kendini süper kahraman gibi hissediyor” demişti adam gururla, kızın bu rolü ona ne denli yakıştırdığını bilmeden.

Pırıl pırıl parlayan gök kubbenin altında, yemyeşil ağaçların arasından ilerlerken kız, hiç bitmesin istemişti yol. Ve onu çocukluk zamanlarına götüren bu sıcacık güven hissi.
 

* * *

 
Küçücük bir çocuk olduğu zamanlara gitmeye başladı zihni. Yatağına uzanmış, hayâllerinin büyülü dünyasında kaybolurken yaşadığı hazzı anımsadı. Saatler geçer, gün kararır, akşam olur, ta ki onu içeriden birileri yemeğe ısrarla çağırmaya başlayana kadar, kurduğu senaryolarla, büyülü dünyaların kapılarını aralardı. Kimi zaman annesinin sabrının taşmış olduğu tınısından belli olan,

“Haydiii, yemek hazır, gel artık!”

cümlesi, bembeyaz atının üzerinde, katılacağı bir yarışma için defalarca engel atlama talimi yaparken, kocaman çiftliklerinin kahyasının sarf ettiği,

“Küçük Hanım, yemek saatiniz!” sözlerine çevrilirdi.

Bazen de tam gözü pek bir dedektif olmuş, korkunç cinayeti işleyen katilin, en masum tavırlı görünen evin hanımı olduğunu çözmeye ramak kalmışken odasına bir anda dalan kardeşinin yaptığı gürültüyle gerçek dünyaya ani bir iniş yapmak zorunda kalırdı.

Kendinden birkaç yaş büyük bir ablası ve yine kendinden birkaç yaş küçük bir erkek kardeşi vardı. Bir yetişkin olarak sayılacak kadar büyük, her yaptığı hoşgörü ile karşılanacak kadar da küçük görülemeyen, ortanca çocuktu. Anne ve babası onu belli bir konuma oturtmaya çalışmışlardı. Böylelikle kafalar karışmayacak, herkes kendinden bekleneni yerine getiriyor olacaktı. Ne var ki evin ortanca çocuğu, olması gerekenin dışında sergilediği davranışlarla olağan gidişatı değiştirecekti.

Kızın hayalleri arasında kendine kurduğu renkli dünyasında fazla bir şeye ihtiyacı yoktu.

Sessiz, epeyce uslu bir çocuktu. Ancak kendine özgü karakteri, kurguladığı hikâyeler ile gerçekliği birbirine karıştırmaya başladığında ailesi için endişe kaynağı olacaktı.

Anneyle babanın, durumun ciddiyetini anlamaları muhtemelen ilkokula başladığı gün oldu. Oysa kuşku duyulacak kadar sorunsuz başlayan bir sabahtı. Küçük kız, anneden ilk büyük ayrılışının etkilerini yaşamıyor gibi görünüyordu. Anne ve baba, birbirlerine gururla bakıp sonunda kızlarının, kendi kurduğu zararsız ama yalnız olan dünyasından çıkıp yaşıtları ile kaynaştığını, hatta bunun bu kadar kolay gerçekleştiğini görmenin mutluluğunu paylaştılar. Sınıf öğretmeni, artık velilerin gitme vakti geldiğini söylediğinde kızlarını öpüp gönül rahatlığı ile oradan ayrılabileceklerdi.

“Ay benim kızım büyümüş de okullu mu olmuş?” diye ayrılış konuşmasına ilk girişi yapan baba oldu.

“Canım şimdi biz gidiyoruz. Sen burada arkadaşlarınla ve öğretmeninle kalacaksın. Dersin bittiğinde ben seni okul bahçesinde bekliyor olacağım” diye tüm sevecenliği ile anne devam etti.

“Hiç gerek yok ki” dedi kız kendinden emin ve soğukkanlı bir şekilde.

Anne ve baba birbirlerine baktılar, anlamaya çalıştılar. Baba dayanamadı, “Olur mu kızım daha eve tek başına dönecek yaşta değilsin, hem kocaman bir cadde var geçmen gereken, kesinlikle olmaz” dedi.

Kız saçlarını eliyle havalandırıp geriye atarken dudaklarında küçümser bir gülümseme takınmıştı.

“Şoförüm almaya gelecek!”

Uzun, sarsıcı, anlamsızlığın hiçbir gerçekliğe tutunamadığı bir sessizlik oldu.

Leydilik okuluna başlamış küçük kızın, eğlenceli ve sıra dışı bir dönemin sonunda, onu eve götürecek olan özel şoförlü arabayı beklerken arkadaşlarına söylediği cümle, ağzından sesli çıkıvermişti.

Kız anında bir tuhaflık olduğunu sezdi. Dünyalar karışmıştı galiba. Belki de ses çıkmadı ağzımdan diye kendini kandırmaya çalışsa da bunun boşuna olduğu, ona bakan afallamış gözlerden belliydi. Anne ve baba, o kısacık diyaloğu hafızalarından silip atmak, sadece bir şakaydı diyerek avunmak isteseler de kızın hayâl dünyasına kendini kaptırıp gerçeklikten kopmasının çok da uzak bir ihtimâl olmadığını gayet iyi biliyorlardı.

İlkokul, gözlerin üzerinde olduğu, pür dikkat izlendiği bir dönem oldu. Öğretmeni ile sık yapılan toplantılarla sıra dışı bir durumun olup olmadığı kontrol altında tutuluyordu. Küçük pembe yalanlarla süslü bir iki zararsız hikâye dışında dikkat çeken bir delil bulunamadı. Oldukça çalışkan bir öğrenciydi. Dikkat çekmek istediği özelliğinin bu olmasına karar vermişti. Çok fazla arkadaş canlısı olduğu söylenemezdi. Ama buna rağmen arkadaşlarının yanında saygın bir yeri vardı. Çocuklar mesela acımasız eleştirilerinin hiçbirini ona yapmayı düşünmezdi ya da yemekhanede kimse onun sırasını kapmak için uğraşmaz, önüne geçmeye yeltenmezdi. Kavgacı bir çocuk değildi kesinlikle. Hatta ona kalsa hakkını bile aramazdı belki de. Bununla birlikte sınırlarını korumak adına ördüğü duvarlar yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı.

Ergenlikle beraber, artık iki dünyayı birbirinden ustaca ayırmayı öğrendi. Aile de böylece çocuklarının sıradan oluşunu memnuniyetle karşıladılar. Artık geçmiş hikâyeler, özellikle baba için endişe izleri taşımıyordu. Adam, yıllarca kızına her baktığında içini kurt gibi kemirmiş olan vesveselerini bir çırpıda üzerinden silkelemişti. Kız, tahlil edebilme yaşına geldiğinde, babasının bu geçmiş anılardan hoşuna gitmeyenleri ayıklama becerisini takdir etti. Baba, kızının çocukluk anılarını, zamanında hiç kaygı duymamış gibi anlatmaya bayılırdı.

“Hatırlıyor musun hanım, hani bu cılız süslü bebekler yeni yeni çıkmıştı. Heves etmiştik de dünya para verip almıştık. Yüzüne bile bakmamıştı. O kendi kendini hep oyalayacak bir şeyler bulurdu.”

Annenin hafızası babanınkine göre daha güçlüydü. Geçmişi hatırladığında hüzünlenirdi. Kızının ciddi bir sorunu olduğuna tüm kalbiyle inandığı senelerdi. Komşu günlerinde herkesin çocuğu hemen bir kenara çekilip birbirleri ile oyun oynamaya başladığında kendi kızının bulduğu sote bir yere gizlenip sessiz dünyasına dalmasını tedirginlikle izlerdi.

“Kızımızın akıllı olduğu küçücükten belliydi” diye konuşmasını zevkle sürdüren kocasını dinlerken kadın boşa dert edindiği günlere acırdı. Kocası, kızlarının gurbette oluşundan duydukları özleme vurgu yapmaya başladığında, onun normal birine dönüşmesine şükran duyardı.

“Uzakta göremiyoruz, özlüyoruz filan ama tek okusun, eli ekmek tutsun, biz katlanırız.”

Çileli anne, yüreğini ortaya koyan duası ile konuşmayı bitirdiğinde, karı koca başlarını aşağı yukarı sallayarak birbirlerini onaylarlardı. Beraber çok uzun zaman geçirmiş birçok çift gibi birbirlerini tamamlar olmaya alışıktılar.
 

* * *

 
Kız büyüdükçe maceralarla dolu çocukluk hayallerinin yerine, kendi ayakları üzerinde duran, saygın bir işi, mutlu bir evliliği, iki zeki ve sağlıklı çocuğu olan bir kadın olma düşlerini koydu. Normal insanlar gibi düşünüp onlar gibi davranmaya çalışırsa gerçek dünyaya o kadar ait olacağına inanmıştı. Yıllar geçip küçük dünyasından ayrılıp üniversiteye başladığında, tanıştığı ilk gence aşık olup hayâllerini yaşamaya başladığını hissetse de bu his uzun sürmedi. Bin bir macera ile süslenmiş sıra dışı yaşamın var olduğu gizemli evrenine ait her şey bir bir silikleşirken kendine, gerçekliği sarsılana dek sürecek olan yeni bir hikâye yazmaya başladı.

Böylece kurulan senaryoda, kendisi kafe ile okul arasında mekik dokumaya, abi ve kardeş, Umut ile günlerini geçirmeye devam ederken zaman, kimseye sormadan başına buyruk akıyordu. Hayatlar hikâyelerle bezeniyor, kaderler bilinmezlikte varoluşunu sürdürüyor, uyuyanlar uyanıyor, uyananlar gerçeklik okyanusunda bir damlaya dönüşüveriyordu.
 

* * *

 
Birden kalbi deli gibi atmaya başladı, sanki başı dönüyor, gözü kararıyordu, belki de bayılacaktı, ya da bunların hiçbiri değildi. Belki de sadece zihninin gelgitlerine ayak uyduramayan bedeni, imdat sinyalleri veriyordu. Telaşla kantinin orta yerindeki büyük sütunun arkasına gizledi kendini. Çok değil daha kısa bir süre önce, hayâllerinin başkahramanı ilan ettiği bebeğinin babası, ki bu tanımı hiç içine sindiremiyordu, oradaydı. Özgüvenli görünme rolüne uygun bulduğu şekilde bir eli cebinde, pahalı saatinin takılı olduğu kolu, yüksek sesle yaptığı şakalarına eşlikçi hâlde, etrafındaki grubun odak noktası olarak tam ortalarında dikilmekteydi.

İzliyordu. Gencin hiç değişmemiş hayatını. Tınısı azalmamış kahkahalarını. Aynı insanlarla çevrelenmiş çemberini.

İzliyordu. Kendi yaşamını. Duygularını, hislerini, çaresizliklerini, takatsizliklerini, umutsuzluklarını. Gözünden yaşlar sicim gibi akarken, yüzünde hiçbir mimiğe yer açmadı. Tıpkı hayâl kırıklıklarının mimarı olan karşısındaki bu gence, kalbinde yer açmadığı gibi.

İzliyordu. Acısını, değişen dünyasını, değişen hayâllerini. Son iki yılı, bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akmaya başladı. Başrolde kendisinin oynadığı ama bir illüzyonun içindeymiş gibi hissettiren her şey kalbini delip geçercesine akıyordu. Tüm bunlar gerçek değil gibi göründü. Kendi yaşadıklarına dışarıdan bakarken kendisine yabancılaştı.

Yaşadığı onca şey sanki başka bir boyutta, başka bir evrende olmuş gibiydi.

Kimdi, bu okulda okumuş muydu, bir zamanlar bunlar gibi bir öğrenci miydi? Böyle gülüyor muydu şakalara, kahkaha atıyor muydu? Varlığından şüphe etti, sanki görünmezdi, belki de hiç var olmamıştı. Ya da hepsi sadece bir rüyaydı.

Kayıtsızca etrafa savrulan vurdumduymaz kahkahalar, aşık olduğunu zannettiği genç, çektiği doğum sancıları, minik bebeğin ilk çığlığı, tanımadığı bir kapıda bıraktığı parçası, merdivene çökmüş bedeninin feryatları, bir adam ve bir kadın, hikâyeler, hikâyeler…

Etrafındaki herkes, her şey silikleşmeye başladı. Zaman, yer algısını kaybediyordu. Başı dönüyordu, gözü karardı, artık kalbi atmayı bırakmıştı galiba, belki de bayılacaktı ya da bunların hiçbiri değildi. Bir el hissetti omuzunda, o gün o boş sokakta, umutsuzca kaldırıma çöktüğü o andan kalan sıcacık güven hissini duydu tüm hücrelerinde.

Zihni bomboştu artık. Sadece boşluk vardı. Kocaman bir hiçlik. Her yeri kaplayan güven. İllüzyon bitmişti. Yaşanılan her şey, hayâlinin esaretinden çıkmış, okyanusun derinliğinde kendi yerini bulmuştu. Gölgeler kayboldu. Her yer aydınlandı.

Uyanmıştı.
 
 

…SON…

 
 
Nuket Doyuran
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Semra Suer 2 Haziran 2022 at 14:43

    Sanki böyle bitmemeliydi gibi geldi bana.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan