Sentez

Arif Olan Anlar

4 Mart 2022

Öykü: Arif Olan Anlar | Yazan: Özge Can

Sağ omzunun üstündeki tabutun ağırlığı mı yoksa vicdanının ağırlığı daha baskın farkında değildi Arif. Başı öne eğik dizlerinden yaylanarak yokuş aşağı inerken alnından süzülen ter damlası gözünü yakmış, görenlere ağladığı izlenimi vermişti.

Herkes sırayla tabuta omuz verirken kimse Arif’ten yana niyetlenmiyordu. Babanın tabutunu aralıksız taşımak tabii ki evlada nasip olmalıydı. Öğlen güneşi tam karşıdan vuruyordu yüzlerine. Siyah camlı gözlüğünü niye takmadığına hayıflanıyordu Arif. Babasından aldığı tek genetik miras olan sarı bukleli saçı alnında biriken terle yapışmış, elini tabuttan çekip alnına götürünce omuzlardaki tabut öne doğru yalpalamıştı. Herkes üzüntüsünden sersemlediğine vermişti. Arif’in yerine omuz verip vermemek arasında kararsız kalan cemaat niyetlenene kadar defin alanına gelinmişti.

Hocanın uhrevi sesiyle birlikte kabre kefenli adamı defnetmeye geçildi. Arif zayıf vücudundan beklenmeyecek çeviklikte iki metrelik çukura mevta ile inip yerleştirip çıktı. Eline küreği verdiklerinde soluksuz ardı ardına toprak atmaya başladı. Küreğin toprak zemine sürtünme sesi duyulduğu anda tekrar dönmüş oluyor yeniden aynı sürtünme sesiyle toprağı cansız bedenin kefeni üstüne hırsla döküyordu. Cemaat bir süre yine izledi Arif’i. “Üzüntüden ne yapacağını şaşırdı garip, arkasında dağ gibi duran babası gitti. Yazık” acıma ünlemeleriyle, sırayla küreği almaya yöneldiler.

Arif erkeklerin arasından birkaç adım kenara çekilip iki üç metre ileriden defini izleyen hepsi bir örnek baş örtüsü takmış kadınlar topluluğunda annesi ile kız kardeşini aradı. Bulamadı. Yalnızlık içine çöreklendi. Gözleri karardı, yerinde sendeledi bu kez gerçekten sersemlediğinden oldu. Koluna dokunan el, bir şişe su verdi. “İç, için yanıyor senin” dedi. Kim olduğunu tanımadı Arif. Uzak akraba, komşu, belki de kuzen. Sesli teşekkür etmek yerine başını sallamakla yetindi. Diğeri de sırtına bir iki kez ritmik vurup sıvazladıktan sonra kabre toprak atma sırasına girdi. Kalabalık grupta toprak atıp görevini tamamlayan biraz geri çekilip, ellerini önünde birleştirip bacaklarını hafif aralayarak yerinde sallanmaya başlıyordu. Cenaze seremonisinin yazısız kurallarındandı. Diğer kuralların sırası gelmemişti henüz.

Son toprak da atıldıktan sonra kabrin başına tahtayı yerleştirip hocaya dönüp el açtı herkes. Hoca sıralı dualarını okurken Arif avuç içindeki çizgilere bakıyordu. Ömrünün süresini ya da kaç çocuk sahibi olacağını anlatan falcı aklındaydı. El ayasından hayatın dökümü alınabiliyordu madem bunca telaş, sorgu, mutsuzluk, arayış nedendi ve neden babanın bahsi geçmezdi hiç el fallarında? Babasının öleceği günü bilmek ister miydi sorusu zihnini ele geçirdiğinde hocanın “El-Fatiha” demesiyle taze kabrin altında yatan babasının ruhu için dua etmeye koyulan herkesin yüzünü incelemeye çalıştı. Kendi hariç herkes dudaklarını oynatarak göğe doğru açılmış avuç içlerine bakıyordu. Arif ise içinde taşıdığı huzurdan utanmalı mı, mutlu mu olmalı kararsızlık yaşıyordu. Toplu duaya katılmadı. Hep bir ağızdan “Âmin” diyenleri tekrarladı sadece.

Kalabalık sıralı Arif’in yanına gelip bir el ile tokalaşıp diğer elleriyle omuzunu tıpışlayarak baş sağlığı dileyip uzaklaşmaya başladı. O ara annesini görebildi. O da yanındaki kadınların baş sağlığı dileklerini kabul ediyordu. Tüm gün boyunca ilk kez göz göze gelebildi annesi ile. Umut arandı o gözlerde, teselli verecek bakış, içinde yaşadığı huzurun vicdan azabını yok edecek bir jest. Hiçbirini bulamadı. Sağ omzuna konan iri elin ağırlığı ile âna döndü. Omzunun üzerine ağır ağır inip kalkan el bir yandan da “Evin reisi sensin artık. Annene kız kardeşine sen sahip çıkacaksın. Erkeksin, ağlamak yakışmaz. Sen dik duracaksın ki onlar da dursun” diyordu. O ara yeniden annesine baktı. Annesi konuşulanları duyup onaylar gibi başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. O zaman ilk kelime çıktı Arif’in ağzından: “Tamam.”

Kalabalık cemaatin elini sıkmaktan avuç içleri ter içinde kalmıştı. Bu kadar insan babasını gerçekten tanıyıp seviyor muydu? Belki iyi bir iş arkadaşıydı, iyi komşu, sevilen aile büyüğü ya da abi, amca, dayı… Sıralı unvanlarının yanına iyi ile aynı cümlede yan yana gelemeyecek tek unvan babaydı. Arif’e göre mi böyleydi, acaba kız kardeşi de böyle mi düşünüyordu merak içindeydi? Onun üzerinden kalktığını hissettiği ağırlık kardeşi için de geçerli miydi? Gözü yeniden arandı. Annesinin yanında yere bakarak duruyordu. Omuzları dik, bedeni sır vermez gizlilikte duruyordu. Gözlerini görse belki anlardı.

Kalabalık dağılmaya başlarken uzak kenarda dikilmiş, ellerini önünde birleştirmiş, baştan ayağa siyah giyimli genç kadına gözüne çarptı. Simge! İçinden bağırarak bu adı tekrarladı. Dışında mimik oynamadan. Göz göze gelince içini sevinç kapladı önce, dudaklarına gülümseme yayılacakken dondu. Buz kesmiş ifadesiz gözlerle baktı Simge’ye. Kadın adım atmaya hevesli öne doğru eğilirken Arif birden arkasını döndü.

Omzuna vuran birkaç el de sıyrılıp uzaklaştı. Servi ağaçlarının altında mantar gibi bitmiş, yan yana sıralı kabirlerde istirahatte olanların üzerinde gezdirdi gözlerini. İçinde başka alemdeydi. Daha iki gün önce kopan kıyametten sonra ulaştığı bu dinginlik, suçluluk hissetmemesini söylüyordu. Bir yandan da baba kaybının üzüntü vermesi gerekliliği öğretisi arasında vicdan azabı duyuyordu. Babasının omzundaki sorgu melekleri şimdi defter ellerinde sorguya başlamış olsalar gerekti. Klasik soruları cevaplamak yormazdı babasını. Beş vakit namazını kılar, cumaları kaçırmaz, Ramazan’da orucunu tutar, kandil günlerini es geçmezdi. Ya yaşam içinde Allah rızası gözetmeden yaptıkları? Akşam namazından sonra sofrada aynı anda bulunulmadığında Arif’e yaptıkları. Ağzından çıkan irin dolu küfürleri çorbaya çeşni niyetine savurduğu akşamlar? “Senden bir bok olmaz, dürzü” deyip Arif’in sakalını çekiştirerek kafasına indirdiği yumruklar, “Önüne konan lokmalarda benim emeğim var köpek, beğenmemek ne haddine” avazıyla suratını yemek tabağına indirmesi, giydiği pantolonu beğenmeyip makasla yırtması… Ya Simge’yi beğenmeyerek kızın namusuna iftira atacak kadar bel altı vurması sorgusuna geçilecek miydi? Ne yanıt verecekti o zaman? “Oğlan istediğim gibi olmadı terbiye etmek için böyle davrandım” mı diyecekti? İzni alınmadan su bile içilemeyen evde, Arif kendi başına buyruk okul seçimini yapıp evleneceği insanı karşılarını çıkartmaya cesaret edebilmişti. Ne hadle?

Hiç inanmadığı hâlde genç bir kızın sırf kendi için başını örtmesini gururla savunurdu orada şimdi. Simge! Arif’le bir olup direnç göstermek yerine babasına yaranmak için başını örten Simge. Annesi, kız kardeşi gibi babasının sözünün arkasında sıraya girmiş, oradaki erkin gölgesinde nefes almayı yaşamak bellemişti. Arif gölgesiz yaşam için direnç gösterirken yanında durmaya cesaret edemeyen Simge’nin yanında durmayacaktı.

Babasının kabrinin başına gitti. Kimse yoktu artık ortamda. Duvar yıkılmıştı önünde. Tek yapması gereken yıkıntılar üzerinden atlayarak geçmek. Gerekirse başkaları için duvarı kendi örmek. Kendine ait yükselecek duvarın ilk tuğlasını babasının kabrinden üstünden geçerek koydu Arif. Cebinden telefonu çıkarıp berberi aradı:

“Saçımı kazıtacağım, acil!”

İkinci tuğlayı koymaya gitti.
 
 
Özge Can
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan