* Yazarın Notu: Bu yazıyı, Brian Crain – Wind dinleyerek okumanız tavsiye olunur. YouTube linki için tıklayabilirsiniz.
“Havada kar kokusu var,” demişti sevdiceğim, tüm ailenin biraraya biraz eksik toplanacağı 1 akşamın evvelinde..
Soğuk sakil grilikte bir sabah..
Bu mevsimin en garip yanı, hep griye çalması.
Bende uyandırdığı duygu; arada kalmışlık hali. Ne hüzünlü, ne mutlu. Ve sabah sabah bu grinin içine capcanlı bir başka renk eklemeli. Kırmızıya çalan turuncu gibi. Bu biraz, benim çocukluk sabahlarımdan biri. Üzerinden onca yıl geçti ama bendeki bazı huylar hiç değişmedi.
Uyandığımda ilk yaptığım; pencereye koşarım ve dışarıya bakarım, sanki orada beni, müjdeli 1 haber bekliyormuş gibi. Sabahın rengine göre, kısa bir süre düşüncelere dalarım. Sonra radyomu açarım. İlk çalan şarkının sözlerinin bana fısıldadıklarını anlamlandırmaya çalışırım.
Ba(ğ)zı sabahların anlamı daha kuvvetlidir, o vakit içimden, Vega’nın “bu sabahların 1 anlamı olmalı..” şarkısını sallana sallana mırıdanırım. Sabahları güzel uyananlardan olmayı tercih ettiğim için, bu esnada kendimi de kutlarım.
Günü, elinde kahve fincanı ile karşılayan insanlara bayıldığım halde, hiç onlardan olamadım.
Eve farklı lezzette kahve kokularının yayıldığı, makinesinin içine kurulmuş cam hazneye o kokunun müsebbibinin lıkır lıkır kendini bıraktığı keyifli 1 ritüel ruhuma da şifa olurdu mutlaka lakin, kahve bende taşikardimsi 1 etki yarattığından, ba(ğ)zı kış sabahlarıma, çocukluğumdan kalma bir alışkanlığımla “günaydın” diyorum hala.
O “Günaydın”ın ismi Çorba 🙃
Şehrin kurumsal hayatında kavrulup da, sürekli kendini peşinden koşturan tıka basa dolu metrobüs grisi sabahlarını “Çorba” ile taçlandıranlar var mıdır etrafta bilmiyorum ama evvela şunu itiraf edeyim; ben fanatik bir “çorbasever”im. Sevmiyorum, bayılıyorum. 7/24, 4 mevsim, 365 gün her çeşidini içebileceğimi biliyorum. 1 süre içmezsem, resmen özlüyorum.. Ve içlerinden 1 tanesini fevkalade kayırıyorum.
Tarhana.
Onu içinde sakladığım bez torbasına, içi çiçek desenli tahta kaşığımı 4 defa daldırıp, üzüm kabartmalarıyla süslü pembe cam kaseme bırakıyorum. Kupkuru ve sımsıkı hali, birazdan ona ekleyeceğim ılık su ile buluşacak ve artık başka 1 hal alacak. Bunun için biraz beklemesi gerekecek. Ve buna değecek.. Ufak çelik tenceremde; ege serinliğindeki zeytinyağının, yaz kokulu domates ezmesinin ve bahçe ferahlığındaki nanelerin birbirine karışmasını izliyorum tahta kaşığımla bu törene eşlik ederek ve sonra kasedeki tarhana yeni haliyle biraz daha suyla beraber ekleniyor onlara. Yavaş yavaş kaynamaya başladığında, etrafa yaydığı kokuyla adeta 8 yaşıma dönüyorum, annemin sesi çalınıyor kulağıma; “çorba hazır kızlar, hadi sofraya..” O an, içimi tarifsiz 1 güven duygusu kaplıyor.. Gözlerimi yumuyorum, düşlerinden birine yetişmeye çalışan küçük 1 kız, kendinden ağır gözlüklerini burnunun üzerine yerleştirerek önümden geçiyor..
1983-84’lerdeyiz.
Yeşilyurt’ta büyüdüğüm evdeyiz. Ülke, yakıt sorunuyla ilgili bir dönemi mi yaşıyor, nedenini tam hatırlamıyorum ama kaloriferler belli belirsiz yanıyor. Evde, kuzine boyutlarında devasa bir soba var ama ne yaparsak yapalım tüm evi ısıtmak mümkün olmuyor. Sabahları okula giderken hazırlanmak azap. İçimiz sürekli üşüyor. Herkesin dünyaya gelirken birtakım defoları vardır ya, benimkilerden biri de bu; bünyem üşümeye katlanamıyor. Soğuğu sevmiyor.
Annem, hayatımda tanıdığım en pratik zekalı kadın. Bulgar göçmeni bir ailede, 2. Dünya Savaşı’ndan bir süre sonra dünyaya gelişi mi bütün imkansızlıkları, bu kadar imkanlı hale sokan bilmiyorum ama o soğuk sabahları, sıcacık, neffis bir şölene döndürmeyi hep başarırdı. Anneannemin, yazları, büyük salonun ortasına serdiği sakız gibi ağartılmış çarşafların üzerinde kuruttuğu tarhanalar; akşam yemeği sofralarımızdan sabah kahvaltılarımıza göç ettiler o kış. “Kahvaltının mutlulukla bir alakası olmalı..” demiş ya büyük üstad, ben bu cümleyle o günlerde tanıştım sanırım. Sunumu da 1 o kadar eşsizdi. Bu benim annemden aldığım ve kızıma verdiğim en kıymetli öğütlerden biri; “Yaptığın her neyse, eşsiz ol.”
1 kase tarhana çorbasının içine, bir dilim trakya peynirini usulca bırakırdı, üzerini kavrulmuş ekmeklerle donatırdı. Erimiş tereyağında kızdırılmış kırmızı biberlerin de eklendiği bu ihtişama kaşığımı daldırdığımda büyük bir iştah ve heyecanla, peynirin tarhananın aşkıyla eriyişini izlerdim..
İşte ben daha o günlerde, bir kase kırmızıya çalan turuncu rengin eve yayılan ve beni yatağımdan mutlulukla kaldıran lezzetine aşkla bağlanıverdim.
O çorba ki içinde ne çok şey barındırırdı..
Özü; biberdi, undu, naneydi, yoğurttu ama hissettirdiği; sevgiydi, aşktı, güvendi, tutkuydu, mutluluktu, sıcaktı, sıcacıktı, sarmaktı, sarmalanmaktı, ısınmaktı.
Şimdi ne vakit uyansam 1 kış sabahı bu şehrin griye boyanmış gökyüzüne, bilirim ki içine bir tutam kırmızıya çalan turuncu eklediğimde; bulutlarım dağılacak, rengi canlanacak, tatlanacak günümün ve içim ısınacak yine sevgiyle, mutlulukla, umutla, afiyetle..
Bir kase Tarhana Çorbası..
Aşk tadında, ba(ğ)zı günlerin en sıcak başlangıcı..
Nurdan Yılmaztürk
10 YORUMLAR
Bi’ tanecim, o soğuk ama aslında sıcacık kış sabahını bana da yaşattın. Benim gibi yemekle ne yeme, ne de pişirme bağlamında yakın bir ilişkisi olmayan bir kadını bile özendirmeyi başardığına göre diğerlerinin üzerinde bıraktığın etkiyi düşünemiyorum 😉
Yemeklerle kurduğun bu duygusal bağı ve onu bize aktarabilme gücünü seviyorum.
😘❤️😘❤️
yemek yemek ve yemek pişirmek, genlerime teşekkür edebileceğim 2 şahane sebep.
ve 1 insan neyi çok severek yapıyorsa onu da 1 o kadar severek aktarıyor başkalarına bana kalırsa.
tüm sebebi budur sanırım yemekten bahsederken gözlerimin ve kalemimin parlamasının 🙂 🙂
Ya ben şurada bir çorba veya pizzayı okurken o kadar zevk alıyorum ki. Cümleye bakar mısın; “Özü; biberdi, undu, naneydi, yoğurttu ama hissettirdiği; sevgiydi, aşktı, güvendi, tutkuydu, mutluluktu, sıcaktı, sıcacıktı, sarmaktı, sarmalanmaktı, ısınmaktı.”
Kimsenin sevmediği bamyayı yazsan, yine enfes yazarsın.
Kalemine sağlık.
🙂 🙂 🙂 1 yemek kitabı yazsam hiçbir mutfağa ait olmayan, sadece kendi mutfağımda pişenleri kapsayan.. tarifleri bu şekilde yapsam beğenilebilir bana kalırsa da 🙂 yorumuna sağlık 🙂
Tarhana çorbasının sihirli olduğuna inanırdım, sizin anlatımınızla taçlanmış oldu zihnimde. Öyle güzel anlatmışsınız ki kokusu geldi burnuma, anne eli değmişliğini hissettim. “Eşsiz” bir anlatım, emeğinize sağlık.
Sevgimle 💙
çok teşekkür ederim sihirli sözleriniz için 🙂
ben de tarhananın mucizesine inanırım.
her derde deva gibidir kendisi ve soframın kraliçesi 🙂
Tarhana çorbasını sevmeyen yeni nesile okutulası bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık ☺
yaaaaaa nasıl sevilmez ama..
o tarhana.
sevilmesi için milyonlarca sebep sayabilirim burada 🙂
içine peynir ve kavrulmuş ekmek atsak severler mi acaba?
çok teşekkür ederim değerli yorumunuz için 🙂
Tarhana çorbasının kendi halinde kibirden uzak hayali sayenizde bir sürü güzel anı ve lezzeti çağrıştıran kokularla doldu odama.
Yüreğinize, kaleminize sağlık…
tarhana çorbasının kendine has 1 tarzı var bana kalırsa.
kimselere benzemez.
etle sütle şehriyeyle kremayla işi olmaz.
kendi kendine yeter ve lezzeti unutulmaz 🙂 🙂
ahahaha ne güzel ilham verdi yorumunuz bana şu satırları yazmama..