Varoluşsal İkilemler

İçimizdeki Yenilmez Yaz

18 Mart 2024

Yazı: İçimizdeki Yenilmez Yaz | Yazan: Josef Kılçıksız

Varoluşumuz absürtlüğün (saçmanın) uçurumuna doğru kaydığında günlük hayatla nasıl baş edebiliriz?

Hepimiz yerin altında 1,8 metrelik bir çukura gireceğiz, spor salonlarında acı çekip katı diyetler yapmanın ne anlamı var?

Ne anlamı varcılık” harekete geçmeye gelince üzerimize yapışan bir kadercilikten doğuyor.

Tanrıların Sisifos’a verdiği cezayı hatırlayınız. Bu ilahi ceza varoluşun bütünüyle absürt (saçma) karakterini açığa vurmayı amaçlıyordu. Eninde sonunda düşecek olan taşı tekrar tekrar dağın zirvesine taşımanın bir anlamı gerçekten var mıdır?

Burada da “Madem öleceğiz neden yaşıyoruz?”a benzer bir döngüyle karşılaşıyoruz. Zirveye doğru mücadelenin kendisi bir insanın kalbini doldurmaya yeter ve artar bile, bu yüzden Sisifos’u mutlu hayal etmeliyiz. Sisifos gibi biz de kendimizi mutlu hayal etmeliyiz.

Mutluluk, bir varlık ile onun sürdürdüğü varoluş şekli arasındaki basit bir anlaşmadır.

İster yıkılan evlerimizden moloz dağları ister kirli çoraplar dağı ister tehlikedeki ilişkimizi yeniden canlandırmak için bizi bekleyen zorlu patika olsun kendi varoluşumuzun yüksek dağı ile karşı karşıya kaldığımızda mutluluk, nihai sonuçta değil, “eylem”de aranmalıdır. Ancak azimli bir eylemsellikle kalenin fethedilmesi tek başına Sisifos’un taşını hafifletmiyor.

İnsanın kendini mutlu hayal etmesi, toplumcu bir gerçekçiliğe bağlanmadıkça soyut, metafizik ve düşsel bir şey olarak kalıyor. Hayal düzleminde mutluluk ne kadar da büyük bir yalnızlık barındırıyor içinde, değil mi?

Herhangi bir sokağın dönemecindeki saçmalık (absürt) duygusu her insanın yüzüne daha günün ilk saatlerinden itibaren çarpmaya başlıyor. Hepimiz sanki belirli bir varoluşsal kriz yaşamak zorundaymışız gibi kodlanmış bulunuyoruz.

Varoluşsal kriz örneğin 40. yıl dönümümüzün şafağında aniden zamanın geçtiğinin farkına varmakla ya da sevdiğiniz birini kaybettiğinizde, dünyada trajik bir olay meydana geldiğinde, bebekler rehin alınıp çocuklar öldürüldüğünde, göçmenler denizde hayatlarını tehlikeye attığında tetiklenen bir şey.

Bazen kriz, başkaları için iç burkucu bizim için ise önemsiz olan olaylar sırasında da ortaya çıkıyor. Bir tanıdığıma gencin biri “teyze” diye hitap ettiği için kadın, “Demek ki çok yaşlı gösteriyorum” deyip günlerce bunalıma düşmüştü.

Küçük saman çöpünün devenin sırtını kırması gibi bir şey bu.

Camuscü varoluşçu sav, “Madem öleceğiz neden yaşıyoruz?”a “Varoluşta anlam aramayı bırak” yanıtıyla karşılık veriyor, ben bunu “Öyle yaşayınız ki varoluşunuz anlamlansın” şeklinde düzeltmeyi yeğliyorum.

Küçük ve büyük talihsizliklerle karşılaşıp umutsuzluğa düştüğümüzde ilerlemek ve hayattaki güzel şeyleri görmek için enerjimizi nasıl koruyabiliriz?

Varoluşumuzun derin tözünden etrafa saçılan depresyon duygusuna ve cesaretsizliğe karşı Camus’nun “Veba”sı felsefi içgörüler sunuyor. Camus veba salgınını hayat gibi “yeniden başlama”nın etrafına düğümlerken, bir felaketten bile olumlu enerjiler devşirilebileceğini göstermek istedi. Veba, absürdün ardından gelen “pozitif” isyan döngüsünün bir parçasıydı.

Kişisel ya da kolektif olduğuna bakmaksızın felaketin acı dolu kıvrımlı yolları boyunca varoluş, Absürt, Başkaldırı ve Aşk olmak üzere üç döngünün içinden geçiyor. Vebayla karşı karşıya kalan insan isyan edip direnecektir.

Camus’nün “Veba”sı, etrafımızı sarıp yer yer gücümüzü aşan trajedi karşısında bizi eylemselliğe ve inisiyatif almaya itmeyi amaçlıyor.

Hayatlarımızın trajik yazgılarının bilincinde olmak bize, kadercilikten kurtulup şimdiyi hümanizm ve berraklıkla yaşama özgürlüğüne sahip olmayı bağışlayabilir. Bu absürtlüğün farkındalığının verdiği bir “cool” olma durumudur.

Kendini aynı şekilde tekrar eden varoluşumuzun ve gündelik hayatın absürtlüğü karşısındaki pasifliğimizin farkına vardığımızda, otomatiğe bağladığımız duruştan çıkıp düşünmeye ve direnmeye zaman ayırabiliriz.

Metrobüs-İş-Uyku üçlemesinin bıktırıcı döngüsünün farkına varmak bazen tam bir varoluşa, tutkuya hatta hayatlarımızı yeniden keşfetmeye yol açabilir. Buradaki anahtar kavram farkındalıktır. “Wake” kalmak ve yoğun bir şekilde şimdiki zamanda yaşamak, belirli öncelikleri gözden geçirmenize, sevgiye ve yaratıcılığa yer açmanıza olanak tanıyacaktır.

Buradaki “wake” kalmak, yazmaya veya okumaya izin vermektir, doğada yürüyüşler planlamaktır, öncelikli ihtiyaçlarımızla yeniden bağlantı kurmaktır, içimizdeki asiye yer açmaktır, kabul edilemez olanı reddetmektir, dünyayı ileriye taşımak için belli davaları sahiplenmektir, insanlara yardım etmektir, bir ülkü için angaje olmaktır, alışkanlıklarımıza boyun eğmemektir, tüketimin ve nihilo-hedonizmin tuzaklarına düşmemektir, kolektif ya da kişisel felaketlerin saldırılarına direnmektir, yasın bizi kuşatmasına izin vermemektir, tüm katmanlara yayılmakta olan kara vebanın (faşizm) ayırdında olmaktır, içimizde bulunan bu yenilmez yazın ışığında yoğun bir şekilde yaşamayı kabul etmek ve hayatı üstlenmektir.

Umut etmeyi değil, yaşamayı salık veren varoluşçu sav tüm umut kategorilerini bulanıklaştırırken, yaşamak edimine farklı bir boyut ekliyor.

Şimdiyi belirsiz bir geleceğe erteleyen pasifleştirici umudun Nietzscheci bir enerjiyle reddedilmesini anlıyorum, ancak yaşamanın absürt olana başkaldırmak ve somut eylemsellik içinde olmak anlamına gelmesi koşuluyla, bir çeşit umuttan vazgeçilebileceğini düşünüyorum. Yoksa umudu tıraşlanmış, enerjisi tavsadığı için içindeki tohumun yeşil zarfını bir türlü yırtmadığı, yazının güneşi varoluş bunaltısı sislerinin arasında solmuş olan bir yaşamak, absürdün çeperlerine teslim edilmiş değil midir?

Absürt olana başkaldırmak benim için, gündelik hayatın Kafkaesk karakterine bir itirazı, dahası böcekleşmeyi* ve Josef K* olmayı reddetmeyi, emeğin ucuzlaşmasına ve sömürüye karşı çıkmayı, biyoiktidarın kadın gerçeğine dair tezahürlerini iyi tanımayı, “biz” duygusu ile hareket etmeyi, kolektif bir aidiyeti ve belleği savunmayı, belleğin karanlık bölgelerinde uyuklayan devrimcilerin hatıralarını sahiplenmeyi, bulutları dağıtıp yaz güneşinin ışığının görülmesini sağlamak anlamına geliyor.

Hepimizin içinde yenilmez bir yaz var. Ben de Antakya’da harabelerin ortasında dururken içimde yenilmez bir yazın olduğunu fark ettim.

İçimizdeki bu yenilmez yazı keşfetmek, önce kendimizi dinlemeyi, tanımayı sonra da gücü, isyanı ve aşkı yeniden kazanmayı öğrenmektir.

Kendimizi tanımak, bizi neyin harekete geçirdiğini ve neyin üzdüğünü bilmek bizi rahatsız edenle yüzleşmek anlamına geliyor.

Sonluluğumuzun ölümcül gerçeğine çare olarak doğayı, güneşi, ışığı, sevgiyi ve ütopyayı önermek dışında elimde başka bir şey bulunmuyor.
 
 
Josef Kılçıksız
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

7 YORUMLAR

  • Yanıtla Derya 19 Mart 2024 at 13:53

    “Öyle yaşayınız ki varoluşunuz anlamlansın”
    Anlamlandırılmış yaşam sürmek dileğiyle…

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 19 Mart 2024 at 21:24

    Bu dilek varoluşa anlam kazandırmanın ilk motivasyonu olabilir.
    Güzel dilek için teşekkür ederim

  • Yanıtla Emine Öztürk 20 Mart 2024 at 12:26

    Bir zaman önceydi yakın bir dostumun annesi, ” Benim de kaderim buymuş Emineciğim, ” cümlesi ile sonlandırdı bana anlattığı kısa hayat hikayesini.

    Onun olduğu noktada “değiştirebilirsin” kelimesi artık faydasızdı belki ama bu hikayenin benim üstümde etkisi büyük oldu sevgili sevgili Josef.

    Uyandım. Farkındalığım arttı ve bana biçilmiş kaderi reddettim. Rolleri tekrar dağıttım ve şuan oymak istediğim oyunda oynamak istediğim hikayede hemde başroldeyim.

    Çok etkileyiciydi yazı. Var ol..😉

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 20 Mart 2024 at 22:45

    Sevgili Emine,
    Gerçekten içimizde yenilmez bir yaz var, bazen bunu bir başkasının (aşk gib) açığa çıkarmasını bekleriz, bence bu yanılsamadan kurtulup sadece kendimize güvenirsek, dünyayı da rakibimiz olarak değil de müttefikimiz olarak bellersek içimizdeki yaz güneşi soğuk ve karanlık kışlarda bizi ısıtmaya devam edecek…

    Güzel yorum için teşekkür ederim

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 21 Mart 2024 at 11:06

    Yaşam bazen çok mekanik geliyor bazen aşırı duygu yüklü, bazen çok hafif bazen de çok ağır… Yaşamda yol aldıkça ayıklayıp temizlemeyi öğrenip mini mini parçacıklara bölmeye başladığım sahnelerim oldu.. Şimdi onları kullanıyorum.
    Senin anlattıkların da farklı kelimelerle olsa da bana beni çağrıştırdı. Çok iyi geldi Josef! Umutla birlikte yürüsün , yaz ve Güneş’i görsün gönlün 🙏🙏

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 21 Mart 2024 at 14:42

    Küçük parçalara bölmeyi öğrendiğin hayat sahneleriyle başa çıkmak içindeki yenilmez yazın gücüyle belki daha kolay sevgili Sevgi.

    Seni tanımış olmaktan gerçekten çok memnunum.

    Yeni yazılar ve yorumlarda görüşmek dileğiyle

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 21 Mart 2024 at 21:28

    🙏

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan