Varlık Sancısı

Alex Honnold Bir Atoma Dönüştü

8 Nisan 2020

Yazı: Alex Honnold Bir Atoma Dönüştü | Yazan: Hüseyin Küçükkelepçe


El Capitan, Yosemite Ulusal Parkı

Alex Honnold, 914 metre yüksekliğindeki tek parça (monolit) bir granit kayaya hiçbir güvenlik önlemi (ip kullanmadan) tırmanarak “imkânsızı” başardı. Hayal etmek bile insanı ürpertiyor 👉🏻 Free Solo | National Geographic

Peki bunu nasıl başardı? Bir atoma dönüşerek ama gözlemcisiz bir atoma… Bizler bu sahnede hem oyuncu hem gözlemciyiz… Atomlardan farkımız bu. Düalite içinde olunca hem kendimizin hem de atomların doğalarını bozuyor, gücümüzü, sihrimizi yitiriyoruz.

Malumunuz farklı isimleri olan bir sürü atom altı parçacık var. Soğuk sözleşmelerin diliyle söylersek bunlar metinde toptan olarak atom olarak anılacaktır.

İmkansız Tırmanış

Free solo, bir tırmanma çeşididir. İp kullanmadan, hiçbir güvenlik önlemi almadan tek başına el-ayak parmakları ve kıvraklığınıza güvenerek uçurumlarda gezinme sanatıdır. Çok efsaneler var bu sporla uğraşan ama biri var ki mitolojideki kahramanları andırır. Alex Honnold, 2018 yılında sağduyunun algılamayacağı bir tırmanış gerçekleştirdi. Yosemite Ulusal parkında bulunan 914 metre yüksekliğinde monolit granit, dümdüz kayaya nam-ı diğer El Capitan’a tırmanarak insanların ağzını açık bıraktı.

“En basit olan en doğrudur.”

Bu olayı anlatan film/belgesel olan Free Solo Oskar Ödülü’ne layık görüldü. Önce belgeselden aklımızda kalanları anlatalım ondan sonra gerçek hayattaki yansımalarına yani bizlere verdiği mesajlara bakalım.

* Occam’ın Usturası‘nı kullanarak birçok ayrıntıyı görmezden geleceğim. Bu ustura sanal ama yine de kesip biçiyor. Geriye “en basit/en sade olan doğrudur” kalıyor. Bir de yine bu bilge papazın usturasına benzer şeyler söyleyen meşhur bir fizikçinin de desteğini alacağız. John Wheeler de “yasasız yasa” fikrini ortaya atan bir bilim insanı. Yani fizik yasalarını, a priori fizik yasalarına başvurmadan açıklarsak bütünü açıklama konusunda daha iyi bir konumda oluruz. *

Tutsak Atomlar

Bir tırmanışın atomlarla ne ilgisi var?

Bir tırmanışın atomlarla ne ilgisi var? Bence var… Atomlar dünyasının yani kuantum 1 mekaniğinin bir özelliği ile açıklamaya çalışalım. Yani meşhur çift yarık deneyinden söz ediyorum. İki durum söz konusudur:

Tanecik ve Dalga Fonksiyonları

Gözlemci (gözlemlenen), özne–nesne düalitesi olduğunda atomlar taneciğe dönüşür ve gerçek doğalarından uzaklaşır. Maddeye dönüşür ve günlük/gerçek hayatın determinist kurallarına uyarlar. Tanecikler, gözlemcinin düşüncesini bile sezerler ve beklentiye uygun davranırlar. Bu başka bir deyişle, olan şeyi Newton fiziği tarif eder. Tutsaktırlar. Motosikletiyle maceradan maceraya koşan kabına sığmaz genç bir adamın hapishaneye düşmesi durumunu hayal edin.

Hem Sarışın Hem Akıllı Olmaz

Gözlemci/ölçüp-biçici yoksa şenlik başlar. Atomlar, çocukların otoriter babanın evde olmadığı akşamlardaki haline bürünür. Bir su dalgası oluverir, sınırı vardır ama sınırları içinde artık her yerdedir. Onlara hükmetmek isteyenin (konum ve hızını bilmek isteyenin) işi ihtimallere kalır. Şaşkın şaşkın ihtimallerden bir sonuç çıkarmaya çalışır.

“Yerimi bildin ama hızımı asla bilemezsin. Nokta değilim, tüm alanım artık” der gibidirler, kendisini zaptı rapt altına almaya çalışana…

“Hattı müdafaa değil, sathı müdafaa vardır” emrini hatırlayın. Kurtuluş Savaşı’nı kazananların da olağanüstü bir topluluk olduğunu anti parantez olarak söyleyelim. Hem sarışın, hem akıllı bir kız bulamazsın bu âlemde(!). Duvarın hem önündedir hem de arkasındadır atom. Sağduyunun baskın olduğu kişilerde zerreler dünyası anlaşılmaz görünür. Sıradan insanın hazmetmesi bir yana, Albert Einstein, bile isyan etmiştir kurallarına. “Tanrı zar atmaz” sözü bir kızgınlık cümlesidir.

Kameraman Çekim Yapmak İstemiyor

Yeniden Yosemite Ulusal Parkı’ndan herkese merhaba. Güzel bir sabah, hava nemsiz ve cam gibi. Sekiz yıldır bu tırmanışa hazırlanan Alex Honnold, dağın eteğine park ettiği minibüsünde (evinde) sahur vakti uyandı. Alex Honnold, yüzünü yıkadı. Kamera yakın çekim yapıyor. Korku veya endişe yok. Sanki ölmüş gibi duruyor. Yorumsuz ve sevimli. Film ekibi, bugün mucizeye tanıklık edeceğine emin. Ekipten, bir kameraman, çekim yapma konusunda tereddüt içinde. Alex Honnold’u çok seviyor. “Onun ölümüne tanık olmak istemiyorum. Buradaki varlığımız onu etkiliyor” diyerek adeta bir suça ortak olma durumunun varlığını ima ediyor. Neyse duygusal durumlar var.

Laplac’ın Şeytanına Dönüştü

Alex Honnold, dağa doğru yürümeye başlıyor. Gerilim filmi gibi. Gri ve mavi tonların karışımı alaca karanlığın fon olduğu orman insanı büyülüyor. Yaşama sevincinin her yanımızdan fışkırması için ideal bir ortam. Sağduyu bunu diyor. Lakin Alex Honnold, piknik için burada değil. Kanlı-canlı, kendi isteğiyle ölüme doğru (bize göre) yürüyor. Çağları aşan bir Yunan bilginin2 dediği gibi “Ölmek için güzel bir gün” sözünü bir kez daha kanıtlamak üzere… Medusa ile savaşacak ama o da ne silahı (ipi) yok. Sadece kendine güveniyor. Dikkatli bakıldığında gülümsemesini sezmek mümkün. Dolayımsız bir varoluş hali ve getirisi ölüme gülümseyerek gitmek.. Alex Honnold, kazanacak bu belli… Oyunu farkındalıkla oynayanlar rakiplerine gülümser ve rakip ona bütün sırlarını açar. Sekiz yıldır yaptığı silahlı eğitim (ipli antrenmanlar) rakibi (El Capitan’ı) hücrelerine kadar tanımasını sağlamış ve onu adeta Laplace’ın şeytanına dönüştürmüştü.

Lethe Irmağında Yıkandı

Bugün artık rakip olarak görmüyor El Capitan’ı adeta bir sevgili gibi birleşmek, bütünleşmek istiyor. İkilik yok, bu durumda Laplace’ın şeytanı (verili data) da ortadan kayboluyor. Lethe ırmağında yıkanmış boyut değiştirmeye hazır. Ne gelecek var ne geçmiş, sadece bu an.

Alex Honnold, ağırlığı bir iki gram olan bir kaya kertenkelesi gibi hızla tırmanmaya başladı. O da ne Medusa (kameramanlar/film ekibi) tam gözlerinin içine bakacak şekilde karşısına konumlanmış durumda. Sendeledi. Az daha düşüyordu. Geri çekildi. Dalga çökmüş, yani ihtimaller teke inmiştir. Bu da tanecik olma durumu yani oyuncunun ve gözlemcinin beklediği kaçınılmaz düşme fiilidir.

“Olmuyor, yapamayacağım” dedi. Düşmanlarının gönderdiği bir yosma ile birlikte olan Enkidu’3nun gücünü kaybetmesi gibi eli ayağı boşaldı. Analojiye, mitolojiye burada son veriyorum.

Ve Mucize Gerçekleşiyor

Neticede kameramanlar/film ekibi kamufle oldu ve Alex Honnold, 3 saat 56 dakika gibi (ipli tırmanışlar bile günler sürüyor) rekor bir zamanda bu mucizeyi gerçekleştiren ilk insan oldu. 👉🏻 İmkansız Tırmanış

Zirveye vardıktan sonra yüzündeki mutluluğa bakın. 👉🏻 Alex Honnold Scales El Capitan Without Ropes, And The Climbing World Reels

Hakikatten masalsı bir tırmanıştı. Analoji, mitoloji olmadan olayı anlatmak güç. Alex Honnold gerek kişiliği gerekse yaptığı tırmanışla mitolojik bir kahramanla özdeşleştirilmeyi hak ediyor. Eğer bir spor olayı olarak değerlendirirsek bu tırmanışı tereddütsüz ilk sıraya koyarım.

Gözlerden Uzak Bir Yaşam

Peki Alex Honnold, kitlelerin bildiği hangi niteliklerinden dolayı gözlemcinin olmadığı bir atoma (dalgaya) dönüşebildi?

Özetlersek:

Bir hedefe aşırı yoğunlaşma/adanma. Aşırı mütevazı bir hayat. Karavan bile değil bir minibüste yaşıyor. Et yemiyor. Sosyal olma, göz ününde olma derdi yok. Hedeften uzaklaştıracak (düşünce boyutunda bile) her şeyden el etek çekme. Beraber çalıştığı dünyanın sayılı solo tırmanışçılarından Tommy Caldwell, “Kız arkadaşını bırakmalısın. İkisi bir arada yürümez” dedi.

Atomlarla Evlenmeye Az Kaldı

Biz insanlar gibi büyük tanelilerin yaşadığı evreni tanımlayan yasalar ile atom gibi küçük tanelilerin yaşadığı evreni tanımlayan yasalar birbirine benzerdir. Evlendirme, tekleştirme gayretleri var. Sadece, anası mı desem, babası mı desem kütle çekim kuvvetini ikna edemiyoruz. Google’ın uydusundan İstiklal Caddesi’ne bakarsanız siyah noktaların bir aşağı bir yukarı hareket ediyor olarak görürsünüz. Sağa sola kaçmalar da var. Göze çarpan birinci özellik; noktaların birbirine çarpmamaya çalıştıkları. Biri size “Siyah noktalar zeki, evi barkı olan insanlardır” demese “Bunlar atom” dersiniz. Çünkü atomlar da birbirlerine çarpmamaya özen gösterirler.

Evren Bir Hata Sonucu Oluştu

İster gözlemci olun, ister oyuncu fark etmez. Bulunduğunuz ortamı değiştirirsiniz. Bu da hayat demek, düalite demek. Ülkemizde zor durumları anlatmak için “Hayat böyle, elden bir şey gelmez” lafı öylesine söylenir. Çok doğrudur. Hayat bir savaşın eseridir. Başlangıçı anlatmak için geçerli kuram olan büyük patlamayı fizikçiler, “Anti madde-madde çarpışıyordu. Savaşta galip yoktu. Bilinen fiziğe göre oluşmaması gerekirdi. Her ne olduysa madde bir şekilde galip geldi. Yani bir kaza/hata oldu ve hayat başladı.”

Çoğumuz bu kaza lafını anne babaların yaramaz çocukları için kullandığına şahit olmuşuzdur.

Şimdi, atomları adeta bir köleye çeviren gözlemci etkisinin gerçek hayattaki iz düşümlerine bakalım.

Ne Çok Gözlemcimiz Var

“Düalite, hayat demek” dedik. İkilik olunca ne yazık ki ne atomlar ne de biz huzur bulamıyoruz. Seçenekler ve tercihler sürekli değişiyor. Son kart açılana kadar da bir yargıya varamıyoruz. Sokrates, “Ölene kadar kimse mutlu hayat yaşıyor olarak değerlendirilemez.”*

Şimdi kendi hayatımıza Alex Honnold metaforuyla bakalım:

Kamera, seyirci, alkış, alkış beklentisi, artık her yerde. Ne kadar çok gözlemci etkisi var hepimizin üzerinde. Ne çok gözlenmek istiyoruz. Makam, mevki, cinsel beklenti, gösteriş, araba, saat, bir yere ait olma…

Atomların içi 99,99999999999…’u boştur. Biz de aynıyız. Efsane fizikçi Richard Feynman “Atomların var olmaya hakları yoktur” demiştir. Bu boşlukları istediği gibi dolduran filmin içeriğini oluşturan ve koltuğa oturup seyreden bizleriz. Gözlemlediğimiz, gözlemlendiğimiz yerler arttıkça filmi gerçek sanıp bir ağlama bir gülme nöbetleri şiddetlenerek artıyor. Sakinleşmek mümkün mü? Hiç sakinleşmediğim için bilmiyorum.

Dalga Boyumuza Göre Ölüyüz**

Neden bir atom gibi hareket edemeyiz biliyor musunuz? Dalga boyumuz bir atoma göre komik derecede küçüktür de ondan. Hatta yaşam ünitesinde ölümü sembolize eden düz bir çizgi gibidir, bir atomun dalga boyu ile kıyaslarsak (dalga boylarını merak edenler için formül: λ=c/f). Bu nedenle aynı anda iki yerde olamayız. Zamana ve mekana mahkum oluruz. Madde küçüldükçe dalga boyu/genişliği artar. Soyutlama yaparsak etiketlerimizden kurtuldukça enerjiniz artar.

Hiroşima ve Nagazaki felaketleri bize göre yok hükmünde olan zerrelerin ne kadar var olduklarına çarpıcı bir örnektir. Kim varmış, kim yokmuş acı bir şekilde tecrübe ettik. Bir de düşünce dalga boyumuza bakma imkânı olsaydı bir gezegen kadar olduğumuz ortaya çıkardı. Lakin Mars gibi ölü bir gezegen. Bu hantallığımızdan dolayı en yakınlarımızı bırakın sevmeyi, görecek takatimiz bile yok.

Acının Kısa Formülü: “Başkaları Ne Düşünüyor?”

Fiziksel olarak gözlemci etkisi atlatılabilir çoğu zaman. Alex Honnold, bir pozisyon değişikliğiyle bunu yaptı. Ben yazı yazarken biri bana bakarsa rahatsız olurum. İstediğim gibi cümle kuramam. Söylerim gider. Kamera varsa ilk başta terlerim, bir süre sonra alışırım. Toplu taşımada biri bana 5 saniyeden fazla kesintisiz olarak bakarsa yine rahatsız olurum. Yer değiştiririm biter. Parkta başkalarına göre tuhaf olan yoga hareketlerini yaparken çok bakan oluyor artık takmıyorum.

Esas gözlemci etkisinin sabitlendiği yer düşünce boyutu…

Sanal âlem de düşünce boyutudur. Çekilmez bir ıstıraptır bana göre. Hep sahnedeyiz, hep alkış bekliyoruz. Hep gözlemcinin tutsağız, esiriyiz. Bu şartlarda dalga olamayız. Ancak jöle gibi yere yapışıp kalırız.

“En çok acı çekenler başkalarının ne düşündüğünü aklından çıkaramayanlardır.”

Söylediklerimi kendime uygularsam bu yazı bile bana bir yük getirdi.

Ne bilginler geldi, neler buldular.
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar.
Hangisi yarıp geçti karanlığı.
Birer masal söyleyip uykuya daldılar.
Ömer Hayyam

 
 
Hüseyin Küçükkelepçe
 
 

Notlar & Açıklamalar:

* İşaretli yerler “Gerçekliğin Deşifresi-Vlatko Vedral” isimli kitaptan esinlenilmiştir. ⇡⇡⇡

**Dünyanın Tüm Dertleri – Marcus Chovn” isimli kitaptan esinlenme ⇡⇡⇡

1.) Yazıda bilinçli olarak kuantum kelimesini kullanmamak için çaba gösterdim. Namlı bilim adamlarının bile “insan aklının ötesinde bir şey” dedikleri kuantum fiziği… Kuantum falcısı/medyumu, kuantum köftecisi, kuantum masaj salonu… İnsanlar bir kelimeyi gözüne kestirdi mi, artık iş çığırından çıkar. Kelime anlamsızlaşır, kirlenir, asaleti kalmaz. Kelimenin ruhundan habersiz kişiler de kullanmaya başladı mı kelime artık batakhaneye düşmüş ve gevezelik masasının mezesine dönüşmüştür. Kullanmayın aynı dalga boyuna inersiniz. Nasıl doğayı acımasızca/sınır tanımazsızca yağmalıyorsak, kelimeler de yağmalanıyor. ⇡⇡⇡

2.) Bahsi geçen Yunanlı filozof Epikür (Epikuros), Helenistik felsefenin en önemli düşünürlerindendir. ⇡⇡⇡

3.) Enkidu, Sümer mitolojisinde bir karakter. Sümerce’de Kırların İnsanı anlamına gelir. Gılgamış destanında Gılgamış’ın arkadaşıdır. Hayvanlar tarafından büyütülmüş vahşi bir insanken tapınak rahibesi olan Tehiptilla tarafından canavarsı yönleri ehlileştirilmiştir. Tanrı İştar’ın Gılgamış ve Enkidu üzerine gönderdiği Gök Boğa’sını beraber öldürürler ve boğanın bir bacağını keserek İştar’ın yüzüne fırlatır. Bunun üzerine tanrılar ikisini ayırmak için Enkidu ‘ya bir hastalık verir ve onu öldürürler. –Vikipedi ⇡⇡⇡

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan