Sessizlik Öyküleri

Boş Bir Oda ya da Farklı Hayatlar

28 Ekim 2021

Öykü: Boş Bir Oda ya da Farklı Hayatlar | Yazan: Hakan Özbek

O adamı ilk kez yedi yıl önce fark ettim. Şişli’yi Nişantaşı’na bağlayan dik yokuşlarından birinde, duvarları açık mavi renge boyanmış bir apartman dairesinin ikinci katında, perdeleri açık pencerenin tam önünde… Pencereyi açmaz, önünde durmaz, yoldan geçenlerden hiç haberi olmaz, televizyon izlemez, kimseyle konuşmaz… Sadece yatar. Sanırım hasta. Kim olduğunu, ona ne olduğunu, neden yatmak zorunda olduğunu, kısaca onun hakkında hiçbir şeyi bilmiyorum.

Yıllardır, neredeyse hemen her gün Nişantaşı’na çıkan o yokuşu çeşitli nedenlerle tırmanıyorum. Bir zamanlar üniversite için, şimdilerde ise işler güçler. Aradan geçen yıllarda sokak epeyce değişti; son gecekondular yıkılıp yerine apartmanlar yapıldı, kaldırım taşları yenilendi, yol asfaltla kaplandı, ardından kırılıp tekrar yapıldı, bir spor salonu, ufak bir oda tiyatrosu açıldı, bir sanat galerisi kapandı, hemen yokuşun ortasındaki çikolata dükkanı semtte açılan zincirlere direnemeyip kapandı, birçok apartmanın dış cephesi yeniden kaplandı… Sadece o apartman ve o yaşlı adam hep aynı kaldı. Bina hep açık mavi, adam hep beyaz pijamaları ile.

Her geçişimde orada olup olmadığını kontrol ediyordum. Orada olmak? Ölmek-yaşamak. Bazen ise merak ediyordum, acaba ben onun bu kadar farkındayken, o da benim farkımda mıydı? Çaktırmadan bakıyor muydu sokağa mesela? Bunca değişimi görüyor muydu? Her gün oradan geçerken yavaşladığımı, hatta sırf yaşadığından emin olmak için o kıpırdayana kadar orada durup bir sigara içtiğimi biliyor muydu?

Ayağa kalktığını hiç görmemiştim. Hep stabil bir haldeydi, onun bu direnci bana çok devrimci geliyordu. Direniyordu bir şeylere, neye olduğunu bilmiyordum ama direniyordu bana göre. Ve aklımda her gün bir düşünce daha büyük yer kaplayıp duruyordu; onu ziyaret etmek. Bu düşünceye hakim olamıyordum ancak bir yanım beni dizginliyordu.

“Sence ziyaret edilmek istiyor mudur?”

Kendimi onun yerine koyuyorum; ben olsam istemezdim sanırım. O yaşta, sağlığımı kaybetmiş bir hâlde, hele bir de hiç tanımadığım biri tarafından ziyaret edilmek istemezdim. Güzel bir roman karakterinin dostluğunu yeğlerdim. Don Quijote ya da Paul Rayment olabilir mesela.

Diğer taraftan o benim yerimde değildi, ben de onun. Onun aklına girmişçesine düşünmek saçmaydı.
 
 

* * *

 
 
Sıcak bir yaz gününde, günlük rutinimi gerçekleştiriyor, onun dünkü, önceki günkü, daha önceki günkü, geçen ay, geçen yıl ve yedi yıl önce olduğu gibi yine yatağında, pencerenin tam önünde olup olmadığını kontrol ediyordum. Pazar günüydü, ardından bir yerde oturup bir fincan kahve içebilir, biraz kitap okuyabilirdim. Yine durup bir sigara yaktım, onun nefes aldığını, yatakta hafifçe başını sağa sola oynattığını gördüm. O an sigaramı söndürüp apartmanın kapısına yöneldim. Dış kapı açıktı, apartmanın içinde hafif bir rutubet kokusu vardı. Merdivenlerin mermeri eskimiş, beyaz duvarlara ortadan bir duvar kağıdı ile şerit çekilmişti. Katlarda gördüğüm dört kapı da ahşaptı. Şimdi iki kapıdan önünde sadece bir ayakkabı olanın, yani tam o yaşlı adamın kapısının önünde duruyordum. Kapının solunda duran zilde bir isim yazıyordu; Andre.

Zile basıp beklemeye başladım. Duyulan bir ses, gelen giden yoktu. Tekrar bastım, yine yok. Son kez zile basıp bir adım geri çekildim. Sonra bir adım daha, ardından üçüncü geri adımımı attım. Sanırım kapıyı açacak kimse yoktu. Andre için endişelenmeye başlamıştım. Bu adam ihtiyaçlarını nasıl görüyordu? Tam arkamı döndüğüm sırada kapı açıldı ve arkamdan bir kadın sesi duyuldu.

“Kime bakmıştınız?”

“Andre’ye. Yanlış mı geldim?”

“Andre’ye mi?”

“Evet. Ben onun…”

Cümlemi tamamlamamı beklemeden beni içeriye aldı.

“…nasıl olduğunu merak ettim.”

Ben ayakkabılarımı çıkarırken, kadın arkasına dönerek aralık olan kapıya doğru seslendi.

“Bay Andre, ziyaretçiniz var. Hayli genç bir ziyaretçi…”

Ardından eliyle aralık olan kapıyı işaret etti.

“Şöyle buyurun.”

“Teşekkür ederim.”

Odanın içine girdiğimde önce duraksadım. Gözlerim ilk olarak Andre’ye gitti. Üstünde her zamanki gibi beyaz pijamaları, yatağında sırt üstü uzanmış, boş duvara bakıyordu. Odanın tüm duvarları boştu. Halbuki evin giriş kısmında bile yanlış hatırlamıyorsam beş farklı tablo vardı. Yalnız duvarlar değil, oda da boştu. Ne bir televizyon, ne bir koltuk, ne de başka bir şey. Sadece Andre’nin yattığı yatak, yatağın yanında yerde duran küçük, eski bir halı ve tek bir sandalye vardı.

Bir süre odanın girişinde bekledikten sonra Andre kafasını bana doğru çevirdi. Gözleriyle sandalyeyi işaret etti, ya da bana öyle geldi. Oturdum.

“Bay Andre, nasılsınız?”

“Teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız?”

“İyiyim, sağ olun.”

Gerçekten de yaşlıydı. Tahminen yetmişlerinin sonunda, seksenlerinin başındaydı. Ancak hasta görünmüyordu, hatta yaşına göre sağlıklı bile sayılabilecek bir görüntüsü vardı.

“Sizi tanıyor muyum genç adam? Yaşım biraz ilerledi, bu yüzden kusura bakmayacağınızı umuyorum.”

“Hiç sorun değil Bay Andre. Ancak tanışmıyoruz, bu yüzden beni tanımamanız normal.”

“Peki neden buradasınız?”

“Sadece sizi merak ettim. Çok uzun süredir burada yattığınızı fark ettim ve nasıl olduğunuzu öğrenmek istedim.”

“İyiyim genç adam, ancak anlayamadım.”

“Benim bildiğim kadarıyla yedi yıldır burada yatıyorsunuz…”

“Aslında dokuz yıl.”

“… ve ben de iyi olup olmadığınızı öğrenmek istedim.”

“Gayet iyiyim. Hatta iyi ne kelime, turp gibiyim!”

Sadece gülümsedim. Bu yaşta, üstelik yatağa mahkum bir hâlde yatan birine göre oldukça iddialıydı Andre.

“Yalnız mı yaşıyorsunuz?”

“Hayır, gördüğünüz gibi Nilüfer Hanım ile birlikte.”

“Eşiniz mi?”

“Yok, sadece arkadaşım diyelim. Bazı işlerimi yapıyor, burada kalıyor.”

“Kapıda yazıyordu, gerçekten isminiz Andre mi?”

“Evet, Andre.”

“O halde Türk değilsiniz.”

“Hayır, Türk’üm. Sadece babam André Breton’a hayran biriydi ve bu yüzden adımı da Andre koymuş, Andre Önal.”

“İlginçmiş.”

“Daha çok saçma. Bu arada bir şey içer misiniz genç adam? Sormayı unuttum sizin isminiz nedir?”

“Hakan benim adım, Hakan Bey.”

“Sizin soyadınız ilginç olmuş.”

“Ehh işte. Bazen insanlara anlatmakta zorlanıyorum.”

“Olsun olsun. Biraz eğlence, biraz zorluk yaşamı güzel kılar. Bu arada tekrar soruyorum ancak bir şey içecek misiniz?”

“İçmesem daha iyi olur. Birazdan kahve içmeyi planlıyorum da şu ilerideki kafede.”

“Olur mu öyle şey, Nilüfer Hanım da çok güzel kahve yapar. Durun size bir Türk kahvesi hazırlasın.”

“Zahmet olacak…”

“Ne zahmeti! Nilüfer Hanım, bakar mısınız?”

Nilüfer Hanım’ın önce topuklu ayakkabısının sesleri, ardından kendisi geldi.

“Buyurun Bay Andre?”

“Genç arkadaşıma bir Türk kahvesi hazırlar mısınız?”

“Elbette. Nasıl içersiniz kahvenizi?”

“Sade alabilirim, zahmet olmazsa.”

Nilüfer Hanım gülümsedi. Ardından yeniden Andre’ye döndü.

“Siz?”

“Ben belki daha sonra bir şeyler içerim.”

Nilüfer Hanım odadan ayrıldı. Andre’nin duvara bakarak konuşmasına alışmaya başlamıştım. Ben yokmuş gibi, kendi kendine konuşur gibi konuşuyor, nadiren yüzüme bakıyordu. Ancak bu onun soğuk ya da kibirli biri olduğunu göstermiyordu. Çünkü sıcaklığını sesinin tonundan, nezaketinden anlıyordunuz.

Birkaç saniye kafası sabit, gözlerini bana çevirdi, ardından yeniden duvara. Kahve gelene kadar, on dakikaya yakın bir sessizlik. Sonra yeniden Nilüfer Hanım’ın ayak sesleri ve kahve. Bir de metal ayaklı sehpa. Sehpa boru şeklinde ayağı ve ancak bir kahve fincanının sığacağı boyutuyla oldukça ilginç görünüyordu. Birazdan Nilüfer Hanım salondan ayrılırken, sessizliği bozan Andre oldu.

“Ben de bir kadeh viski alayım kendime.”

“Nerede olduğunu söylerseniz ben hemen getiririm.”

“Siz hiç rahatsız olmayın genç arkadaşım.”

Andre yatakta bir çırpıda doğruldu, çıplak ayaklarını parkeye vura vura odadan çıktı. Biraz sonra elinde bir kadeh viski ile geri dönüp yeniden yatağına uzandı. Ben ise onu şaşkın bir şekilde izliyordum.

“Ama siz…”

“Evet, yürüyebiliyorum, kalkabiliyorum ve hatta tahmin ettiğinizden çok daha fazla şey yapabiliyorum. ”

“Ben gerçekten şaşırdım.”

“Farkındayım genç adam.”

“Ben hep sizi burada yatarken görünce bir hastalığınızın olduğunu düşünmüştüm.”

“En başta da söylediğim gibi gayet sağlıklıyım ben.”

“Peki neden bunca zamandır, burada yatıyorsunuz.”

“Canım öyle istiyor.”

“Oda da bomboş.”

“Eeee?”

“Eeee’si, ilginç işte.”

“Hepimiz aynı hayatları, aynı şekilde yaşasaydık, yeni bir insan tanımanın ne anlamı olurdu, değil mi?”
 
 
Hakan Özbek
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan