Sentez

Burnuma Kötü Kokular Geliyor

28 Mayıs 2021

Öykü: Burnuma Kötü Kokular Geliyor | Yazan: Özge Can

Çalkantılı düşüncelerinin içinde es arayarak eski Rum evinden bozma kafenin bahçesine geçti Ece. Topuklu ayakkabısının tak tak sesleriyle zemini döverek yürüyordu. Yanından geçtiği çocuklar güneşin etkisinden kaçmak için gözlerini kısarak başlarını kaldırıp baktılar. Sakinlik ararken çocuk parkına dönmüş kafede en ücra yerin kuyunun yanındaki masa olduğu fark edip oraya yöneldi.

“Hanımefendi dünkü yağmurdan sonra kuyudan kötü kokular geliyor, dilerseniz bu tarafa alayım size.”

“Hayır, sakin burası, iyi böyle. Sade kahve alayım ben.”

“Elbette, buyurun o zaman.”

Bahsi geçen kötü kokuyu alamayacak kadar çürümüşlükle doluydu içi; oradan gelen kokudan daha kötü olamazdı. İçinden taşanların irinli kokusunu yalnız kendinin aldığına bile şaşırıyordu. Gözünden, sözünden taşıyor olmalıydı. Buruşturduğu yüzü, dışarıya tepki sanılıyordu. Oysa kendinden tiksiniyordu Ece. “Keşke ölsem” nidası beyninin çeperlerine vuruyordu çoktandır.

Çimle kaplı toprak zemine topukları batıyordu. Suratını buruşturup bata çıka yürüdü. Bol kahkahalı çocukların tiz sesinden hızlıca uzaklaşmaktı isteği. Sırtını kalabalık alana dönüp, meyve bahçesini andıran kuyu tarafına doğru bakar oturdu. Çürümüşlükten bir an uzaklaşsa masanın yanındaki çileklerin taze kokusunu alacaktı. Serotonin salgılanmasını sağlayacak her türlü algıya kapalıydı.

Sert hareketlerle sigarasını çıkarttı masaya çarptı. Su istemek için garsonu aranırken on yaşlarında erkek çocuk geldi yanına.

“Sizinle oturabilir miyim?”

“Hayır! Neden?”

“Dinlenmek istiyorum, diğerleri bırakmıyor. Burada bana yaklaşmazlar.”

“Ailenin yanına gitmelisin. Benim işim var.”

“Bir şey istemiyorum sizden. Şurada sessizce beklerim ben.”

“Hayır, dedim. Git buradan.”

Gözlerinde sinsi bakışla çocuk yanından ayrıldı. Ece oflayarak çantasından telefonu çıkartıp hızlıca mesaj yazmaya başladı:

“Tercihlerimizi bireysel kararlarla mı alıyoruz? Bu bir yaptırım değil mi yani? Başkalarını da düşünerek aldığımız kararlar ortak yaşam zorunluluğundan mı? Bir şeyi tercih ederek yaptığımız zaman o orada bir seçim mi oluyor? Orada durduğumuz yer karar yerimiz mi? Bir adım atıyorum ya da duruyorum. Durmak da adımdır. Bazen yerinde durarak bile adım atabilir insan. İzafiyet teorisi filan hikâye… Duruyorum. Adım atmıyorum, ilerlemiyorum belki ama yine de geçiyor zaman. İlerliyorum aslında ben. Sonraya gidiyorum her türlü. Seçenekler arasında bir şeyi tercih ettim. Yapılması gerekeni yaptım! Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum: Gittim ben! Senin içime bulaştırdığın çürümüşlükten arınmak için. Anlatmaktan vazgeçtim, sorularıma yalancı yanıtlar bulmandan da. Senin tercihine saygı duymuyorum. Fakat sen benimkine saygı duymak zorundasın. Bedenimde bıraktığın izleri sökemiyorum. Zihnime yaydığın karanlığı aydınlatamıyorum. Sözümü kirlettin, düşüncemi kirlettin. Kırk hamamda kırk tas suyla arınmaz ruhum. Elden ele, sözden söze düşürdüğün beni yeniden doğuramayacak hiçbir ana. Tercihlerimiz bize ait değil. El birliği ile o yana itiliyoruz. Sözümüzün hükmü yok. Gidiyorum ya ben; bunu sen bana tercih ettirdiğin için. Gidiyorum!”

Ekranda yollamayı bekler halde bekletti mesajı. Mesaj yazarken duymadığı sesler yeniden doldu başına. Kahvesinin masaya bırakıldığını bile fark etmemişti. Bir an kokusunu almayı istedi. Küçük bir an güzel kokuya teslim olabileceğini düşledi. Unutmuştu. Hafızası anımsatmıyordu bile güzel olan hiçbir şeyi. Midesinden ağzına yükselen asitli suyu yutkunarak yeniden yolladı. Dumanı tüten kahveden hızlıca yudum alıp, sigarasını yaktı. Gözündeki perdeden bir adım ötesindeki doğanın vadide boy almasını göremeyecek kadar kör olmuştu.

Yeniden o çocuğun sesini duydu sağır da olmaya dileyerek.

“Çocukların yanında sigara içilmez.”

“Yanımda durma o zaman sen de.”

“Kuyudan kötü koku geliyor. Almıyor musun?”

“Bendendir o.”

“Hayır, bak kuyudan geliyor.”

“Çocuk, git başımdan.”

“Bu kokuda nasıl duruyorsun burada?”

“Koku filan yok, git başımdan.”

Kuyuya doğru eğilerek çocuk yüzünü buruşturdu. Ece’ye doğru bakarak yineledi.

“Bu kokuda nasıl duruyorsun burada?”

“Koku filan yok diyorum anlamıyor musun?”

Ece sinirle yerinden kalkıp, çocuğu kolundan tutup kuyudan uzaklaştırmaya çalıştı. Çocuk elinden kurtulmaya çalışırken itiyordu Ece’yi. Topukları çime battı yeniden. Hem çocukla hem ayakkabıyla uğraşırken dengesini kaybedip kuyuya düştü Ece.

Masanın üzerindeki telefonun imleci yanıp sönüyordu: Gidiyorum!

Özge Can

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan