Açık Büfede Birer Tabağız Hepimiz

13 | Bir Oyun Oynayacağız Bu Gece

28 Mayıs 2021

Roman: 13. Bölüm | Bir Oyun Oynayacağız Bu Gece | Yazan: Didem Çelebi Özkan

 

İndeks

Açık Büfede Birer Tabağız Hepimiz | Bölüm 1
Sevmişmiş. Bitmişmiş. | Bölüm 2
Benim Sarhoşluğum Temizdir Bir Kere | Bölüm 3
Belki Şimdi Doğru Zamandır | Bölüm 4
Sevişme Vakti | Bölüm 5
Özledim. Bunu Söylemek Serbest mi? | Bölüm 6
Uyanıp Öpmeyi İstediğim Kadın | Bölüm 7
Bana En Çok Senin Tenin Yakışıyor | Bölüm 8
Burnumdan Getirdiniz Tatilimi | Bölüm 9
Böyle Bir Kırmızı mıydı? | Bölüm 10
Bana Baran’ı mı Savunuyorsun? | Bölüm 11
Sadece Sen Zarar Görürdün | Bölüm 12
Bir Oyun Oynayacağız Bu Gece | Bölüm 13
Daha Fazlasını İstiyorum | Bölüm 14
Tatil Biter, Aşk Biter | Bölüm 15
Bunlarla Yüzleşmek Acıtmıyor mu Canını? | Bölüm 16
Sesini Bile Özledin, Öyle Değil mi? | Bölüm 17
Adam Önce Senin Kriterlerinden Geçsin | Bölüm 18
Gözlerime Bak | Bölüm 19

 
 

25 Mart 2021, Perşembe

Önceki gece, vücudu ağlamaktan yorgun düştüğünde, stresli bir uykuya dalmıştı. Sabah, ruhunu esir eden aynı tedirginlikle uyandı. Çok saçmaydı belki ama sanki büyük bir kazadan son dakikada kurtulmuş gibi hissediyordu. Duvara doğru son sürat gidişlerini görmüştü çok net. Gerçekleşebilecek olanların yarattığı endişeden sıyrılamıyordu. İlişkilerini bir daha asla uçurumun kenarına kadar sürüklemeyeceğine dair söz verdi kendine.

Komidinin üzerindeki telefonuna uzandı. Baran her sabah yaptığı gibi “Günaydın” mesajı yollamıştı. Ardından da; “Mutlu muyuz?” diye sormuştu.

 

Mutluyum 😁

Süper.
Ben de çok güzel uyandım bugün.

:))) harika

Aramız düzeldiği için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.
❤️😘

Seni çok seviyorum.
Bunu dün bir daha anladım.

Seni çok seviyorum.
🤗❤️😘

 

Yazışmadan çıktıktan sonra bir süre gözlerini tavana dikip düşündü. İşin içinden çıkamayınca Didem’le konuşmak üzere telefonunu yeniden eline aldı.

Önce yazışmaları kopyalayıp Didem’e yolladı, ardından aradı.

“N’aber bebek?” diye açtı telefonu Didem.

“İyi işte, idare ediyorum. Sen nasılsın?”

“Ne olsun, dergiyle uğraşıyorum.”

“Uğraşıyorum derken? Gene bir şey mi oldu?”

“Yazarlardan biri, editörlerden birinin onu sevmediğini iddia ederek dergiden ayrıldı. Editör şokta, ben şokta. Saçma sapan işler.”

“Şaka yapıyorsun.”

“Yok yapmıyorum.”

“Ne alaka kızım, sevgi falan. Kim kimi iş yerinde sevmek zorunda.”

“İşin tuhafı editör de seviyordu o yazarı. Nereden çıktı tüm bunlar anlamadım, diyeceğim ama aslında anlıyorum. Neyse uzun hikaye. Başka zaman anlatırım.”

“Boş yere bir sürü iş çıkardın kendine. Kızım yazsaydın ya tek başına, dergi falan ne gerek vardı. Delice tüm bunlar.”

“Tam da öyle, delice. Biliyorum, yazı yazan insanlar, toplumun genelinden biraz daha uçuk olabiliyoruz. Yaratıcılık böyle bir paketle birlikte geliyor herhalde. Bunu bilerek giriştim ben bu işe ama delilik, kendimi hazırladığım seviyenin üzerinde olduğunda ne yapacağımı şaşırıyorum. Bazen şu dergide başıma gelenleri yazsam her romandan daha çok satar, diye düşünüyorum.”

“Bu işe bu kadar emek ve para harcıyor olmanı anlamıyorum. Üzerine bir de bu muameleyi görüyorsun. Baş divane asıl sensin.”

“Sağol kuzum” deyip güldü Didem. “Sen nasıl oldun? Daha iyi misin bugün?” diye sordu.

“İyi gibiyim. Baran’la sabahki yazışmamızı yolladım biraz önce sana. Bir okusana.”

“Hımm dur açayım.”

Didem yazışmayı hızlıca okuduktan sonra; “‘Seni seviyorum’lar havada uçuşuyor gene” dedi.

Pamir derin bir nefes aldı, ardından; “Çok saçma, değil mi?” diye sordu.

“Ben artık sizin için ‘saçma, acayip, normal değil’ gibi yorumlarda bulunmayacağım. Bir bağ var aranızda. Bunca olay yaşandı, gene de kopmadınız. Üç aydır birbirinizin yüzünü görmediniz fakat günde beş posta telefondasınız. Bazen benden daha çok onunla konuşuyorsun. Seni çok seven biri olarak sınırlarını iyi çizmeni tavsiye ederim.”

“Çizeceğim bundan sonra, söz. İniş çıkışlardan yoruldum, düz bir çizgide tutacağım Baran’la ilişkimi. Sonuçta tamamen gitmesini kaldıramadığımı da gördük dün.”

“Bunu da anlamıyorum. Birbirinizi ne tam salıyorsunuz ne de sıkıca sarılıyorsunuz diğerine. Bu bir noktadan sonra yorucu olacak. Senin için yüreğimden geçen, yeni bir aşk, biliyorsun bunu. Tamam, Baran -kendini nasıl tanımlıyorsa o şekilde- hayatında olsun fakat sen kendi tanımını bul onun için. Ve mümkünse bu “aşk” olmasın. Seni aynı şekilde sevecek bir adamı hak ettiğini düşünmüyor musun?”

“Düşünüyorum tabii.”

“Tamam o zaman. Aslında kavga ve kızgınlıkları sonlandırma kararının iyi olduğunu düşünüyorum. Bunlar kuvvetli duygular çünkü. Eğer gerçekten sıyrılabilirsen tüm bu ihtirastan, Baran takıntısı da bitecektir diye düşünüyorum.”

“Hadi inşallah” deyip güldü Pamir.

Didem derin bir soluk alıp devam etti; “Biliyorsun boşanmadan önce Kemal’e her sinirlediğimde mektup yazardım. O da nefret ederdi bundan; ‘Yazma’ der dururdu. Ben de bir gün ‘Asıl yazmazsam endişe et, o zaman savaşmaktan vazgeçmişimdir’ demiştim. Anlayamadı ne yazık ki ve ben de bir gün gerçekten vazgeçtim yazmaktan. Senin dünkü teslimiyetin de biraz bunun gibi geliyor bana. Bence savaşmayı bıraktın.”

“Diyorsun” diye kinayeli bir tonda cevapladı Pamir.

“Yani siz ikiniz, beni ve hikayeyi takip eden her okuru devamlı ters köşeye yatırdığınızdan çok da emin olamıyorum ama sezgilerim bu yönde işte, göreceğiz… Okurlardan bahsetmişken, karşı komşum Mukaddes seni çok merak ediyor” dedikten sonra sondaki n’leri uzatarak “Kadınnnn ünlü oldun. Bana herkes seni soruyor; ‘Pamir kim? Pamir kim?’ diye.” Bir kahkaha attıktan sonra devam etti; “Fethiye’den dönerken bana uğrasana. Seni çok özledim. Hem Muko’yla da tanışırsın.”

“Ben de seni özledim. Geleyim tamam. Muko, Mukaddes oluyor sanırım, karşı komşu.”

“Evet evet, acayip tatlıdır. Gör bak çok seveceksin.”

“Eminim ona. O zaman Ilgın’la Melda’ya da haber verelim. Şöyle bir kızlar gecesi bana da iyi gelecek. Yakında kısıtlamalar başlayacak gibi gözüküyor, öncesinde atayım kendimi bir kez daha Bursa’ya.”

“Iyyy evet ya, lebalep1 kongreleri bittiğine göre karantinaların eli kulağındadır.”

“Ülkenin canına okudular. Bak diyorum, bunun sonu iyi olmayacak.”

“Onu herkes söylüyor ama umurlarında mı?”
 
 

26 Mart 2021, Cuma

Sabah erkenden uyandı. Baran’ın havaalanından attığı “Günaydın” mesajlarına cevap verdikten sonra “Jana kaçta geliyor?” diye sordu. Baran’ın bir cevap yazmasına fırsat vermeden “Soruyorum çünkü rahatsız etmek istemiyorum o saatlerde” diye devam etti.

“Birincisi herhangi bir saatte rahatsız etmezsin. İkincisi geceyarısı geliyor, gündüz otelde yalnız olacağım. İstediğin zaman arayabilirsin” diye yanıtladı Baran.

Bir süre devam ettiler yazışmaya, Baran’ın uçuşunun boarding’i açılınca birbirlerine “iyi yolculuklar” dileyip çıktılar WhatsApp’tan.

Hızlı bir duşun ardından üzerine rahat bir şeyler geçirip evinin yakınlarındaki kuaföre gitti. Fön çekilirken ojelerini sürdürdü. Eve döndüğünde doğrudan soyunma odasına geçti.

Seçtiği kıyafetin 10 saatlik yol boyunca içinde olmak çok rahat olmayacaktı fakat Kuzey’in karşısına, daha önce kendisini hiç görmediği bir şekilde çıkmak istiyordu. En azından canlı olarak… Son dönem kamera karşısında girmediği kılık kalmamıştı çünkü…

Önce iç çamaşırı. Dantel ve tülden oluşan jartiyerli bir body ve incecik ipek tülden siyah jartiyer çorabını şifonyerin en üstteki çekmesinden alıp giydi. Jartiyerin kopçalarını çorabın üst kısmında yer alan dantel banda taktıktan sonra siyah kalem eteklerinden birini askıdan aldı. Eteğin sol tarafındaki derin yırtmacı, düzgünce olması gereken yere getirdi. Yırtmacın açıklığı çorabın dantel detayına kadar ilerliyordu.

Aynadaki görüntüsüne bakarken “Kafamda iki kırmızı boynuzum eksik sadece” diye düşünüp güldü.

Dekolte konusunda “Her yeri aynı anda açmayacaksın” ilkesine inanlardan olduğu için boğazlı siyah bir kazak giydi eteğin üzerine. Ayaklarını en yüksek siyah stilettolarının içine kaydırdıktan sonra deri montunu eline alıp odadan çıktı.

Makyajı, Fethiye’ye yaklaştığında bir benzincide durup yapacaktı. Bu durum konforlu olmasa da taze bir makyajı on saatlik olanına tercih ederdi.

Yıllardır park ettiği otoparkı arayıp arabasının evinin önüne getirilmesini rica etti. 10 cm çivi topukların üzerinde onca yolu yürümeye niyeti yoktu.

Birkaç dakika evde oyalandı. Antrenin tüm duvarını kaplayan aynada son bir kez daha kendisine baktıktan sonra kapının önünde duran bavulunu ve el çantasını alıp evden çıktı.

Aşağı indiğinde arabası kapının önündeydi. Vale bavulunu bagaja yerleştirdiğinde teşekkür edip ödemesini yaptı. Ruhen ve bedenen fazlasıyla ihtiyacı olan bu yolculuğu yapmak üzere direksiyonun başına geçti.
 

*

 
Kuzey’i arayıp yola çıktığını haber verdi otobana girerken. Her zamanki enerjisi ve neşesiyle anında Pamir’i de yükseltmişti.

“Bu sefer ‘yemek yemiyorum’u kabul etmiyorum” diye uyardı Kuzey.

“Yok yok, yiyeceğim bu akşam. Yemeden içip sonra da sarhoş olmak istemiyorum” dedikten sonra oyuncu bir tonda; “Bu gece için çok daha eğlenceli planlarım var” diye ekledi.

“Öyle mi hanımefendi?” deyip güldü Kuzey “Bana böyle şeylerle gel balım.”

Bir kahkahanın ardından “Anlaştık” dedi Pamir.

Kuzey yemek konusunun kaynamasına izin vermedi; “Paellayı sevmiştin. Gene yapayım mı, ister misin?” diye sordu.

“İstemek mi, bayılırım.”

Telefonu kapattıklarında hareketli bir müzik açtı. Şarkıya eşlik ederek yola devam etti. Üç saat sonra tuvalete gitmesi gerektiğinde yaptığı büyük hatayı fark etti. Lanet olası body alttan çıtçıtlı değildi. Nasıl girecekti tuvalete? Bir an Kuzey’e kadar tutup tutamayacağını düşündü. Nevigasyona baktı en az altı saat daha yolu vardı. “Mümkün değil” diye düşündü.

Söylenerek ilk bulduğu benzinciye girdi.

Kıyafeti zaten yeterince dikkat çekiyordu. Tık tık tık topuk sesleri eşliğinde tuvalete geçerken benzincinin içindeki her bir çift göz ona dönmüştü. Tuvalette en temiz olduğunu düşündüğü kabinlerden birine girdi. Çantasını kapının arkasındaki çengele astı. Önce eteği, ardından kazağı çıkardı üzerinden. Bu arada da çivi topukların üzerinde dengede durmaya ve hiçbir yere dokunmamaya çalışıyordu. Kadınların en büyük yeteneklerinden biriydi stilettolarla yaşamı idame ettirebilmek.

Çıkardıklarını çantasının içine attı. Sırada body vardı. Jartiyerin kopçalarını açacağı sırada, “Saçmalama, onları açmana gerek yok. Kendi evinin konforunda takana kadar öldün, burada açarsan bir daha bağlamayı unut” diye düşündü. Önce omuzlarını ince askılardan kurtardı, ardından body’i indirdi.

“Allah beni bildiği gibi yapsın, bir benzincinin tuvaletinde resmen çırılçıplak kaldım” diye söylenirken bir yandan da buraya ne için geldiyse onu yaptı 😉

Yeniden bir yerlere dokunmamaya, duvarlara yaslanmamaya dikkat ederek parça parça giyindi. Sonunda kabinden çıkıp ellerini yıkadı, yeni çift gözlerin bakışları altında arabasına döndü. “İşemek için çok fazla efor” diye düşündü. Başına gelenleri anlattığında Kuzey’in yüzünün alacağı hali düşünerek güldü. Gerçekten de her şey onun başına geliyordu.

Rahatlamış bir mesane ile yeniden yola çıktı. Bir damla dahi su içmeyecekti bu noktadan itibaren.

Yolculuğun altı saati geride kaldığında Baran’dan bir mesaj geldi.

Oteline yerleşmiş, hatta havuza bile girmişti. Pamir’in yolculuğunun nasıl gittiğini merak ediyordu. Araba kullanırken mesaj yazmaktan nefret ettiğinden sağa çekti. “Her şey yolunda. Aydın otobanındayım canım” yazdı.

“Yolda konuşmayı seversin sen. Arıyorum” diye karşılık verdi Baran ve aradı.

Pamir kulaklığını takıp yeniden yola çıktı. Bir saate yakın konuştular. Ne mi buluyorlardı bu kadar konuşacak? Her şeyi. İzledikleri son filmden işte yaşadıkları bir soruna, ülke gündeminden keşfettikleri yeni bir şaraba kadar her şeyi.

Tam da her şeyi değildi aslında artık. Örneğin benzincide başına gelenleri anlatamamıştı. Eskiden olsa birlikte çok gülerlerdi bu duruma. Oysa şimdi ne diyecekti? “Kuzey’e sürpriz yapmak için giydiğim jartiyerli body yüzünden tuvalette çırılçıplak kaldım” mı?

Dostluk, eski sevgililik ve Pamir’in anlamlandıramadığı başka bir durum arasında sıkışıp kalmışlardı.

Aklını dağıtmak için yeni bir müzik listesi açtı. Onunla oyalanamayınca sesli kitap dinledi. Ama yok, bu sefer yol bitmiyordu. Yorulmuştu. Varmak istiyordu artık. Kuzey ara ara arıyor, yolun güvenli geçip geçmediğini kontrol ediyordu. Sesini her duyduğunda enerjisi bir kez daha yükseliyor olsa da bu sefer çok uzun gelmişti yol.

Fethiye’ye yaklaştığında bir benzincide durdu fakat bu sefer arabadan inmedi. Tüm o bakışlar altında bir kez daha yürüyemeyecekti tuvalete kadar. Arabada hızlıca yaptı makyajını.

Eve yaklaşırken Kuzey’i arayıp yaklaştığını haber verdi.

Park ettiği yerde her zamanki yakışıklılığı ile onu bekliyordu Kuzey.

Belinden düşen bej salaş bir pantolon ve pantolonun üzerine çıkardığı açık mavi keten bir gömlek giymişti. Ayaklarında kalın çift bantlı kahverengi deri terlikler vardı. Pamir, seri adımlarla yanına gitti, tutkuyla öptü. Geri çekildiğinde Kuzey şöyle bir döndürdü Pamir’i; “Ne kadar güzel gözüküyorsun sen öyle” dedi.

Bavulu bagajdan çıkardıktan sonra, Pamir’in elini avucunun içine aldı, eve geçtiler. Salona girdiklerinde Pamir’i bir kez daha kollarının arasına aldı. Yogadan bile huzur verici bu adam, diye düşündü Pamir.

“Hadi gel, yemek hazır. Soğutmadan yiyelim” dedikten sonra Pamir’i camın önündeki yüksek masanın bar sandalyelerinden birine oturttu. Önce şarabı, ardından paellayı servis etti. Yerine oturduğunda kadehini kaldırdı.

“Hoş geldin balım” derken her zamanki ışıl ışıl gülümsemesiyle bakıyordu Pamir’e. Kadehini Kuzey’inkine değdirirken aynı mutlu gülümseme vardı Pamir’in de yüzünde.

İçilen ilk yudumların ardından Kuzey’in bakışları Pamir’in bacaklarına kaydı. Yırtmaç, bacak bacak üstüne atınca iyice açılmıştı, jartiyer çorabının üzerinden cildi gözüküyordu. Pamir, Kuzey’in bakışlarını yakalayınca her zamanki oyuncu gülüşüyle “Sevdin mi?” diye sordu. “Çoook” diye uzatarak cevapladı Kuzey. “Ama önce yemeğini ye. Enerji toplamanı istiyorum.”

Pamir uslu bir çocuk gibi tabağındakileri yemeğe başladı. Zaten çok acıkmıştı. Ayrıca bu paella gerçekten de muhteşemdi.

Bir süre sonra “Neler oluyor Baran’la. Dokuz saatlik konuşmanın ardından var mı bir gelişme?” diye sordu.

Pamir de anlattı, önce ‘arkadaşlarımla görüşmenden hoşlanmıyorum’la başlayan, ardından İstanbul Sözleşmesi ile devam eden kavgalarını.

“Kalıplara uyan hiçbir şey yapmıyorsun da ondan oluyor bunlar. Üç hafta boyunca ağladıktan sonra bir gün ‘yeter’ dedin ve kalkıp yanıma geldin. Oysa evinde oturup üzülmeye devam etmen gerekiyordu. Buraya gelmekle de kalmadın, adamın arkadaşlarının yanına gittin. Tüm bunlar geleneksel tavrın oldukça dışında. Bu da onu her ne kadar kabul etmese de kızdırıyor. Seni kontrol etmeye alışmış, kontrolünü aldın elinden. Ger gör ki sanki yeniden yakalıyor gibi seni. Dikkatli ol.”

“Dikkatli olmak ne kadar benlik bilmiyorum ama elimden geleni yapıyorum. Ahh bir de seninle tanışmak istiyor. Jana’yla Fethiye’ye geçebilirlermiş. Dördümüz buluşabilirmişiz. “Miş” de “miş” işte. Delice, değil mi?”

“Benim için sorun yok, istiyorsan tanışırız.”

“Yok canım, almayayım ben. Bundan daha gereksiz bir dörtlü düşünemiyorum. Ne konuşacağız?” dedikten sonra başını iki yana sallayarak “Ayy düşüncesi bile sinir bozucu” diye ekledi.

Kuzey, Pamir’e doğru yaklaşıp bacaklarını iki yana açtı; “Tamam kapadık o zaman Baran konusunu” dedikten sonra arzuyla öptü kadını. Pamir, öpüşüne tutkuyla karşılık verdikten sonra hafifçe Kuzey’i itip ayağa kalktı.

“Yerine oturduğunda bir oyun oynayacağız bu gece” dedi muzipçe. Kuzey tek bir soru sormadan sandalyesine geri oturdu. Pamir birkaç adım uzaklaştı masadan. Yavaşça üzerindeki kazağı çıkardı. Body, kalem eteği, çorapları ve ayakkabıları hâlâ üzerindeyken yerine oturdu.

“Parça parça soyunacağım. Dokunmak yok, sadece seyredebilirsin. Böyle sohbet etmeye devam edeceğiz.”

Kuzey bu oyunu sevmiş olmalı ki gülümseyerek bakıyordu Pamir’e. Hiç istifini bozmadan yeni bir sohbet konusu açtı.

“Yarın Likya Yolu’nun2 birinci etabını yürümeye ne dersin?”

“Yaa süper fikir. Yıllardır istiyorum Likya Yolu’nda yürümeyi. Ama zor mu rota?”

“Çok basit değil. Birinci etabın ilk 15 kilometresini yürüyeceğiz. Bu bölüm çoğunlukla tırmanış olsa da yapabileceğine eminim.”

“Madem eminsin” deyip güldü Pamir. “Yürüyelim o zaman.”

“Benim ofisten çocuklar da bu yürüyüşü yapmayı istiyorlardı. Onları da alalım mı?”

“Olur tabii.”

“Tamam o zaman, ben iki dakika mesaj atayım, organize olsunlar.”

Pamir gülümseyerek izledi Kuzey’in telefonunu alıp mesajlaşmasını. Yazışma bittiğinde “Eee nerede kalmıştık?” diye sordu Kuzey.

“Bir parçayı daha çıkartacağım anda” dedikten sonra Pamir ayağa kalktı, yavaşça eteğin arkasındaki fermuarı açıp kalçalarından aşağı kaymasına izin verdi. Etek yere düştüğünde dışına bir adım atıp kendi etrafında şöyle bir döndükten sonra tekrar sandalyesine oturdu. Artık üzerinde jartiyerli body ve stilettoları vardı sadece.

“Sabah kaçta buluşuyoruz sizinkilerle?” diye sordu yaşananlar oldukça sıradanmış gibi. Aynı kayıtsız tavırla cevapladı Kuzey; “Onda.”

Ve devam ettiler sohbete.

İçtikleri şişe bitince Kuzey dolaptan yenisini çıkardı. Masaya geri döndüğünde; “Arkamı dönüyorum ve evimde bu şekilde oturan bir kadınla karşılaşıyorum. Gerçekten inanılmazsın” dedi sonunda şaşkınlığını gizleyemeyerek.

Pamir ayağa kalktı. Elindeki şişeyi alıp masaya bıraktıktan sonra sandalyeye oturttu Kuzey’i. Yüzü Kuzey’e bakacak şekilde kucağına oturdu. Erkekliği üzerinde kayarak öpmeye başladı Kuzey’i.

Nihayetinde Kuzey “Bu oyun bitti. Şimdi başka bir şey oynayacağız” dedikten sonra Pamir’i kollarıyla sıkıca kavrayarak ayağa kalktı. Sarsıntıyla ufak bir çığlık attı Pamir, ardından bacaklarını Kuzey’in beline doladı ve üst kata çıktılar.
 
 

27 Mart 2021, Cumartesi

Poposuna inen yarı şaplak yarı okşama arası dokunuşla gözlerini açtı. “Uykucu, hadi uyan” diyordu Kuzey.

“Yaa bırak, canıma okudun tüm gece, biraz daha uyuyayım.”

“Gece hiç itiraz etmiyordun ama” deyince Kuzey, sırıtarak “Evet etmiyordum ama şimdi biraz daha uyumak istiyorum. Lütfennnn” derken hafif doğrulmuş olan Kuzey’i boynundan yakalayıp yanına çekti. “Sarıl sarıl. Bak çok güzel olacak.”

“Yaa kadın sana kalsa tüm gün yataktan çıkamayız” dese de Pamir’i kollarının arasına alıp yattı. Kısa süre sonra Pamir yeniden uyumuştu. Kuzey usulca yataktan kalktı. Kahvaltı için bir şeyler hazırlamak üzere aşağı indi.

Kısa süre sonra Kuzey’in yokluğunu fark eden Pamir uyandı. Dün gece Kuzey’in çıkarttığı gömleği, fırlattıldığı berjerin üzerinden alıp üstüne giydi. Granit zeminin üzerinde parmak ucunda yürüyerek aşağı indi.

“Ooo kalkmışsın prenses” dedikten sonra bakışları Pamir’in ayaklarına takıldı. “Bak ya taşa basmasana kızım. Sana terlik aldım. Girişteki dolaptalar, giy onları ayağına.”

“Bana terlik mi aldın?” diye gülerek antreye yöneldi Pamir.

Kuzey arkasından seslendi; “Sağ tarafta alttaki rafta.”

Birkaç saniye sonra “Yaa Kuzey” diye kahkahayla attıyordu Pamir. Elinde tavşan kulaklı, kocaman siyah pofuduk terliklerle mutfağa geri döndüğünde “Bunlar mı benim?” diye sordu gülerek.

“Geçen gün AVM’de bir mağazanın vitrininde gördüm ve bana seni hatırlattılar.”

“Umarım kulaklarından dolayı beni hatırlatmamışlardır.”

“Deli yaa, hayır. Playboy tavşanından dolayı seni hatırlattılar” dedi çapkın bir ifadeyle. “Hadi elinde tutmayı bırak da ayağına geçir şunları. Yoksa tüylü, topuklu yeni gelin terliği mi tercih ederdin?”

“Çok komiksin” deyip dil çıkardı Pamir. Tavşanları ayağına geçirirken; “Yeni gelinken bile öyle bir terliğim hiç olmadı benim” dedi.

“Bak çok yakıştılar.”

“Bence de” dedikten sonra uzanıp öptü Kuzey’i “Teşekkür ederim beyefendi, çok düşüncelisiniz.”

“Evde her yer taş. Sen de çıplak ayak dolaşmaya bayılıyorsun. Hasta olmanı istemiyorum” dedikten sonra “Gömleklerim de çok yakışıyor ayrıca sana” derken bakışları Pamir’in bacaklarında geziyordu.

Pamir kendi etrafında bir kez dönüp ufak bir reverans yaptı.

“Gömleklerini giymeyi seviyorum.”

Kuzey, yanına gidip; “Farkındayım onun” dedi ve kollarının arasına aldı Pamir’i, belinden tutup kalçaları kasıklarına gelecek şekilde çevirip kendine yasladı. Sol eliyle karnından kendine bastırırken, sağ eli kalçasından göğsüne, oradan da yeniden aşağı kasıklarına ulaşmıştı ki Pamir ufak iniltiler arasında “Halimden memnun olmadığımı sanma ama acelemiz olduğunu sanıyordum” dedi.

“Ahh Tanrım, evet” deyip Pamir’i bıraktı.

“Tost yapmıştım, olmuşlardır. Portakal suyu da sıktım. Hızlı bir kahvaltı olarak bu geldi aklıma.”

“Çok iyi düşünmüşsün bi’ tanecim.”

“Otur sen, getiriyorum şimdi.”

Pamir masaya geçerken tezgahın üzerindeki portakal suyu şişesi ile iki bardağı aldı, dün gece oturduğu sandalyeye geçti. Kuzey de ardından tabaklarla yanına geldi. Acıkmıştı Pamir ve bu sefer 15 kilometre yürüyecekse, Kuzey neyi yemesini söylerse yiyecekti. Dev tostundan bir ısırık aldı.

“Tanrım, basit bir tost bile senin ellerinde başka bir şey oluyor. Ellerine sağlık bi’ tanecim.”

“Afiyet olsun tatlım.”

Tostun üzerine Kuzey yemesi için ne verdiyse hepsini itirazsız bitirdi. Sonunda; “Yemem gereken başka bir şey kalmadıysa duşa giriyorum ben.”

“Giriyoruz” diye düzeltti Kuzey.

“Geç kaldığımızı sanıyordum” diye takıldı Pamir Kuzey’e.

“Yıkanma kısmını hızlı geçeriz” derken Pamir’i çoktan kucağına almıştı Kuzey.
 

*

 
Duştan sonra hızlıca giyindiler. Pamir, siyah taytla kolsuz siyah bir atlet giydi. Üşüme olasılığına karşı da üzerine bir rüzgarlık alacaktı. Bavuldan çıkarttığı trekking çantasına, rüzgarlığa ek olarak ince bir polar üst de koydu. Ne olur ne olmazdı. Gözü gökyüzünde ışıl ışıl parlayan güneşe takılınca en önemli şeyi unuttuğunu fark etti; güneş kremi. Güneyin güneşi, baharda bile affetmezdi.

Batonlarını da alıp aşağı indiğinde Kuzey de hazırdı. Kum rengi kargo pantolonunun üzerine desenli gri bir tişört giymişti. Dümdüz bir karın, yuvarlak kalçalar, asker kesimi saçlar… Gerçekten çok yakışıklı, diye düşündü Pamir.

Pamir’in hayran hayran Kuzey’i seyretmesi “Hazır mısın balım?” sorusuyla sekteye uğradı. “Mataramı da doldurdum mu hazırım. Çıkabiliriz istediğin zaman” derken mutfağa yönelmişti bile. Buzdolabından suyu çıkartıp matarayı doldurdu. Çantasının yan gözüne yerleştirip ayağa kalktı. “Tamamım” dedi.

Kuzey “Hadi o zaman” dedikten sonra evden çıktılar. Çantalarını Kuzey’in arabasının bagajına yerleştirdikten sonra Kuzey şoför koltuğuna, Pamir de yanına oturdu, diğerleriyle buluşacakları yere doğru hareket ettiler.

Ölüdeniz’de arabayı park ettikleri yerde ekiple buluştular. 3 kadın, 2 erkekten oluşan oldukça neşeli, genç bir gruptu Kuzey’in iş arkadaşları. Park ettikleri alandan Likya Yolu’nun girişine doğru on dakika kadar yürüyeceklerdi.

Kuzey, bu esnada beş bin yıllık bu yol hakkında bilgi veriyordu gruba:

“Yaklaşık 550 kilometre uzunluğunda olan Likya Yolu, Dünya’nın en iyi 10 uzun yürüyüş rotasından biri. Manzarasıyla da oldukça popüler olan parkur, birazdan gireceğimiz noktadan başlıyor, Antalya’nın Geyikbayırı ilçesinde sona eriyor. Tabii Antalya’dan başlayıp Fethiye’de bitirmek de mümkün rotayı. Tamamını yürümek ise kondisyonunuza bağlı olarak 30 ila 45 gün arasında sürüyor.”

Uzunluğunun yarattığı şaşkınlık nidalarının ardından Kuzey anlatmaya devam etti.

“Biz bugün birinci etabın aşağı yukarı beşte birini yürüyeceğiz. Rotamızın Kirme’ye kadar olan bölümü tırmanış. Kirme’den sonra Faralya’ya doğru inişe geçeceğiz. Faralya’ya vardığımızda aşağı yukarı 15 kilometre yürümüş olacağız. Oradan minibüsle arabaları park ettiğimiz yere geri dönebiliriz.”

Kuzey anlatırken Pamir’in kadınları zihninde birbirlerine laf yetiştiriyordu:

“Olimpos’un yüce tanrıları yardımcımız olsun” diyordu Pandora.

“Sus kafir” diye söze girdi inançlı; “Dağ tepe tırmanırken çarpılacağız senin yüzünden. Aşağı hızlı bir iniş istemiyorum. Zeus’un yıldırımlarından fena çarpar Allah’ın tokadı.”

“Yaa ikiniz de kapayın çenenizi. Aylardır antrenman yapıyoruz. Sakin sakin çıkacağız” dedi deist.

“Sakin sakin çıkacakmışız. Grupta 40 yaşının üzerinde, sen ve Kuzey’in haricinde, kaç kişi var farkında mısın? Hiç! Hepsi 30’un altında. Kuzey’i zaten sayma, tümünden iyi kondisyonu. Sakin sakin değil, ceylan gibi sekiyorlar. Senin antrenmanın onların deli kanına yetmez” diyen elbette ampiristti.

Hedonist gayet rahat sözünü kesti ampiristin; “Abartmayın. Keyfini çıkartmaya çalışsanıza. Amma kötümsersiniz. Şu havanın güzelliğine bakın. Ceylan dediğiniz çocuklar da son derece kibarlar. Tıkanırsak yardım edeceklerdir. Acıya değil, hazza odanlanın.”

Pamir kulaklarını Kuzey’in anlattıklarına çevirdi yeniden.

“Işık Ülkesi anlamına gelen Likya, bugün Teke Yarımadası dediğimiz alanı kapsıyor. Likyalılar, kuzeyde Burdur-Gölhisar, batıda Muğla-Köyceğiz ile doğuda Antalya arasındaki bölgede yaklaşık 40 şehir kurmuşlar.”

“Ne de güzel anlatıyor, öyle değil mi?” diyen romantik gene andan aldı Pamir’i.

“Bilgili adam, seksi geldi galiba Küçük Hanım’a?” dedi sarkastik.

“Bu adam ağzını açmasa da seksi” diye görüşünü bildirdi realist.

Kuzey’in kendi adını söylediğini duyunca āna geri döndü Pamir. “Sen seversin” diyordu.

“Neyi severmişim, duyamadım canım” dedi Pamir.

Likyalılar, anaerkil bir toplum” diye cevapladı Kuzey.

“Ahh, annelerin adıyla kendini tanımlayan bir medeniyet, ne hoş.”

“Tam da öyle. O zamanlar bir Likyalı ile karşılaşsak, önce kendi adını, ardından annesinin, anneannesinin ve büyük anneannesinin ismini söyleyerek kendini tanıtırdı.”

Pamir gülümseyince Kuzey “Sevdin, öyle değil mi?” diye takıldı ona. Gülümsemesini artırarak “Çoook” diye cevapladı Pamir.

Bu esnada parkurun başladığı noktaya gelmişlerdi. Kuzey bir kayanın üzerine çizilen kırmızı-beyaz kalın çizgiyi göstererek;

“Bu Grande Randonnée adlı Fransız işaretleme sisteminin imlerinden biri. Kavşak noktalarında sarı renkte yönlendirme tabelaları bulunuyor bu sistemde. Patika ve toprak yollarda ise buradaki gibi çizgiler sizi rota içinde tutmayı sağlıyor. Düz kırmızı-beyaz çizgi doğru yolda olduğunuzu gösterirken, kırmızı çarpı işareti yanlış yönde olduğunuzun uyarısıdır ve rotadan saptığınız yere kadar geri dönmeniz gerekir. Üst üste çizilmiş kırmızı-beyaz-kırmızı çizgiler ise yol ayrımına geldiğinizi gösterir. Bu çizgiler periyodik aralıklarla gönüllüler tarafından yenileniyor. Malum doğada insana ait hiçbir şey sonsuza kadar kalmaz” dedikten sonra tırmanışa başladı, grup da ardından tek bir hat üzerinde parkura girdi.

Bir saat sonra Pamir, sıcaktan ve onun için oldukça dik olan tırmanıştan dolayı kendi kendine sızlanıyordu:

“Sırf söylenemeyeyim diye kalabalık bir grupla yürütüyor beni. Canım çıktı. Daha önceki yürüyüşlerimizde yaptığım gibi beş dakikada bir ‘Duralım, çok yoruldum. Kalbim ağzımdan çıkacak’ da diyemiyorum. Şimdi bayılacağım.”

Grubun en önünde yürüyen Kuzey’in görüş alanından arada çıkıyordu Pamir. Böyle zamanlarda arkaya bakıp da Pamir’i göremezse “Pamir nerede?” diye meraklanıyordu.

“Baksana, çocuğunu kaybetmiş telaşlı bir baba gibi değil mi? Çok tatlı yaa” dedi romantik.

“Canımıza okuduğunun farkında da o yüzden telaşlanıyor” diye söylendi agresif.

“Hadi hadi, adımlarınıza konsantre olun. Yapamayacağımızı düşünseydi çıkarmazdı herhalde bizi buraya. Yürüttüğü ilk parkurdan itibaren zorluk derecesini hep arttırdı. Buranın kolay olacağını mı sanmıştınız? Pamir Hanım daha iyi hazırlasaydı bedenini o zaman. O şişe şişe şaraplar şimdi burnumuzdan geliyor işte.”

Kuzey grubun devam etmesi için yol vermiş Pamir’i bekliyordu. Yanına vardığında “İyi misin balım?” diye sordu. Gülümseyerek “İyiyim, merak etme” dedi. Şimdiden söylenmeye başlamayacaktı.

“İstersen çantanı bana ver. Ben taşıyayım” diye önerdi.

“Yok canım, gerek yok. Taşırım ben.”

Kuzey, Pamir’in inadını bildiğinden ısrar etmedi. Devam ettiler yürümeye.

İlk uzun molalarını, olağanüstü bir deniz manzarasına sahip keskin bir uçurumun kenarında verdiler.

“İşte doğa yürüşlerinin en sevdiğim kısmı; manzara karşısında yan gel yat” dedi içindeki tembel. Pamir kesinlikle katılıyordu atalet düşkününe. Çantasını sırtından çıkarttığı gibi yere uzandı. “A” bile demeye gücü yoktu. Kuzey halini görünce gülüp “Kahve ister misiniz peki hanımefendi?” diye sordu. Pamir başını “evet” anlamında sallamakla yetindi.

Kuzey termostan çıkarttığı sıcak suyla yaptığı kahveyi uzatırken Pamir’in solukları düzelmişti artık. “Teşekkür ederim canım” dedi.

Şaşkınlıkla Pamir’e bakan Duygu, “Feci yanmışsın” dedi.

“Tahmin ediyordum başıma bunun geleceğini. Güneş kremi getirmeyi unutmuşum. Akşama kadar ıstakoza döneceğim herhalde.”

“Bekle biraz, benim yanımda var” dedikten sonra çantasından kremi çıkartıp Pamir’e uzattı. “Sen çok beyazsın. Birkaç sene güneyde yaşayınca artık tenin bu kadar açılmıyor bile. Ben de bir zamanlar senin gibiydim ama artık yaz kış bronz geziyorum.”

“Tahmin ediyorum. Böyle bir güneşin altında kendini korumak mümkün olmuyordur” derken bir yandan da kremi yüzüne, kollarına ve göğsüne sürdü. Olan olmuştu fakat en azından bu kadarla kalacaktı. Kremi Duygu’ya uzatırken “Çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın” dedi.

Kısa bir süre sonra Kuzey “Hadi” dedi. Ve yürüyüş yeniden başladı. Tırmanmaya devam ediyorlardı ve Pamir artık gücünün tükendiğini düşünüyordu. Kuzey bir iki kere daha çantasını alabileceğini söyledi, Pamir kabul etmedi. Yanına bir kez daha geldiğinde artık Kuzey de kararlıydı; “Versene şu çantayı kadın. Göreceksin bak çok daha rahat yürüyeceksin.”

“Ama sen… Nereye takacaksın ayrıca?”

“Öne. Sen onu düşünme. Ver artık şu çantayı.”

Pamir verdi. Ve gerçekten de çok daha rahat yürüdü. Kirme’den sonra inişe geçecekleri için o kısmın kolay olacağını düşünmüştü fakat o kadar yorgundu ki bacakları titriyor, bu da kayıp düşmekten endişe etmesine neden oluyordu. Batonlarını birer yedek bacak gibi kullansa da yüreği ağzında indi Faralya’ya.

Bir restorana oturduklarında vücudundaki her kas ağrıyordu.

Gruptaki herkes oldukça içten karşılaşmıştı Pamir’i ve yürüyüş boyunca da samimiyetleri artmıştı. Bir daha kamplı bir rotayı birlikte yürümekten bahsediyorlardı.

Pamir; “Artık samimi de olduğumuza göre, sizi de beş dakikada bir ‘öldüm, bittim’ diye durdururum ama bundan sonra. Bugün yapamadım ayıp olmasın diye ama sonrakinde yaparım baştan uyarayım” dedi gülerek.

İstediği onayı aldı elbette ekipten, onlar da Pamir’i sevmişti.

Grup aslında Kelebekler Vadisi’ne kadar devam edebileceklerini söylemeye başlayınca Pamir “Eyvahlar olsun” diye düşündü. Ayakları paramparçaydı, bacaklarında tek bir adım daha atacak güç kalmamıştı. Gene de “Gidelim” kararı çıkarsa el mahkum yürüyecekti sesini çıkarmadan. Kuzey halini fark etmiş olacak ki “Bitirelim bugünü burada” dedi. Onun için değil Kelebekler Vadisi, Kabak Koyu’na kadar devam etmek çocuk oyuncağı olsa da Pamir’e kıyamamış olmalıydı.

Bir süre sonra kalktılar restorandan. Kuzey, bir servis aracı ayarlamıştı, onları arabalarına kadar bırakacaktı şoför. Araca geçtiler.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 

Didem Çelebi Özkan

 
 

Notlar & Açıklamalar:

 
* Bu bölüm için seçtiğim parça 👉🏻 Comment te dire adieu, Françoise Hardy
 
 
1 Lebalep: Tıklım tıklım, dolu    ⇡⇡⇡

2 Likya Yolu: Fethiye’den başlayarak Antalya’ya kadar uzanan ve tarihte Likya olarak adlandırılan Teke Yarımadası’ndaki patikalardan bir kısmının işaretlenip haritalanması ile oluşturulmuş yürüyüş rotasıdır. 1992 yılında çalışmalarına başlanılan Likya yolu, 1999 yılında Kate Clow tarafından hizmete açılmıştır. – Vikipedi    ⇡⇡⇡
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Metin Çoban 28 Mayıs 2021 at 07:58

    Hâlâ kopçalı jartiyerler var mı? Her erkeğin büyük fantezisi. Yol boyunca Pamir’in yan koltuğunda olmayı hayâl ettim valla, belki etek yırtmacından kopçaları görürüm diye boynum sola doğru tutulurdu. Dudaklarımın kenarları sulanarak 😈 Kameralı striptiz çok heyecanlı değildi, bu sefer ki şarkımız “Bang Bang” olmalıydı. Bang bang, my baby shot me down 😃
     
    Likya Yolu, daha meşhur olmadan önce, Kayaköy-Ölüdeniz arasını eşimle yürümüştük. Balayındaydık. O zamanlar kayaların üzerinde bu kadar detaylı boyamalar yoktu. Sadece yuvarlak kırmızı boya. Aylar geçtikçe yosunlanan kayalarda boya siliniyor zor görünüyordu. Eşimi ben orada kaybettim, hâlâ arıyorlar. 😂😂
     
    Romanın bu bölümü, Türk toplumuna oldukça ters gelecek konuları içeriyor. İki birbirini seven insan, gecelerini veya haftasını başka insanlarla, aşk dolu gecelerde yaşayacak. Hatta bir araya bile gelebilecekler. Bu olamaz mı? Olabilir. Ancak benim gibi düşünebilen okur sayısı var mıdır? Olamaz mı? Olabilir. En nihayetinde, aşkta her şey mübahtır. Aşkına ulaşmak için her şeyi kabul edersin. Hele jartiyeri kopçalı ise. Bıktık ya bu silikonlulardan 😃.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 28 Mayıs 2021 at 09:24

      Önerdiğimiz şarkıyı ben de çok severim. Belki başka bir bölümde kullanırım 😉 Daha çok ilk bölüme uyabilirmiş gibi hissettim ama. Baran’ın indirdiği darbe, Pamir’i vurulmuş gibi hissettirmişti 🤔
       
      Topluma ters gelir mi, bilmem. Toplum keşke artık kendisini sevmeyen kadını öldürmeyi ters bulsa…
       
      Bu fazla rahatlıklarının altında birbirlerine “umursamadıklarını” kanıtlama çabası yatıyor bana kalırsa.
       
      Pamir üç aydır sadece Kuzey’le yaşıyor cinselliğini. O da aylar arayla. Başka bir şey yaptığını okumuyoruz. Baran’a gelince, Jana’dan önce başka biri olup olmadığını bilmiyoruz. Jana’yı da mecbur kalana kadar söylemedi zaten Pamir’e. Tipik erkek mantığı, değil mi 😉 Hepsi benim olsun. Pamir’i oldukça cesur buluyorum aslında. Gizli saklı yapmıyor hiçbir şeyi.
       
      Likya Yolu’nun açıldığı ilk dönem hakkında yazdıklarınız için de çok teşekkür ederim.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Atakan Balcı 29 Mayıs 2021 at 23:10

    Pamir ve Baran’ın birbirlerine karşı olan yakınlık biçimleri, her ikisinin de kendilerinden gizledikleri bir şeyleri imliyor sanki. Pamir’in Kuzey’le olan cinsel yakınlığı ve onunla adımladığı cinsel serüvenlerde de Baran’la ilgili imler var. Bir yandan da Kuzey’in Pamir’e yönelik ilgisinde bağlanmak anlamında ciddileşme belirtileri var. Birinin canı yanacak gibi geliyor bana. Likya Yolu iyi gelecek, özellikle Pamir’e, bana göre.
     
    Esinine sağlık canım 🤗✨🌼

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 31 Mayıs 2021 at 01:29

      “Birinin canı yanacak gibi geliyor” yorumun gülümsetti, ne kadar naif bir ruhun var, Atakancım.
       
      Açıkçası daha fazla Pamir’in canını yakmak istemiyorum, mümkünse ona mutlu bir son yazmak istiyorum ama işte beni ne kadar dinler onu bilemiyorum. Pamir bazen beni de aşıyor 🤔😁
       
      Çok çok teşekkür ederim yorumun için canım. Sevgiler 🤗

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan