Uyanış Öyküleri

Her Şey Mümkün | Örüntü

26 Ağustos 2021

Öykü: Her Şey Mümkün | Örüntü | Yazan: Nuket Doyuran

 

İndeks

Birinci Bölüm: Her Şey Mümkün
İkinci Bölüm: Örüntü
Üçüncü Bölüm: Muris

 
 
Teyzesinin evine vardığında, ki hatırladığından biraz daha küçük ve bakımsızdı, hayatın adaletsizliğine söylenmek arzusu duyduğu gecelerde bir duble rakının ona sunduğu sersemliği aratmayan bir ruh hali içindeydi. Evin ahşap kapısı aralıktı. Önüne bir çift kadın ayakkabısı bırakılmıştı. İçeriden gelen kadın sesinde vücut bulan ilahinin sözleri nağme nağme dışarıya taşıyordu. Erkeklerin oturduğu birçok sandalye evin yakınına dizilmişti. Tespihler elde, bakışlar yerde, sorgusuz buyur edildi. Kim olduğunun önemi yokcasına, ölüme saygıda kusursuzcasına, kalanların hayatı kutsanırcasına…

Oturdu sandalyeye, birbirlerine kenetlediği ellerini usulca kucağına bıraktı, çaprazladığı ayaklarında bakışlarını sabitledi, topluluğun bir parçası oldu. Uzun zamandır tatmadığı aidiyet hissi ile, çocukluğunun silik anılarının önemli yapı taşları olan bu mahalle, bu ev ve ruhuna dualar okunan büyük teyzenin hatıraları arasında dinlendi.

*

Hiç çocuğu olmadı, bir kere evlendi, eşini çok sevmedi, genç yaşta dul kaldı, tek yeğenine karşı, kan bağıyla aktarıldığı sanılan kardeş sevgisini pek de hissetmediği tek kız kardeşinden olma, evlat sevgisi pek hissetmedi. Yanında yaşlanan annesine de babasına da son nefeslerini verene kadar hiç sözlü şikâyet etmeden, mutsuzluğu ve umutsuzluğu kolayca okunan asık suratını muhafaza ederek baktı. Onları toprağa verirken bile gözünden bir damla yaş akıtmamasıyla, ölünün arkasından okunan yedi gece dualarından sonra, komşuların dünya gerekliliklerine malzeme oldu.

Çocukluğunun ikinci yarısından itibaren, upuzun boyu, iri yarılığı ile mahalledeki kadınların “at gibi” benzetmesine maruz kalmasından, babasının küçük sevimli kızına, ilkine göre daha fazla şefkat ve sıcaklık beslemesinden, hemen hemen hatırladığı her konuda sorumlu olma zorunluluğunun sırtında bir yük olarak taşımasına kadar her şey, hep, her zaman canını sıktı.

Evin işlerinden yorgun ama yine de elindeki danteli örüp bitirme arzusunda olduğu uzun kış gecelerinde bazen, birbiri ardına aynı örüntü için tekrar tekrar attığı ilmekte hayatları gördü; birbirinden on binlerce farklı desen, birbirinden on binlerce farklı mizaç, birbirinden on binlerce farklı kader. Başlangıçtan bitişe kadar hepsini oluşturan tek bir ilmek. Parmakları yorgun düştüğünde, elindeki iş kucağında dinlenirken, penceresinden gökyüzünü seyrettiğinde, kendini on binlerce yıldızdan biri gibi hissetti. İşine devam ederken, ona sunulan tek ilmekle yapabileceklerini düşündü, tüm mizaçların kaderlerini ilmek ilmek örebilecekleri fikrini sevdi. En nihayetinde kocaman bir dantel örtüyü tamamlama hayali kurdu; on binlerce desenden oluşan, on binlerce kaderden oluşan, tek bir ilmekle başlayan, yıldızlı gökyüzü gibi ışıl ışıl dantel bir örtü… Sabah olup gün başladığında geceki tefekkürün devamını getiremedi, günler tekrar tekrar geçti, teker teker bitti.

Kendi desenini oluşturma gücünü kendinde bulamasa da ömrü boyunca çok dantel örtü bitirdi.

*

Güzel sesli kadın, yüreklere huzur akıtan nağmelerinin sonuna geldiğinde “âmin” diye açılan ellere o da katıldı. Gidene belki bir fayda sağlar ümidini taşıyan dualarla geçen dakikaların sonunda sessizlik yerini, önceleri fısıltı ile başlayıp gitgide artan konuşmalara, zaman zaman ölene saygı hatırlanıp da kısa tutulan gülüşmelere bıraktı.

Adamın kim olduğu kısa bir süre içinde ortaya çıkarıldı, ahali rahatladı, teyzesinin ölümüyle yıkılmış varsayılan akrabaya taziyeler sunuldu. Eskiler, adamı tanıyınca eski zamanlar yad edildi, ölenleri anıldı, büyük teyze ile var olan anılar tazelendi. Adam kendisine verilen tavuklu pilavı, yanında buz gibi soğuk ayranla beraber diğer erkeklerle yerken, ki çocukken yas evlerine gitmeyi şu leziz tavuklu pilav sayesinde sevdiğini hatırladı, bir taraftan da büyük teyzenin ona bırakmış olduğu miras ile ilgili kime danışacağını kestirmeye çalıştı.

*

Annesi evlenip, bu köyden ayrılıp yakınlardaki başka bir köye gelin gitmişti. Gözde kızını evden gelinlikle çıkarken gördüğünde gözyaşlarını tutamayıp, hele de köydeki erkeklerin gözü önünde, hıçkırıklara boğulan babasını asık suratla izleyen büyük ablanın kalbi bir kez daha kırıldı. Mahallenin kadınları tarafından evde kaldığı artık tescillenmişken köyün en büyük ve ihtişamlı evine sahip olan ailenin, senelerini gurbette geçirip gününü gün ettikten sonra yuvaya dönmüş olan tek oğulları ile evlenmesi, uzun zaman çay sohbetlerinin konusu oldu. Güzel ve zarif küçük kardeş uzakta, bir başına yokluk çektiği bir evliliğin içinde sıkıntılarla boğuşuyorken, hiç beklenmedik şekilde soğuk ve mesafeli olmayı farz edinmiş büyük abla, ki hem yaş hem de kalıplı oluşundan her ünvanının başına büyük gelmesi hep adet olunacaktı, kraliçeler gibi yaşıyordu. Şu hayatta her şey mümkündü demek ki.

Kapıların ardında yaşananlar, görünen ile hakikatin birbirinden farklı olması ilkesine yakışır bir şekilde, ilmek ilmek örülmeye başladı. Kardeşinin evden ayrılmasından kısa bir süre sonra üzerinde hissettiği nahoş baskıya artık dayanamadığından kabul ettiği evlilik, ilk başlarda ona pek de fena görünmemişti. Fakat kısa süre içinde aslında birbirinden tamamıyla farklı iki kişi ile evli olduğunu anladı, kendi elleriyle kurduğu bahtına şikâyet edecek yüzü olmadığından içine kapanıktan nemrut birine dönüşmeye başladı.

Ayık olduğu zamanlarda çok da kötü sayılamayacak biri olan kocası, eve geç saatlerde bambaşka biri olarak geldiğinde, kapılarını kilitleseler de korku içinde gelen sesleri dinleyen yaşlı ana babanın aksine karşısında bulduğu karısına her türlü eziyeti yapmaktan çekinmiyordu. Kadının dayanıklılığı ve sarsılmaz sabrı adamı daha da kötülüğe sevk eder oldu günbegün. Ellerinden bir şey gelmemesi ile beraber bir de kendi yetiştirdikleri hayırsız oğullarını “evlilikte keramet vardır” inancıyla evlendirmekle günahsız bir masumun yükünü üstlenmiş olmak, zaten yaşları ilerlemiş olan karı kocaya ağır geldi. Soğuk bir kışın azameti karşısında direnç gösteremeyen zayıf bedenleri kırk gün arayla ebediyete intikal etti.

Ölümün soğuk gerçekliğinin sarstığı ayyaş koca kendi bataklığına biraz daha gömülürken, artık iyiden iyiye şansına lanet etmeyi hak bilmiş karısını da yanına çekmeyi ihmal etmedi. Koca evde bütün gün bir başına olan kadın, hayata olan tüm hıncını, mütemadiyen fırçalayıp durduğu taşlardan, her gün defalarca ovaladığı lavabolardan, artık süpürülmekten tüyleri yer yer dökülmeye yüz tutmuş olan halılardan çıkarmaya başladı.

Tüm bu zamanlarda, geceleri tüm hızıyla zulüm devam ederken, kadın, hayatındaki ilmeklerin kaçtığına ve yakalamanın da mümkün olmadığına emin oldu. Artık dantel örmeyi tamamen bırakmıştı. Desenler de pek umurunda değildi, sabaha sağ çıkıp çıkamayacağının umurunda olmaması gibi. Artık gökyüzüne de pek bakmıyordu. Ne kardeşinin kocasının ölüm haberini ne de küçük yeğenin babasız kalmasını umursadı. Bütünün bir parçası olmak yerine, kendini fazlalık, ayrık bir ot gibi hissediyordu, kopartılıp tarladan atılmayı bekleyen.

Ama olan beklediği gibi olmadı. Sarhoş olmak için artık sadece geceleri seçmeyen kocası bir öğle sıcağında eve yıkıla yıkıla gelmiş, karısının “Bu saatte mi başlıyorsun?” sözünü erkeklik otoritesinin yerle bir edilişi olarak görmüş, merdiven başında duran kadının saçlarına yapışmıştı. Aralarındaki çok da uzun sürmeyen itişip kakışma sonrasında kadın, hızla alaşağı düşen, en son basamağın kırılmış köşesine çarpan kafasından akan kanlarla, upuzun, yerde, soluksuz yatan kocasını gördüğünde sadece saniyeler geçmişti.

Adamın ölümünden sonra uzunca bir süre kadın adamı kendisinin itip itmediğinin ayrımına varamadığından suçluluk duygusu içinde kıvrandı. Geceleri uyuyamıyor, beyaz geceliğiyle, pek de uzun olmayan aralıklarla üç mevtanın çıktığı evde hayalet gibi dolaşıyordu. Konuşabileceği ne dostu ne de akrabası vardı, komşularıyla zaten sıcak olmayan ilişkileri zamanla iyice kesilmişti. Annesi de babası da bir sürü hastalıktan mustariptiler, kendilerine hayırları olmayacak durumdaydılar, ki bir müddet sonra kadın onları evine alacak ve son nefeslerini verene kadar hiç sözlü şikâyet etmeden, mutsuzluğu ve umutsuzluğu kolayca okunan asık suratını muhafaza ederek, bakacaktı.

*

Köyün yaşlılarından biri eliyle işaret etti adamı yanına çağırmak için.

“Gel evlat, otur hele, iki lafın belini kıralım.”

“Olur dayı, tanıyor muyum seni kusuruma bakma çıkaramadıysam.”

“Sen hatırlamazsın, küçücüktün de ben bildim seni, babanla da tanış olmuştuk, pek güzel sohbet etmiştik bir iki. Çok genç gitti, toprağı bol olsun. Allah sana uzun ömürler versin.”

İkisi de başları önde, rahmet isteyen babasını andılar. Yaşlı adam elindeki tespihi çekmeye devam ederken usulca gözlerini kaydırdı adama doğru;

“Sen teyzene benziyorsun, hem de çok, hele de gözlerin aynı.”

Kısa bir sessizlik oldu.

“Erkek gibi kadındı rahmetli, çok sertti ama iyi bir kalbi vardı, köylüler pek anlamadı onu. E farklıydı herkeslerden, sevemediler, o da pek de umursamadı ya zaten.”

Adam, yaşlı adamın yüzüne bu sefer daha bir dikkatli baktığında, belli belirsiz hatıralar zihninde vücut bulmaya başladı. Dedesiyle bazen köyün kahvesinde otururlardı, oradan aklında kalan birine benzetti. Elinde dondurması, ayaklarını sallarken sandalyede bir ileri bir geri, büyük olmaya, onlar gibi olmaya özendiği anları hatırladı. “Büyüdük de bir halt oldu sanki” diye içinden geçirirken gülümsemeye zorladı kendini.

“Hatırlıyorum galiba, dedemlerin sokağındaydı eviniz, değil mi? Hatta bir keresinde düşmüştüm koşarken… Köpek kovalıyordu tabii ya, şimdi hatırladım, dizim parçalanmıştı, sen kovalamıştın köpeği de kurtulmuştum. ‘Seni düşman sandı da ondan saldırdı’ demiştin.”

“İnsanlar bile her gördüğünü düşman sanıyor da hep tetikte yaşıyor, hayvandan bilmesini nasıl bekleriz?”

Herkesten düşmanca nefret etmek, adama çok uzak bir kavram gibi gözükmedi. Kendi hikayesini anlatsa acaba karşısındaki, sakallarını hayat yolunda ağartmış bu ihtiyar yine güvenden bahseder miydi, merak etti.

*

Kız kardeşinin ölüm haberini aldıktan sonra, her ne kadar sağken pek görüşmüyor olsalar da kendini iyice yalnız hissetmişti. Tek yeğeni de varı yoğu satıp savmış şehre yerleşmişti, artık ne arar ne sorardı. Ne faydası olmuştu ki ihtiyacı olduğunda ona da şimdi aramasını bekleyecekti. Zaten ömrü hayatında kimden ne beklemişti ki, ve de hayattan…

*

“Baban ölünce halinize dedenler pek üzüldüydü ama elden ne gelir, kader… Onların da elinde avucunda da yoktu ki size yardımları dokunsun. Yoksa hele deden çok düşkündü anana, onu bir başka severdi. Ama kısmet işte büyük kızı onlara yaşlılıklarında evini açtı, misler gibi baktı, bak şimdi Allah yukarda. Sen neler yaptın bakalım, hele anlat, ananı da toprağa vermişsin, duydukdu, nurlar içinde yatsın hepsi. Evlenmişsin, var mı çoluk çocuk?”

“Yok olmadı ama sorun etmedik hanımla. Pek munistir zaten kendisi, hiçbir şeyi sorun etmez. Bazen diyorum ki ona; ‘Bir kanatların eksik, sen bu dünyaya fazlasın, bana da tabii.’”

Kısa bir sessizlik oldu.

“Öyle böyle hayat devam etti be dayı işte ama insan bir kere şanssız başlayınca, yenik başlıyor hayat müsabakasına, kazanmak ne mümkün. Hatunla bir başımıza koca şehirde, ne gelen var ne giden, insan korkuyor biliyor musun oralarda, kimdir neyin nesidir, sana bir zarar verir mi, yanaşamıyorsun kimselere… Neyse ki sigortalı bir işim var, emekli olacağım yakında, kim bilir belki de…”

Uzun bir sessizlik oldu.

*

Suçluluk duyguları ile kıyasıya mücadele ettiği, değersizlik hissini dibine kadar tüm hücrelerinde yaşadığı uzun ve zorlu bir yas sürecinden sonra bir müddet kendini dövülmüş ve bir kenara bırakılmış gibi hissetti. Sonraları yavaş yavaş tamamıyla boşalmış olan ruhuna taze hava girmek istedi.

Nasıl karar verdiğini bilmediği bir gün elinde kalmış eski iplerle bir örtü örmeye başladı. Yeni desenler çıkartırken saatlerin nasıl akıp gittiğini fark etmeden gecesini gündüzüne harman etti, işleyen parmaklarından çıkan hayat enerjisi artık yaşını bir hayli almış olan bedeninde gezinmeye başladı. Boynunun ağrıması, sırtının tutulması tarifi zor, garip bir neşe veriyordu.

Yaşadığı hayatta, kendi desenini oluşturma gücünü kendinde bulamasa da kurduğu hayalden birine bahsetmenin ilhamına vakıf oldu. Kendi hücrelerinden parça taşıyan, hayattaki tek akrabasına bırakabileceği kocaman bir miras olmasını umduğu mektubunu yazmaya başladı. Yazdıkça ruhu aydınlandı, yazdıkça düşündü, düşündükçe yazdı. Onu kaderini örebileceğine ikna ederse, kendisinin bitmiş görünen örtüsünün değişeceği inancıyla yazdı.

*

“Bende sana ait bir emanet var” dedi yaşlı adam titrek elleriyle cebinden itina ile çıkardığı zarfı adama uzatırken;

“Sıkı sıkı tembihledi beni teyzen, ölümüne nasılsa geleceğini tahmin ediyordu. Sonunun yakın olduğunu bildiği gibi, ‘Mutlaka ona ulaştır’ dedi.”

Üzerinde kocaman harflerle, kendi el yazısı ile “Her Şey Mümkün” yazan mektubu elinde tutan adam, bunca yolu bir kâğıt parçası için geldiğine mi yansın, buradayken içine dolan ılık huzurun varlığıyla umutlansın mı bilemeden öylece kaldı.

Kulağında, köyün dışında misafir kaldığı garip gencin sözleri yankılandı;

“Her an, her şey mümkündür, zamandan muaf tutulmuş evrende değişen bir an, bütünün seyrini değiştiriverir. Yeter ki görmeyi bilelim.”
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Nuket Doyuran
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 27 Ağustos 2021 at 23:44

    Oldukça akıcı iki hikaye ama ben ikisini birbiriyle birleştirmekte biraz zorlandım; birincisinde erkek karakter vardı. İkincisinde bir kadın karakter var, sanıyorum bir yerleri atlamış olabilirim.
     
    Güzel yazılarınıza devam etmeniz dileğiyle selamlar, saygılar sunuyorum.

    • Yanıtla Nuket Doyuran 29 Ağustos 2021 at 20:04

      Öykülerimi takip ediyor ve beğeniyor olmanıza çok sevindim, güzel dilekleriniz için teşekkür ederim.
       
      İlk bölüm, ana kahramanın miras konusu sebebiyle teyzesinin evine yolculuğu ile başlamıştı; bu yolculukta henüz sırrını çözmediğimiz, garip bir genç ile karşılaştı. Bir yandan da arka planda anlatılan yaşam hikayesiyle kahramanımızı ve hayata bakış açısını tanıdık.
       
      İkinci bölümde ise kahramanımız, teyzesinin cenaze törenine katıldı ve orada onu bekleyen ikinci sürprizle karşılaştı. Yine arka planda bu sefer de ölen teyzenin hayat hikayesi ile kadının geçirdiği ruhsal dönüşümü ve bunun neticesinde yeğeni ile kurmayı amaçladığı irtibatı öğrendik. Aslında birbirinden farklı gibi görünen karakterlerin, birbirlerine ne kadar sıkıca bağlı ve de neticede “bir” oldukları fikrini işlemek istedim. Hayat hikayelerini net çizgilerle ayırmadan anlatmamın sebebi, bütün karakterlerin iç içe geçmiş kader örüntüsünü vurgulamaktı.
       
      Okumanıza ve yorumunuza tekrar teşekkür ederim.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 24 Eylül 2021 at 13:36

    Daha önce okumuştum ama bugün 3 yazıyı ardı ardına okuyunca daha anlam buldu bende. Hayat bu değil mi? Önemli olan anlayabilmek, o mertebeye erişebilmek.
     
    Değişik bir tarzınız var, çok dikkatle okumak gerekiyor ama ders alınası.
     
    Ellerinize sağlık.

  • Yanıtla Nuket Doyuran 25 Eylül 2021 at 14:00

    Aynı pencereden bakıp aynı dili konuşmak çok keyifli. Kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan