Yaşamak Yaratmaktır

Bedenim

31 Temmuz 2019

Yazı: Bedenim | Yazan: Prof. Dr. Atilla Erdemli

Kendinizi nasıl tanımlarsınız?

İlkin şöyle soralım:

Hiç kendinizi tanımlamayı denediniz mi?

Kolay bir iş değil. Kendisiyle uğraşan, kendisini yontup biçim vermeye uğraşanların bile kolayca üstesinden gelemeyeceği bir uğraş bu kendini tanımlamak. Fakat bir o kadar da gerekli.

Eğer özlü bir yaşam sürmek istiyorsa insan, kendisini sık sık tanımlamak zorundadır. Değilse istediği yaşamanın güç alacağı çok önemli bir kaynağı göz ardı etmiş olur.

Kendini tanımlamak için insanın ilkin kendisiyle karşılaşmış olması gerekmektedir; başka türlü kendisine ilişkin bir farkındalık olanaksızdır. İnsan kendisinin ne ölçüde farkındaysa, o ölçüde bilincindedir. Kendisiyle bir kez karşılaşmış olmak da yetmez. İnsan tekdüze yaşayan bir varlık değil ki! Kendisiyle sık sık karşılaşan, hatta bundan hoşlanan bir insanın doğru bilinçlenmesi, ayrı deyişle kendisinin doğru farkına varması gerekir.

Çok zaman tutkularımız, hırslarımız, beğenmelerimiz ya da beğenmemelerimiz, olmazı istemelerimiz gibi değişik bakımlardan kendimize bakıp, onlara göre kendimizin farkında olabiliriz. O durumda da kendimizi olduğundan ayrı daha az ya da daha çok görebiliriz. Doğrusu insanın kendisini olabildiğince çok, nasılsa öyle görmesidir. Ancak o zaman kendimizi daha iyi biliriz; ancak o zaman kendimizi doğru tanımlayabiliriz. Böylece ne yapacağımıza ya da yapmayacağımıza olabildiğince doğru karar verebiliriz.

Kendini tanımlamada yalnızca olan değil, olması gerekenin de bulunması zorunludur. İnsan ne yalnızca dündür ne de yalnızca bu gün. İnsan aynı zamanda yarındır. Kendini tanımlamak, kendini kendi tarihselliği içinde ortaya koymaktır. Amaçsız, yarınsız bir insan tanımı, çok yavan, eksik ve soluk olurdu.

İnsan dışındaki varlıkların ne olduklarıyla tanımları verilebilir; insan belki daha çok ne olacağıyla anlam bulan bir varlıktır. Tanımı, böyle bir kapsamı gerektirince insanın, hem de kendisinin kendisini tanımlaması zorlaşır fakat bu zorlukla uğraşmadan da insan olmak epey zordur.

Kendisini denemekten korkan, gerçekten korkaktır.

İnsanın korkusu kendisinden başlar ve dünyaya yayılır. Bunlardan en önemlisi kendisini deneme korkusudur: Bu varoluş korkusudur.

Orada “Ya başaramazsam!” demek, “Ya var olamazsam!” demektir. Böyle bir denemede her başarısızlık var oluşumuzun bir yanıdır. Kim demiş var oluş yalnızca başarılarla kurulur diye! Ne büyük bir hayalci, gerçeklerden ne kadar kopmuş bir insandır o.

Varoluşum benimle kurulur: Eksiklerim, yanlışlarım, sürçmelerim, kısaca tüm olumsuzluklarım tüm olumlu yanlarımla birlikte varoluşumda görev alırlar. Çünkü onlar bana içkin.

Bedenimizi doğru kullanmıyoruz.

Her insan bedeninin kendi doğruları vardır ve insan bunları öğrenmek zorundadır. Ancak o zaman bedeni doğru kullanabilir.

Hayvanların böyle bir sorunu olduğunu pek söyleyemeyiz. Onların hareketleri türe özgüdür ve çocukluk dönemindeki oyunla ortaya çıkartılır. Bu hareketler unutulmaz, kalıcıdır ve türe özgü olarak hem doğru hem de işlevseldir. Başka türlüsü ile canlının yaşamını sürdürmesi olanaksızdır. Kendi bedenine uygun olan hareketleri yapmadığı zaman canlı, örneğin bir hayvan ölür.

İnsanda durum değindiğim üzere değişiktir. İnsan türünün hareketleri ortaktır, fakat bu hareketlerin hiçbirinde işlevsel bir uzmanlaşma yoktur.

Bireysel ayrılıklar -spordaki özel kabiliyetler dışında ele aldığımızda- şurada ortaya çıkar:

Her insan bireyi bedeninin gerektirdiği en uygun davranışlara göredir. Birey bunu doğuştan bilmez, bilemez fakat birey bedeninin gerektirdiği, bedenine uygun olan en uygun davranışları öğrenmek ve o davranışları öyle yapmaya göre yapılanmıştır. Örneğin nefes almak, yürümek, yemek yeme vb davranışların tümü bireyseldir. İnsanın kendisini tanıması bu noktada başlamaktadır. Birey kendisine en uygun hareket biçimini bilmezse ve yapmazsa kendisini farkına varmadan zorlar, sonunda çabuk yorulur, yaşamadan zevk almaz duruma gelebilir, çünkü hareketlerinden rahatlık duygusu ve haz silinir.

Bireye haz veren, rahatlık duyduğu kendi doğasıdır.

İnsan kendi doğasıyla ve ona uygun yaşadığı zaman kendi evindedir. Doğru hareket, bireyin kendi doğasıyla bütünleşmesini sağlayan harekettir. Bu aynı zamanda doğamızın evrenin bir parçası olması bakımından, doğamızın evrenle ilişkisi, bağlılığı bakımından, evrenle de bütünleşmektir.

Doğasını bilip, ona uygun yaşayan, bedenini bilip ona uygun hareket eden evrenle bütünleşmektedir. Yapıcı ve yaratıcı yaşamanın, özgürlüğün, hazzın, esenliğin, sevincin ve mutluluğun dayanağı buradadır. Ahlâk da dayanağını insanın doğasıyla ulaşacağı doğada bulur.

Buradan bir yaşama bilgeliği doğar. Fakat yine de aydınlatılması, bilinmesi gereken yanlar vardır. Örneğin; doğanın yasasıyla insanın yaşamı arasındaki sağlam bağlılıklar ve karşıtlıkların aydınlatılması gerekir. Kendini tanıma sorumluluğu, mutlu olma ve özgür olma sorumluluğu, özgür yaşama sorumluluğu ve insanın doğası gibi konulara aydınlık getirmek önemlidir.

İnsanlar çok zaman “bedensiz” yaşıyorlar.

Hepimizin bir bedeni var, ama onu çoğunlukla kendimizden uzak tutuyor, onun hakkını vermekten kaçınıyoruz. Bir bedendeyiz, o bizim bedenimiz ama sanki önemsizmiş gibi, sanki olmasa da olurmuş gibi davranıyoruz.

Aklı olup da aklını kullanmayana akılsız denilir; duygularına sürekli gem vurup, kullanmayana duygusuz denilir, bedeninin hakkını vermeyene ne denilir?

Bedenimizi ne kadar önemsediğimiz buradan belli: Bedenin hakkını vermeyeni işaret edecek doğru dürüst bir sözümüz yok. Tembel, miskin gibi sözler akla geliyorsa da, çalışkan, etkin, verimli dediğimiz insanların da her zaman bedenlerinin hakkını verdikleri söylenemez.

Çalışmak, üretmek, etkin olmak insan yaşamının saygıdeğer yollarındandır. Çalışmak, üretmek, etkin olmak insan yaşamının koşullarındandır. Yine de her çalışanın, üretenin ve etkin olanın bedenli olduğu söylenemez; onlar bedenlerini kullanıyor olabilirler ve çok zaman da bu böyledir. Bedeni kullanmak ile bedenin hakkını vermek ayrı eylemleri gerektirir.

❗️Kullanırken beden araçtır, hakkını verirken beden amaçtır.

Kullanırken belli bir iş bilinci yeter; hakkını verirken bir beden bilinci gerekli; bedenin bütününü kapsayan, onu duyup, yaşamaya destek olan bir “Beden Bilinci”.

Doğru ve gelişen bir Beden Bilinci’nden uzak olduğumuz için bedenimizden de uzak yaşıyoruz; sanki bedensizmiş gibi yaşıyoruz. En çok bedenimizden ödün veriyoruz. Oysa bedenimizle doğduğumuzu, bedenimizle var olacağımızı ve bedenimizle öleceğimizi unutuyoruz.

Beden yaşamanın bir aracı değildir: Beden yaşamanın somutlaştığı yerdir.

Kendini Yeniden Yaratmak

İçinde yaşadığımız doğada yalnızca “insan” yaşamasını savsaklayabilen bir varlık. Yalnızca insan zamanını boşa harcayabiliyor. Bu yaşama sorumluluğunun kendisine bırakılmış olmasının olağan sonuçlarından biridir. Bir başka canlının kendisini yeniden yaratmak gibi bir kaygısı yoktur. O doğası gereği, zamanı geldiğinde kendisini doğal olarak yeniler. Bunun için karar vermesine hiç gerek yoktur.

İnsanın yaradılışı gereği böyle bir yapısı yok; dolayısiyle onun kendisini yaratma zamanlarını kendisi belirlemesi ve kendisini yeniden yaratmak için gerekli çabayı göstermesi gerekmektedir.

Diğer canlılardan bir başka ayrımı, insan kendisini tek yönlü olarak yeniden yaratmaz; insan yaşamasının değişik alanlarında kendisini yeniden yaratır. İnsan çok yanlı, çok bağlamlı yaşaması olan bir varlıktır. Yaşaması tek yönlü olsaydı, diğer canlılardaki gibi bir değişim olağandı. İnsanın bu durumu, yaşamasına bütünüyle sahip çıkmasını gerektirmektedir.

Yaşamayı yeniden yaratmak, onu bütünüyle sahiplenmeyi, fakat bilinçli olarak sahiplenmeyi gerektirir. Böylece insan, yaşamasının değişik yanlarıyla, kendisinin belirleyeceği zamanlarda ve/veya durumlarda kendisi hesaplaşacaktır.

Sahiplenmek; tanımaktır, bilmektir, önemsemektir, eleştirmektir, hakkını vermektir. Onun için gerekli olanı yapmaktır, geliştirmektir, kendisini aşmasını sağlamaktır, sevmektir. İnsan ancak sahiplendiği kendisini yeniden yaratma bilinç, sorumluluk ve istencini (iradesini) yaşar.

Yaşamamızda bazı eylem alanları kendimizi yeniden yaratmamızda bize güç verirler, ufuk verirler, istek verirler. Bu eylem alanlarının ortak özelliği, kendimizin dışına ya da günlük alışageldiğimiz kendimizin dışına bizi çıkartan etkinliklerle bezenmiş olmalarıdır.

Örneğin, bilgiyi amaç edinerek bilimsel veya bilgi ile ilgili bir çalışma yapmak, özüne uyun biçimde ibadet etmek, spor yapmak, sanat etkinliğine katılmak, özgün yanımıza ilişkin etkinliklere girmek gibi. Bu uğraşlar içinde olağandan farklı bir yaşam süreriz fakat aynı zamanda kendimizi aşmayı yaşarız ve mutlu oluruz. Bu mutluluk yaşamamızın her yanına sıçrama özeliğini taşır. Böylece insan daha yüksek bir yaşamaya ulaşmış olur. İnsana yakışan da budur.

Kendini aşma olayına REKREATION diyorlar.

Bunun için de hükümetlere, yerel yönetimlere görevler, sorumluluklar veriyorlar. Onlar da parklar, oyun alanları yaparak ve yabancı karşılığı olan sözcüğün üzerine basarak yaptıkları sözüm ona hizmetleri anlatıyorlar.

Bir şeyin farkında değiller; kendini yaratma yalnızca çocuk ve gençlik için değildir. kendini yaratma her İnsan içindir; kendini yaratma her insan için, süreklidir. İnsan bir kerelik yaşamı olan bir varlık değildir.

Bu bağlamda devletin önemli bir sorumluluğu ortaya çıkmaktadır:

Yurttaşlarına kendilerini yaratma olanaklarını sağlamak. Devlet olmanın en büyük sorumluluğu yurttaşlarına, yaşamalarını yükseltecek olanakları sağlamak ve onları bu olanaklardan yararlanmaya yönlendirmektir.

Kendilerini aşamayan insanlardan oluşan bir toplum düşününüz; insanlar sahip oldukları yapıcı ve yaratıcı gücü kendilerine, yani insana aykırı işlerde tüketiyorlar. Ne büyük bir israftır bu. İnsan yaşamı savsaklanacak, boşa harcanacak bir yaşama değildir.

Prof. Dr. Atilla Erdemli

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan