Asmanın Altındaki Seki

Hazırlop

25 Ocak 2024

Öykü: Hazırlop | Yazan: Bihter Aslan

– 1 –

Rahat edeyim diye oturttukları bir tekerlekli sandalye ile üçüncü kattaki odama yanımda Leyla, eşi Sercan ve canım torunum Tolga ile birlikte çıkıyoruz. Uzadıkça uzayan koridor, bu mesafe boyunca tepemizde pır pır yanıp sönen aydınlatmalar canımı sıkıyor. Sandalyemi itekleyen hizmetli ne düşündüğümü anlamış olacak ki “Merak etme teyzecim, hemen koridorun sonunda sağdaki dördüncü oda seninki” diyiveriyor. Başımı sallayıp söylediklerini anladığımı belli ediyorum.

Tolga elimi kavrıyor hemen; ben de gözlerini buluveriyorum o dakika. Bu sessiz, kötü ışıklandırılmış koridorda gözlerini görmek o kadar iyi geliyor ki bana. Sıkıca tuttuğu elimi bırakıp bizden birkaç adım önce hizmetlinin az önce tarif ettiği odanın kapısının önünde bitiveriyor. Yavaşça kapıyı açıyor, yağlanmaya ihtiyacı olduğunu belli eden menteşelerin dili çözülüyor. “Anneanne odan harika; manzarana bayıldım” diyor en şarkılı sesiyle Tolga. Onun ardı sıra biz de giriyoruz odaya.

Ne var ne yok hızlıca tarıyorum her yeri gözümle. Yeni cilalandığı belli olan bir şifonyer, aynalı bir tuvalet masası, tek kişilik bir yatak, küçük bir televizyon ve buzdolabı, iki kapaklı bir gardırop ve tik taklarını şimdiden sevdiğim bir duvar saatiyle bana bakan bu kalabalık yalnızlığa gülümsüyorum.

Bir yandan da Leyla’ya bakıyorum ne düşünüyor, ne hissediyor merak ediyorum. Buraya gelene kadar yol boyunca konuştu. Her soluklandığında da “Baştan söyleyeyim anne, içime sinmezse seni bırakmam oralarda” cümlesini tekrar etti durdu. Şimdi benim etrafı inceler her tavrımdan mana çıkarmaya çalıştığına eminim. Hiç eline koz verir miyim? En kendimden emin tavrımla “Ben burayı pek sevdim” diyiveriyorum.

Leyla duyduklarından emin olmak istiyor hemen.

– Emin misin anne?
– Bizimle yaşamanın neyi vardı?
– Bu kadar mı memnun edemedik seni?
– Bu yaşında, burada seni yalnız başına nasıl bırakalım?
– Acaba bu oda iyi ısınıyor mu?
– Burada yaşayanlarla arkadaş olabilecek misin?

Baktım ki Leyla arkasına soru işareti koyduğu her cümleyi dillendirecek elini avucumun içine alıp onu sakinleştirmeye çalışıyorum.

– Endişe etmeyi bırak, her şey olması gerektiği gibi oluyor kızım. Şimdi sakinleş ve yeni odama yerleşmeme yardım et, diyip valizimi açmaya başlıyorum.

Dilin söylediği ile kalptekinin ağırlığını hangi hassas terazi tartar bilinmez ama söylediklerim işe yarıyor.

Leyla valizdeki eşyalarımı uygun yerlere yerleştirip beni hepsinden tek tek haberdar ediyor: “Gece uyumakta zorlanırsın diye lavanta keseleri almıştım sana. Şifonyerin üst çekmecesine koyuyorum. Yazın Çanakkale’den hususi aldırdığın sabunları banyodaki pencerenin önüne dizdim. Görürsün de zaten. Çoraplarını iç çamaşırlarının arkasına koydum, daha kalın olanları alt çekmeceye yerleştirdim. Arama diye böyle detaylı anlatıyorum”.

“Tamam, kızım; gerisini ben hallederim” diyorum ama devam ediyor: “Şu petekleri bir kontrol mü etsek, pencerelerin arasından hava mı giriyor, bana mı öyle geldi?”

Sorular iyice kontrolden çıktığından “Hadi artık geç oldu, siz akşam trafiğine kalmadan yavaştan gidin; gerisini ben hallederim” diyorum. Leyla ne demek istediğimi bu sefer anlıyor, onlara pencereden el sallıyorum. Bana çalındığını bildiğim korna ile onlarla vedalaşıyor, yeniden üç kişilik bir aile olmalarına seviniyorum.

– 2 –

Evliyi evine, köylüyü köyüne gönderdikten sonra acıktığımı fark ediyorum. Tik taklarını sevdiğim yeni eşlikçim yemek saatimin yaklaştığını söylüyor. Her gün aynı saatte düzenli olarak aldığım ilaçlarımı da yanıma alıp üst katı keşfe çıkıyorum; asansörün yerini öğrendiğime göre yemekhaneye kendi başıma gidebilirim diye düşünüyor, elimle koymuş gibi buluyorum.

Bu kadar harika bir manzarasının olduğunu tahmin etmediğim yemekhanenin boş olan bir masasına yerleşiyorum. O gün benim için hazırlanmış menü neyse önüme servis edilmesini bekliyorum. Az sonra masama zeytinyağlı enginar, bulgur pilavı, bir kâse yoğurt, salata, bir parça haşlanmış kırmızı et ve tatlı olarak da fırın sütlaç servis ediliyor. Çok acıkmış olduğumu fark edip başlıyorum yemeye. Yemeklerin tadından tuzundan yemekleri hazırlayanların perhizimden haberdar olduklarını hemen anlıyorum. Buna rağmen lezzetine bayıldığım enginardan bir porsiyon daha rica ediyorum.

Enginarımı beklerken bir kadının gülümseyerek, sanki daha önceden tanışıyormuşçasına heyecanla bana doğru yaklaştığını fark ediyorum ve birkaç adım sonra tam olarak karşımda duruyor:

– Komşum, bana haber vermeden yemeğe gelmişsin, ben Nevra. Böyle şeylere çok gönül koyduğumu zamanla anlarsın nasılsa. Bir de burada yemekler hangi öğün olursa olsun tek başına yenmez unutma.

Nevra konuşurken onu oracıkta o tatlı, samimi haliyle birkaç dakikadır zaten seviyor olduğumu anlayıp buna şaşırıyorum.

Bana bu sıcak hoş geldini yaptıktan sonra Nevra’nın yemeği de benim olduğum masaya servis ediliyor. Başlıyor keyifli bir sohbet. Nevra emekli bir öğretmen olduğundan, kısaca buraya yerleşme hikâyesinden, burada çok severek evlendiği yine burada vefat eden eşinden bahsediyor. Benim dinlerken ara ara hüzünlendiğim hikâyenin herhangi bir yerinde asla hüzünlenmeden gayet mütebessim şekilde koyuyor son noktayı son heceye.

Yemeğimizin ardından “Kahveyi sohbet salonunda içelim, arkadaşlarla da hemen tanış istiyorum” diyor Nevra. Hiç itiraz etmiyorum. Onu takip ederken içimde uzun zamandır kalabalığa karışmadığımdan mütevellit bir heyecan peyda olduğunu fark ediyorum. Sohbet salonu kadife mobilyalarla döşeli, güzel bir kitaplığın olduğu, çıtır çıtır şömine ateşinin ısıttığı pek huzurlu bir yermiş, görür görmez buraya bayılıyorum.

Biz içeri girer girmez “Ooo Nevra Hanım, yemekhaneden buralara teşrif etmeniz pek uzun sürdü. Kahveden önce size isterseniz soda söyleyelim” şeklinde latife- i taifeden sözlerle karşılanıyoruz.

Bu pek nükteli sözlerin eski bir dostluktan ileri geldiğini Nevra’nın takdimi ile öğreniyorum:

Deniz Kuvvetleri’nden Emekli Albay Muzaffer Kuzu ile tanıştığıma memnun oluyorum. Nevra’nın vefat eden eşiyle burada tanışmasına Muzaffer Bey vesile olmuş. Bu konunun detaylarını başka bir sohbette öğreneceğimi anlayıp şimdilik bu kadarı ile yetiniyorum.

Sırayla her biriyle tanışıyorum: Ferda Hanım, GATA’dan emekli bir hemşire (Şimdiden aklımdan ortak paydası Ankara olan sohbet başlıkları geçmeye başladı bile). Vedat Bey sağ elindeki tüm parmaklarını baskı makinesinde kaybetmiş bir emekçi (Hikâyenin tamamını dinlemek istiyor, bu hikâyenin herhangi bir yerinde herhangi bir adaletsizlikle sınanmamış olmasını temenni ediyorum). Selda Hanım, harika çello çaldığı söylenen bir müzisyen (Dinlemek için sabırsızlanıyorum). Kamil Bey, zamanında aldığı yılbaşı biletine büyük ikramiye vurmuş bir talihli (Haydan gelen huya gider hikâyesinin bu versiyonunu merak ediyorum).

Bir anda böyle tatlı bir kalabalık oluştu hiç yoktan etrafımda. Gülerken ağlamayı anımsatan. Bir gözyaşı ki sevinçten olduğu sanılan.

– 3 –

Ertesi gün yabancı bir yatakta, yabancı bir pencereden, etraftan gelen yabancı seslerle güne uyanıyorum. Saat dokuz. Uyanır uyanmaz da telefonum telaşlı telaşlı çalıyor. Arayan Tolga:

– Efendim kuzucum
– Nefoş seni çok özledim, neden bizi terk ettin?
– Tolgaaaaaaaaa… Bu da nereden çıktı şimdi?
– Öyle tabii… Hem öyle olmasa annem neden sen gittiğinden beri üzgün olsun ki?
– Sana öyle gelmiştir yavrucum, annen eve geldiğinde beni arasın. Sizi seviyorum…

Sessizlik. Ardından:

– Hayır, sevmiyorsun, diyerek kapıyor telefonu yüzüme.

Tolga hiç böyle yapmazdı. Bana böyle davranması ise imkânsızdır diyebilirim. Ne oldu pamuk gibi çocuğa böyle? Durduk yerde çocuğun huzurunun bozulmasında payım olması ihtimali beni çok tedirgin ediyor. Yatakta bunları düşünüp debelenirken ilaç saatimi geçirdiğimi fark ediyorum.

Bu sefer komşum Nevra’ya sesleniyorum. Kahvaltı saatlerimizin sözleşmeden denk gelmesine seviniyorum.

Kahvaltılıklarımızı alıp masaya geçiyoruz. Nevra yeni tanışıyor olmamıza rağmen bende bir durgunluk olduğunu hemen fark ediyor. Neyin var, diye sormasını beklermişim gibi başlıyorum anlatmaya.

Torunum Tolga’nın bugünkü telefon konuşmasından çıkardıklarımı Nevra ile paylaşıyorum. Beni dikkatle dinledikten sonra “Evden ayrılmana üzülen bir ailen olduğu için çok şanslısın. Önemli olan evden ayrılma sebeplerinin onları üzmeye değip değmeyeceği konusu. Sahi, neden onlarla yaşamayı bırakmak istedin?”

Nevra ile yeni tanışıyor olmamız pat diye ona hayatımla ilgili dip köşe bilgi vermemi, torbanın dibini birden silkelememi engelliyordu. Mesleki hassasiyetler kolay terk edilemiyor. Yine de ayıp olmasın minvalinden bir cevap veriyorum:

– Aman canım onlar üç kişilik bir aile. Ne olursa olsun ben hep “artı bir” oluyordum. Ev üstüne ev olmuyor. Hele bu yaştan sonra hiç. Böylesi herkes için en hayırlı olanı, anlarlar nasılsa, diyiveriyorum.

Anlamaya çalışır bakışlarla süzüyor beni Nevra. Önündeki incir reçelinden hatırı sayılır büyüklükte bir inciri tabağındaki son krepin üzerine koyup ağzına atarken göz göze geliyoruz.

– Senin şekerin yok muydu Nevra?
– Bu kaçamaklar hastalığı daha çekilir kılıyor, diyip konuyu kapatıyor.

Ağzındaki lokmayı bitirene yakın yediği incir işe yaramış da aklına bir şey gelmiş gibi: “Onlara burada mutlu olabileceğini, buranın sana iyi gelebileceğini bir şekilde anlatmalısın. Hatta anlatmasan da kendileri görseler daha iyi olur diye düşünüyorum.”

Nevra çok haklıydı. Ne söylesem de onlar mutlu ve huzurlu olabileceğime ikna olmakta zorlanıyorlardı. Kendi gözleri ile görürlerse kimseyi ikna etmeye hacet kalmazdı.

Nevra’nın reçel kâsesindeki diğer inciri de gözüne kestirdiğini fark edince “Eee kahvaltımız da bitti sayılır, hadi kahveleri oyun salonunda içelim de sen orayı da bana bir tanıt bakalım” diyorum. Hiç itiraz etmiyor.

– 4 –

Sabah kahvemizi içtikten sonra Nevra’dan ayrılıp odama çıkıyorum. Biraz yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacım olduğunu fark ediyorum. Elime kafam dağılsın niyetiyle aldığım kitabın sadece sayfalarını çevirdiğimi fark ediyor, kitabı kenara koyuyorum.

Başlıyorum camın kenarına konan güvercine her şeyi anlatmaya.

Biliyorsun işte eşim Nevzat öldükten sonra her şey değişmeye ve dönüşmeye başladı kendi içinde. Leyla yalnız kalmamı hiç istemedi. Çankaya’daki evi de hemen kapattırdılar bana: “Bu yaşa kadar sen göz kulak oldun hepimize, bundan sonra biz varız: sen sakın düşünme” cümlesini pek sevdi Leyla. Ne zaman artık evime gideyim desem susturdu beni bu cümleyle.

Ben de direnmedim bir yerden sonra. Torunumla birlikte olmanın keyfini çıkarırım diye düşündüm. Öyle de oldu. Okuldan eve her geldiğinde hazır bulduğu çok sevdiği kekler, kıymalı börekler için beni öpmelere doyamıyordu Tolga. Kabul ediyorum ben tekrar bir evin annesi olmayı çok sevmiştim. Yeniden herkesi ben doyuruyor, herkesi ben giydiriyordum. Bir evin tekrar en danışılanı olmak apoletlerimi tekrar takmıştı omuzlarıma. T

abii her şey bu tatlılıkta sürüp gitmedi, bir şeyler bana sürekli artı bir olduğumu hissettirdi.

Geçen sene sömestrde Tolga çok heves etti diye dağa çıkacaktık ailecek. O hafta grip oldum. Sadece grip… Evham kumkuması Leyla “Ya biz yokken ağırlaşırsan, ya zatürreye çevirirse” diye başladı kurmaya kafasında. Koca kadınım, kendime bakamayacak mıyım? Yok, Leyla’nın beni duyacak hali yoktu. Tüm plan iptal edildi. Benim yüzümden çocuk heves ettiği tatilden mahrum kaldı. Ne diller döktüm. Ben kendi kendime bakarım; siz ailecek gidin dedim. Kâr etmedi. Hayatımda ilk kez grip olmuşum gibi davranmasını geçtim Leyla’nın bu takıntılı halleri beni iyiden yiye korkutmaya başlamıştı.

Aradan biraz zaman geçince durum düzelir gibi olsa da herhangi bir şey değişmiyordu. Sercan’ın ne zamandır hayalini kurduğu bir Balkan turu planı vardı. Ya zaman bulamıyorlardı ya da maddi mevzular el vermiyordu. Nihayet ikisini bir araya getirip geçen yaz tatilinde yola çıkmaya karar verildi. Başta ben bacağımdaki müzmin ağrıları bahane edip gitmek istemedim. Ailecek gitsinler istedim. Sonra tur detaylarını Tolga bana ballandıra ballandıra anlattıkça ben de heves ettim. Başladım bavul hazırlamaya beni de dahil ettiler tur planına. Heves ettim dedim ya vallahi öyle. Alışverişler yaptım, her güne ayrı kombinler hazırladım, rengârenk şapkalar aldım; yeni valiz bile aldım şu çekçeklilerden. Sonra ne oldu bilin bakalım? Yola çıkmamıza bir hafta kala bana vize çıkmadığı belli oldu. Yine aynı senaryo. Tüm tatil planını benim yüzümden çöpe attılar. Kendi gidemediğime ayrı üzüldüm, onların tatile gitmelerine herhangi bir sebep yokken gidemeyecek olmalarına daha çok üzüldüm. Üzülmekten öte artık Leyla’ya kızıyordum.

Bu hadise bende bardağı taşıran son damla oldu galiba. İster istemez aklımın bir yerinde “Kızıma ve ailesine yük mü oluyorum” sorusu beslenmeye başladı. Ufak tefek olan bitenlerle de evhamımı desteklemiş olabilirim ama yine de olmuyordu işte.

Ya evime gidecektim ya da yalnızlaşmadan yaşamanın bir yolunu bulacaktım nihayetinde. Nevzat hayattayken arkadaşlarımızdan, çevremizden hep duyuyorduk. Falanca şöyle güzel bir huzurevinde kalmaya başlamış, pek memnunmuş. Bu fikir iki kişiyken bize hep uzak gelmişti, ne de olsa birbirimize yetiyorduk.

Makul ve mantıklı düşündükçe artık yalnız yaşamak istemediğime karar verdim. Önemli olan buna karar verebilmekti. Sonra uyaranlar patır patır önüme dökülmeye başladı. Leyla’ya da yakın olan şartları bana en uygun olan huzurevini seçmiştim. Ama karar vermek ne kadar önemliyse Leyla’ya bunu izah etmek de bir o kadar önemliydi. Ben konuyu açar açmaz cevabı çok netti:

– Hayır, anne; kesinlikle kabul etmiyoruz.

Bir hafta konuşmadı benimle. Ne söyledimse dinlemek dahi istemedi. En sonunda bir pazar günü karşılıklı oturmuş kahvelerimizi içerken daha mutlu olma ihtimalimi gözden kaçırma, diyiverdim. O günden sonra değişti tavrı, beni tam anlayamasa da empati yapmaya çalıştı. Bir sonraki haftanın pazar günü beni huzurevine taşıma fikrine alıştı.

Şimdi böyle geri dönüp baktığımda görüyorum ki adım adım olmuş hepsi. Şimdi sıradaki adım: Kabul ediş adımı. Leyla görmeli, burada da iyi olabileceğimi kabul etmeli.

– 5 –

Tolga’ya söylediğim gibi oluyor. Leyla’nın bankadan eve gelmesi normal şartlarda yarım saati bulur. Saat 18:30’da çıktığı işinden eve gelmesi 19:00’u bulur. Muhtemelen eve girer girmez beni arıyor ki saat 19.05’te telefonum çalıyor.

– Annecim iyi misin, her şey yolunda mı?

Telaşla sorulan sorularını sakinlikle göğüslüyorum. Tolga ile bugün yaptığımız konuşmayı ucundan kıyısından paylaşıyorum, bu kadarı bile endişelenmesine yetiyor. Evden gitmeni henüz kabul etmiş değil anne, diye serzenişle ekliyor.

– “Peki, sen?” diye soruyorum. Sessizlikle cevap veriyor.

– Pazar günü üçünüzü de buraya kahvaltıya bekliyorum, diyorum.

Tamam, diyip kapatıyor telefonu.

– 6 –

Pazar günü erkenden kalkıp güzel bir yürüyüş yapıyorum, odama dönüp duşumu alıp misafirlerim için hazırlanmaya başlıyorum. Tolga’nın geçen Anneler Günü’nde benim için özenle seçip aldığı narçiçeği renkli bluzu bulup giyiyorum. Söylediğine göre bana bu renk çok yakışıyormuş. Onlar gelmeden kahvaltı için mutfaktan ekstra bir şeyler rica ediyorum, sağ olsunlar ikiletmeden hazırlamaya başlıyorlar. Sercan’ın sucuklu yumurtasını, Tolga’nın bol kaşarlı omletini, Leyla’nın hazırlop yumurtasını masaya onlar gelmeden az evvel servis ediyorlar. Servis tamamlanmadan Tolga’nın şarkılı sesini duyuyorum kapıda. Sarılıp kucaklaşıyoruz üçüyle de. Yumurtaları soğutmadan kahvaltıya oturuyoruz. Hepsini onlar fark etmeden tek tek inceliyorum. Leyla biraz zayıflamış bunu fark ediyorum. Tolga yanakları al al bu haftaki satranç turnuvasında birinciliği nasıl da kıl payı kaçırdığını anlatıyor. Çocukça hırsını sevimli buluyorum. Bu arada Leyla’nın hâlâ biraz tavırlı halini fark edip hoş görüyorum. Şu anda beni en iyi anlayan Sercan gibi. “Düzelir validem” dediğini göz kırpışından anlıyorum, ben de ona gülümsüyorum.

O sırada yeni arkadaşlarım masamıza gelip tek tek kendilerini tanıtıyorlar. Muzaffer, Nevra, Vedat, Kamil, Selda. Bir anda sandalyelerini çekip Sercan’a, Tolga’ya, Leyla’ya “Merhaba” diyorlar.

Masadaki yumurta bolluğuna bakıp Muzaffer Bey patlatıyor hemen espriyi: “Vedat Bey, bu sabah niye sahanda yumurta yiyemediğini anlamışsındır herhalde diyince” masada Muzaffer Bey’in başlattığı bir kahkaha tufanı kopuyor.

Leyla bu neşeli kalabalığı görünce pek mutlu oluyor. Çaylar tazeleniyor, muhabbet sarıyor. Kahvaltıdan sonra da hemen gitmiyor bizimkiler. Sercan ile Vedat Bey tavlaya oturuyorlar. Herkesin mutlu olduğu bu pazar gününü zihnimde kırmızı bir panoya iliştiriyorum. Leyla gelip kıvrılıyor kolumun altına. Dargınlığı geçmiş belli ki bana, yeniden ana kız oluyoruz.

“Kızım olduğuna şükrediyorum” diyorum.

Yüzünü göremesem de gözünde bir damla yaş olduğunu biliyorum.
 
 
Bihter Aslan
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan