Naftalin

Gargamel’in Orduları

9 Haziran 2020

Öykü: Gargamel'in Orduları | Yazan: Gökçe Çiçek Gönülaçar

Rüzgar deli esiyor. Evimiz kuzey cephede ve rüzgar hırçın bir şarkı söylüyor bu akşam.

Uğultuyu dinlerken, doğduğum kasabanın “Fener” denilen mevkisinde, Marmara Denizi’nin bütün görkemi ile salonumuza dolduğu beşinci kat evimiz geliyor aklıma. Rüzgar estikçe boğazın deli dalgalarını görüyor gibi oluyorum. Küçücük gözlerini kocaman açan beş yaşındaki halimi düşünüyorum. Dedemin ağzından çıkan her kelimeyi zihnime yazdığım anlara gidiyorum. Sonra babam geliyor aklıma. Babam ve onun uydurduğu modern masallar.

Bir romanda okumuştum.

“Gelibolu’da doğan çocukların ninnileri rüzgarlar, beşikleri sandallar olur.”

Bu yüzden herhalde, ne uğultudan ne dalgalardan korkmam ben. Hatta çok rüzgarlı havalarda feribota binmeyi lunaparka gitmeye benzetirim. Dedemin ‘mübarek’ dediği kocaman gemi dalgaların içine girdikçe eğlenir, çıktıkça gülerim hâlâ. Bol rüzgarlı memlekette büyümek beni her ne kadar fırtınalı bir karakter yaptıysa da bundan hiç şikayetim olmaz. Çünkü öğrenmişimdir ki; hava ne kadar bozuk olursa olsun kaptanın işi, gemiyi o limana yanaştırabilmektir. Hayat hoyrat bir deniz ise, mesele mücadeleci bir kaptan olabilmektir dünyada.

“Zamanın ruhu” demişti lisedeki edebiyat öğretmenim.

“O ruhun içinde büyüdünüz siz. Bu yüzden savaşçı karakterlersiniz hepiniz.”

Dev dalgaların içinde bir sağa bir sola yatan feribotlar gibi, en kötü şartlarda ayakta kalmayı öğrenerek büyümüşüz. Belki çok özlediğimdendir, belki zamanın ruhudur beni bu akşam alıp götüren. Belki hatıralarım daha da canlansın diyedir bu deli esen rüzgar. Bilemiyorum. Tatlı çocukluğum yığılıyor gözlerimin içine.

Her ayrıntısını ince ince anımsadığım dedem. Elleri kocaman, gözleri hep gülen. Yanakları ferah ferah limon kolonyası kokan, kareli gömleğinin üstüne giydiği gri süveteri ile tam bir Balkan delikanlısı. Ben minnacık bir nokta. O elektrik direği gibi upuzun. Evin içinde ünlem işareti gibi dolandığımız zamanlar. Ve cilt cilt dizilmiş ansiklopedi gibi, bilgisi engin, gölgesi serin bir çınar ağacı. Ahmet dedem.

‘Mübarek dede’ olur mu, olur. Ne komik bir isim. Komikliği bir yana benim dedem bir başka mübarekti gerçekten. Fakat mübarek olan bir başka şey daha vardı hayatımızda.

Kışları anneannem ile dedem bize kalmaya gelirlerdi.

Benim için bayram olurdu o gelişler.

Çok soğuk geçen Gelibolu ayazında sobanın yanında elini başının altına koyup, şekerleme yapan dedem ile geçen çok değerli zamanlarım var. Annem ile babam işe gidiyor. Anneannem mutfağa. Dedem ile ben denizi seyrediyoruz. Ocak, şubat ayları herhalde. Deliren dalgalar var. Karşı taraf gözükmüyor.

“Vay be mübarek” diyor dedem kalın sesiyle.

“Nasıl da gidiyor; hey maşallah!”

O arada, o kocaman elleriyle kulaklarımdan asılıp bana “İstanbul’u” göstermeyi de ihmal etmiyor. Ben bir türlü İstanbul’u göremiyorum. Kulaklarım ve boynum çok acıyor. Ama farkında değilim, dedem boyumu uzatıyor.

Havalar bozuk. Deniz kudurmuş.

Boğazın azgın dalgalarında “mübarek” gidiyor “mübarek” geliyor. Koşup dedeme sesleniyorum.

“Dede, kalk bak! Maşallah Mübarek geliyor!”

Evdekiler bana çok gülüyor. Anlamıyorum.

Bir gün annem diyor ki, “Gökçeciğim; geminin ismi mübarek değil. Hani biniyoruz ya bazen arabamızla karşıya geçiyoruz. Onun adı feribot ya da arabalı vapur. Mübarek değil çocuğum.”

“Hayır. Onun adı Mübarek. Çünkü dedem ona öyle diyor.”

Dedemden üstünü yok gözümde. Dedemden çok bileni yok.

Dedemin masalları kimsede yok. Ve dedemin söylediği katiyen doğru.
Ah dedecim bir bilsen ki o havalarda gelip giden mübarek, şimdilerde baharda bile yan yatıyor.

Onlar Şarköy’e döndüklerinde Mübarek’i hep görüyorum. Gördükçe üzülüyorum gittiklerine. Üzüntüden uyanmak istemiyorum. Ne denizi göresim var ne Mübarek’i. Bir sabah babam uyandırıyor.

“Hemen uyanmalısın Gökçe!”

“Gargamel’in orduları gelmiş evin önüne. Çabuk kalk!”

Siz olsanız merak etmez misiniz; nasıl şey o öyle diye. Ben üzülünce hemen gelen Gargamel komutan ve orduları. Sıcacık yatağımda uykuyu uzatmanın derdindeyken meraklanmam için geliştirilen modern masallardan sadece biri. Beni yatağımdan en çabuk kaldıran masal.

“Denizin içini görmelisin Gökçe! Bütün askerleri ile yerini almış bir donanma var. Çok kalabalıklar kızım. Bir sürü savaş gemisi demirlemiş. Komutanları Gargamel. Savaş başlayacak hemen uyan!”

E tabi ki beş altı yaşlarımda tanıdığım en kötü adam Gargamel. Büyük bir şatosu, kendi gibi çok kötü olan kedisi ve büyük arazileri var. Gargamel’in bizim denizimizde ne işi var?

Heyecanla uyanıp bakıyorum pencereden. Göremiyorum. Tır tır tır kayık motorlarının sesleri geliyor kulağıma. Sadece sabahın erken saatlerinde ekmeklerini çıkarmaya çalışan küçük tekneler var boğazda. Ayıcıklı pijamalarımla salonun penceresine koşuyorum. Belki oradan görürüm diye. Koşarken de soruyorum bir yandan.

“Babaaa! Azman da gemide mi? Şirin babayı gemiye mi hapsetmişler? Şirinler nerde?”

Hiçbiri yok. Gelmemişler. Babam uydurdu her şeyi. Çok kızıyorum. Beni hemen kucaklayıveriyor. Tombul yanaklarımdan öpe öpe açıklıyor. Ona da inanıyorum.

“Deden çağırmış Gargamel’i Gökçe! Şarköy’deki limana yanaştırmış gemileri. Şirin Baba’yı da deden kurtarmış. Biz de havalar düzelince gidip dedene teşekkür edeceğiz.”

İnanarak, hayal kurarak, masallarla eğlenerek, öğrenerek büyüyorum.

Küçücük aklımla, maceracı ruhumla çok heyecanlı bir çocukluk hediye ediyorlar bana. Ama hayat her zaman mutlu sonlarla biten masallar hediye etmiyor kimseye.

Bir sabah terler içinde kalkıyorum yataktan. Kâbusumu hatırlamaya uğraşıyorum.

Penceremin önünde Gargamel’in ordularını görüyorum rüyamda. O puslu hatıradakinden daha gerçek gibi.

Gri ve çok soğuk bir sabah saati karşılaşıyoruz. Zırhlarını kuşanan kötü kalpli askerler demirlemişler savaş gemilerini. Komutanları Gargamel’den çok daha kötü. Nedeni belli olmayan bir savaşa hazırlık yapılmış. Benim askerlerim yok. İki büyük komutan beni bırakıp gitmiş. Önce dedem sonra babam. Ne taktik kalmış aklımda ne sığınacak liman.

Ruhumu parçalamakla görevli olan savaş gemisinin bayrağını görüyorum uzaktan. Zaten içten başlamışlar yıpratmaya. Bütün iyi sandığım, arkadaş sandıklarım ön safhada. Bir ellerinde silahlar diğer ellerinde bana doğru kullanacakları tüm kozlar. Yarım ay şeklinde dizilmişler hepsi. Önce içeriden sonra yanlardan vurup ortalarında yok edecekler beni!

Çok korkuyorum bu kötü masallı rüyadan. Çığlıklarla uyanıyor ve pencereye koşuyorum. Dışarda sıcak bir hava var.

Ağır bir haziran günü bugün.

Komutanın başka dünyaya gittiği gün çünkü! Üstünden altı koca senenin geçtiği ama acısının bir katre azalmadığı her geçen gün. Artık kimsenin kızına, torununa anlatmadığı masalları kendim uyduruyorum. Mutlu son yazıyorum hepsine.

Gerçek veya uydurulmuş masallarla büyümüş olmak ne güzel. Ne büyük bir şans.

Canım dedem; günebakanlarını ektiğin, gelinciklerinin kıpkırmızı açtığı tarlalarda geziniyorsundur belki.

Babam… Beni üzmeye gelen herkesi korkutan ordularınlasın belki.

İyi yerdesiniz hiç kuşkum yok. Belki rahmet istediniz gece gece.

Ben öpücüklerimi koydum bu hırçın rüzgârların içine.

Sizi bulacaklar ve yanağınıza konacaklar. Ve söyleyecekler size
Gökçe’nin masalları hep mutlu bitiyor sayenizde…

Gökçe Çiçek Gönülaçar

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

10 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 9 Haziran 2020 at 14:04

    Gene ağlattın beni Gökçecim. Geçen hafta Elif’in, bu hafta senin yazınla geçmişe, babamı kaybettiğim günlere gittim. Ben ikiniz kadar da cesur değilim sanırım. Babamı yazmayı dergiyi kurduğum ilk günden beri fazlasıyla arzu ediyor olsam da düşüncesi bile büyük bir ızdıraba neden olduğundan yazamıyorum. Oğlumla beraber benim için dünyadaki en değerli iki erkekten biri olan babamı umarım ben de bir gün yazabilirim.
     
    Her yazında duyguyu okura o kadar kuvvetli aktarıyorsun ki her seferinde boğazımda yumru, gözlerimde yaşlarla bitiriyorum okumayı. Kalemine, yüreğine sağlık canım ❤️

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 9 Haziran 2020 at 14:22

    Sizin emeğiniz çok bende. Öncelikle bu kadar yoğun bir duyguyu yazarak aktarmama vesile olduğunuz için müteşekkirim. Herkesin atlatma şekli bambaşka tabi ki. Babalarımız dedelerimiz yaz yaz bitmez. Belki içinizde yazıyorsunuzdur. Biz nerden bilelim? Zamanı elbet gelir.. Sizi böylesine güzel yetiştiren babaya da selam gönderelim, rahmet dileyelim burdan. Ve bütün gitmiş babaların babalar günlerini de kutlamış olalım.
     
    Çok çok çok sevgiyle…

  • Yanıtla Elif Bilici 9 Haziran 2020 at 14:31

    Gökçe Hanım yazınızda bir cümleye takılı kaldım ve gittim geldim okudum “Hayat hoyrat bir deniz ise, mesele mücadeleci bir kaptan olmaktır dünyada.”

    Ne kadar naif bir söz, ne kadar cesaret verici. Elinize, kaleminize sağlık.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 9 Haziran 2020 at 17:02

    Elifcim teşekkür ederim. Beğenmene çok sevindim. Tekrar hoş geldin.

  • Yanıtla Elçin Avcı 9 Haziran 2020 at 19:45

    Çok beğendim.
    Hele bazı cümleler nefis.
    En önemlisi ana dilimizi çok iyi kullanman.
    Türkçe nefis bir dil.
    Sizi kutluyorum.
    Devam…

    • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 9 Haziran 2020 at 21:50

      Çok teşekkür ederim.
      Beğenmenize çok sevindim.

  • Yanıtla Beril Erem 11 Haziran 2020 at 01:41

    Gökçem, benim hem şansım hem şansızlığım senin öykülerini yayınlanmadan okumam 🙂
     
    Şansım; çünkü yazdığın her bir satırı, o satırlardan akan her bir damlayı ilk ben hissediyorum yüreğimde.
     
    Şansızlığım; çünkü okuduğum anda o yoğun hissiyatla yorum yapamıyorum :/
     
    Senin öykülerin evet çok duygu dolu, romantik, böyle kahve telvesi gibi dibe çöken ve kalan öyküler ama bir taraftan da çok coşkulu, aynı Gelibolu gibi, böyle gürül gürül bir fırtına kopacakmış gibi her an… O anlamda hem coğrafyanın kalemisin sen hem de coğrafya senin kalemin arkadaşım.
     
    Çok tebrik ediyor ve teşekkür de ediyorum böyle güzel hikayeler ile buluşturduğun için bizi ❤

    • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 19 Haziran 2020 at 15:29

      Sevgili öğretmenim Beril Erem 🙂
       
      Mektup başı gibi oldu 😊
       
      Öğretmenim diyorum çünkü bizimle paylaştığın her teknik bilgiyi yazmadan önce gözden geçiriyorum. Ufacık bir yorum bile motivasyonumu nasıl coşturuyor bilemezsin. Başarılı bir öykü yazarının ve editörümün kelimelerimi kahve telvesine benzetmesi hele.. Ay uçuyorumm galiba.. Eve döneyim de yazmaya başlayayım hemen..
       
      Hepinizi ayrı ayrı çok ama çok seviyorum..

  • Yanıtla Serkan Karamalak 16 Haziran 2020 at 14:55

    Gökçecim yazılarını keyifle okuyorum.
    Tüm bu güzel anılarını bir kitapta görmek çok isterim.
    Kalemine, yüreğine sağlık.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 19 Haziran 2020 at 15:30

    Umarım Serkan abiciğimm..
    Bir gün.
    Ben daha bebek öykücüyüm.
    Biraz daha büyüyeyim o da olur inşallah ❤❤❤

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan