Naftalin

Mutlu Aşk

2 Temmuz 2019

Öykü: Mutlu Aşk | Yazan: Gökçe Çiçek Gönülaçar

Soğuk bir şubat gece yarısı vardım kasabaya. Cenazeye yetişebilmek için hızlıca çıktığımdan yanıma yedek üst baş da almadım. Üşüyorum şimdi. Sabaha karşı kimseyi uyandırmayayım diye yavaş davransam da iki katlı küçük evin bütün ışıkları yanıyor. Herkes ayakta belli. Yorgun ellerimle açtım gıcırdayan bahçe kapısını. Evin kapısı aralık. Biraz ittim açıldı zaten. Ayakkabılarımı çıkardım. Baktım herkes orada. Feryat figan ağlamalar yok. Sanki eskisi gibi bir bayram sabahına uyanmak üzere toplaşılmış gibi. Herkes mutfağın olduğu alt kattaki oturma odasında. Şaşıranlar oldu. Beni beklemiyorlarmış.

Durişim, dün akşamüstü mutfak balkonunda yere yığılmış bir halde bulunmuş. Yarın, öğlen namazında gömeceğiz. İnanmak gelmiyor içimden. Birazdan mutfaktan meşhur ıspanaklı böreği ile çıkıp gelecekmiş gibi. Mutfaktan annem çıkıyor onun yerine “Gelme dedim sana ben. Yapacak dünya işin varken. Gelme dedim,” diyor. Bu nasıl bir sakinlik.

Annem beni gördüğünde türlü türlü sarılmalar dener, öpücükler kondurur. Çenesi de hiç durmaz. Ben onu kendini yerlere atar, sarsıla sarsıla ağlar ve mutlaka hastanelik olmuştur diye düşünürken. Annem, gayet metanetli; “Sana üst kattaki arka odayı hazırlayalım,” diyor.

Ölüm var bu evde!

Birilerinin çok ağlaması gerek. Belki de benim çok ağlamam gerek. Ama Düriş ne derdi hatırla!!! “Atillacım, erkek adam ağlamaz. Bak babana o ağlıyor mu?”

Keşke ağlasaydı da “Beton Hakkı” demeselerdi ona. Keşke ağlasaydı da hayat denen bu saçma kumar da seçimlerimi kendim yapabilmeme izin verseydi.

Ölüm var bu evde!

Ne garip! Kırk bir yaşımda hiç ölmeyecek sandığım ananemin ölümüne inandırmaya çalışıyorum kendimi. Yas evindeyiz! Buna rağmen biliyorum ki yatağıma ananemin sakız kokan çarşaflarından serilecek ve ben bunca üzüntüye rağmen bol oksijenli bu evde derin bir uykuya dalacağım.

Evet, üzgün belli. Ama yine de “Nasılsın? Topladın mı kendini? Ev buldun mu?” diye sormadan edemiyor annem. Bir çok şeyi anlattım biliyor. Babama daha anlatmamış. “Doğru zaman değil,” diyor. “Hiçbir şey söylemeyeceksin!”

Haklı.

Psikopat Hakkı Albay, dünyayı yıkar üstüme. Ya zaten anlatacak hal derman da yok ki bende.

Herkese bir selam verip benim gibi, şirazesi kaymış tahta merdivenleri ağır ağır çıkıyorum. Annem nevresimleri hazırlamış. Çocukluğumda da, gençliğimde de en sevmediğim işi yapıyoruz. Küçük gelen yorganı bir kumaş parçasının içine sokuşturmaya uğraşıyoruz.

Bir yastıkta kocayamayan ananemle dedemin çift kişilik kenarı saten kocaman yastığına koyuyorum kendimden ağır kafamı. Annem kapıyı kapatıyor. Gözlerimi tavana dikiyorum ve tavan birden sinema perdesi oluveriyor.

Elimizde salçalı ekmekler koşturuyoruz Arnavut kaldırımlarda bir aşağı bir yukarı. Toprak sahada futbol oynayanları seyrediyoruz. Kısa pantolonlarımızla dondurma yiyoruz. Jülide, ben, bin ve Emre.

Ben hiç futbol seven bir çocuk olmadım.

Babam olayım istedi. Neler neler aldı futbol seveyim diye. Mesela kimsede olmayan o futbol topunu taa Ankaralardan bulup getirmişti. Bense, o topu ananemin yüklüğüne saklamıştım.

Gözümü dikmiş tavana bakarken, beyaz perdede bir kız beliriyor aniden, kırmızı bisikletiyle. Kız demeye şahit ister ya orası başka. Jülide futbol seviyor diye kaleci olmayı bile kabul etmiştim o zamanlar. Çoktan unuttum sanıyordum. Akıllı kız Jülide bilinçaltımla işbirliği yapmış. Olmayacak anlarda karşıma çıkması olağan aslında. Ananemin tatlı sesiyle kapatıyorum tavan televizyonunu; “Geç oldu paşa oğlum yarın zor bir gün olacak uyu artık,” diyor kulağıma.

Annem için mızmız, babam için kılıbık, ananem için paşa oğlandım ben. “Tabii ki ananem,” diyorum “Sen dersin de uyumaz mıyım hiç?”

Huzursuz olmam gerekirken, derin bir bırakmışlıkla, kendimi izleyeceğim rüya sinemasına dalıveriyorum hemencik.

Rüyamda ananem iki katlı kasaba evinin çatısına çıkmış. Benden başka gören yok onu. “Uçmak güzel şey Atilla,” diyor bana. Benim kuş olma vaktim geldi.”

“Ben de geleceğim anane,” diye ağlıyorum aşağıdan. Var gücümle bağırıyorum “İn aşağı,” diye. Oysa bembeyaz geceliği ile bulutlara doğru süzülüveriyor. Ananem uçuveriyor. Benim ayaklarıma beton döküyorlar bahçede hareket bile edemiyorum nefes dahi alamıyorum.

Kan ter içinde zor bela uyanıyorum.

Ananemin meşhur karabasanı misafirliğe mi gelmiş yine? Çarşafların sakız kokusunu içime çekip kasabanın huysuz horozunu duyuyorum. İçim kaskatı uyanıyorum.

Sabah oluyor.

Kahvaltı ıvır zıvır derken, babam annemi ve dayımları topluyor arabaya gidiyorlar. “Bana niye gel demediler,” diyorum yengeme. “Araba doldu, evde bekle sen de bizim gibi,” diyor yengem.

İlgisi yok. Bu tarz şeylere dayanamayacağımı biliyorlar. Bir atkı buluyorum girişteki askıdan, boynuma dolayıp çıkıyorum. Yazın sıra sıra sergilerin olduğu yerlerde kurumuş yapraklar uçuşuyor şimdi. Şubatta bile cılız bir güneş var Altınoluk’ta.

Yürüyorum bilinçsiz, üzgün, gelecekten umutsuz, heyecansız. Bacaklarım bile istemiyor aslında yürümeyi. Tonlarca ağırlık varmış gibi üstümde. Köprüyü geçiyorum.

Telefonumu çıkartıyorum cebimden. Bomboş bakıyorum ekrana. Selin’i ararayım diyorum ama açmayacağını da biliyorum. “Bir şey söyleyeceğin zaman avukatı ara,” diyecek çünkü. Oğlumun kreş numarasını buluyorum. Öğretmeni açıyor telefonu; bahçe saatiymiş, Can iyiymiş, hayır benimle ilgili hiçbir şey söylememiş.

Telefona verselerdi ne diyecektim ki oğluma. Oğlum büyük anne kuş oldu uçtu mu diyecektim? Kış aylarında bile hiç kapanmayan kafemize girip oturuyorum. “Başın sağ olsun” diyor amcalar. Başımı tutuyorum gayet sağ başım. Yaşıyor görünüyor. Ama aslında bataklığın içinde kıvranıyor başım. Belalı başım. Kimse üzülmesin diye her şeye ileri geri sallanan salak başım.

Birkaç saat geçiriyorum deniz kıyısında.

Defin işlemleri bitmiş olmalı öğlen ezanı okunalı çok oldu çünkü. Bilerek gitmedim. Ben ananemi akşam gökyüzüne defnettim çünkü.

Aynı ağır adımlarla yürürken, evi ne zaman boşaltacağımı, yeni bir ev nasıl bulacağımı, bunu nasıl yapacağımı, çocuğumuz olsa dahi barışma ihtimalimizin olanaksızlığını, zaten Selin’i başından beri hiç sevmediğimi, babamın saçma düzen merakı yüzünden devresinin kızıyla neden evlendirildiğimi, Jülide’ye deli gibi aşıkken, neden hayır diyemediğimi ve bir sürü düşünmem gereken şeyi hızlıca düşünerek görevimi tamamlamış gibi eve girdim.

Bir sürü tülbentli kadın bütün odaları doldurmuş dua dinliyorlardı.

Her çeşit başörtüsü vardı. Sadece bir tanesi dikkatimi çekti ilginç geldi. Çünkü tek farklı olan kafa onunkiydi. Siyah üzerine fuşya çiçekli bir şalı başına dolamış bir kadın başını önüne eğmiş oturuyordu. Ben ona bakarken aniden başını kaldırdı ve göz göze geldik. Aman tanrım Jülide gelmiş. On yıldır görmediğim Jülide’nin ela gözlerini gördüm. Kalbim ağzımın içinden dua okuyan hocanın üstüne fırlayacakmış gibi oldu.

Yengem hızlıca kolumdan tuttu; “Buradan çık, mutfakta oturuyor dayınlar,” dedi. Nasıl çıkayım? Akşam rüyamda ayaklarıma dökülen betonlar şu anda ananemin salonunda dökülüyordu. Mıhlanıp kaldım oracıkta. İttirip kaktırıp kapının dışına çıkardılar.

Onu daha fazla görmem gerekiyordu. Onunla konuşmam gerekiyordu. Yüzleşemeyeceğimi, korkak bir ahmak olduğumu bilsem de açıklama yapmam gerekiyordu. Elbette bitecekti bu dua ve Jülide de bu kapıdan çıkıp gidecekti eninde sonunda.

Bahçe kapısında beklemeye karar verdim. Yaklaşık kırk beş dakika sonra kadınlar ellerinde helva kutularıyla birer ikişer çıkmaya başladılar. Merakla çıkış kapısını gözlüyorum. Çıkan eden yok. Ama Jülide çıkacak kapıdan, elinden tutup eski yerimize götüreceğim onu. Her şeyi anlatacağım.

“Boşanıyorum” diyeceğim. “Ankara günleri de bitti nihayet” diyeceğim. “Amerika’dan davet mektubu geldi oraya çalışmaya giden Ömer’le çalışacağım” diyeceğim. “Seni hala çok seviyorum” diyeceğim. “Beni affet” diyeceğim. “Babam yüzünden” diyeceğim. Diyeceğim de… Yok, Jülide çıkmıyor kapıdan. Hayalet gördüm ben. Evet, bu kafa karışıklığında o kadar normal ki demişti doktor da. Evet, yine bir kısa devre durumu. Ufak bir sanrı yine.

Başımı öne eğip içeri girdim. Ananemin mutfağında dibi kalmış pilavı temizleyen annemi gördüm. Koşarak sarıldım. Öylece kalakaldı kadıncağız. Çocukluğumda bile böyle katılarak ağladığımı hatırlamıyorum. Bıraktı o da ağladı benimle. Anneme sımsıkı sarılıp “İyi değilim ben,” diye ağlarken, “Ben iyi ederim onu” diyen bir ses geldi arkamdan. Hızlıca döndüğümde Jülide’nin gülmeye çalışan gözleriyle ikinci kez donup kaldım.

On beş dakika sonra Jülide’yle Arnavut kaldırımlı yokuştan aşağı iniyorduk.

“Aynı yer olmaz,” dedi bana. O gitmiş bakmış ilk geldiğinde tepedeki çimenliğin yerinde artık taş bir butik otel varmış.

Bir saat önce geldiğim yere yeniden geldik. Gençliğimizde terasını disco yaptıkları kafe de sert bir kahve içiyoruz. Tam ağzımdan bir şeyler çıkacak, anlatacağım artık derken her nefes alışımda susturuyor beni.

Nasıl da bıcır bıcır anlatıyor. Jülide de evlenmiş ama onun çocuğu olmamış. Babası çok istediği için onun izinden yürümüş artık o da üniversitede Edebiyat bölümünde akademisyenmiş. Doktorasını tamamlayabilirse yurt dışında yaşamayı planlıyormuş. Sadece iki ay kalmış tezini bitirmeye. Bu nedenle Altınolukta’ymış, rahat rahat çalışabilsin diye.

“E kocan?” diyebildim anca çocukluğundan kapının arkasına saklanan korkak Atilla olarak.

“Hahaha” dedi. “Babam ne derdi; ‘Geldikleri gibi giderler.’ Geldiği gibi gitti,” dedi. “Benim ben olmamı engelleyecek her şeye karşı dik durmayı öğretti bana. İstemediğim her şeye hayır diyebilmeyi. Önce “evet” dedim evlendim, sonra “hayır” dedim boşandım, sadece sekiz ay içinde.”

Gözümde bin kat daha büyüdü Jülide. Hâlbuki Selin de aynısını yapmıştı. “İstemiyorum seni,” diyebilmişti ama o hırçındı. Kurşun gibiydi sözleri. Yetmiyordu hiçbir şey ne para, ne ev, ne ilgi isteği ona yetemiyordum bir türlü.

“Babamdan korktum diyebilseydin anlardım seni,” dedi. “Keşke oyunlarımızı bozmasaydın. Keşke beni yeni oyun arkadaşı aramaya ittirmeseydin,” dedi.

Vakit geçiyordu. Jülide bir defa daha giderse artık hiçbir tesadüfün bizi bir araya getiremeyeceğini sezinliyordum.

“Jülide,” dedim “Seni hep çok sevdim ben” dedim.

“Ya şimdi?” diye sordu korkmadan gözümün ta dibine dibine bakarak..

“Hâlâ sular seller gibi aşığım görmüyor musun?” dedim, terden sırılsıklam olmuş avuç içimi gösterirken.

Sustu.

O bıcır bıcır konuşan kız sustu.

Uzun uzun sustu işte..

Sekiz Ay Sonra

Her taraf koli dolu. Her şeyi alamam yanıma ama acilen toplanmam gerek. Jülide, Stanford Üniversitesi’nde kendine iş buldu. Nasıl becerebildiğini bilmiyorum. Ömer, San Francisco’da bir yazılım şirketi ile görüştürdü beni o iş de tamam. Dünyanın teknoloji merkezi olan Silicon Valley’de önemli bir şirkette yazılım mühendisi olacağım ben. Jülide bütün işlemleri de yaptı, biletler de komidinin üstünde işte. İnanılmaz ötesi, inanılmaz. Durup durup çimdik atıyorum kendime. Gerçek mi yoksa tavan sineması mı izliyorum yine diye. Hayır gerçek.

Dürişim, ananem, çocukken derdi ki; “Hadi evcilik oynayın Jülide’yle.”

Cennette ne işler karıştırdı bilmiyorum. Ama giderayak bana hayatımı geri verdi. Jülide’yi bana yeniden hediye etti.

Şimdi telefonu kapattım. Jülide; “Korkmuyorsun değil mi ortak?” diye sordu.

“İlk kez korkmuyorum ortak. Korksam da arkana saklanırım zaten,” dedim.

“Mutlu aşk yoktur” diyen Livaneli’ye inat, çok özlemeli çok gecikmeli olsa da mutlu aşk vardır beyler, bayanlar.

Mutlu aşk vardır!

Memlekette değil de dünyanın taa öbür ucunda yaşanacak olsa da mutlu aşk vardır!

Gökçe Çiçek Gönülaçar

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

13 YORUMLAR

  • Yanıtla Demet Uncu 2 Temmuz 2019 at 15:39

    Sizi tebrik ediyorum, çok beğenerek okudum öykünüzü.
     
    Okurken gülümsediğim, sıcak bir anlatımınız var.
     
    Ümidin her zaman olduğunu ve olacağını hatırlattığınız için ayrıca teşekkürler. Kaleminize sağlık.
     
    Sevgiler

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 2 Temmuz 2019 at 17:34

    Galiba burada benim cok guzel, cok basarili, yetenekli arkadaslarim olacak. Dehset mutlu oldum benden de sevgiler…

  • Yanıtla Önem Yücesoy 2 Temmuz 2019 at 18:36

    Iceriginde ölüm varsa pek yanaşmam ama bu hikaye sonuna kadar kendini okuttu. Tebrik ediyorum kalemine sağlık…

  • Yanıtla Berrin Pestil 2 Temmuz 2019 at 19:01

    Çok geç de olsa mutlu aşk vardır…
    Harikasın Gökçeciğim..
    Keyifle okudum.
    Harika bir anlatım. ❤

  • Yanıtla Teoman Cancanoğlu 2 Temmuz 2019 at 19:15

    Tebrik ediyorum. Kaleminiz çok yumuşak. Öyle güzel geçişler var ki, bir an kendi anılarımıza geçip tekrar öyküye geri dönüyorsunuz. Yaşatmanız ayrı bir güzellik.

  • Yanıtla Gözde Çimendağ 2 Temmuz 2019 at 19:32

    Harika bir öykü olmuş. Eline, emeğine kalemine sağlık. Tıpkı kendin gibi hikayelerinde bir o kadar naif, sıcak ve gerçekçi.
     
    Devamının gelmesini sabırsızlıkla bekliyor başarılarının devamını diliyorum.
     
    Sevgiler

  • Yanıtla Öznur 2 Temmuz 2019 at 23:37

    O sokaklarda gezdim, evin içindeki kalabalığı gördüm, heyecanı, aşkı, umudu hissettim. Çocuk özleminde saklı kalan ev kokuları bile burnuma geldiyse bu hikaye canlıdır samimidir.
     
    Gelecek olan hikayelerinde buluşmak dileğiyle.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 3 Temmuz 2019 at 08:50

    Herkese cok tesekkur ediyorum. Cansiniz hepiniz..

  • Yanıtla Aysel 3 Temmuz 2019 at 12:32

    Okurken yaşadım, kalemine sağlık harikaydı

  • Yanıtla Deniz 3 Temmuz 2019 at 15:18

    Tebrik ederim Gökçe, çok akıcı ve an’ları yaşatan bir anlatımın var. Romanlarını bekliyorum.

  • Yanıtla Sevim Kavasoglu 4 Temmuz 2019 at 02:20

    Çok keyif ve merakla okudum. Kesinlikle en kısa zamanda romanlarini da okumak istiyorum bi sonraki yazıyı heyecanla bekliyorum, Cook tebrik ederim.

  • Yanıtla Seda Çağlayan 4 Temmuz 2019 at 04:08

    Cenazede aşkı bulmak ne demek gayet iyi bilirim! (Şuraya bir yüzünü kapatan maymun emojisi koydum farz et!)
     
    Çok sevdim, umutsuz, mutsuz bir adamın adım adım mutluluğa giden hikayesini sabırsızca gözlerimi satırlarda gezdirerek okudum. Ve Julide mutfakta konuştuğunda içimden “Yesss!” dedim.
     
    Hayat zor bir oyun genellikle ama bazen acayip kıyaklar da geçebiliyor. Bu kıyakların hikayelerden çıkıp hayatlarımıza sirayet etmesini diliyorum ihtiyacı olan herkes için. Aklına, fikrine sağlık, elindeki kalemle gönlümüzü açtın, içeri girdin 🙂
     
    Sevgiler çok çok…
     
    Seda

    • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 7 Temmuz 2019 at 13:44

      Oo harika yorumlar. Biricik arkadaslarim Deniz Aysel oznur sevim.burcu beraberinde hic tanimadigim ama yuregimden iyi olduklarini hissettigim diger arkadaslarim Ve Seda Hanim.. O kadar tesekkur ederim ki yorumlariniza..❤❤❤

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan