Varlık Sancısı

Karl Marx ve Seks İşçileri

26 Şubat 2020

Yazı: Karl Marx ve Seks İşçileri | Yazan:  Hüseyin Küçükkelepçe

Soğuk savaşın bitimiyle bir Gulf Stream dalgası gibi dünyanın her tarafına seks işçisi olarak dağılan kadınların günah keçisi üç kız babası, romantik bir eş, hümanist bir dünya görüşüne sahip Karl Marx değildir. Suçlular; onları her türlü özel olma duygusundan mahrum bırakarak bir otomata dönüştüren acımasız politbüro üyeleri ve onların iktidardan düşmesiyle bunu fırsata çeviren gözü doymaz, yağmacı beyaz adamlardır.

Kiev’in Gururlu ve Soğuk Kadınları isimli yazımda Doğu Bloku kadınlarının (karakterlerine uymadığı halde) neden seks işçiliği yaptıklarını sormuş, farklı bir Karl Marx biyografisi ile küçük bir vahşi kapitalizm düşmanlığı yaparak cevap arayacağıma dair söz vermiştim. Baştan söyleyeyim amacım Karl Marx savunusu yapmak değil bugüne kadar (muhafazakâr bir aile ve eğitimin ürünü olan ben) bildiğimin tam tersi bir kişilikle karşı karşıya kalınca ortaya çıkan yaman çelişkinin yangınıyla bu yazıyı yazdım.

Kişisel görüşüm Karl Marx insan tabiatıyla ilgili yanlış tespitler yapmadı; olsa olsa eksik söylemiştir.

Şimdi konu o kadar geniş ki fizikte sonsuza kaçan hesaplamaları yapmak için bazı sabitlerin varsayılması zorunluluktur. Benzer bir yola başvuracağım. Yani sınırlar çizeceğim. Zaten sınır çizildiği andan itibaren de o şey eksiktir. Eksik yapacağımı felsefe yaparak ispatladığıma göre bu konuda bir rahatlama oluştu. Fakat yanlış da yapacağımı biliyorum. Bunu da itiraf ettiğime göre gönlü huzurla dolmuş bir Katolik gibi yazabilirim artık.

Kapitalizme çok kızgınım iyi yönlerini görmeyeceğim.

Sınırlar; Karl Marx’ı çok yüzeysel yani aile babası, hümanist bir karakter ve sezgisel olarak öznel görüşlerimle anlatacağım. Kapitalizm yani beyaz adamı kelime şehvetiyle (çok kızgın olduğum için duygularıma kapılarak doğru yönlerini görmemezlikten gelerek) anlatacağım. Diktatör, kaba, kanlı mı kanlı ve Karl Marx’ın ütopyasıyla hiçbir ilgisi olmayan içi boş, asaletten yoksun SSBC tarzı komünizmi ise küçük harfle yazacağım. Son gelişmelerden haberimiz vardır havası vermek için de dünyanın en ağır işçilerinin yaşadığı travmayı epigenetiğe bağlayarak yazıyı sonlandırmayı planlıyorum. Bakalım kervan yolda düzelir. Eşkıyalar yolumuza çıkar da e ve i harfleri ü’ye dönüşürse “Demek ki kaderin böyleymiş” fısıldamasına kafa sallayacağız.

Gerçeği fanatik taraflardan öğrenmek imkansızdır.

Doğu Bloku, demir perde, komünizm denince düşünceye gelen ilk imgeler Karl Marx… Ve sex işçileri. Bu kara bahtlı işçilerin açtığı davanın ilk celsesi için mübaşir ilk olarak Karl Marx diye bağırdı. Çünkü bu insandan (sözde)ilham alarak yıllarca yönetilen bir ülkenin kadınlarını anlamının pik noktası burasıdır.

Müvekkili olarak söze başlıyorum: Milyona varan insanın katledilmesinden, sürgün edilmesinden en hafif tabirle diktatör (mesela Stalin, Lenin) diyebileceğimiz insanlarla Karl Marx’ın bir ilgisi yok. İnsanları robot gibi duygusuz otomatlara dönüştüren sözde işçi sever yönetimlerin Karl Marx’ın arzuladıklarıyla bir ilgisi yok.

Bu cümlelerimden karşıtı olan kapitalizmi olumladığımı düşünmeyin lütfen. Derrida’nın dediği gibi “Ne o ne bu” modundayım. Benim ki üçüncü bir yol. Bir kere bir düşünceyi fanatiklerinden öğrenmeye kalkmayın. Hele devletleşmişse, sistemleşmişse, toplumu yönetecek bir organizasyona erişmişse kaçın, Saf Aklın Kritiğini1 okusanız da fayda etmeye bilir. Çünkü ön yargı bir kere oluştu mu artık ona format atmak atomu parçalamaktan daha zordur.2 Bu yoldan gitmek ebediyen gerçeği öğrenememenin garantisidir. Çünkü normal bir beyin bu taraftarlara bakarak bırakın araştırmayı küfürler ederek o dosyayı kapatacaktır. Küfür başladı mı iş bitmiştir. Çünkü küfür literal anlamıyla bile gerçeğin üstünün örtülmesi anlamını içerir.

Edimsel olmayan bilgi kibir yapar.

Düşünce, din, mezhep, ideoloji, fraksiyon, tarikat hatta sapık ilan edilen toplum önderleri hakkında dogmatik kaynaklardan yani hakikatin kendi tekelinde olduğu teziyle hareket eden taraftarlardan işin aslını öğrenmek mümkün değildir. Karl Marks bir zamanlar ABD’de sıradan insanlar değil üniversite çevreleri nezdinde bile adeta sapık/korkunç bir insan sınıfında yer alıyordu. Belki halen böyle düşünen çoktur. Su yolda kirlenir. Kaynağına gitmeden o suyun hangi kalitede olduğunu anlayamayız. Elbette söylediklerim öznel görüşlerim her seferinde tekrar etmeyeceğim. Soğuk itici literatüre (burjuvazi, serf, köle feodalite, proletarya idealizm, materyalizm, diyalektik, üretim araçları, sermaye, emek vb.) girmeden Karl Marx’ın insani yönüne, insan doğasıyla ilgili düşüncelerine değinmek istiyorum. Literatüre hâkimlik, fanatik taraftarlık kaçınılmaz olarak kibirli tipler üretir. Bu edimsel olmayan bilginin ereğidir. Karl Marx’ın anlaşılmamasının hatta bir nefret objesi olmasının başta gelen müsebbipleri bu retorik tiplerdir. Bu kural dinler için de geçerlidir.

Bir gecede beyazlayan saçlar:

Esasen ekonomi konusunda binlerce sayfa yazmış bir insandan bahsediyoruz. İsabet edeni var, etmeyeni var tespitlerinin. Bilmiyorum. Okumadım. Sebebi neydi bu kadar yazmasının? Bütün bunları niye yazdı? Bu sorular benim için önemli. Kısaca şunu ifade edeyim. Karl Mars babacan, insan-tabiat sevgisiyle dolu yedi çocuk babası bir insandı. Hayattayken dört çocuk ve çok sevdiği eşinin ölümüne şahit olarak acıların en büyüğünü yaşadı. Sürgünler, fakirlik ve sonuçta bakımsız kalan çocuklar tek tek gözlerinin önünde öldü. Bir yaşındaki kızı zatürreden öldü. Hele Edgar, çok sevdiği, güzel günler görecek dediği gurur duyduğu oğlu, sekiz yaşında bir gece yarısı babasının kucağında hayata gözlerini yumdu. Simsiyah saçlarının o gece beyaza döndüğünü anlatırlar. Eşi Janny, “Karl’ın Edgar’la birlikte mezara gireceğinden çok korktum” der. Hastalığı boyunca Edgar’lı daha acıklı sahneler de var, işi Mahsun’un filmlerine çevirmeden kesiyorum.

“Yaşayan insandan öte bir şey yok. Özü sözü bir, düşündüğü gibi yaşayan gerçekliğin tam gözünün içine çekinmeden bakan insanlar tamdır. Doğaya hâkim olmaya çalışan değil, doğayla bütünleşmiş kişiler ancak dünyada yabancı görmeden kendi evindeymiş gibi yaşayabilir.”

Tam da böyle yaşadı. İnanılmaz acılar çekti. Gerçekliğin tam gözüne baktı. Hastalandı. Maddi olarak zor günler geçirdi. Sürgün edildi…

Cehennemin diğer adı yabancılaşma:

Karl Marx, işçi dedi, emek (meta) dedi fakat işin özü yabancılaşma kelimesinde gizli. Yabancılaşan insan kendine, ürettiğine, topluma düşman olur. Kendini gerçekleştiremez. Yani kendisi olamaz. Anlatmakta zorluk çekiyorum. Bağcılarda bir hazır giyim atölyesinde her sabah lanet ederek günde 12 saat 20 yıl çalışmak lazım tam anlamak için. İnsanın özünü örten her eylem Karl Marx için olumsuzdur. Bir işi yapmaya mahkûm olmadan üreten/çalışan insan zevk/haz alacak ve bu eylemi boyunca aynı zamanda kendini inşa edecektir. Karl Marx için insanın en önemli yönünü bu cümle özetliyor.

Genel kanının aksine Karl Marx’ın kapitalizme yaptığı en büyük eleştiri kaynakların eşit bölüşülmediği değil insanların bir köle gibi hayatları boyunca istemedikleri bir işte çalışmasıdır. Karl Marx özel mülkiyete (araba,e v, sandalye) de karşı değildir. Karşı olduğu üretim araçlarını tek elde toplanması ve bunun sonucunda sonsuz kar hırsı, sentetik ihtiyaçların gerçek sanılması ve toplumun toptan yabancılaşması(şizofren). (Buna patron da dâhildir. Çünkü o da yanlış dürtülerin kurbanı olarak kendini gerçekleştiremeyecektir.)

Çalışmanın anlamsız bir çabaya dönüşmesiyle insanlar robota/zombiye mavi gezegen ise kıp kızıl bir ateş topuna dönüşecektir.

Uslanmaz Bir Romantik

Öyle de oldu. Bir hayali vardı (ütopya). Sabah bir iş, öğleden sonra başka bir iş, akşama doğru balık tutma ya da yetenekli olduğu bir sosyal faaliyet. Ve nihayetinde devlet denen örgütlerin ortadan kalkmasıyla yeryüzü cenneti. Ütopya işte. Aslında bir materyalistten çok uslanmaz bir romantik gibi geliyor insana [Çocuklarına düzenli olarak Shakespeare (Şekspir) okurdu]. Ne yazık ki, Karl Marx bizim pirimiz diyenler dünyanın en zalim ve otoriter devletlerini kurdu.

Karl Marx, insanın (üretenin/çalışanın) mutlu olması, severek yetenekli olduğu ve istediği işi yapması ve böylece kendine topluma ve tabiata düşman olmaması için yazdı, mücadele etti. Böylece ürettiğine köle değil efendi olacaktı. Mistik olarak söylersek putperest olmayacaktı. Kesinlikle daha fazla para değildi derdi. Sadece insanın fiziksel ihtiyaçları karşılansın ve herkes bu fani dünyada kendisi olarak, yeteneklerini kullanmış olarak güle oynaya geçip gitsin istiyordu.

Kuyruksuz, kılsız, gözü doymaz, beyaz maymun:

Bu kadar kendini harap etmesinin sebebi makinalara egemen olan vahşi beyaz adamın kural tanımaz dünya kaynaklarını yağmalamasını ve insanlara yaptığı zulmünü görmüş ve içindeki iflah olmaz insan sevgisi harekete geçmiştir. Otuz saat çalıştırıldığı için iş başında işçilerin ölümüne şahit olmuştu. Daha fazla üretim daha fazla tüketim daha fazla kar daha fazla kaynak için her şey mubahtı. İnsanlar köle olmuş, milyonlar mutsuz olarak bu hayattan geçip gidiyormuş. Umurunda değildi; bu gözleri sürekli bir şey arayan, hiç sakinleşmeyen beyaz, kılsız, kuyruksuz maymunun (maymunları tenzih ederim). Artık bir şeyin ihtiyaç olması da mevzu bahis değildi. Yeter ki bir şekilde insanları kandıralım ve bir şey satalım. Afrika, Orta Doğu, Uzak Asya, Güney Amerika talan edildi. Bu gözü dönmüş insan kılıklı vahşiler yerli halkları çoluk çocuk demeden katletti.

Pueblolar’ın şefi Biano Karl Marx’ı haklı çıkarıyor.

Meksika’nın kadim yerli halklarından Pueblolar’ın şefi Ochwiay Biano (Dağ Gölü); “Şu beyazların ne kadar acımasız göründüklerine bir bak. Dudakları ince, burunları da sivri. Yüzleri kırışıklardan değişmiş. Hep bir şey arıyorlar. Ne arıyorlar? Beyazlar hep bir şeyler isterler ve her zaman huzursuzdurlar. Ne neyin peşinde olduklarını biliyoruz ne de onları anlayabiliyoruz. Bizce onlar deli.”

Beyazların neden deli olduğunu soran Jung’a, Biano; “Onlar kafalarıyla biz kalbimizle düşünüyoruz.”

Bu sözleri duyan Ünlü Alman psikiyatrist Carl Gustav Jung adeta kısa bir aydınlanma yaşar ve bir sis bulutu yükselir:

“…Haçlıların yağmalayan ve öldüren orduların gördüm. Ardından ateş, kılıç, işkence ve Hristiyanlıkla, uzak ülkelerinde babaları olarak kabul ettikleri güneşin altında huzur içinde düşler kuran Pueblo’ların bile üzerine giden Kolomb, Cortes ve başka fatihler izledi. Misyonerlerin zorla giydirdikleri mikroplu giysilerden geçen frengi ve kızıl gibi hastalıklardan telef olan Pasifik Adaları halkaları…”3

Ochwiay Biano’nun deli dediği, kafalarıyla düşünen beyaz adamı Karl Marx yabancılaşan(şizofren) insan olarak tarif eder. Doğayla dost olan, bütünleşen kişi Karl Marx için kendini gerçekleştirmiş insandır. Şef Biano ise bu durumu kalple düşünmek olarak tarif eder.

Karl Marx distopyayı gördü.

Kapitalist beyaz adamlar bu saf savunmasız halklardan binlercesini öldürdü. İşine yarayacakları sağ bırakarak köle olarak kullandı. Amsterdam’ın, Madrid’in, Paris’in, Londra’nın, Newyork’un, Washington’un caddeleri niye bu kadar güzel? Vahşi kapitalizm düzeninde işlerin yürümesi (pazarlaması/reklamı) için gülmesini, kadınlığını, sporculuğunu, meşhurluğunu, dinini, hatta çocuk safiyetini satanlar var olmuştu(halen böyle). Daima daha fazla tüketim, daima daha fazla büyüme. Nereye kadar? İşte buraya kadar. Her taraf çöp/beton, sular kirlenmiş, hava kirlenmiş, anamız (toprak) kirlenmiş, atmosfer bile delinmiş ve insanın bedeni-zihni kirlenmiş.

Bu durumun en büyük günahkârları da sürekli çevre diyen en gelişmiş ülkelerdir. Bakmayın seslerinin çok çıktığına. Suçlu olan çok bağırır ki eksikliği ortaya çıkmasın. Dante’nin cehennem tasvirinde hangi katmanda yer alır açgözlüler, gözü doymazlar, oburlar, hırsını ilah edinenler, bilmiyorum. Bildiğim hepimizi yaktılar. İşte zurnanın zırt dediği nokta burasıdır. Karl Marks bunların olacağını tahmin etti ve çözüm önerileri sundu. Nokta.

Karl Marx ve Sex İşçileri

Şimdi Kiev’li, Kişinevli, Moskovalı, Bükreşli, Sofya’lı, Sibiryalı, Minsk’li, Bakü’lü… Bu kadınlar neden insan onuruna yakışmayan paralı sex işçiliği yaptı/yapıyor? İnce bilekler, up uzun eller, ipek saçlar, selvi boylar, piyano-keman çalan balerinler havasız bodrumlarda hiç tanımadıkları güruhların arasına düşerek cinsel hastalıklardan ölmesinin sorumlusu Karl Marx öyle mi? Yuh olsun.

“Tensel zevkler peşinde koş, başka dünya yok dünyanın keyfini sınırsızca çıkar, ahlâk/etik boş laflar. Kadın komünün ortak malıdır. Cinsellikte sınır tanımak dogmatiklerin uydurmasıdır.”

İşte Karl Marx böyle buyuruyor(!). Köy papazlarının bu iftiraları ne yazık ki bütün dünyada taraftar buldu. Bu yobazlar kendilerinde bulunan bütün zaafları karşı tarafa atfettiler4. Hepimiz de yedik.

Karl Marx, kadın-erkek ilişkileri hakkında ne diyor?

“Kadını toplumsal şehvetin bir kurbanı ya da bir kölesi olarak gördüğümüz takdirde, insanın uğrunda canını verdiği yüce şeyleri sonsuz biçimde aşağılamış oluruz. Bu ilişkinin karakterinden hareket ederek bir ‘canlı türü’ olan insanın ne derece kendisini gerçekleştirdiğini de belirleyebiliriz. Erkek ile kadın arasındaki ilişki, bir insanla başka bir insan arasındaki en doğal ilişkidir. Böyle bir ilişki bize, bu insanın ne derece doğal ve insancıl olduğunu, yani sonuçta bir insanın sahip olduğu özelliklerin ne kadarını kendisinde barındığını gösterecektir…… Yani, ‘Bir insanın bir diğerine ihtiyaç duymasının ana nedeni, gerçek bir insani özellik haline gelmiş midir?’ sorusunun cevabını bulabiliriz.”5

Avatarınız Epigenetik

Önce biyolojinin popüler alanı epigenetiğin bulgularını bu konuya uyarlayalım. Epigenetik karmaşık bir konu. Çok anlamadım. Lakin kendi şahsımda hâlen yaşadığım bir huzursuzluk ve bir iki kitap karıştırmayla kendimce bazı sonuçlara ulaştım.

“Dedesi erik çalmış torunun dişi kamaşmış” kadim Anadolu geleneğinden gelen bu söz adeta epigenetiği özetliyor. Öfke duyarsınız, öfke, öfke herkese her şeye yerli yersiz. Çoğu zaman belli de etmezsiniz. Çok küçük bir market tartışmasında ortalığı tozu dumana katarsınız. Genlerdeki hafıza hiçbir şeyi unutmaz. Ya da diğer bir senaryo, torununuz küçük bir trafik tartışmasında gözünü kırpmadan insanları silahla vurur. Kim bilir belki biriktirdiğiniz öfkeleriniz o üniversiteye yeni başlamış cıvan gibi delikanlıda ortaya çıktı ve yaşarken mezara girdi. Epigenetik bir taşıma merdiveni gibi sizi gelecek kuşaklara taşır. Bunu yaparken gen dizilimi çok az değişir, gen ifadeleri esastır. Bir müzik kutusu düşünün kutu sabit ama çok çeşitli müzik parçası çalabilir. Ne çalacağına siz karar verirsiniz. Düşünceler onları açar –kapatır.

Hollanda’da 1944 kışı “Açlık Kışı” diye bilinir. Almanlar savaş nedeniyle ambargo uygular, hamile anneler açlık sınırında yaşar. Bu tarihten sonra doğan çocuklar diyabet ve obeziteye yatkın olur. Açlık sınırına gelen annelerin durumu gelecek nesillerde diyabet ve obezitenin artmasına neden olmuştur. Dikkat ettiğiniz her şey hafızaya kaydedilir.

Havanalı kadınların hayranlıkla baktığı kırmızı kravat:

Diğer bir deney; farelere portakal kokusuyla birlikte küçük miktar bir elektrik verilir. Bu farelerin yavrularına elektrik akımı verilmediği halde portakal kokusunu algılar algılamaz titremeye başlamıştır. Hatta deneye tabi tutulan farelerin torunlarında bile bu durum devam etmiştir.6

Doğu bloku kadınları doğalarında olan duyguları yaşayamadı. Bir kadın ne ister? Özel olma, süslenme, sevgi, romantizm say say bitmez. Kısaca ne isterse tersi bir düzende yaşamak zorunda kaldılar.

Küba’nın başkenti Havana’da Nacional Otel’in lobisinde sıradan lacivert bir takım elbise ve dikkat çekici kırmızı bir kravat takmış oturuyorum (2007). İki kadın gelip kravatıma dokunarak hayranlıkla uzun uzun incelediler. Bizden sabun ve şampuan istediler. İşte yıllarca süren bu yoksunluk travması gen hafızasına kazındı. Değişen gen ifadeleri nesilden nesile aktarıldı. Deccalın vücut bulmuş hali olan kapitalizm bir anda zuhur edince kendilerini yalancı bir Alice Harikalar Diyarında buldular. Eee elde yok avuçta yok. Gerisi malum. Laleli, Aksaray’ın izbe otellerinde, Anadolu’nun küf kokan esnaf otellerinde artık sarıya dönmüş beyaz çarşafların üzerinde “Bu işkence ne zaman bitecek?” dedirten tavana bakma geceleri. Berlin, Paris, Amsterdam… Hep aynı sahne…

Pavyonda her şeyini kaybeden çiftçi:

Ankara- Çankırı caddesindeki bir pavyona eğlenmeye gelen Adanalı pamuk çiftçisi gibi oldular. Pavyonda mavi-kırmızı ışıklar altında kendisine değme manken gibi gözüken hafif kilolu konsomatris kadın bir yıllık emeğini tek gecede aldı çiftçinin. Çünkü bir kadın ilk defa kendisine “aşkım” diyordu. Gecenin sabahında kendisini tanımadı bile. Pavyonda gördüğü serap bir yıllık emeğini dört-beş saatte alıp götürdü. Elde ne bir sevgili ne de para vardı artık.

Hayal değil çok var böyle olaylar. Pamuk çiftçisi bir metafor tabi ki… Gayri insani Doğu Bloku sistemlerinin kurbanı kadınlar da en değerli şeylerini verdiler ama yine de mutlu olmadılar. Gösterip de vermeyen bir iblistir kapitalizm. Süslü vitrinlere bakmak serbest ama dokunmak yasak. Kapitalizmin Kabesi ABD’de striptiz kulüpleri çok yaygındır. Kapitalizmin küçük birer modelidir. İşte cehennem.

Tuzlu su gibi içtikçe susamışlıkları geçmedi. Eksiklik duygusu son bulmadı. Vahşi kapitalizm buna izin vermez. Aksi durumda tüketim biter ve kendisi de yok olur.

Babamın korkusu yakamı bırakmadı.

Sokakta yürürken arkamdan gelenler belli bir mesafeyi geçince müthiş rahatsız ve huzursuz olurum. Çoğu zaman bir bahane ile kenara çekilir geçmelerini beklerim. Babam dağdan odunları yüklenip geliyor. Yükü bağladığı ipin birazı artar ve yere düşer. Ondan daha büyük biri yerde sürünen siyah ipi görünce bir muziplik yapar. Babama panikle seslenir: “Arkanda yılan var.” Babam bayılana kadar yükle birlikte kaçar. Bendeki bu rahatsızlığı bu olaya bağlıyorum epigenetik açıdan baktığımda…

Selamlar…

 
 
Hüseyin Küçükkelepçe
 
 

Notlar & Açıklamalar:

Bu yazının bazı kısımlarında “Marx’ın İnsan Anlayışı-ERICH FROM” isimli kitaptan esinlenilmiştir.

1.) Immanuel Kant’ın baba kitabı Saf Aklın Kritiği ⇡⇡⇡

2.) Bilmeyen yoktur ama yine de ben dipnot olarak hatırlatayım; Albert Einstein’ın meşhur sözü. ⇡⇡⇡

3.) Anılar, Düşler, Düşünceler- Carl Gustav Jung (s, 203) ⇡⇡⇡

4.) Friedrich Engels’ten bir alıntı. ⇡⇡⇡

5.) Marx’ın İnsan Anlayışı-ERICH FROM (s.55-56) ⇡⇡⇡

6.) Süper Genler – Dr. Deepak Chopra, Prof. Dr. Rudolph E. Tanzi ⇡⇡⇡

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Günay Aydın 3 Mart 2020 at 10:07

    🙂
    Yukarıdaki simge, tanıtım yazınızı okurkenki ruh halime denk düşüyor diyelim. Komik olan ne peki? Hiç.
    Sadece komiklik değil, içtenlik, özgünlük ve doğallık da gülümsetebilir, değil mi…
     
    Aslında henüz bitmedi, yani yarısından azını okudum, henüz.
     
    Kapitalizmin tüysüz ,aç gözlü ve bitimsiz hırsları uğruna gözünu karartmış, işi insan kiyimlarına
    götürecek kadar zombileşmiş neferlerine vurgu yaptığınız yerde kaldım.
     
    Bıraktım, çünkü hem uzun hem de bu güzel bu yazıyı “bir an önce okuyup bitirme” sorumluluğunun soğuk ellerine kurban etmek istemedim. Keyfi sonuna kadar sürmek isteğiyle aldım bu yarıda bırakma kararını.
     
    Özetle; konusu itibariyle bu tür yazıları sarmalayan o alışıldık soğuk, katı ve ağır havadan eser yoktu. Bu da okuyucuyu (yani beni) esir alan önemli bir özellik.
     
    Devam edeceğim…

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 3 Mart 2020 at 20:01

    Beğendiğinize sevindim. Ben de etkilendiğim yazıları bölerek okurum. Sizde kendimden bir parça bulduğum için ayrıca sevindim.
     
    Selamlar, saygılar…

    • Yanıtla Günay Aydın 6 Mart 2020 at 02:21

      Bu saatte okumaya kaldığım yerden devam ettim ve bitti.
       
      Çelişkili ya da bendeki duyumların eksikliğinden kaynaklı kafamda soru işaretleri oluşturan bir iki yere rağmen çoğunlukla hemfikir olduğum güzel bir yazıydı. Özellikle de “Gen Hafızası” diye adlandırabilecegim (bir yerden mi duydum yoksa) konu mesela.
       
      Kent insanının yaşadığı sorunun kaynağında, bu doğaya ters yaşam biçimi yatar. Katılıyorum. Esasen insanlığın tümü için geçerli bu. Hadi kapital sistemin insanı kendine, doğasına yabancılaştırmasının eseri diyelim kısaca.
       
      Teşekkürler

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 6 Mart 2020 at 15:11

    Sabrınız için teşekkürler. Konu bütünlüğü zayıf bir metin olduğunu kabul ediyorum. “Çelişki” bundan kaynaklı olabilir. Ortaokuldaki Türkçe öğretmenime göndersem kompozisyon dersinde geçer not alamam belki. Bugüne kadar haber yazdım, hamasi nutuklar yazdım ama köşe yazısı yazmadım. Bu mecranın yöneticisi Didem Hanım var olsun “olur” dedi yazmaya başladım. İlk yorum yapan kişi de siz oldunuz. Söylenmemiş söz söylemek benim harcım değil. Bir sürü yerlerden bir sürü şey okuyoruz, “kendimizce bir sonuç çıkarabiliyorsak” bence tamamdır. Tırnak içi önemli, zira aklın çok çeşitli anlamlarından biri de bağlamak, düğüm atmak, sınırlamak, bir sonuca bağlamaktır. “Kentte yaşayanların doğadan kopma kaynaklı daha fazla yabancılaştıkları” doğrudur. Bunu biraz olsun hafifletmek için yürüyüş gruplarına katılıyorum. İyi geliyor.
     
    Selamlar

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan