Varoluşsal İkilemler

Spinoza’nın Tanrısıyla Söyleşi

4 Mart 2024

Yazı: Spinoza’nın Tanrısıyla Söyleşi | Yazan: Josef Kılçıksız

Lütfen bu karalamalarımı iç monologlar olarak okuyun. Burada hesaba çekilen bir tanrı ya da tanrılar bulunmamaktadır. Benim sadece, modern zamanların panteonunda yargılanan insanın trajik yazgısına biraz ışık tutmak gibi “masum” bir amacım bulunuyor.

İnsan kafkaesk bir varlıktır aslında. Yaşamak oburu ve iflah olmaz bir çilekeş olmak yüzünden yargıçlarını tanımadığı bir mahkemede suçsuz yere yargılanıp cezalandırmayı kabul eden bir amor fati varlığı…

Uçsuz bucaksız dünya bozkırında kral değil de kralın ulağı olmayı seçen bir varlıktır insan; krala ettiği sadakat yemini yüzünden mutsuz varlığına bile bir son verme cesareti göstermeyen biri.

Bu karamsarlığın ardından Tanrı dayanamayıp söze girdi:

– Dünyaya çıkıp hayatın tadını çıkarmanı istiyorum. Şarkı söylemeni, eğlenmeni ve senin için yaptığım her şeyin tadını çıkarmanı istiyorum. Kendine inşa ettiğin karanlık, soğuk tapınaklara benim evim demeyi bırak artık. Senin evin dağlarda, ormanlarda, nehirlerde, göllerde, sahillerde, toprağa düşen zerdalide, tam bir adanmışlıkla seni bekleyen sevgilide, üstüne kumruların tünediği incir ağacında, erik kurusu elleriyle seni sarıp sarmalayan atada. Ben de orada barınıyorum. Sefil hayatın için beni suçlamayı bırak. dünyan, kokladığın ve dokunduğun her şeyin içinde barındığı mekân kadardır.

– Cinsellik çirkin gerçekliğin yükünü azaltan anestezik bir zevk aracı mıdır?

– Hayır, cinsellik kendini ırkının hazlarına bıraktığın bir şey değildir, soyun devamı için sana verilmiş bir armağan hiç değildir. Yeryüzünü, öldüren, kıran, yağmalayan ve yıkan insan kalabalığıyla doldurmak için üstüne hediye veren ahmak bir tanrı değilim ben. Cinsellik sana verdiğim, sevgini, coşkularını, arzularını ve kalbinin adanmışlığını ifade edebileceğin bir hediyedir. Bu yüzden günahkâr hissetmeyi bırak. Gezegeni, lav, kül ve gaz püskürten bir cehennem ejderhası haline getirdiğini görmüyor musun? Seni şiir, uyandırır; ancak bağışlama ve aşk uyandırır.

– Yani cümlelerinden aşkın ve şiirin dine dönük şeyler olduklarını mı anlamalıyım?

– Dine demeyeceğim ama muhakkak ki duaya, kovulduğun cennetin kapılarını aralamaya ve ütopyaya doğru kararlı bir yürüyüştür. Aşk, düşman bir evrenin heyulasına direnen, masumiyete bir çağrıdır, bir “sona ermeyiş” hikâyesidir, bunu fark etmiyor musun? Bir çocuğun duasınca, hesapsız sevmelisin. Bana gerçek anlamda ibadet işte böyle bir şeydir.

Kutsal olarak adlandırılan kitapları okumayı bırakmalısın. Eğer beni, bir gün doğumunda, zamana çamurlu bir su akıtan yaşam nehrinin karşı kıyısında, alacalı bir kelebeğin kanatlarında, sevgilinin bakışında, dostların vefâsında, babasının ellerini tutan bir kız çocuğunun huzurunda, memeye sarılan bebenin esrik bakışlarında, büyük yangınların korkusuyla büyük yağmurların dostluğuna sığınan kalplerde görmüyorsan hiçbir kitapta bulamazsın.

Sözümün, gerçeğin aydınlığında gözlerin kamaşmasını sağlamak dışında bir anlamı yoktur. Söylevlerimle, hayatın alışılagelmiş çerçevesini çatlatıp bu çatlakların arasından daha üstün bir gerçekliğin sızabileceğini göstermek istiyorum. Kelamımı, kendini yakmamaya kararlı bir gece güvesinin gerçeğin ateşi etrafında dönmesi gibi düşün. Gerçek mutluluğu, bütün insanları gerçeğin, katıksızın ve ütopyanın alanına kışkırtabilirsem duyumsayabileceğim.

Benden korkmayı kesmelisin, seni yargılamıyor ve eleştirmiyorum. Saf sevgiyim ben, saf sevgi yargılayıp cezalandırmaz ki.

Af dilemeyi bırakmalısın, affedilecek bir şey yok. Seni tutkularla, sınırlarla, arzularla, duygular ve ihtiyaçlarla, çelişkiler ve tutarsızlıklarla yaratan benim. Seni içine sıkıştırdığım bir çerçeve için seni nasıl suçlayabilirim?

Üstelik acz ve cüz ile donattığı çocuklarını davranışlarının sonucundan sorumlu tutup onları sonsuzca yakmak için bir yer yaratmış biri yetkin bir tanrı olabilir mi? Bir tanrının, yarım yamalak eserinden yaratısını mesul tutması, sorumsuz, savsak (procrastin) birinin işidir. Somutlaşmış bir iyilik böyle davranır mı hiç?

– Bana kalırsa insan, bir “coitus interruptus” yaratısıdır. Coitus interruptus pişmanlıktır aslında. Pişmanlıkla yapılmış bir çocuk, babası tarafından sevilmez. Öfken bu yüzden olabilir mi? Tanrıtanımazlık, bir nedamet varlığı olduğunu fark edenin sana bir karşı çıkışı olabilir mi? Ya da şöyle sorayım, sen aslında hayatın ortaya çıkardığı soruya sadece yarım yamalak bir cevap mısın?

– O kadarını bilmem ama yaptığın kötülüklerin en ağır yaptırımı şu olacak: Eziyet ettiklerinin hayaletleri gecelerine girmek için sabırsız kımıltılarla bekleyecekler karanlığın çökmesini. Hep çekilmiş kalın perdeler olacak pencerelerinde. Aşk denen büyülü duyguyu, vermenin mutluluğunu ve güveni ömrünce tadamayacaksın. Hayatında sadece yalnızlık ve sonsuz bekleyişler olacak.

– Bu ağır ve orantısız bir ceza değil mi?

– Hayır, bu, ilâhî adalet dediğiniz şeyin beşerî bir sürümüdür. Sana tavsiyem evini küçük, sade, sıcak, düzenli ve temiz tut, onu “eşyayla” boğma. Başkasının avlusuna destursuz girme, başkasının evini kirletme.

Bir evin kaydettiği tılsımlı sesleri dinle. Sabahın tazelenen ışığında çocuk sesleri ile dolu avluyu, önce ağır ağır kendine kapanan, ardından düşlere açılan bir kapının gıcırtısını, gidişleri ve gelişleri birleştiren zamanın büyülü şarkısını dinle. Sen yalnız o şarkıda varsın. O şarkıyı söylemeyi sürdür.

Kendin için istemediğin şeyi başkasına yapma. Tek isteğim, hayatına gösterdiğin özeni diğerlerinin hayatına da göstermendir. Hayatı bir doğum günü hediyesi olarak kabul et. Doğum gününde babasından aldığı hediyeyle gönenip diğerinin hediyesini kıran çocuklardan olma sakın.

İçine yerleştirdiğim “iyi” cevherinin ivmesiyle ileri atılan bir trapezci gibi olmalısın.

Biyolojik mayan, sahte olana ve hayvansı güdülere düşkünlükle yoğrulmuştur. Ölçülülük anahtar kelime. Alışkanlıklarının seni boyunduruk altına almasına izin verme. “Hayvansı olanın aldatıcılığından uyanış nasıl olur?” sorusuna kafa yormalısın.

– Bana kalırsa insan, doğumu itibariyle bir sürgün varlığıdır. Ruhların göç etme eğilimi doğum karşısında bir tereddütten doğar. Mevzuyu doğru mu anlamışım?

– Senin dünyadaki kısa misafirliğinin yüce gayesi, anlamlı karşılaşmalar için bir köstebek kararlılığınca, bıkıp usanmadan yeraltı galerileri kazmaktır. Bunu yaparken bir köstebeğin bunaltısına kapılmamalısın; “Dünyayı terk edip yuvama iniyorum” dememelisin. Çığı tetikleyen büyük buluşmalardan söz ediyorum, sayısal bir aradalıklardan değil.

Anımsa, hayat, ufacık maymunundan koca Aşil’ine kadar herkesin üzerinde iz bırakarak katettiği uzun soluklu bir yoldur.

– Kazırken, orta yerde, yeraltı galerisinin çökeceğinin teyakkuzuyla ya da tehlike anında sığınacağı son yerin galerisi olduğuna inanan köstebeğin yanılsamasıyla ne kadar mutlu olunabilir ki?

– İç çatışmalarını yatıştırabilirsen daha da mutlu olabilirsin. Hayat ne bir sınav ne bir aşama ne bir provokasyon ne bir son ne de cennete bir ilk adımdır. Asıl hayat “burada ve şimdi”dir, tek gerçek bu ve bu, aslında ihtiyacın olan her şeydir. Hayatında cenneti ya da cehennemi yaratmakta özgürsün. Ne ödül ne ceza ne de günah; kimse bunlar için bir çetele tutmuyor ve bunun için görevlendirdiğim bir melekler ordusu yok.

– Bu hayattan sonra bir şey var mı?

– Bir şey olup olmadığını söyleyemem ama sana bir ipucu verebilirim. Yokmuş gibi yaşa. Tek olasılık bu dünya ve şimdiymiş gibi, sevmek ve anlamlı bir varoluş için tek kullanımlık şansın buymuş gibi. Kesin olan tek şey burada olduğun ve dünyanın harikalarla dolu olduğu…

Tut ki bu hayatın sonrasında hiçbir şey yok, o zaman sana verdiğim fırsatın tadını çıkarmış olacaksın. Varsa da emin ol ki doğru mu, yanlış mı diye sormayacağım. Sadece beğenip beğenmediğini ve eğlenip eğlenmediğini soracağım; en çok neyi sevdiğini ve ne öğrendiğini soracağım sana.

– Sana inanıp sana tapınmalı mıyım?

– Bana inanmayı bırak. Bana değil, kendine inanmanı istiyorum. Sevdiğini öptüğünde, küçük kızını kucakladığında, köpeğini okşadığında, denizde yüzdüğünde beni o ânın içinde hissetmeni istiyorum.

– Sırf var olmak yüzünden minnettar hissediyorum. Yoksa bu yüzden sana kızgın mı olmalıyım?

– Bana sövebilirsin; inan zerre umurumda değil. Minnettarlığını; kendine, sağlığına, ilişkilerine, sevdiklerine ve dünyaya dikkat ederek kanıtlayabilirsin. Kadir kıymet bildiğini göstererek kanıtlayabilirsin minnettarlığını. Seni içine savurduğum koca dünyayı belki zor ama kendi küçük dünyanı kendin ve sevdiklerin için bir cennete dönüştürerek kanıtlayabilirsin minnettarlığını. Bunun için gerekli olan cevheri içine koydum.

– Benim için siz bir mit, sıcaklık ve ışıksınız.

– Hayır hiçbiri değilim. Benim saçmalık dolu söylevlerim, öpülüp başa konulan deri ciltli mukaddes kitaplar olmayı hak etmiyor. Onlar benim kendi korkunç karabasanlarım aslında. Beni övmeyi bırak. Yoksa övgüyü seven, iflah olmaz bir narsist olduğumu mu sanıyorsun? Övülmekten sıkıldım. Teşekkür edilmekten yoruldum. Bana olan sonsuz güvenin eziyor beni. Hiç sönmeyen bir yanardağ değilim ben.

– Birinin bir kimseye yardımı dokunmuyorsa o kişi susmalı bence. Kimse, kendi umutsuzluğu yüzünden hastanın durumunu daha da kötüleştirmemelidir. Siz yapıtınızla barışık değilsiniz, hatta bu yüzden umutsuz ve mutsuzsunuz.

– Bu konuda sana hak veriyorum. Işık filan yok bende. Dikenli çalılıklar arasında yolunu kaybetmiş biriyim ben. Sana yardımım dokunmadığı için ezelden beridir susuyorum. Nutuklarımın değişmez yasalar olarak kabul edilmesinden bu yüzden rahatsızlık duyuyorum. Bana sorarsan, bu karakalem karalamalarının hepsi bir kenara bırakılmalı. İnsanlık ailesi yeni bir sözleşme etrafında daha yetkin bir kitap yazabilir. İnsanlara çıkmaz sokaktan eve giden yolu gösteren, daha yüksek bir gerçeğin emrinde bir “mesih” yok mu gerçekten?

– O halde, yapıntıyı yalanla bir mi tutmalıyız? Varlığı karalamalarınızın sıradan bir figürü haline getirirken onun bir katarsis yaşayarak, bu şekilde kullanılmaya karşı koyabileceğini hiç mi düşünmediniz?

– İşleri karmaşıklaştırmayı bırak; senin asıl derdin ne? Ne için daha fazla mucizeye ihtiyacın var ki? “Ben kimim, hayatın son gayesi nedir ve ona anlamı ne veriyor?” soruları seni uyanışa götürecek. Hayatına anlam ve muhteva kazandırmanın tek yolu sorgulamaktır. Bu soruların muhtemelen mülkiyet dünyasında çatlaklar açacaktır. Bu yüzdendir ki felsefe kapitalistlerin hoşuna gitmez. Gregor Samsa’yı hatırla, mülkiyet dünyasının bir hayvanı olduğunun farkına vardığı an, böcekleştiği andı. Varlığının büyük yalanını fark ettiğinde mülkiyet ve tüketim dünyasından kopmak istedi. O andan itibaren başkalarının gözünde iğrenç bir böceğe dönüştü. Birey, mülkiyet dünyasında artık bir görevi kalmadığı andan itibaren, “sosyal bir hiçtir”; ölü bir hamam böceğidir. Sen de önce böcekleşip sonra kuruyan kabuğundan yeniden doğabilirsin. Çok uzağında bir yerde senin ruhunun dünyasal tarihi akıp gidiyor ve sen sadece bu sürüklenişi seyrediyorsun. Sen de benim gibi, iflah olmaz bir “röntgenci” misin yoksa?
 
 
Josef Kılçıksız
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Metin Çoban 5 Mart 2024 at 08:26

    Sevgili Josef Tanrı ve İnsan hakkında birçok kitap okudum. Yazında bahsettiğin tüm kutsal kitapları da okudum. En sonunda kendi tanrımı kendi beynimde buldum. Aslında tanrı kendi aklımız, başka bir tanrı da yok. İnsanoğlu biraz da işine geldiği için tarih boyunca yüzlerce tanrı icat etmiş.
     
    Yazında tanrıyla yaptığın konuşmanın aynısını ben de aklımla yapıyorum. Ve yukarıda tanrının konuşmalarının hepsine katılıyorum. Ve aklımın dediği gibi yaşıyorum.
     
    Kalemine sağlık, hârika bir yazı.

    • Yanıtla Josef Kılçıksız 9 Mart 2024 at 01:15

      Sevgili Metin
      Platon’un saygı duyduğu mitolojik tanrılarınkine benzer bir tanrısallık erdemlerin aşınmasını engellemiyor. Ben de “kişisel tanrı” kavramsallaştırması yaparak metafiziğin nihai amacına karşı bir perdeyi, bir mesafeyi korumayı tercih ettim.
      Değerli yorumun için çok teşekkür ediyorum
      Sevgiler

  • Yanıtla Sonay KARASU 5 Mart 2024 at 16:50

    Kaleminize sağlık 📝🙏
    Sessizce oku ve gürültüler kopsun kafanda gibi bir sohbetin ortasına düşürmüşsünüz hocam okurlarınızı …
    …..

    Okurken ölmek diye bir şey var.

    Hiç bir satır acımıyordu bana, suratıma çarpan tokatlar; hayal ve gerçeğin kavgasının en yüksek sesi idi. İçine habersizce sızıp kendime bütün çıkış yollarını kapattığım bu sayfalar dolusu cümleler, insan ruhunun tüm zayıflatılmış hallerini ilan ediyordu. İnsanoğlunun sahtekar yanlarını tarihe kazır gibi arşivliyordu.

    Büyük bir korku ve önüne geçilmez bir merakla…Bir sonraki paragrafta:
    “-kendime rastlar mıyım?” Şüphesi ile kapağı hızlıca kapatmaktan yanayım. Ama hangi kaçış, hangi felaketi ne kadar engeller ki? Belki biraz öteye sürükler.

    Kokuşmuş bir dünya da; kalabalık senaryoların yalnız kahramanlarıyız aslında. Sorgulamayı ertelemiş beyinleri dekor olsun diye taşımanın ızdırabını yaşamıyorsak eğer, inanın biz hiç acı çekmemişiz demektir. En büyük acı belki de sormaya başlamak ve cevaplar için çıldırmaktır.

    Okunan tüm kitapları reçete sayıp, alınan dozun nasıl sarsıcı bir etki yarattığını gördükçe başlıyor insanın baş aşağı yere çakılmaları…Yerin dibine giriyor ruhun, et ve kemik yığını kalmış halini asla özlemiyorsun bile…

    Ve

    Artık gün ışığı asla senin için tam bir aydınlanma olamıyor.

    • Yanıtla Josef Kılçıksız 9 Mart 2024 at 01:24

      Sevgili Sonay,
      Çivisi çıkmış dünya gerçeğine tanrılarla bir çare aramak yüzünden Olimpos dağı iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık…
      Ben bu çivisi çıkmışlıktan insan denen acz tanrısının gerçekliği masalla ikame etmeye dair hayalperestliğini ve en cok Hristiyan eskatolojisini sorumlu tutuyorum.

      Bu arada her yorumundaki şiirselliği çok beğeniyorum.
      Teşekkür ederim

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 5 Mart 2024 at 19:16

    “İçine yerleştirdiğim ‘iyi’ cevherinin ivmesiyle ileri atılan bir trapezci gibi olmalısın.”
     
    Yaratıcımızın sözlerinin böyle güven verici olmasını tercih ederdim! Neyse ki sen varsın ve yazıyorsun 🙏💕
     
    Çok teşekkürler 👏

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 9 Mart 2024 at 01:06

    Sevgili Sevgi
    Ötüken, Meru ve Olimpos dağları tanrılardan kalabalık yerler.
    Bu dağlar metafiziğin işlevini de içeren İyi ve Güzel kavramlarını da içine alan mekanlar. Bence asıl sorun Yahudi-Hıristiyan metafiziği ile başladı.
    Yorumun için çok teşekkür ederim.
    Sevgiyle

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan