Bir Kahve Molası

Çeçe Sineği

18 Mart 2021

Öykü: Çeçe Sineği | Yazan: Edibe Vural

Saat gece on bir.

Ekrem, çoğu insanın esnemeye başladığı bu saatlerde düşünceli ve yorgun. Bu gece onun uyuyamayışının beşinci gecesi. Hastane odasının elem yüklü duvarlarını izleyen gözleri kan çanağı. Uyku diye yalvaran gözlerinin altı ise yeşil ile mor renklerinin alacalı yansıması. Uykusuzluk, ensesinden başlayıp ayaklarına varana kadar gergin bir yol izliyor Ekrem’in bedeninde. Tüm hücreleri birkaç dakikalık göz yumuşların hatrına ayaktalar. Günlerdir hastalıklarının acısını metanetle taşıyan omuzları çökmüş durumda.

İki gündür hiç aynaya bakmadı Ekrem. En son karşılaştığı manzara pek hoşuna gitmemiş olacak ki aklına gelince bile yüzü ekşir gibi oldu. “Yok” dedi. “En iyisi bir müddet küs kalmak kendi suretime.”

Kapı yalandan tıklatıldı. Herkes içeriden bir ses gelmesini beklemeden giriyordu zaten odaya. Bu sebepten Ekrem için gereksiz bir nezaket göstergesiydi şu kapı tıklatmak. Uzun boylu, ince yapılı, herhangi bir pembelik barındırmayan bu yüzden de seçilmesi güç, ince dudaklı hemşire giriverdi içeriye. Önce masanın üzerinde duran mavi dosyanın içine bir şeyler yazdı. Ardından Ekrem’e ne kadar su içtiğini, kaç kere tuvalete gittiğini sordu. Elindeki küçük plastik kutudaki ilaçları uzattı. Genç adamın iki yahut üç yudum su ile tırtıklı boğazından midesine gönderdiği hapların doğru yolda olduğundan emin olunca bir şey demeden çıktı gitti.

İki gündür aynaya bakmayan Ekrem hemşirenin tiksinir gibi bakışından anladı ucube gibi göründüğünü. Aynalardan kaçamıyordu Ekrem. İnsanlar varken aynalara ne gerek vardı zaten. Kendini istediği kadar iyi hissetsin, birinin ona bakınca yüzünde oluşan ifade kendine dair tüm fikirleri yeterince altüst ediyordu. Ekrem de biliyordu, berbat görünüyordu.

Saat iki.

Garip bir vızıltı duydu Ekrem. Uykusuzluktan ağırlaşmış boynunu zar zor hareket ettiriyordu. Dakikalar süren sesin kaynağını arama eylemi açık kahverengi bir sinek görüşüyle sona erdi. Hayret etti. Tek bir pencerenin bile açılamadığı bu hastane odasına nasıl olmuş da uçup gelmişti bu sinek? Odanın pencereleri açılmasın diye çivilenmişti. Temizlik için her sabah gelen kadına sormuştu sebebini Ekrem.

“Bir iki kere hastalar -artık ağrıdan mı, başka bir şeyden mi bilmem- çıldırıp atlamaya çalıştılar. Baktılar başa bela olacak bu durum başhekimden emir geldi. Tüm pencerelerin kulpları çıkarıldı, kenarlıklardan açılmayacak şekilde çivilendi” dedi kadın yerleri paspaslarken.

Tüm söyledikleri onun için gayet sıradandı. Oysa Ekrem için öyle değildi. Ekrem bir an kendini pencere kenarında hissetmişti. Yüzüne soğuk bir rüzgar eli tokat atmıştı sanki. İnsan hastanede iyileşmeyi beklerken ölmeye çalışır mı? Ama biraz düşününce intiharın uzun uzadıya bir plan olmaması gerektiği kanısına vardı. İntihar anlık bir şey olmalıydı ona göre. En fena son bile çaresizlikten iyiydi. İnsan zaten en çok iyileşmeyi beklerken ölmek istiyordu, Ekrem bunu iyi biliyordu.

Sineğe döndü. Vızıltı içinde kendini cama çarpa çarpa bir hal olmuştu zavallıcık. Ekrem uzun zamandır konuşmadığı için bir öksürük ile boğazını temizledi ve çatallı bir ses ile “Ne işin var senin burada” dedi sineğe bakarak. Ardından bir sinek ile konuşmaya çalışmanın acınası komikliği yüzüne oturdu. Yalnızlık fena bir şeydi. Ekrem çoğu zaman yalnız kalmayı kalabalığa tercih ederdi fakat bir sinekle konuşmak isteyecek kadar yalnız olmak kanına dokunuyordu. Sustu…



Saat sabaha karşı üç.

Ekrem bir sineğin ömrünün ne kadar olabileceğini düşünüyordu. Çok uzun olmadığına karar verdi. Bu sebepten isteyerek geldiği bir yer olmamalıydı bu hastane odası onun için. Kim ömrünün bir kısmını böyle bir odada geçirmek isterdi ki? 3000 yıllık ömrüm olsa yine bir kısmını burada geçirmek istemezdim herhalde, dedi içinden. Ama herkes istediği yerde doğup ölmüyordu. Sineğin ve kendisinin kaderine üzüldü.

Hiç kimse ölmüş müdür acaba bu odada? Fenalaşanlar çok olmuştur. Hepsi benim gibi yalnız değildir elbet. Son günlerini sevdikleriyle geçirenler de olmuştur, iyileşip güle oynaya taburcu olanlar da.
 Ekrem karşısındaki duvara bakıyordu. Kahverengi duvar ona irin ve kan dolu bir yarayı anımsatıyordu. Midesi ağzına gelir gibi oldu. Sineğe dönüp “Henüz hastane odalarıyla tanışmamış olanlar bir de sizin için mide bulandırıcı derler” dedi yüzüne alaycı bir gülümseme kondurarak. O an keşke bir ses etse diye düşündü sinek için. Ama çaresiz bir vızıltıdan başka ses duyulmuyordu. “Belki de” dedi “dışardan biri için benim çıkardığım tüm sesler de bir zavallı vızıldayıştır…



Saat dört.

Ekrem diğer insanlar gibi zamanı hızlandırmak istiyordu. Mesela yan odadan gelen horultunun sahibi Salih Bey gibi o da saat on bir ile sekiz arasında zaman hızlansın istiyordu. Çocukluktan beri hevesle beklediği ne varsa ‘yatcaz kalkcaz’ hesabıyla ulaşıyordu onlara. Bu hesap basitti. Kaç gün bekleyecekse o kadar yatcaz kalkcaz yapacaktı ve beklenen gün gelecekti. İstediklerine ulaşabilmek için gündüzleri bile uyuduğu olurdu. Şimdi de aynısını yapmaya çalıştı. Gözlerini kapattı. Kan çanağına dönmüş gözlerinin içinde sanki yüzlerce küçük diken vardı. Batıyordu, canını yakıyordu. Derin bir nefes aldı Ekrem. Gözlerini bu kez sımsıkı kapatıyordu. Sanki gözlerini sıkıca kapatınca uykuya hızlıca dalacakmış gibi zorladı kendini. Ama bu daha da zorlaştırıyordu işini. 
Olacak gibi değil. Bir kere daha deniyordu Ekrem. Hatırlamak istemediği her şey geliyordu gözünün önüne. Tüm korkuları, heyecanları, üzüntüleri, dikiliyordu karşısına “Ah” diyordu “Bir dalabilseydim!”



Saat sabah beş.

Uykusuzluk tüm hücrelerini ele geçirmiş gibi Ekrem’in. Kontrol edemediği bir titremeyle irkiliyordu. Vücudu ona garip bir oyun oynuyor sanki. İstemsizce kasları geriliyor ve gevşiyordu. Ayak parmakları kendilerini ileri doğru atıyorlardı. Gözleri bulanıklaşıyor, odanın duvarları sanki üzerine doğru geliyordu. Her şeyin boyutu değişmiş gibiydi. Odanın tam ortasında bulunan hasta yatağı sanki kaygan bir zeminde bir sağa bir sola sallanıyordu. Midesi bulandı bu sarsılmalardan Ekrem’in. Sinek hala vızıldıyordu…

Saat altı.

Uzun, sivri yüzlü, soğuk nevale hemşire yine giriyor odaya tüm mesafesiyle.

“Hâlâ uyumadınız mı?”

Ekrem bu cümleyi duyunca çılgına dönüyor. Alay mı ediyor Allah aşkına bu kadın benimle? Bu uykusuz geçirdiğim beşinci gecem. Ekrem’e göre ağzının payı verilmeli… Ama sadece kafa sallıyor Ekrem. Ona çıkışacak kadar enerjisi yok. Enerjisi olsa da çıkışmaz ya. Ekrem, geceleri keşke ona şunu söyleseydim deyip fırsatı olsa da söyleyemeyenlerden çünkü. Geceleri, gün içinde söyleyemediği sözlerle, ağzının payını veremediği insanlarla, yapamadığı esprilerle, atamadığı adımlarla dolu. Sadece gitmesini bekliyor. Uykusuz gözleri bir kapıya bir kadına gidip geliyor…

Acaba haksızlık mı yapıyor Ekrem? Yani bir ilkbahar günü en sevdiği kahvecide denk gelseydi bu kadınla. Belki ondan hoşlanırdı bile kim bilir? Ne hoş kadın derdi. O soğuk yüz hatları sevecen gelirdi, içini ısıtırdı yalandan sırıtışı. Cesaretini toparlayıp bir kahve bile ısmarlamaya kalkardı. Acaba sadece bu rezil oda yüzünden miydi tüm kızgınlığı. Asıl derdi odaylaydı. Kadın bahaneydi.

Sinek hala odadaydı. Ekrem’e göre sineğin de bir derdi vardı. Dertsizlere uygun bir yer değildi burası.

Saat altı yirmi sekiz.

Gün aydınlanıyor, önce soğuk bir mavilik kaplıyor odayı ardından daha sıcak tonlar giriyor içeri. Gözü sineğe takılıyor. Bu sinek daha önce gördüğü bir sinek türüne benzemiyor. Kara sinek? Değil. Sivri sinek? O da değil. At sineği? Hayır hayır.

Yastığının altında unuttuğu akıllı telefonunu çıkarıp internetin ona verdiği güçle sinek türlerini aratıyor. Birkaç dakikalık arayıştan sonra oda arkadaşının türünden emin oluyor.

Çeçe sineği!

Uyku hastalığına yol açan Trypanosoma gambiense parazitini taşıyan sinek türüdür.
 Ekrem’in kanlı gözleri ışıldıyor. Benim için geldin çeçe sineği, bana geldin. Gözlerime uyku zerk etmeye geldin. Haydi ısır dinsin çilem. Ölmekten korktuğum için uyuyamadığım geceler sona ersin. 
Çeçe sineği sanki anlıyor gibi Ekrem’in başında dolanıyor. En sonunda Ekrem’in boynuna bir ısırık bırakıyor. Ekrem beton gibi ağır bedenini günlerdir bataklık gibi içine çeken hasta yatağına bırakıyor. Gözlerine hakim olamıyor. Ekrem uyuyor.

Çeçe sineği son şansını deneyecek. Tüm gücüyle cama çarpıyor zavallı gövdesini. Ama çarpmayla yere yapışması bir oluyor.

Saat tam yedi.

Kahvaltı tabağı masanın üzerine bırakılıyor.

Saat sekiz.

Temizlikçi kadın odaya giriyor. Çeçe sineğinin cansız bedenini tek paspas darbesiyle temizliyor yerden.


 Hastane odası kan, irin ve uyku kokuyor…
 
 
 

Bu ay size bir fincan, bir kupa, bir bardak kahve yaptım. Sert ve acı. Hani gece yarısından sonra içilen, sabahları zor etmenize neden olan kahvelerden. İnsanı bir küçük sineğe yalvarır duruma getirecek kadar etkili bir kahve bu. Ama elbet sabah olur… Ve bazıları sabah uyur…

Afiyet olsun…

 
 
Edibe Vural
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

5 YORUMLAR

  • Yanıtla Özge Can 18 Mart 2021 at 08:52

    Hoş geldin Edibeciğim. Özledik, gözledik, hoş geldin.
     
    İrite eden hastane odası anıları, düşündükçe içimde çoğalıp beni yutar. Hikâyenin yalın anlatımıyla pencerenin dışından izledim Ekrem’i. Çeçe onu ısırana kadar bütün omurgam gerildi bekledi. Uykusuyla huzura erdim.
     
    Uykusuz gecelerin hatırasına selamla, tekrarı olmayacağı günlere.
     
    Sevgiler canım benim.

    • Yanıtla Edibe Vural 18 Mart 2021 at 20:56

      Ah Özge abla…
       
      Ben de çokça özledim buraları ve yazmayı.
       
      İnsan yaşarken kendini hiç çıkmayacağı bir fanusta gibi hissediyor ama her şey geçtikten sonra duygu pazuları çoktan şişmiş oluyor, güçleniyor bilmeden.
       
      İyi ki yeniden buralardayım ve iyi ki beni anlayan birileri var 🙂

  • Yanıtla Meryem Yılayaz 18 Mart 2021 at 09:27

    Paylaşımı görünce okumak için çok heyecanlandım. Çok güzel bir hikaye olmuş; eline, emeğine sağlık. Seni tanımak çok istiyorum. Hikayelerini okudukça daha çok istiyorum. İnşallah bir gün rastlaşırız.
     
    Halemin daim olsun.
     
    Çok sevgiler 😊🧡👍

    • Yanıtla Edibe Vural 18 Mart 2021 at 20:59

      Ne kadar mutlu oldum anlatamam. Birilerinin koşarak yazdığım şeyleri okuması beni inanılmaz sevindiriyor. İyi ki yollarımız kesişmiş.
       
      Rastlaşmamamız için hiçbir neden yok 🙂 Zaten siz beni okuyarak çoktan dost olmuşsunuz bana. İyi ki varsınız 🙂

      • Yanıtla Hasan Bayram 31 Mart 2021 at 15:17

        Yine çok güzel bir hikaye hocam başarılarınızın devamını dilerim.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan