Bir Kahve Molası

Göçüp Kalan | 1

6 Şubat 2020

Yazı: Göçüp Kalan-1 | Yazan: Edibe Vural

1965 yılının mart ayıydı. Babam yaklaşık bir aydır şehre gidiyor iş arıyordu. İç Anadolu’nun o ücra köyünde iş yoktu çünkü. Rençberlik ise bir işten sayılmıyordu o zamanlar. Yoksulluktan bahsediyorlardı sık sık. Yahu bu yoksulluk neydi? Altı yaşında bir çocuk için yoksulluk henüz bilinen bir şey değildi. Çünkü ihtiyacım olan her şeye sahiptim. Babamın şehirden gelirken getirdiği yamalı topum, ayaklarımı taşlardan ve çamurdan koruyan lastik siyah ayakkabım ve en önemlisi topumu paylaşabileceğim, çoğu amcalarımın oğullarından oluşan bir arkadaş grubum vardı fakat yetişkinler için aynı şeyler geçerli değildi.

Almanya diye bir yer varmış, büyük arabalar, traktörler, makineler hep orada yapılıyormuş diye konuşuyorlardı köyde. Yapılıyormuş yapılmasına da yapacak işçileri yokmuş; bizim ülkemizden de işçi istemişler.

Çok geçmeden haber geldi, sağlık kontrollerinden geçerek işçi olmayı kazanan üç kişi çıktı bizim köyden. Kazanan diyorum çünkü o günlerde tam da böyle diyorlardı. Bir okul, bir yarış kazanmış gibi Almanya’yı da kazanmış üç kişi…

Biri de babamdı.

Babam buğday tenli, siyah saçlı ve bıyıklı, omuzları oldukça geniş, güçlü ve dayanıklı bir adamdı. Tek eliyle beni havaya kaldırabilirdi ve ben bunun mucizevi bir olay olduğunu düşünürdüm. Ablama ve bana her zaman büyük bir merhamet ile yaklaşırdı. Sert gibi görünürdü fakat hiç de öyle değildi. Amcalarımın içinde en çocuk ruhlu en eğlencelisiydi. Şimdi babam gidiyordu Almanya denen iş cennetine, şehre taşınıp orada küçük bir iş kurabilecek kadar para biriktirip dönecekti.

Annem çok ağladı. Köyde annemi “Güleç Zehra” diye anarlardı. Cenazelerde bile ortamı germeyen ve insanın içine su serpen bir gülümseme taşırdı suratında. Bembeyaz pamuk gibi tenine ve o al yanaklarına pek yakışırdı gülmek. Ama Almanya işi çıktı çıkalı gülleri soldu, gülemez oldu annem. Babamdan ayrılmak istemiyordu ama mecburdu. İş lazımdı, para lazımdı. Onlar da Almanya’daydı.

Annem, evimizde bulunan üç tahta bavuldan birine babamın kazaklarını, birkaç pantolonunu, iç çamaşırlarını, gömleklerini, ablam ve benim birer fotoğrafımızı koydu. Birkaç damla hasret kokan gözyaşını eklemeyi de unutmadı. Babam ise o tahta bavula umutlarını, çalışma ve bizler için para kazanma isteğini doldurdu. Gidiş günü geldiğinde köyden ayrılacak üç yetişkin adamı uğurlamak için tüm köy toplandı. Muhtar “Birbirinize mukayyet olun gurbette” dedi. Kimi gülüştü vedalaşırken kimi ağlaştı. En çok annem ağladı.

Babam gideli yaklaşık bir ay olmuştu.

O güne kadar babam ve Almanya hakkındaki her şey güleç annemi ağlatmaya yetiyordu. Fakat o gün muhtar beni çağırdı elinde bir kâğıt vardı.

“Akıııın! Gel oğlum, babandan mektup geldi.”

Muhtarın elinden zarfı alıp eve fırlamam bir olmuştu. Annemin gülleri yeşerdi sanki, yüreğinin sıcaklığı şimdi yüzünde hissediliyordu. Evde tek okuma yazma bilen ablamdı. Heyecandan kalbimiz duracaktı. Annem sobaya iki parça odun attı, sobanın kenarına ablam oturdu zarfı eline aldı ve okumaya başladı.

“Sevgili karım Zehra ve güzel evlatlarım…

İnşallah afiyettesiniz, beni soracak olursanız gayet iyiyim. Köyden çıktıktan sonra İstanbul’a ulaştık. Sirkeci Garı’ndan kara trene binip üç gün süren bir yolculuğa başladık. Yolculuk sırasında memleketin her yerinden Almanya’ya işçi olarak giden vatandaşlarla tanıştım. Gitmeden epeyi arkadaşım oldu anlayacağınız. Kimi çocuğunu bırakmış, kimi ana babasını, kimi nişanlısını. Bir parça ekmek uğruna herkes alın teri dökmeye hazırdı trende. Kara tren dertlileri taşıdığı için kara galiba. Yol boyunca sizleri düşündüm. Münih şehrine vardığımızda bizi bir Alman ustabaşı karşıladı, uçak ile Berlin’e geldik. Uçak çok hızlı gerçekten. Havalanırken ve yere inerken içini bir hoş ediyor ama büyük kolaylık. Bizim Mustafa’yla beni Berlin’de aynı fabrikaya verdiler.

Bir otomobil fabrikasında çalışıyorum. İş biraz ağır ama olsun zaten kalıcı değiliz ya. Burada bize ‘Gastarbeiter’ diyorlar. Almanca misafir işçi demekmiş. Yavaş yavaş birkaç kelime öğrendim. Zaten zamanın neredeyse tümü çalışmak ve uyumakla geçiyor. ‘Heim’ denilen işçi yurtlarına yerleştirdiler bizi. Burada kendimiz yemek yapıyor, çamaşırlarımızı kendimiz yıkıyoruz. Ah Zehra senin kıymetini nasıl anlıyorum bir bilsen. Az da olsa biraz para yolluyorum, onunla şehre gidip çocuklarla beraber bir fotoğraf çektirir mektup ile yollarsınız.

Sizleri çok özledim. Beni merak etmeyin yavaş yavaş paramızı biriktirip geleceğim. Yepyeni bir hayata hep beraber ‘merhaba!’ diyeceğiz.

Anamlar, ağabeyimler nasıllar? Herkesin sağlığı yerinde inşallah. Beni habersiz komayın, e mi? Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öperim. Hasret ile selam ederim.

Not: Bana yazacağınız mektupta bir de kuru fasulyenin tarifini yazın heimdaki arkadaşlara yapacağım.

Hüseyin”

Babamdan gelen bu mektup yüreklerimize koca koca pencereler açtı.

Nefes aldırdı. Henüz bir ay olmuştu ama babam sanki bir yıldır yok gibiydi. Ha deyince gidilecek gelinecek bir yerde değildi. Mektuplar ve babamın yolladığı fotoğraflar onunla aramızdaki tek bağdı. Neredeyse her mektupta en güzel kıyafetlerimizi giyip bir fotoğraf çektiriyor, bir de mektubun altına annemin yaptığı yemeklerden tarifler yazıp yolluyorduk. Mektuplar gün geçtikçe hasretin somutlaşmış hali oldu. Annem son gelen mektubu bir hafta koynunda saklıyor, ablam her gece tekrar tekrar ezberleyene kadar okuyor, ben ise gelen fotoğrafları öpüp kokluyordum.

Artık okula başlamıştım babam hala gelmemişti, okulun ilk günü fotoğraf çektirdik babama yolladık.

“Aslan oğlum benim” yazmış son mektubunda.

“Derslerine iyi çalış, burada okuyanlar mühendis olmuş. Oku oğlum, artık mektupları da sen yaz.”

Hasret mektuplarını yazmak artık bana düşmüştü, annem de benimle okumayı söktü. Artık evde herkes babamın bize yolladığı hasret kokan mektupları okuyabiliyor, karşılığında cevap yazabiliyordu.

Aradan tam iki yıl geçmişti. Babam hâlâ parayı biriktirememişti. Biz babamı beklerken babam son mektubunda bizi de Almanya’ya götüreceğini yazmış.

Hani orada misafirdi? Anneme de bir iş bulduğunu, oraya gidersek daha hızlı para biriktireceğimizi yazmıştı. Annem ve ablam çok sevindiler. Babam işlemleri başlattığını en fazla üç ay sonra Berlin’de olacağımızı yazmıştı mektubunda. Babama kavuşacağım o günü beklerken heyecandan kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyordu. İki yılda çok büyümüştüm, babam beni tek eliyle kaldırabilir miydi?

Annem hazırlıklara başlamıştı; tarhanalar kurutuluyor, salçalar hazırlanıyordu. Yeni bir hayata başlamaktan ziyade babama kavuşacak olmak hepimizi mutluluktan havalara uçuruyordu.

Zaman hızla geçti. Babam biletleri ve gereken tüm evrakları gönderdi. İki gün sonra Almanya’ya yola çıkacaktık. Okuldaki arkadaşlarımla, köydeki herkesle vedalaşıyorduk.

Ve o gün gelip çattı…

Evde kalan iki tahta bavulumuza ve amcamlardan ödünç aldığımız bir bez çantaya kıyafetlerimizi, annemin yaptığı kuru gıdaları yerleştirdik. Ama en çok iki yıldır evimizde büyüttüğümüz hasreti koyduk bavullara. Aramızdaki tek bağ olan mektupları ve fotoğrafları da aldık. Bir gece önceden annem hamamı yakıp bizi güzelce yıkadı. Tüm gece hayaller kurduk, yeni evimiz, yeni arkadaşlarımız, yeni okulumuz…

Her şey yepyeni olacaktı. Sabah tren saatinden çok önce kalkıp bayramlıklarımızı giydik. Muhtar ve dedem, muhtarın arabasıyla bizi trene yetiştirdiler. Bindik trene, umutlarımız ve heyecanlarımızla. Sonunu bilmediğimiz fakat babama kavuşacağımız için kısa süreceğini tahmin ettiğimiz bir yola çıkarak…

Herkesin hayatı bölümlerden oluşur, işte bizim de hayatımızın ikinci bölümü bu trenle başlayacaktı…
 
 
Devamı için tıklayınız.
 
 

Bu ay bir fincan, bir kupa, bir bardak kahvenizin yanına gurbetin acılığını anımsatacak kakaolu bir dilim kek tadında öykümü bırakıyorum. Bir sonraki ay için beraber bir yolculuğa çıkalım ve bakalım Hüseyin ve ailesinin hayatlarının ikinci bölümü nasıl bir kapıya açılacak…

 
 
Edibe Vural

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 6 Şubat 2020 at 12:26

    Nasıl güzel bir gurbet, ayrılık hikayesi… Yine epey bir duygulandım (Bir önceki yazınız da beni duygulandırmıştı). Duygusallık insana yanlış yaptırır. Yanlı bir yorum yapmamak için artık yazılarınızı okumayacağım (!)
     
    Gurbet olmasaydı Nazım Hikmet o şiirleri yazamazdı diye düşünüyorum. Çoluk çocukla beraber sıcak yuvada kalsaydı Nazım, insanı kalbinden vuran bu dizeleri belki duyamayacaktık.
     
    “Memet
     
    Karşı yaka memleket,
    sesleniyorum Varna’dan,
     
    işitiyor musun?
     
    Memet! Memet!
     
    Karadeniz akıyor durmadan,
    deli hasret, deli hasret,
    oğlum, sana sesleniyorum,
     
    işitiyor musun?
     
    Memet! Memet!
     
    Nazım Hikmet RAN

  • Yanıtla Ahmet Talan 6 Şubat 2020 at 16:50

    Bu güzel hikayeyle bizi buluşturduğunuz için teşekkür ederiz. İleride bir gün kitaplarınızı okumayı dört gözle bekliyoruz.

    • Yanıtla Edibe Vural 7 Şubat 2020 at 22:33

      Çok teşekkür ederim zaman ayırıp okuduğunuz için 🙂 İlerdeki bir gün ü ben de dört gözle heyecanla bekliyor olacağım. Tekrar çok teşekkür ederim

  • Yanıtla Edibe Vural 6 Şubat 2020 at 16:58

    Yorumunuz beni bir yerde sevindirdi bir yerde düşündürdü. Duygusallık bir yerde insan olmanın tabiatı 🙂 Belki yine okursunuz ve yorum yaparsınız yeni öykülere…
     
    Gurbet hakkında ise aynı şeyleri düşünüyoruz; gurbet olmasaydı Nazım olmazdı, binlerce gurbet hikayesi de olmazdı. Acılar, hasret, gurbet katık edilir ise ancak anlamlanıyor.
     
    Yorumunuz için teşekkür ederim. Her ne kadar okumayacağım deseniz de ben bekleyeceğim…

    • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 8 Şubat 2020 at 16:09

      Güzel hikayenizin hedefine vardığının ispatı; duygulanmış olmamızdır. Edebiyatın bir amacı da budur. Kelimelerle oluşturduğunuz o platoda bir köy meydanına gittik, Anadolu insanın dışa vurulmayan o mahrem sevgisiyle birbirini delicesine seven anne ile babanın ayrılışına, kara yağız güçlü kuvvetli babanın arkasından bakan çocukların hüznüne, babanın adeta geçici olarak ölmesinin ev ortamında oluşturduğu neşesizliğe, travmaya tanıklık ettik. Daha ne olsun. “Yazılarınız okumayacağım” ironi idi. Yazınız bir Nazım Hikmet şiirini hak ediyordu. Her yere yazmam Nazım’ın şiirlerini. Başarılar dilerim.

  • Yanıtla Meryemana Kılıç 14 Ekim 2020 at 19:10

    Edibe rahmetli babamın Sirkeci Garı’ndan gidiş hikayesini yaşadım tekrar. Benim babam da Almancıydı…

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan