Açık Büfede Birer Tabağız Hepimiz

6 | Özledim. Bunu Söylemek Serbest mi?

19 Mart 2021

Roman: 6. Bölüm | Özledim. Bunu Söylemek Serbest mi? | Yazan: Didem Çelebi Özkan

 

İndeks

Açık Büfede Birer Tabağız Hepimiz | Bölüm 1
Sevmişmiş. Bitmişmiş. | Bölüm 2
Benim Sarhoşluğum Temizdir Bir Kere | Bölüm 3
Belki Şimdi Doğru Zamandır | Bölüm 4
Sevişme Vakti | Bölüm 5
Özledim. Bunu Söylemek Serbest mi? | Bölüm 6
Uyanıp Öpmeyi İstediğim Kadın | Bölüm 7
Bana En Çok Senin Tenin Yakışıyor | Bölüm 8
Burnumdan Getirdiniz Tatilimi | Bölüm 9
Böyle Bir Kırmızı mıydı? | Bölüm 10
Bana Baran’ı mı Savunuyorsun? | Bölüm 11
Sadece Sen Zarar Görürdün | Bölüm 12
Bir Oyun Oynayacağız Bu Gece | Bölüm 13
Daha Fazlasını İstiyorum | Bölüm 14
Tatil Biter, Aşk Biter | Bölüm 15
Bunlarla Yüzleşmek Acıtmıyor mu Canını? | Bölüm 16
Sesini Bile Özledin, Öyle Değil mi? | Bölüm 17
Adam Önce Senin Kriterlerinden Geçsin | Bölüm 18
Gözlerime Bak | Bölüm 19

 
 
Pamir, günün ikinci kombini için bahçede mangal yakmaya uygun bir kıyafet seçti. Eskitilmiş ve yer yer yırtılmış buz mavisi kot pantolonun üzerine uzun kollu, V yaka, beyaz bir tişört giydi. Saçlarını kurutup at kuyruğu topladı. Ayağına beyaz sneakerlarını geçirdi, evin giriş kapısının olduğu taraftaki bahçeye, Kuzey’in yanına geçti.

Yuvarlak, siyah ferforje masanın hemen yanındaki tekerlekli büyükçe bir mangalda köz halini almış kömürlerin üzerindeki döküm ızgaraya biber, domates, soğan ve patlıcanı çoktan yerleştirmişti Kuzey ve şimdiden harika bir koku yayılıyordu etrafa.

Arkasından sarıldı, yanağını sırtına dayadı, huzur bu olmalıydı. Kuzey beline sarılan ellerden birini kaldırıp dudaklarına götürdü, sevgiyle öptükten sonra “Acıktın mı?” diye sordu.

“Çoook.”

“Şarap mı, rakı mı? Ne içmek istersin?”

“Rakı” dedikten sonra yaramazlık yaparken yakalanan bir çocuk utangaçlığında “Söz kusmayacağım bu sefer” diye ekledi.

Ufak bir kahkaha attı Kuzey ve kadına doğru döndü.

“Elbette kusmayacaksın çünkü bu sefer aç aç içmene izin vermeyeceğim. Cuma gecesi nasıl izledim o şekilde içmeni, şimdi aklım almıyor. Fakat işte, senin bir kez daha burada, yanımda olman, duygusal olarak bir girdabın içinde savruluşuna şahit olmak ve ahh evet, bir de o deri çizmelerle mini etek… Nasıl tepki vereceğimi bilememiş olmalıyım. Sonucun ne olacağını bile bile öylece izlemekten başka bir şey gelmedi elimden. Ayrıca o kadar inatçısın ki ‘Yemeyeceğim’ dediğinde bir lokma yedirmek mümkün olmuyor.”

“Tamam tamam, yapmayacağım bir daha öyle. Zaten olan bana oldu, mahvoldum” dedikten sonra hızlıca konuyu değiştirmek üzere “Ben sofrayı kurayım, önden sana bir kadeh hazırlayayım mı, ister misin?” diye sordu.

“Harika olur ama önden yapmanı istediğim başka bir şey var” dedikten sonra kadını kendine çekip tutkuyla öptü. Dudakları ayrıldığında “Bir de lütfen şu elektrikli sobayı açar mısın? Üşütüp hasta olmanı istemiyorum. Ayrıca o üzerindeki tişört de yeterli değil; minicik, dapdar ya da şeffaf şeylerle etrafımda dolaşmayı seviyorsun biliyorum ve inan bundan şikayetçi de değilim ama üşütmenden endişe ediyorum.”

“Yap” denilen her şeye mukavemet göstermenin huyu olduğunu çok iyi bildiği Pamir’e yaklaşımı kadını bir kez daha gülümsetti. Siyahlar içindeki Kuzey’i inceledi bir süre. Kargo pantolonun üzerine giydiği hafifçe vücuduna oturan boğazlı kazakla Bondvari bir havası vardı. Sonunda adama hayran hayran bakmayı bırakıp masanın diğer tarafındaki çelik gövdeli uzun piramit sobayı yaktı ve içeri geçti.

Mutfakta buzlu, duble bir rakı hazırladı, bahçeye çıkıp Kuzey’e verdi. Eve geri döndü, yatak odasına geçti, bir kazak giydi, üzerine de ince bir mont aldı. Kuzey haklıydı; Fethiye’de de olsalar ocak ayındaydılar ve güneş birazdan gökyüzünden çekildiğinde açık havada yenecek yemek dondurucu olabilirdi.

Büyük bir tepsiye iki Amerikan servisini, tabak, çatal, bıçak ve gereken diğer şeyleri yerleştirdi, bahçeye çıktı. Kuzey, sebzeleri mangalda hafifçe kenara çekmiş, etleri yerleştirmişti. Yayılan koku iyice acıktırdı Pamir’i.

Amerikan servislerinden birini Kuzey’in önüne, diğerini de yanına gelecek şekilde masaya yerleştirdi.

Üzerlerine tabakları ve geri kalanları da koyduktan sonra içeri geçti bir kez daha. Buz kovasını doldurdu, rakıyı da alıp yeniden bahçeye çıktı. Kendi rakısını da servis ettikten sonra Kuzey’in yanındaki ferforje sandalyenin üzerindeki şişkin deri mindere bedenini bıraktı.

Her şey enfesti; yedikleri de, sohbetleri de. Siyaset, felsefe, din, kadına şiddet ve daha birçok konuda konuştular. Sonunda Pamir, gündüz Tuncay’la yaptığı konuşmayı, Tuncay’ın kimin arkadaşı olduğunu ve yarın Kaş’a gideceğini anlattı.

Kuzey bir süre şaşkınlıkla kadına baktı. “Cumaya kadar kalacağını sanıyordum” dedi. Pamir cevap vermeden bir süre Kuzey’in gözlerine baktı. Söylenecek çok şey vardı da oralara girmek çok tehlikeliydi. Burada kaldığı her gün, bu evcilik oyunu kalbini zorluyordu; Kuzey’in ise bunu anlayacağını pek sanmıyordu. Gitmeliydi artık. Sonunda konuştuğunda ağzından şu cümleler çıktı:

“Misafirliğin kısası makbûlmüş. Benim için yaptığın her şeye çok teşekkür ederim. Bir gece de Tuncaylarda kalırım, sonra İstanbul’a dönerim. Uzun zamandır işleri ihmal ediyorum. Artık toparlandığıma göre bir an önce gerçek hayata dönsem iyi olur.”

Sözlerini şaşkınlıkla dinliyordu Kuzey, Pamir kararını verdiğinde geri dönüşünün pek ender olduğunu da gayet iyi biliyordu. Sonunda sadece “Peki. Fakat çarşamba dönerken bir gece daha kal benimle. Nasıl olsa yolunun üstü.”

“Aslında pek değil. Kaş’a kadar inince rotayı İzmir üzerinden değil, Afyon üzerinden veriyor Yandex. O yüzden Fethiye’ye dönmem anlamsız olur.”

Çok mu kabaydı? Belki.

Kendini korumaya çalışırken bazen gereğinden daha keskin olabiliyordu cümleleri. “Alacağımı aldım, gidiyorum” gibi gözüküyordu belki de. Oysa ki “Kalbimi burada bir kez daha bırakmamak için yeterince geç olmadan gitmem lazım” diyordu.

Kuzey ne hissetti bu tavrı karşısında onu pek anlayamadı. Biraz üzülmüştü sanki ama daha fazlasını çıkaramıyordu yüzünden. Kaç kez “Keşke bu çocuğun zihnini okuyabilsem” diye düşündüğünü hatırladı. Ne kolay olurdu o zaman her şey Pamir için. “Kalmanı istiyorum, gitme” deseydi mesela ama hayır asla çıkmazdı bu cümle Kuzey’den. Çıkmazdı çünkü o cümleden sonra oluşacak yeni durumun gerektirdiklerini yapamazdı. Neyse… Yıllarını vermişti Kuzey’in neyi isteyip neyi istemediğini anlamaya. Ve sonunda Kuzey ve kendisi için bir karara varmıştı. Amerikalıların yeni dönem tabirlerinden biri oldukça uygundu onların durumuna; “Friends with benefits”.1 Muazzam bir seks, harika bir dostluk “But no attachment”.2 Ve bunda da sorun yoktu. Artık yoktu.

Yemekten sonra sofrayı birlikte toplayıp hiç salona geçmeden doğrudan yatak odasına çıktılar. Bu sefer üstlerinden kıyafetleri parçalarcasına çekip alan şehvetin değil, şefkatin hükmünde seviştiler, birbirlerinin kollarında uyudular.
 
 

12 Ocak 2021, Salı

Sabah erkenden uyandılar, Kuzey sporunu yaptı. Pamir’e yola çıkmak için acele etmemesini, kahvaltı yapmayı ihmal etmemesini tembihledikten sonra vedalaşıp evden çıktı. Bu sefer arkasından uyuyamadı Pamir.

Evi biraz toparladı. Ardından duşa girdi. Kahvaltıyla falan uğraşamayacaktı, nasıl olsa alışveriş merkezinde kuaföre gidecekti, orada bir şeyler yerdi.

Fethiye’den gitmeden önce Halil’le Sem’i de görsem iyi olurdu, diye düşündü. Kuzey’le birlikte bir gece gideceklerdi Halillere fakat böyle apar topar program değiştirince Pamir’in elinde sadece bugün kalmıştı.

Halil de Kuzey gibi üniversitede katıldığı dağcılık kulübünden arkadaşıydı ve dostlukları 25 yıla dayanıyordu. Ne çok arkadaşının İstanbul’u bırakıp Güney’e yerleştiğini düşündü bir an. Bir gün kendisi de kesinlikle tası tarağı toplayıp terk edecekti aşk-nefret ilişkisi yaşadığı şehri. Asya ve Avrupa’nın kucaklaşmasından doğan birçok farklı kültürü ile bir yandan büyülerken diğer yandan tiksindirebilen, hayatın kendi kadar yorucu İstanbul’la vedaşlama vakti onun da gelecekti elbet.

Düşüncelerinden sıyrıldı, telefon rehberinden Halil’in numarasını bulup aradı.

“Pamirrrr” diye neşeli bir tonda açıldı telefon.

“Canım canıııım n’aber?”

“İyidir güzellik, senden?”

“İyiyim ben de. Bil bakalım, neredeyim.”

“Neredesin?” diye ilgiyle sordu Halil.

“Fethiye.”

“Vaovvv harika. Ne zaman geldin, nerede kalıyorsun ve ne kadar kalacaksın?”

Hah ver şimdi bakalım Pamir Hanım bu soruların cevabını, diye düşündü ama akacak kan damarda durmazdı, biliyordu.

“Cuma geldim, birkaç saat içinde de Kaş’a geçiyorum ama belki gitmeden bir kahve içeriz beraber diye düşündüm.”

“Kızım bugüne kadar aklın neredeydi, niye daha önce haber vermedin? Ve ayrıca nerede kalıyordun sen?” Bir an duraksadıktan sonra devam etti; “Lütfen tahmin ettiğim yer olmasın.”

İşte Kuzey ilişkisini onaylamayan biri daha.

“Bu sefer öyle değil Halil. Ama böyle telefonda olmaz, vaktiniz varsa buluşalım. Alışveriş merkezine gidiyorum şimdi, orada Starbucks görmüştüm. Sem, sen, ben, bir saat sonra Starbucks’ta diyelim mi?”

“Tamam Pamir Hanım, diyelim bakalım.”

Telefonu kapattıktan sonra hızlıca üstünü değiştirdi. Bele oturan ardından volanlaşan ve diz altında biten, fitilli triko, siyah bir elbise seçti. Gelirken giydiği çizmeleri altına, üstüne de deri ceketini giydi mi tamamdı kombini. Bavulu kapattı. Kuzey’in rahatlıkla merdivenlerden çıkardığı dev valizi söylenerek ve merdivenlerden düşmemeye çalışarak aşağı indirdi. Sızlanmaya devam ederek eşyalarının hepsini arabaya yerleştirdi ve şoför koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırmadan Kuzey’e bir mesaj attı:
 

Canımmmm

Çıktım evden. Ruhumu, bedenimi hatta karnımı dört gün boyunca beslediğin, onardığın için çoooook teşekkür ederim. Haftalardır ilk kez ben gibiydim 😁

Bi’ tanesin 🤗❤️

 

Kontağı çevirdi ve alışveriş merkezine doğru sürdü arabayı.

AVM’nin önünde park etti. HES kodu3 kontrolünün ardından içeri girdi. Nefret ediyordu pandemiden, hastalık ve ölüm korkusuyla yaşamaktan, hayatın en normal şeylerinin anormal hâle gelmesinden, tüm yaşamın zorlaşmasından… Bir yılda Dünya bilimkurgu filmine dönmüştü. Oysa filmlerde kısa sürede Amerikalı bir bilimadamı çıkar ve tüm Dünya’yı bulduğu aşı ile kısa sürede kurtarırdı. Bir yılı geçmişti ve kur-tu-la-mı-yor-lar-dı. Bitmiyordu. Lâkin insanın en güçlü yetisi devreye girmişti; alışma. Bu lanet yaşama da uyum sağlamıştı, her yere ve her koşula uyum sağlayabilen yegâne canlı olan insan.

Yüzünde tıbbi maske, alışveriş merkezinin en üst katındaki Fast Food bölümüne çıktı. İşte bir yeni normal daha; eskiden yüzünde cerrahi maskeyle sokakta gezene tuhaf tuhaf bakardı insanlar, şimdi yüzünde maske olmayana tuhaf bakmakla kalmıyor, tekme tokat kavga dahi çıkartıyorlardı.

Maskenin içinde devamlı karbondioksit soluyormuş gibi hissediyordu. Alışamıyordu bir türlü maskenin ardından nefes almaya. Covid-19’a da, mutasyona uğrayıp durmasına da lanet olsundu, usanmıştı artık. Söylene söylene Burger King’in önünde durdu. Ve o anda bir şeyi fark etti; masalar yoktu. Elbette olmayacaktı, ne bekliyordu ki. Paket servis olarak aldı siparişini, arabasına geri döndü ve orada söylenmeye devam ederek yedi hamburgerini.

Yeniden ağız burun örtülü maske, yeniden HES kontrolü ve bir kez daha AVM’ye giriş. Yemek bölümü en üst kattayken kuaförler genelde bodrum katta olurdu. Aşağı indi. Koltuklardan birine oturdu ve kısa sürede föne başlandı. Telefonunu eline aldı. Kuaförün wi-fi modemine otomatik bağlanmış olduğunu fark etti. En az iki sene önce gelmiş olmalıydı en son. Yaşamadığı bir şehirde bir kuaförün wi-fi şifresi kayıtlıydı telefonunda. Gülsün mü, sinir mi olsun bu duruma bilemedi. Bu şehirle bir hikayesi vardı. Ne hikaye ama…

Ve Kuzey’den cevap gelmişti:

 

Bi’ tanemmm,

Eve gitmek bugün gerçekten çok zor olacak benim için… Ne güzel alışmıştım sıcaklığına. Seni hep mutlu görmek istiyorum… Gülmek çok yakışıyor sana ve biliyorsun seni güldürebilmek için çok uğraşıyorum 😎😜 Hep gül, mutlu ol. Senin olumlu enerjine hepimizin ihtiyacı var. Lütfen çok özletme kendini 😘😘

 

Yeniden ne zaman gelirdi, hiçbir fikri yoktu. Kuzey’in yanından her ayrılışında “Bir daha gelmeyeceğim. Bu sondu” diye karar verirdi. Fakat önünde sonunda -bazen sadece birkaç ay sonra, bazen de bu son gelişine kadar geçen sürede olduğu gibi iki yıl sonra- kendini yeniden burada buluyordu. “Fakat,” diye düşündü, “bu sefer farklı. Kırgın değilim, beklenti içinde değilim, aşık hiç değilim. Gelmek ya da gelmemek üzere kendime bir söz verme yükümlülüğünde hissetmiyorum.”

Fön bittiğinde aynada şöyle bir baktı yüzüne; gözlerinin etrafındaki, alnındaki çizgilere takıldı gözleri. “Botoks zamanım gelmiş” diye geçirdi içinden.

Yaşlanmaktan ne çok korkuyordu kadınlar; korku azdı, yüzlerinde gördükleri yeni bir kırışıklıkla ya da bedenlerinde fark ettikleri bir sarkmayla dehşete düşüyorlardı. Erkeklerin yüzlerindeki her çizginin onları daha çekici gösterdiğini kabul eden toplum, kadınınkini güzelliğin kaybı olarak değerlendirirdi. Mizojinist4 yazarlardan Goethe “Yaşlandıkça erkeğin yüz hatları derinleşir, kadınlarınki ise buruşur” diyecek kadar olayı abartmamış mıydı? Ne zannediyordu bu erkekler kendilerini?!

Bak gene ataerkil toplumla, onların diliyle kavga etmeye başlamıştı zihninde. Susturdu içindeki isyankârı, ödemeyi yapıp kuaförden çıktı. Girişin üzerindeki katta English Home olduğunu biliyordu. Tuncay’ın yanına ilk gidişinde uğramışlardı Baran’la birlikte. Nevresim takımı, havlu falan almıştı hediye olarak. Eli boş gitmeyi sevmiyordu misafirliğe. Ailesinden kalan adetler işte. Böyle öğrenmişti, başka türlü davranamıyordu. Mevsim kış olduğu için bu sefer yatak örtüsü olarak kullanılabilen kalın bir battaniye seçti. Tamam, bu iş de hallolmuştu. Paket yaptırdıktan sonra alışveriş merkezinden çıkıp arabaya bıraktı poşeti.

Telefona baktı, Halil’le buluşma saatleri yaklaşmıştı.

Alışveriş merkezinin dış tarafındaki Starbucks’a yöneldi. Başka bir pandemi manzarası karşıladı burada da onu. Masalar gene yoktu. Açık hava olunca belki masalarda oturmalarına izin verirler diye düşünmüştü oysa. Kahve dükkanının önündeki kısa mermer duvarın üzerine oturup Halil’i beklemeye koyuldu.

İşte Halil kendisine doğru yürüyordu. Yan yana geldiklerinde sarılmadılar, hatta yüzlerindeki maskelerden ötürü kocaman gülümseyen dudaklarını bile görmediler. İlk cümlelerden sonra içeri geçip kahvelerini aldılar. Pamir’in biraz önce oturduğu alçak duvarın üzerinde aralarındaki mesafeyi koruyarak yan yana oturdular.

“Dünya’daki en anlamsız salgın önlemleri acaba bizim ülkede mi?” diye içinden geçirdi Pamir.

Halil doğrudan söze girdi; “Ne oluyor Kuzey’le aranızda Pamir?”

“Bir şey olduğu yok. Tipik ben, gene bir aşk acısından çıktım. Kuzey de “Buraya gel, aklın dağılır, dağ bayır dolaşırız, dedi. Geldim ben de.”

“Bu kadar yani?”

Pamir hiç duymamış gibi devam etti. “Hafta sonu muhteşem rotalar yürüdük. Gerçekten çok keyifliydi. Bir dahaki sefere sen ve Sem de katılın, hatta birlikte bir kamp yapalım. Harika olmaz mı?”

“Harika olur tabi ama konuyu değiştirmeye çalışma boşuna. Dört gündür Kuzey’lesin ve aranızda hiçbir şey geçmedi, onu mu diyorsun?”

“Onu demiyorum” diye güldü Pamir. “Fiziksel başka aktiviteler de yaptık tabi” derken yüzündeki maskeyi indirip dil çıkardı.

“Ben ne diyeyim Pamir sana bilmiyorum. İki yıl önce Sem’le sana geldiğimiz zaman ağlandığında da söylemiştim, Kuzey’le olmaz bu iş, diye. Dinlemiyorsun ki. İkiniz de arkadaşımsınız, ikinizi de seviyorum ama Kuzey ilişki adamı değil.”

Pamir araya girdi.

“Onu biliyorum artık. Fakat bu sefer ben de farklıyım. Gerçekten aşık değilim Kuzey’e. Beklenti içinde hiç değilim. Eğleniyoruz sadece. Zaten bunalım kotamı şu son ilişkimde doldurdum, daha fazla dram yaratacak halim yok kendime” dedi ve yeni bir manevra ile “Bu arada Sem niye gelmedi? Onu da görmeyi bekliyordum” diye hızlıca konuyu değiştirdi.

“Yoga dersi vardı. Zoom üzerinden devam ediyor öğrencileriyle. Sana çok selamlarını iletti. Bize de bekliyoruz, buradaki tek evin Kuzey değil biliyorsun.”

“Elbette biliyorum canım benim.”

“Ama sen de haklısın, Kuzey’deki hizmetler daha eğlenceli tabi” dediğinde ikisi de güldü.

“Halil ya, aklıma kampta ateş başında sabahladığımız geceler geldi. Hep yan yana sererdik tulumlarımızı. O kampta yapmayı planladığım yaramazlıkları engellemeye çalışmak için sabaha kadar dil dökerdin. Şimdi de öyle hissediyorum, ben gene ortalığı karıştıracağım da sen durdurmaya çalışıyormuşsun gibi. Bir sen, bir de Cem; hiç usanmıyorsunuz ya beni yola getirmeye çalışmaktan, ben ona şaşıyorum.”

“Ona ben de şaşıyorum. Malum, dinlemiyorsun çünkü. Niye dil döküyorsak?”

“Canım canıııım, ben de sizi çok seviyorum.”

“Eee anlat niye Kaş’a gidiyorsun?”

Çok kısa Baran’dan bahsetti önce, ardından Tuncay’ın glamping projesini anlattı. Bu bölüm ilgisini çekmişti Halil’in.

“Biliyorsun biz de Fethiye’de bu büyüklükte bir arazi aldık. Yoga kampı gibi bir şey düşünüyoruz Sem’le. Bir sor bakalım arkadaşına, nasıl yol almalıymışız.”

“Sorarım elbette.”

“Bu arada deminki kamp fikrini es geçtim sanma. Baharda yapalım gerçekten. Hatta tüm ekibi toplayalım. Bizim arazide kamp için son derece uygun düz bir alan var. Atarız çadırları, eski günlereki gibi sabaha kadar ateş başında içer, söyleriz.”

“Harika olur cidden. Tamam, bunu ayarlayalım.”

“Geçenlerde Mardin’e gitmeyi planladığından bahsediyordun, o ne oldu?”

“Vardı bir ara öyle bir ihtimal, haklısın ama hem mevsimden hem pandemi koşullarından bu gezi için uygun zaman olmadığını söyledi herkes.”

“Biz de Sem’le Mardin’e gitmeyi planlıyoruz aslında. Birlikte mi yapsak Mardin seyahatini? Gene bahar gibi. Bul birini; dört kişi, tek araba gidelim.”

Bul birini, cümlesine güldü Pamir. “Bulurum, tamam” dedi kıkırdayarak.

“Aman sanki çok acayip bir şey söylemişim gibi gülüyor hanımefendi. Üç güne yeni sevgili hikayesi dinleriz. Ne zaman uslanacak bu gönlün çok merak ediyorum.”

“Amannnn, umarım hiiiiç uslanmaz. Ot gibi yaşamaktansa böyle devamlı güm güm çarpan bir kalple yaşamayı tercih ederim.”

“Hiç değişmeyeceksin, değil mi?” diye hoşgörüyle sordu Halil.

“Hiç” dedi Pamir gülerek.

17:30’da Fethiye’ye bir kez daha veda etti ve Kaş’a doğru hareket etti.

Bir buçuk saatlik yol boyunca sadece yüksek sesle şarkı söyledi. Düşünmedi, sorgulamadı, yargılamadı. Kendine verdiği bir hediye olarak kabul etti son dört günü.

Kaş’a vardığında önce merkeze indi. Pandemi dolayısıyla marketler erkenden kapanmadan birine attı kendini. İki şişe şarap ve kuruyemiş aldı. Arabaya dönünce rotasını Finike-Elmalı Yolu’na doğru çevirdi. Merkezden Tuncay’ın oraya yolun yarım saat kadar sürdüğünü hatırlıyordu.

Yazın geldiklerinde arabayı Baran kullandığı için yollara pek dikkat etmemişti. Ki etse de pek bir şey fark etmezdi; yol hafızası ve navigasyon becereleri daima çok kötü olmuştu. Arazinin olduğu yere kadar kendi arabasıyla gitmesine zaten imkan yoktu. Yol üstündeki son yaşam belirtisi olan restoranın önüne park edecekti arabayı, Tuncay’la İbrahim ciple gelip alacaklardı onu. Fakat kendisine konum atmalarına rağmen her koşulda kaybolabilme beceresine sahip olan Pamir, kendini ıssızlığın ortasında buldu. Hava kararmıştı, ağaçlarla çevrili patikadan bozma bir yolda dönüp duruyordu ve çığlık atmasına ramak kalmıştı. Yeni bir konum daha istedi Tuncay’dan. Bu sefer de yolu bulamazsa Kaş’a dönüp bir otelde kalmayı planlıyordu ki anayola çıktı, kısa süre sonra da Tuncay’ların yanına vardı.

Selamlaşma faslının ve Pamir’in kaybolma macerasını hızlıca anlatmasının ardından bavulunu cipe transfer ettiler ve yeniden yola çıktılar. Asfalt yoldan önce bir patikaya, ardından da traktörle çok hafif düzeltilmiş arazi yoluna girdiler. Sarsıntılar esnasında Pamir projedeki gelişmeleri sordu Tuncay’a. Tuncay anlattı keyifle. Gurur duyuyordu, belliydi, başardıklarıyla.

“Yarın gezdiririm, bakalım beğenecek misin” dedi.

“Çok merak ediyorum ama eminim harika olduğuna” diye cevap verdi Pamir.

Sonunda vardılar.

Tuncay gene üstteki evi onun için açmıştı, kendisi arazinin alt tarafındaki kendi evinde kalıyordu. İbrahim ve Güven de biten bungalovlardan ikisine yerleşmişlerdi.

Aşağı inmişken Kaş’ta alışveriş yapmışlardı. “Şu poşetleri bırakalım eve, sonra yanına geliriz. Sen de yerleş rahatça” deyip Pamir’in yanından ayrıldılar.

İçeri girdiğinde önce klimayı çalıştırdı. Buz gibiydi içerisi. Metrekare olarak büyük olsa da tek bir oda, açık mutfak ve banyodan oluşuyordu ev. Yazdan bu yana burada da değişiklikler olmuştu. Yatağın konumu değiştirilmiş, yan tarafına büyükçe bir gardrop konmuştu. Bu çok mantıklı olmuş, diye düşündü. Yazın, on gün bavulda tutmak zorunda kalmıştı eşyalarını.

Daha fazla oyalanmandan şarapları buzdolabına koydu. Üzerindeki deri ceketi çıkardı. Mutfak dolabında kadehleri buldu. Masaya çıkardı. Kuruyemişleri tabağa yerleştirdi. Oynadığı ev sahibi rolüne güldü. Yapacak başka bir şey kalmayınca yatağa uzanıp sosyal medyada oyalandı.

Tuncay alttaki evden çıkmadan önce mesaj attı, “Geliyoruz uygunsan” diye. Yazın da böyle yapardı, Baran’la yalnız olduklarından uygunsuz bir anda gelmemek için önden mesajla bildirirdi geliyor oluşunu. Burada Baransız olduğunu bu mesajla daha fazla hissetti. Hata mı yapmıştı acaba? Tam toparlamışken Baran’la on gün kaldığı bu eve geri gelmekle yarayı bir kez daha mı kanatacaktı? Saçmalama, diye sinirlendi kendine.

Kısa süre sonra kapı tıklatıldı ve Tuncay’la İbrahim girdiler içeri.

“Eee Güven nerede?” diye sordu Pamir.

“Biraz yorgun o. Bu gece affını istedi.”

“Hımm peki. Şarabı açıyorum. İçiyoruz, değil mi?”

“Aç bakalım.”

Tuncay’la İbrahim dikdörtgen masanın geniş tarafında karşılıklı oturdular. Pamir şarapları servis edip masanın dar tarafında başa oturdu. Bir süre öyle havadan sudan, projeden bahsettiler. Sonunda Pamir;

“Oğlum sorsana” dedi gülerek.

Tuncay da gülerek karşılık verdikten sonra sordu; “Baran nerede?”

“Bilmiyor musun?” diye başka bir soruyla cevapladı onu Pamir.

“Yoo bilmiyorum. Uzun zamandır konuşamadık. Ayrıldınız mı?”

“Bir ay oldu.”

“Hımmm. Neden peki?”

Anlattı Pamir.

Son dönem Baran’ın iletişiminin sertleştiğini, şiirlerin yerini eleştirilerin aldığını, tartışmalardan sonra kendisinin düştüğü derin mutsuzlukları, bunların sonunda ayrılmayı düşündüğünü fakat o an geldiğinde yapamadığını, o noktada konuşmanın kontrolünü Baran’ın aldığını ve iş anlaşması fes eder gibi ilişkilerini bitirdiğini anlattı. İbrahim ve Tuncay ofsayta düşmemek için oldukça dikkatli yorum yapıyorlardı. Ne de olsa topun ucundaki kendi arkadaşlarıydı.

Söylenecek pek de bir şey yoktur zaten böyle durumlarda. Yapmanız gereken sadece dinlemektir. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar konuştular. Hepsi yorgun düştüğünde İbrahim ve Tuncay gitmek üzere kalktılar. Evden çıkarken Tuncay “Kapıyı kilitlemeyi unutma” dedi.

O bunu söyleyene kadar böyle bir endişesi olmamışken, birden bire dağın başında bir evde yalnız olduğunu fark etti Pamir. Pek korkuları olmayan bir kadındı ama ufak da olsa bir tedirginlik gelmişti şimdi üzerine. Kapıyı kilitlemek için anahtarı çevirdi. Haydaaa, kilitlenmiyordu, dil dönmüyordu bir türlü yuvasında. Kapının tahta çerçevesine tam oturmamış olabileceğini düşündü, iyice ittirdi kapıyı, kapanmış görünüyordu. Ama kilit dönmüyordu işte. Birkaç kere daha denedi ama yok olmuyordu.

“Ehh dağın başında kim gelecek buraya? En fazla domuz, ayı gelir. İnsan olacağını sanmıyorum etrafta” diye düşündü. Gene de kendi çapında ufak bir önlem almaya karar verdi. Yere yatırdığı bavulunu kapatıp kaldırdı, kapının önüne dayadı. Kapı diğer taraftan açılmaya çalışılırsa bavulun yere düşme olasılığına güvendi. Bu sese uyanırdı her halde. Son aramada Tuncay’ın olduğundan emin olduktan sonra telefonunu yastığının yanına koydu. Bir ses duyarsa anında Tuncay’ı arayacaktı. Onun da arazinin en altından yanına gelmesi en iyi ihtimalle beş dakika sürerdi ya neyse. Şarabın ve yorgunluğun etkisiyle daha fazla endişelenemeden uyudu.
 
 

13 Ocak 2021, Çarşamba

Sabah uyandığında bir kez daha nerede olduğunu anlamak için birkaç saniye geçmesini bekledi. Ahh tamam Kaş’ta dağın başındaydı. Güldü. Yatağının karşısındaki camdan dışarı, çam ormanına baktı. Sedir ağaçları ve kızılçamlar gökyüzüne doğru yükseliyordu. Etrafta doğanın kendi seslerinden başka bir seda yoktu. Güneş, mavi bir gökyüzünde parıltılar saçarken ışınları yorganının üzerine kadar düşüyordu.

Dün buraya gelmekle hata yapmış olabileceğinden endişe etmişti fakat şimdi doğru karar verdiğini düşünüyordu. Yattığı yerde son bir ayın analizini yaparken yaşadıklarının iyileşme sürecinin birer basamağı olduğuna karar verdi.

İlk önce en yakın arkadaşının evinde acının dibine kadar inmişti. Biten bir ilişkinin yası ne kadar tutulmalıysa o kadar kedere boğmuştu kendini. Bir damla daha gözyaşı kalmayana kadar ağlamış, hüznün bedenine nüfus etmesine izin vermişti. Hiçbir acıyı derinlere gömmemiş, hepsiyle yüzleşmişti.

Ardından Baran’ın bedenindeki hakimiyetinden kurtulma zamanı gelmişti. Bunu da gece barda tanıştığı bir adamla değil, onu asla yargılamayacak, dostluğu ve sevgisiyle bedenini kutsayacak, güvendiği bir adamın kollarında yaşamıştı. Bunu yaparken Kuzey’le olan kırgınlıkları da tamir etmiş, ilişkilerini yeni bir zemin üzerinde, daha sağlam konumlandırmıştı.

Son olarak da medeniyetle arasında kilometreler olan bir dağa gelmişti. Keşişler de böyle yapmaz mıydı? Arınmak için zirveye çıkmazlar mıydı?

Kendinden memnun yatakta gülümseyerek gerindi. Giyinmek üzere kalkacağı sırada gelen mesaj bildirimiyle telefonuna yöneldi. Tuncay kahvaltıya beklediklerini yazmıştı. “Geliyorum hemen” diye cevap verdi.

Banyoya geçip elini yüzünü yıkadı. Geceki haline gülerek bavulu kapının önünden çekti. İçinden bir tayt, bir tişört, spor ayakkabılarını, bir de polar mont çıkardı. Hızlıca bunları üzerine giydi.

Anahtarla, kapıyı kitlemekle falan uğraşmadı fakat şöyle bir kapıyı inceledi. Evet gece kapıyı çerçevesine oturttuğunu sanmıştı sadece, oysa becerememişti, bu yüzden dönmüyordu kilit yuvasında. “Ehh o kadar şaraba normal” diye düşündü, kapıyı kapattı.

Aşağı inen yol düzeltilmiş, kenarlara dizilen taşlarla patika ortaya çıkartılmıştı.

Ne hoş olmuş diye düşünerek inmeye devam etti. Uzaktan bungalovlardan bir ikisini gördü. Sadece birkaç ay içinde çok yol almıştı Tuncay.

Sonunda alttaki eve ulaştı. Güven, İbrahim, Tuncay masanın başındaydılar. Ekmekler kızartılmış, çay demlenmiş, omlet yapılmış, dağ köylerinden aldıkları peynir tabağa konmuş, domates ve zeytinler, zeytinyağı ve kekikle soslanmıştı.

Mutfakta harikalar yaratan erkekler çok yaşasındı. “Günaydın. Rahat uyundun mu?”lardan sonra yemeye başladılar. Karınları biraz doyduğunda keyifle çaylarını yudumlarlarken sohbet yeniden başladı. Pamir gece kapının kilidiyle ilgili yaşadıklarını anlattı, güldüler.

“Ya aslında hiçbir şey olmaz elbette burada. Ben rahat et, aklın kalmasın diye kilitle demiştim. Keşke demeseydim, boşuna gerilmişsin.”

“Yaa evet o kadar gerildim ki beş dakika sonra horul horul uyuyordum” deyip güldü Pamir. Ardından ciddileşti. “Dün gece fazla kafanızı ütülediysem özür dilerim” dedi.

“Saçmalama, ütülemek falan söz konusu değil. Ayrıca yazın da ben aynı durumdaydım hatırlarsan, o zaman da sabaha kadar böyle dertleşiyorduk. Sorun yok yani. Sıkma kendini” deyince Tuncay, minnetle gülümsedi Pamir.

“Bir de ne diye bugün gitmek istiyorsun ki? Bir gece daha kal en azından.”

“Ya, yük olmayayım size.”

“Delirme kızım, ne yükü. Bize de iyi geldi varlığın, değişiklik oldu işte.”

Sonunda bir gece daha kalmasına karar verildi. Kahvaltıdan kalktıktan sonra Tuncay projedeki gelişmeleri göstermek için arazide gezdirdi Pamir’i. Birkaç ay önce “Burada mutfak olacak” dediği yerde büyükçe bir verandası olan bir restoran yükseliyordu. “Burayı rekreasyon alanı olarak düşündüm” diye belirlediği alanda zemin düzeltilmiş ve ahşapla kaplanmıştı. Amfi şeklinde yükselecek oturma alanı için basamak şeklinde arkadaki yükselti düzenlenmişti. Bungalovlar için gösterdiği bölgelerde ise iki tane ahşap, üçgen formda; iki de demir ve camdan dikdörtgen formda dört bungalov yükseliyordu. Dördünün de önünde kendi verandaları vardı.

“Bak buranın ilk müşterisi ben olacağım. Söz vermiştin” dedi Pamir.

“Unutmadım canım. Açılalım, söz ilk bungalov senin.”

Araziyi dolaşarak yeniden üst kattaki evin oraya geldiler.

“Dinlen biraz, sonra istersen Kaş’a ineriz.”

“Yok canım, hiç istemiyorum insan içine girmeyi. Burada keyfim yerinde. Biraz çalışmam lazım ama.”

“Tamam o zaman. Keyfine bak. Akşam yemekte gene benim evde buluşuruz.”

Pamir dışarda biraz daha dolandıktan sonra içeri geçti. Bilgisayarını pencereden dışarısını görebileceği şekilde masaya koydu. Çalışmaya başladı. İstanbul’un tarihi semtleri üzerine araştırmaya devam etti. En popüler tarihi semtler Balat, Sirkeci, Galata, Kuzguncuk ve Samatya’ydı. Oysa o bundan daha derin bir bilgi istiyordu. Her halükârda bu semtler popüleritesini bugün yeniden yakalamıştı. Pelin’den dinlediği kadarıyla onun istediği bu değildi; o çürümenin, yok olmanın, kaybolman tarihini anlatmak istiyordu.

Bu noktada Pamir kendi aile tarihinden bir semt önermişti Pelin’e. Annesinin çocukluğunun geçtiği Soğanağa Mabeyinci Yokuşu’nu. O yıllarda vali konağı, Nişantaşı’nda değil Beyazıt’ta Mabeyinci Yokuşu’ndaydı. Annesinin çocukluğu da konağın hemen yanındaki üç katlı ahşap evde geçmişti.

İstanbul hanımlarının ve beylerinin sokağa çok şık çıktığı yıllarda hayal etti bu yokuşu. Sonrasında zevk yoksunu müteahhitler tarafından bu ahşap binalar satın alınmış, yerlerine oldukça çirkin apartmanlar dikilmiş, zaman içinde de yokuş eski değerini kaybetmişti.

Dedesi ve anneannesi evlerinin yerine inşaa edilen apartmandaki dairelerinde Pamir’in ilk çocukluk yıllarına kadar oturmuş, ardından semtin bozulması durdurulamaz noktaya gelince onlar da terk etmişlerdi Mabeyinci Yokuşu’nu.

Dört beş yaşlarındayken dedesinin onu elinden tutup yokuş aşağı yürüyerek Kumkapı’ya yakın bir noktada parka götürüşlerini hatırlıyordu Pamir. Dedesi takım elbisesi, bastonu ve şapkasıyla herkesten daima çok daha şıktı. Bazen kendi için de böyle hissettiğinde “Yapacak bir şey yok, dedeme benzemişim, her zaman ortamın gereğinden bir tık fazla…” deyip gülüyordu. Ne çok severdi dedesini…

Bak gene anılara dalmıştı. Internet’te Mabeyinci Yokuşu’nun eski fotoğraflarını aradı. Hiçbir şey bulamadı. Vali konağının bir zamanlar orada olduğuna dair bir bilgiye bile ulaşamadı.

Annesini aradı. Acaba yanlış mı hatırlıyordu?

“Anne sizin Beyazıt’taki evin yanında değil miydi vali konağı?” diye sordu.

“Evet canım öyleydi.”

“Eminsin, değil mi?”

“Kızım bunda emin olmayacağım ne var? Çocukluğum geçti o evde. Yokuş resmi plakalı siyah araçlarla dolar taşardı her gün” dedikten sonra o da kendi anılarına daldı ve oradan çıkardıkları üzerine konuştular bir süre.

Hatıralar, özellikle anneannesi ve dedesinin anısı… Onların kaybı hâlâ yaralıyordu Pamir’i. Ne çok emekleri vardı üzerinde ikisinin de.

Anılardan sıyrıldıklarında annesi Pamir’in bunları ne için sorup durduğunu merak etti. İstanbul’la ilgili bir yazı dizisi için çekim yapacağını anlattı Pamir. “İlginçmiş. Bir ara uğra bana, Pelin’i de getir, size birkaç semt daha önerebilirim” dedi.

“Tamam Jale Sultan, geliriz elbette” diye söz verdikten sonra kapattılar telefonu.

Anıları tazelemek iyi güzeldi de nereden bulacaktı yokuşun eski fotoğraflarını. Internet’ten olmadığı kesindi. Beyazıt’taki tarihi kütüphaneyi deneyebilirdi. Notlarını tuttuğu dosyaya bunu da ekledi; “Kütüphaneye git.”

Birkaç saat daha çalıştıktan sonra yemek vaktinde yeniden Tuncay’ın evine indi. Bol oksijen acıktırıyordu insanı. Aşçının da eli lezzetli olunca her yemek şölene dönüyordu burada. Kısa sürede tabağındaki her şeyi silip süpürmüştü.

Biten yemeğin ardından Tuncay; “Sabah atölyeyi göstermeyi unuttum sana. Bu projeyi yönetmeyi en çok da bu sebeple kabul ettim biliyorsun. Her şeyden ve herkesten uzakta heykellerimi yapabilmek için. Aşağı inerken solda gördüğün kulübe atölyem. Ortasında da döküm bir soba var. Sen seversin odun ateşini. İstersen bu gece orada içelim şaraplarımızı.”

“Ahh harika, evet öyle yapalım.”

“Tamam siz geçin, Güven ve İbrahim’le atölyeye. Ben de ortalığı toparlayıp geleceğim yanınıza.”

Evin biraz üst tarafında kalıyordu atölye. Ahşap kulübenin iki duvarına üzerinde aletlerin dizili olduğu raflar çakılmıştı. Bir duvar ise tamamen camdı. Büyükçe bir masif masa cam duvara bakacak şekilde yerleştirilmişti. Diğer bir köşe de Tuncay’ın bahsettiği döküm soba duruyordu.

İbrahim önce sobayı yaktı, ardından da şarabı kadehlere döktü.

Kısa süre sonra Tuncay beraberinde -biri kendinin, diğeri İbrahim’in- iki köpekle içeri girdi. Pamir bu harika hayvanları sevdi bir süre. Onlarla oynarken telefonuna gelen mesajın bildirim sesini duydu. Kuzey’dendi mesaj. Şaşırdı. Hiç beklemiyordu yazmasını. Pek onluk bir durum değildi iletişimi devam ettirmek.
 

“Tatlım? Nasılsın? Neredesin?”

 
Dağın başında üç adamla kalmamdan endişe etti herhalde, diye düşündü. Güvende olduğunu söyleyince rahatlardı. Hızlıca bir cevap yazdı, her şeyin yolunda olduğuna dair. Yarın dönüşe geçeceğini de ekleyip “Sen nasılsın?” diye bitirdi mesajı. Cevap vereceğini pek sanmıyordu ya, gene de sormuştu, nasılsın, diye. Yazışmanın tam ortasında buharlaşabilmek gibi bir beceresi vardı Kuzey’in. Gene böyle olacağını düşünerek telefonu masaya bıraktı ve gece boyunca da bir daha eline almadı.

Birkaç dakika sonra Kuzey oldukça detaylı bir cevap yazdı fakat çalan müziğin sesinden gelen bildirimi duymadı Pamir.

Hararetli bir sohbete dalmışlardı. Bu gece konu Baran değildi artık. (En azından gecenin başında.) Edebiyat, müzik, resim, fotoğraf, heykel, kısacası sanattı konuştukları.

Güven müzisyendi, İbrahim yazar, Tuncay heykeltıraş. Böyle bir grup bir araya gelince konuşulacaklar elbette bitmiyordu. Konular da bitmiyordu, şarap da. Pamir saatin ne kadar geç olduğunu fark ettiğinde oldukça şaşırdı. Tuncay gülerek “Bence yarın da yola çıkamazsın sen” dedi. İstanbul en az 9-10 saatlik yol demekti. Uykusuzluk ve bunca şarabın arkasından nasıl bu kadar uzun süre araba kullanacağını düşündü. Gerçekten de bir gece daha kalması gerekecekti. Yapacak bir şey yoktu. Sohbet çok keyifliydi.

Saatlerce konuştular. En sonunda Tuncay ve İbrahim daha fazla dayanamayacaklarına karar verip evlerine geçtiler.

Üçü de Baran’ın arkadaşıysa da Güven’in yerinin ayrı olduğunu biliyordu Pamir. İkisi baş başa kaldığında konu bir şekilde Baran’a geldi. Baran’dan da Kuzey’e. Ve ne olduğunu anlayamadan ağlamaya başladı Pamir.

Sabah kendi kendine yaptığı motivasyon konuşmalarına, tüm adımlarını haklı çıkartma çabalarına ne olmuştu?

Hepsi yerle birdi. Baran ayrılığını hâlâ kabul edemiyordu, üzerine yıllardır sürüncemede sürüp gitmiş ilişkisine dönmüş ve yatmıştı Kuzey’le. Kendini daha ne kadar duygusal olarak parçalayabilirdi acaba?

Ağladıkça kendine sinirlendi. Ne diye ağlıyordu, ondan da emin değildi ya.

Güven, Pamir’in içinde kalanlar aktığı sürece şefkatle yüzüne bakmaktan başka bir şey yapmadı. “Geçecek, biliyorsun değil mi?” dedi sonunda.

“Biliyorum, biliyorum. Çok özür dilerim, ne oldu birden bire anlayamadım. Fazla yoğun her şey sanırım. Bir duygudan diğerine savruluyorum. Durmam, sakinleşmem lazım. Ama duramıyorum. Sinirliyim.”

“Hepsi çok normal. Yargılama, kimsenin yargılamasına da izin verme. Duygularını uç noktada yaşayan bir kadınsın. Bu çoğu zaman yıpratıyor olsa da bir yandan da besliyor seni. Kendini kabul et. Unutma ki her deri değiştirdiğimizde çıngırağımıza yeni bir halka ekleniyor. Ve bu halkaların sesidir düşmana korku veren.”5

“Nietzsche severdi bu yorumunu”6 deyip gülümsedi Pamir. “Yani artık daha güçlüyüm, öyle mi diyorsun? Kuyruğumda beni daha korkutucu gösterecek, daha çok ses çıkaracak yeni bir halkam var, yaşasın” deyip güldü göz yaşları arasından.

“Evet canım, aynen öyle. Attığın deriye değil, çıngırağındaki yeni halkaya odaklan. Zafer nişanın o senin.”

Güneşin ilk ışıkları belirmeye başlamıştı gökyüzünde. Sonunda Güven ve Pamir de evlerine geçtiler. Odaya geldiğinde zar zor üzerindekileri çıkarttı, kendini yatağa attı. Gözleri kapanmadan önce telefonundan saatin kaç olduğuna baktı. Saatten önce Kuzey’in mesajının bildirimini gördü. Şaşırdı. Genel olarak o gece nerede ve ne yapıyor olduğunu anlatmıştı.

Sarhoşken insanın elinden telefonunu alacak dostları olmalıydı bir kadının. Gel gör ki Pamir ıssızlığın ortasında tek başınaydı.

Cevap yazdı:

Pişttt “Onca tutkudan sonra tek bir mesaj bile atmıyorsun” dedim diye mi bu ilgi 😉 Oysa sen beni gayet eğittin ne beklemem ne beklememem konusunda 🙃

 
Böyle başladı ve satırlarca yazdı. İki gündür orada ne yaptığını, bu gece ne kadar içtiklerini, bir kez daha ağlamasını, yarın yola çıkamayacağını, bir gece daha burada kalacağını, her şeyi ama her şeyi anlattı.

Ve son cümle olarak da şunu yazdı:
 

Seni özledim. Bunu söylemek serbest mi 🤔

 
Mesajı yolladı ve uyudu.
 
 

14 Ocak 2021, Perşembe

Artık adet haline gelen migren ağrısı ile birkaç saatlik uykunun ardından gözlerini açtı. Yataktan sürünerek kalktı. Bir bardak su koyup bol suyla önce ilacını içti. Dün gece yatmadan önce yolladığı mesajın anısı belleğinde belirdi ardından. Kafasını duvara vurmak istiyordu. Kuzey’den mesaj var mı diye telefonunu eline aldı.

Vardı.
 

Bugün yola çıkmayacaksan buraya gelsene. Bir gece burada kalıp öyle devam edersin İstanbul’a. Yolunun üzeri zaten 🤗 Ve evet, her şey serbest 😘😍

 
Öyle boş boş ekrana baktı bir süre. Ne yapmalıydı? Bir gece diye gelmişti Kaş’a. İki gece kalmıştı zaten. En geç cuma akşamı, hafta sonu karantinası başlamadan dönmeliydi İstanbul’a. Çok uzamıştı bu kaçış.

Kuzey?

Karar veremiyordu.

Sonunda şu satırları yazdı:
 

Uyandım :)) Öğlene kadar uyurum sanıyordum oysa.

Biraz kendime geleyim yeniden yazarım sana canım. Zaten gelebilecek gücü toplasam da gene de akşamı bulur Fethiye’de olmam 😘

 
Beş dakika içinde cevap gelmişti Kuzey’den.
 

Lütfen gel 😍 Akşama kadar çalışmam lazım zaten. Tam denk gelir burada olman 🤗😘😘

 
Gene öylece baktı mesaja. Ne yapacaktı? Biraz düşünmek istedi. Duşa girse iyi olcaktı.

Duştan sonra Tuncay’ı aradı. Onlar da yeni uyanıyorlardı.

“Canım benim, burada kalmaya devam edersem, bu gece de dün gece gibi olacak ve sanırım ben buradan gitmeyi başaramayacağım” deyip güldü.

“Nasıl gideceksin onca yolu?” diye endişeyle sordu Tuncay.

“Önce yeniden Fethiye’ye gideceğim. Orada kalacağım bu gece, yarın döneceğim İstanbul’a” dedi.

Güldü Tuncay ve “Anlaşıldı Pamir Hanım” dedi muzip muzip. “Hazır olduğunda haber ver, gelip seni arabana kadar götürelim.”

Telefonu kapattıktan sonra Kuzey’e mesaj attı; “Geliyorum.”

İki gün önce veda ettiği Fethiye ile anlaşılan vedalaşma vakti henüz gelmemişti.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 

Didem Çelebi Özkan

 
 

Notlar & Açıklamalar:

 
* Bu bölüm için seçtiğim parça 👉🏻 Hey Yıllar, Leman Sam
 
 
1 Aralarında sevgililik bağı olmayıp sadece cinsel ilişki olan iki arkadaş.    ⇡⇡⇡

2 Ama bağlılık yok.    ⇡⇡⇡

3 HES (Hayat Eve Sığar) Kodu, Kontrollü Sosyal Hayat kapsamında, ulaşım ya da ziyaret gibi işlemlerinizde kurumlarla ve kişilerle, Covid-19 hastalığı açısından herhangi bir risk taşıyıp taşımadığınızı güvenli şekilde paylaşmanıza yarayan bir koddur.    ⇡⇡⇡

4 Kadın düşmanlığı (mizojini), kadınlara karşı duyulan soğukluk, antipati veya abartılı düşmanlıktır. İngilizcedeki “misogyny” terimi Yunancadaki kadın (gyne) ve nefret etmek (misein) kelimelerinden türetilmiştir. – Vikipedi    ⇡⇡⇡

5 Çıngıraklı yılanlara bir gönderme. Çıngıraklı yılanlar, derilerini her değiştirdiğinde derinin geri kalanından farklı olarak, çıngırağın en sonunu kaplayan bölüm düşmez. Zamanla keratinleşir ve kuyrukta pul ya da halka denilen küçük yapıları oluşturur. Bu halkalar yılan sinirlendiğinde ya da ava hazırlandığında birbirine dokunarak çıngırak sesi çıkarır. – KQED ve BilgiHanem web sitelerinden daha detaylı bilgi alabilirsiniz.    ⇡⇡⇡

6 Nietzsche’nin “Öldürmeyen acı güçlendirir” sözüne atıf.    ⇡⇡⇡
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

12 YORUMLAR

  • Yanıtla Metin Çoban 19 Mart 2021 at 12:38

    Fethiye Erasta Avm, Starbucks ‘ın dışarıda olmasını çok seviyorum. Kuaförleri hakkında bilgim yok. Üst katta sinema var, arada sırada giderim.
     
    Bir de Beyazıt Soğanağa ve Beyazıt Kütüphanesi, gençliğimin geçtiği sokaklar ve yerler.
     
    Bu Pamir’in yolu mutlaka bana düşecek!! 😂
     
    Güzel bir geçiş bölümü olmuş, hikayenin dinlenmesi lazımdı. Bir sonraki bölümde atraksiyon bekliyoruz Didem.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 19 Mart 2021 at 12:44

      Kahkaha attım; “Bu Pamir’in yolu mutlaka bana düşecek!! 😂” yorumunuza.
       
      Son paragraftaki analizinizi ise çok sevdim. Çoook teşekkür ederim 🤗

  • Yanıtla Pınar Sude Genç 19 Mart 2021 at 18:09

    Nedendir bilmem, bu bölüm bana Geceler Şimdi şarkısının melodisini hatırlattı. Hatta bölümü bitirdikten sonra defalarca dinledim şarkıyı.
     
    Pamir’in hikayesi nasıl bitecek gerçekten merak ediyorum, takipteyim :))

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 19 Mart 2021 at 20:31

      Çok mutlu oldum güzelliğim ilgiyle takip ettiğini okuyunca. Yorum yazdığın için de ayrıca teşekkür ederim. Bir tanesin 🙏🏻❤️😘😘😘

  • Yanıtla Demet Uncu 19 Mart 2021 at 20:49

    Didemciğim o kadar akıcı ve samimi bir dille yazıyorsun ki karakterlerinin yanında gibi hissediyorum kendimi. Mangal konusunda verdigin detaylar çok tanıdık geldi. Ve evet, bence de mutfak konusunda iyi olan erkekler yaşasın! Ama her zaman degil 😉
     
    Yılan ve çıngırağına eklenen halka benzetmesine ise bayıldım ve üzerinde düşeneceğime emim olabilirsin canım 😍
     
    Çok çok beğendim.
    Devam yazmaya…
    Tebrikler canım 😘😘

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 19 Mart 2021 at 21:03

      Elbette bir felsefeci olarak Nietzsche ve yılan çıngırağı alegorisi hoşuna gidecekti 😉😁😁😁
       
      Çok mutlu oldum canım beğenmene. Bakalım Pamir’i ne maceralara savuracağım ilerki bölümlerde. Tam olarak nasıl devam ettireceğime karar veremiyorum. Yetti kadının cefası, bir mutlu olsun mu desem yoksa yeni bir maceraya mı sürüklesem karar veremiyorum 🤔 Bakacağız artık, yazdıkça şekilleniyor 🙃🙃🙃
       
      Seni kocaman öpüyorum 🤗😘😘

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 20 Mart 2021 at 12:44

    Bence Pamir, doyumsuz, kararsız ve biraz da maceraperest. Hayatla, daha doğrusu yaşamla yüzleşemiyor. Hayat hiç de öyle, her gün bahar havasında yaşanmıyor. En güzel günlerini yaşadığın yerde dahi, sürekli yaşadığında, karşılaşman gereken gerçekler daima olacaktır, en mutlu olduğun zamanlarda bile. Pamir de böyle düşünse iyi olur.
     
    Pek de cefa çeker gibi görünmüyor ayrıca.
     
    Merakla bekliyorum.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 20 Mart 2021 at 13:06

      :))) Cefa çekmeyi reddettiğine katılıyorum Nimet Hanımcım. Fakat yaşamla yüzleşemediği fikrinize pek katılmıyorum. Tersine oldukça realist olduğunu düşünüyorum. Yaşananları allayıp pullamıyor, yaptıklarını birçok kadının/erkeğin yaptığı gibi duygusal bahanelerle romantikleştirip haklılaştırma çabasına girmiyor. Kendine ve etrafındaki herkes çok net bakabildiğini düşünüyorum. Kimseye de kendisini yargılama hakkı vermiyor.
       
      Açıkçası bu konuda ben de böyle düşünüyorum. İnsanların yaşamlarını idealleştirerek yaşadıklarıyla yüzleşemediği kanısındayım. Defalarca aldatılmış evli bir kadın, durumun farkında olmadığı gibi kocasının sadakati üzerine Kuran’a el basacak bir yanılsama içinde olabiliyor. Ona sorarsanız dünyanın en harika evliliğini yaşıyor 😉 Gerçekler ise bambaşka.
       
      Doyumsuzluğu konusuna gelirsek; henüz yeni başlıyoruz Nimet Hanımcım. Ama şunu sormadan da edemeyeceğim: Terk edilen bir erkek olsaydı ve eski sevgilisinin yanında teselli bulmaya gitseydi, onu da “doyumsuz” olarak yargılar mıydık 😉
       
      Dediğim gibi Pamir daha yeni başlıyor. İlerki bölümlerde birçok okuru sanırım daha da zorlayacağım 😁
       
      Kucak dolusu sevgiler 🤗❤️

      • Yanıtla Nimet Canbayraktar 21 Mart 2021 at 12:40

        Yanlış ifade ettim galiba. Doyumsuz derken, o kadar takık ki Baran’a ve yaşadıklarına, içinde bulunduğu güzellikleri, dost ve arkadaşları ile geçirdiği saatleri ve hatta Kuzey’le yaşadıklarını, adeta normalleştirip hazzını hissedemediğini kastetmiş, yaşadıklarının zevkini tadabilmesini vurgulamak istemiştim. Umarım Pamir’ı kızdırmamışımdır. Ama dediğim gibi, macerayı seviyor ve anı yaşıyor. Zaten güzel olan … rağmen tadını çıkarabilmek hayatın.
         
        Bekleyelim ve görelim.
         
        Sevgilerimle.

        • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 21 Mart 2021 at 12:44

          Estağfurullah Nimet Hanımcım, kızmak asla söz konusu olamaz. Öpüyormuş sizi 😉😁😘

  • Yanıtla Atakan Balcı 21 Mart 2021 at 09:59

    Çok kafası karışmış, çok acı çekip dahasını da istemeden de olsa çektirebilecek adımlar attırıyor içindeki dağınıklık, fırtınalar Pamir’e; öyle geldi bana. Bakalım nasıl sürecek, ellerine, esinine sağlık canım!…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 21 Mart 2021 at 10:07

      Canım benim ne güzel bir yorum 🤩 Pamir için yazdıklarının oldukça iyi bir gözlem olduğunu düşünüyorum.
       
      Buraya kadar olanlar daha başlangıç; iki şekilde ilerletebilirim öyküyü, ya bi’ sakinleştirebilirim Pamir’i ya da daha fevri adımlar attırabilirim. Karar veremiyorum. Fakat içimdeki çılgın, ikinciden yana 😝 Bakalım, yedinci bölümü yazmaya başladığımda nasıl akacak 😁
       
      Sevgiler canım 🤗

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan