Heybemde Kelimeler

87 Kışı Dedikleri

31 Mart 2022

Yazı: 87 Kışı Dedikleri | Yazan: Pelin Öncüoğlu Işık

Geçtiğimiz haftalarda İstanbul ve çevresine kar yağdı ve sosyal medya sayfalarımız bembeyaz oldu. İstanbullular karın yağmasını beklerken gazeteler şuna benzer başlıklar attı.
 

“87 kışından daha fazla kar yağacak.”
“Yüz yılın en soğuk gecesi yaşanacak ve 87 kışını aratacak.”

 
Aslında ne zaman yoğun bir kar yağışı beklense sanki 87 kışı yeni bir ölçü birimi olmuş gibi onunla kıyaslanır.
 

87 kışında ben küçük bir çocuktum.

Okulların tatil oluşunu, haftalarca İstanbulu kaplayan o bembeyaz örtüyü, gayet iyi hatırlıyorum. Arabaların sesleri yerini sokakta oynayan çocukların kahkalarına bırakmıştı. Seksenli yıllarda çocuk olmanın avantajı tabii; 2000’li yıllarda, hatta ve hatta 90’lı yıllarda doğmuş İstanbullulardan farklı olarak biz sokaklarda oynardık. Eşimin genç bir akrabasının sokakta nasıl oynadığımızı, neler oynadığımızı anlattığımda yüzündeki şaşırmış ifadeyi hatırlıyorum da şöyle sormuştu.

“İstanbul’un neresinde böyle sokaklarda oynayabiliyordunuz ki?”

Tam da göbeğinde. Bağdat Caddesi’nde, o zaman da, şimdi de önünden kocaman bir sokak geçen bir apartmanında büyüdüm. Apartman çocuğuyum sözüm ona ama o zamanlar apartman çocuğu olmak farklı. Ben o apartmanın önünde çocukluk arkadaşım Belit’le annelerimizin yaptığı limonataları derme çatma kendi yaptığımız bir tezgahta satmıştım. Apartmanımızın arka bahçesinde dev gibi olmuş otların arasında kedilerle birlikte vahşi ormanlarda olduğumuzu hayâl edip sümüklü böcekleri kovalar, uç uç böceklerini nafile koparttığımız incir yaprakları ile beslemeye çalışırdık.

Anadolu Yakası’nın eski sayılabilecek apartmanlarından biriydi bizimki.

Anneannemin zamanında aldığı klasik 5 katlı apartmanlardan biri. O zamanlar 5 kattan uzun apartmanlar olmazdı bizim oralarda. Apartmanın en üst katındaki dairelerden deniz gözükürdü arkamızdan uzanan Cemil Topuzlu Caddesi ve Kuru Kahveci Sokağı’na rağmen.

Apartmanın ön bahçesinde kuyu vardı. Kapağı üzerinde oturup kırık taş kapağın kenarından suyunu görmeye çalıştığımız bazen barbilerimizi üzerinde uyuttuğumuz, annelerimiz içine düşeriz diye kızana kadar üzerinde tuhaf bir heyecanla oynadığımız kuyularımız vardı. O kuyular gibi derindi arkadaşlıklarımız. Mutlaka birimizin birileriyle kankardeşliği vardı. O bahçelerin arkasında anne babalarımızdan gizlice ve acemice ellerimizi kanatıp birbirine sürterek sonsuza kadar bağlanan arkadaşlıklardı bizimkiler. Sonra ne kadar saçma olursa olsun, sonuna kadar savunduğumuz fikirlerimiz vardı bizim. Daha 8-9 yaşındaki hâlimizle annelerimize önce heyecanla anlattığımız sonra da sonuna kadar savunduğumuz. Herşey olası gelirdi o zamanlar. Olasıydı da zaten. Sadece hayâl gücümüzün sınırlarına takılabilirdi.

Bizler hayâl ederdik.

Sadece birbirimizi sevmeyi, korumayı, kavga etmeyi ama sonra da barışmayı öğrenmedik o bahçelerde. Aynı zamanda kocaman hayâller büyüttük o arka bahçelerde. Bahçe suyu ile ıslattığımız topraklarda ellerimizle şekil verdiğimiz yepyeni dünyalar yaratırdık. Pastalar, hayvanlar, bebekler, günün ilerleyen saatlerinde güneşin altında kururken biz başka hayaller peşinde koşardık.

Bir kapıcı dairemiz yoktu. Kömür yakılırdı o zamanlar. Kış gelmeden kocaman bir kömür kamyonu apartmanın önüne çeker odalar dolusu kömürü apartmanın girişine yığardı. Gariban apartman görevlimiz kapkara olana kadar o kömürleri kürekle kömür dairesine boşaltırdı küçücük bir pencereden. Muhtemelen kömürü ilk bırakan apartmanlardan biriydi bizimki. Doğal gaza geçince hayâl güçlerimiz ağızlarımızı sulandırmıştı. Atıl kalan kömür dairesini kiralayıp özel oyun odamız, sığınağımız yapmak istemiştik Belit’le. Harçlıklarımızdan biriktirdiklerimizle kirayı ödeyebileceğimizi düşünüyor, oyuncaklarımızı kömür dairesine yığıp istediğimiz zaman girip çıkabileceğimiz, toplamak zorunda olmadığımız, hayâl kurmaya devam edeceğimiz ve her şeyden önemlisi sadece bize ait bir yerdi istediğimiz. Elbette karşı çıktı ailelerimiz ama düşünüyorum da ne kadar çok özgüvenimiz varmış.

Bahar geldi mi sonbahara kadar okul sonrası evlere girmek bilmezdik.

Apartman arkasında oynanan oyunlar yan apartmanlara sıçrardı. Bu küçük yaşam alanlarını birbirinden ayıran duvarların üzerinde atlaya atlaya bir sonraki mahalleye kadar giderdik. O zamanlar apartmanlar bel yüksekliğini geçmeyen duvarlarla birbirine bağlıydı. Birkaç sokak boyunca herkes birbirini tanırdı. Şimdi asansörde karşılaşıp birbirine selam vermeye imtina eden insanlar topluluğu henüz yoktu ortalarda. Bir günaydınımızla birbirimize bulaştırırdık mutluluğumuzu.

Anneler ve babalar da arkadaşlarımızın anneleri ve babalarıyla görüşürlerdi. Akşam yemeklerinden sonra apartmanda daireler arasında birbirine çay içmeye, kahve içmeye gelen giden çok olurdu. Düşünüyorum da o zamanlar tek yaptığımız mutluluklarımızı birbimize bulaştırıp çoğaltmak, üzüntümüzü de paylaşıp azaltmakmış. Günler geceler sadece bize kolay gelmezdi o zamanlar, hayat gerçekten daha kolaydı sokaklarımızda.

Bir de meyve zamanı geldi mi bir başka güzel olurdu sokaklarda hayat.

Bizim apartmanın incir ağacı vardı. Ellerimiz incir sütünden yapış yapış olana kadar yerdik incirleri. Kiraz zamanı yan apartmanın bahçesiydi rotamız. Erik zamanı eriklerin olmasını bir türlü bekleyemezdik. Ah bir de üç apartman yanımızdaki kayısı ağaçları vardı ki çiçekleri açmaya başladığı zaman onun gölgesinden başka yerde oynamak istemezdik.

Bizler çiçeklerinden tanırdık meyveleri, daha onlar açmadan bilirdik gelişlerini. Her şeyin bir zamanı vardı o zamanlar. Kirazın mevsimi, kayısının mevsimi, eriğin mevsimi. Öyle kimin ne zaman çıktığı karışmamıştı pahalı market tezgahlarında. Sabırla beklerdik mevsim meyvesini. Her şeyin zamanı olduğunu, sabır etmesini, emek sarfetmesini bilirdik. Belki şimdiki gibi her zaman bir market uzağımızda değildi meyveler ama tadları da bir başkaydı o zamanlar.

Biraz daha büyünce iki mahalle aşağıya kadar gitmemize izin verirlerdi. Yaz oldu mu yazlığa gitmediğimiz zamanlarda gece 11.00’e kadar dışarıda oynama iznimiz vardı. Apartmanların balkonlarında oturup içkisini içen, meyvesini yiyen apartman sakinleri ya bizlerin anne babalarıydı ya da arkadaşlarımızın anne babalarıydı. Endişelenecek ne vardı ki o zamanlar.

Biraz daha büyüyünce hayal güçlerimizi koltuk altlarımıza almıştık nedense. Topla oynamayı tercih ediyorduk daha ziyade. Yakan top, istop, bizden size kim düşer. Sonra ip atlardık bazen. Bir de mahalleler arasında bisikletle dolaşırdık saatlerce.

Biz apartman aralarındaki boşluklarda geceleri dolduran sesimizle oynardık ve aileler bizleri izlerdi. Kimse kızmazdı bize. Neden bilmem. Ya biz çok gürültü yapmamaya çalışırdık ya da o zamanlar çocuklara da daha fazla tahammülü vardı büyüklerin. Gece 11.00’e kadar oynardık bizim olan sokaklarda.

Biz büyümüş ve oyunlarımız değişmişti ama bir tek şey değişmemişti.

Acıktık mı, susadık mı bizim evin kapısını çalardık. Giriş katıydı bizim daire, o yüzden hep bizim zilimiz çalardı. Annem de bir ekmeğin üzerine salça sürer ya da peynir koyup bana ve arkadaşlarıma verirdi. Tuhaf hiçbir yanı yoktu her öğlen veya her akşamüstü mahallenin çocuklarının bizim evden atıştırmasının. Ne zararı vardı ki birkaç çocuğun?

İşte öyle günlerdi bizim çocukluğumuzun geçtiği 80’li yıllar. Şimdi diyorlar ki “Bu kış 87 kışı gibi olacak.” Olamaz. Hiçbir kış 80’li yıllardaki gibi olamaz. O geceler ve günler mahallelerimiz kentsel dönüşüme girmeden önce bizleri terk edip gittiler.
 
 
Pelin Öncüoğlu Işık
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

8 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 31 Mart 2022 at 15:00

    Bayıldım, bayıldım 😍
     
    Çocukluğuma geri dönmüş gibi hissettim her bir satırında. Ne kadar güzel anlatmışsın ve zihninde ne kadar net o yıllar, hayran oldum 👏🏻
     
    Son paragraf… Ahh o son paragraf… Elbette ağlattı 🙈
     
    Kalemine, yüreğine sağlık canım. Harikaydı 👌🏻👏🏻

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 31 Mart 2022 at 22:21

      Didemcim, çok teşekkürler. Ben de bunu yazdığım gün epey çocukluğumda dolanıp durdum. Kendimi çok şanslı da hissettim. Bizler şimdiki çocukların asla bilemeyecekleri bir şey yaşadık.

  • Yanıtla Mine Uraz 31 Mart 2022 at 16:00

    Çocukluğumun o güzel anılarını yaşattın. Güven, dostluk, sevgi, yardımlaşma vardı. Dam tepesinde erkek çocuklar gibi oynardık. Evlerimizin kapısı kilitli değildi, hatta anahtar üzerlerindeydi. Komşular kapıyı açıp “Biz geldik” derlerdi.
     
    O kadar güzel anlatmışsın ki yüreğine, kalemine sevgiler yolluyorum canım ♥️

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 31 Mart 2022 at 22:27

      Mine ablacım, çok teşekkürler. Ne güzel günlermiş onlar. Şimdi hasretle anıyoruz.

  • Yanıtla Melih Daşgın 31 Mart 2022 at 19:03

    Hepsi ama özellikle; “Bizler çiçeklerinden tanırdık meyveleri” ile başlayan paragraf beni bir 30 sene öncesine götürdü.
     
    Kalemine sağlık 🙌🏻

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 3 Nisan 2022 at 22:05

      Çok teşekkürler. Meğer ne şanslıymışız, değil mi 🙂

  • Yanıtla Nazlı Pınar Kamacı 2 Nisan 2022 at 16:01

    Ahhh Pelincim, ne güzel yazmışsın. Beni tekrar çocukluğuma götürdün. Çok teşekkür ederim.
     
    Aklına eline sağlık 😍👏

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 3 Nisan 2022 at 22:07

      Ablacım çok teşekkürler 🙂 Kurukahveci sokağında sandalların arasındaki apartman çocukları ne güzel ceviz savaşı yapardık.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan