Varoluşsal İkilemler

An Futurum Sit?

5 Şubat 2024

Yazı: An Futurum Sit? | Yazan: Josef Kılçıksız

Rüyamda iki güreşçi birbirine sonsuza dek kenetlenmişçesine dövüşüyorlar. Bu dövüş, Yunanlılar ile Perslerin boğuşmasını çağrıştırıyor ve tarih, bu boğuşmanın kazananının olmadığını hatırlatıyor.

Boğuşan güreşçilerden daha zayıf olanı benim. Daha semiz ve kalıplı olan güreşçi bacaklarını boynuma dolamış bana “tırpan” atıyor. Tam boğulmak üzereyken uyanıyorum.

Anlayacağınız, hayatla aramızdaki ateşkes çok kırılgan.

Aslında savaş hiç bitmedi; değişik görünüm ve formlar altında devam ediyor. İnsanları birbirinden bazen Kafkavari duvarlar ayırıyor. Adaletin olmadığı ve sınıf farklılıklarının keskin olduğu bir yerde sosyal gerilimler haliyle cephe gerisine sürekli yığınak yapıyor.

Gecenin geç vaktindeyiz.

Issızlık tüm mevzuatıyla yürürlüğe girmişken şehir tevekkülle yatmış izlenimi uyandırıyor. Ben bu saatlerde, bir doğa felaketinin ardından hasar tespiti yaparcasına, yıkıntının boyutlarının izlerini sürmeye başlıyorum.

Televizyona şöyle göz ucuyla bakıyorum; birazcık uykum varsa o da kaçıyor. “Konya’da dini nikâhla birlikte yaşadığı Damla Dakım’ı (25) 47 bıçak darbesiyle öldüren Neşet Güneş (26), ilk duruşmada hükümlü olduğu açık cezaevinden izinli çıkıp eve gittiğini belirterek, ‘Aldattığından şüphelendim. Bıçakla kaç sefer vurduğumu hatırlamıyorum. İçeri girmek isteyen bayağı kişi oldu ama kapıyı önceden kilitlediğim için giremediler’ dedi.”

Eskiden kalma habis enerjilerin üstündeki kapağın da açılmasıyla Atatürk devrimleriyle hesaplaşmanın merkezinde “kadın” duruyor.

Beş bin yıldır evdeki hizmetçi, köylünün namusu, küçük burjuva aydınının içki mezesi ve onun ilişki albümünde bir çentik, kapitalist pazarın cinsel metası, dincinin kapatması ve Tanrı’nın şeytanı olan kadının zamanla, sınıflar arası geçişkenliği sağlayan ideolojik bir vektöre dönüştüğü fark ediliyor.

Böylesi kötücül bir ahvali şeraitin panzehrinin laiklik olduğunu dünyadaki birçok uygulamanın göstermesine rağmen ülkemin bir kısım aydınları “kimlikçi vahiy”in arkasına takılmış tekmil yürüyorlar. Hele hele küçük burjuva söylem devrimcisi yok mu; içine sarıp sarmalandığı yağ tabakaları yüzünden, olaylar gerçek bağlamlarından koparak onun görkemli teoriler koleksiyonuna kayıyor.

Çoğu zaman bir eylemi ya da bir teoriyi, aniden varoluşsal bir “eureka”ya sahip olduğumuz fikriyle haklı çıkarmaya çalışıyoruz. Ya bu eureka bir yanılsamaysa? Yaşam seçimleri söz konusu olduğunda, aslında bir aydınlanmanın olmadığı, yalnızca kararlarımızın a posteriori* yeniden inşası olduğu gerçeğiyle artık yüzleşmemiz gerekiyor. Anlayacağınız bazen sonuçlar bir sebep olarak alındığı için olayların ardıllık diyalektiğinde sebep ile sonuç fena halde yer değiştiriyor.

Yukarıdaki kadın cinayeti haberinde olduğu gibi, rençberin sessiz bilgisiyle katledilmiş atları kimse görmek istemiyor. Laiklikteki aşınmanın, zihniyet devriminin bir türlü gerçekleşmemiş olmasının, rövanşist dinciliğin, şiddeti yücelten militarist eril dilin, lümpen proleterin tutumlarının ve küçük burjuva aydınının ihânetinin bir neticesi olduğu bazen gözden kaçıyor.

Kısacası bir sosyal kırılmalar toplamının bakiyesi durumuna getirilen kadının ahvali Türkiye’de bir “ecco homo”* gerçekliğine karşılık geliyor.

Bu düşüncelerden bunalıp balkona çıkıyorum. Uzaklarda bir yerde bir diskonun lazerden ışıkları şehrin karanlık silueti üzerinde dans ediyor. Anlaşılan, ülkenin üzerine çöken geceye rağmen bir yerlerde “maskeli balo” sürüyor. İnsanlar yeni maske ve kostümlerle, hiç olmadıkları kadar kendileri ve kendileri olamadıkları kadar başkaları, hayatın panayırına katılmayı sürdürüyorlar. “The show must go on.” Maskeli balolarda yalanın, rafine ve tortusuz olduğunu unutmuş görünüyorlar.

Anlamları erozyona uğratılmış kelime ve kavramları, nasıl da umut, yeni başlangıçlar, “iptal”, toksik ilişkilerden uzaklaşmak, kendini sevmek ve başarı adı altında parlak yaldızlı kağıtlarla paketleyip dolanıma sokuyorlar. Üstelik bu yaldızlı paketlerin yabana atılmayacak bir alıcı kitlesi bulunuyor fakat kavram ve kelimelerin anlamlarını erozyona uğrattığımız oranda biz de biraz daha ölüyoruz.

Hele hele ölümden daha da kötüsü var ki o da anlaşılmamak ve iletişimsizliktir. İletişimsizlikse, gürültünün, kavram karmaşasının ve anlam yitiminin olduğu yerde başlıyor. Peki, hayatın ve anlamın yıkımından kim sorumlu?

Velhasıl, koyu karanlığın mevsimindeyiz; ruhlarımız çırılçıplak. Ve ne olacağı inanın sadece özgür olmamıza bağlı.

Geleceğin kipleri belki alanını temsil ettiğinde gelecek, onu düşleme şeklimize, seçimler yapma ve hümanist bir bilinçte yol alma yeteneğimize; kısacası özgür olmamıza bağlı.
Geleceğin aydınlık mı, karanlık mı, bir kutlama günü mü yoksa bir yas günü mü olacağı özgür olmamıza bağlı.

Gelecek denilen sfenksin muamması, “Bir gelecek olacak mı?” sorusunun yanıtını bağlı: “An futurum sit?
 
 
Josef Kılçıksız
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan