Yazdıklarıyla Yaşayanlar

İvan Sergeyeviç Turgenyev

24 Ağustos 2020

Yazı: Yazdıklarıyla Yaşayanlar | İvan Sergeyeviç Turgenyev | Yazan: Hasan Saraç

İki Devin Gölgesinde Alçak Gönüllü Bir Deha

“Ah gençlik! Gençlik! Pervasızca, umursamadan gidiyorsun kendi yolunda – dünyanın bütün hazineleri seninmiş gibi; keder bile seni umutlandırıyor, acı bile alnına çok güzel oturuyor. Özgüvenli ve küstahsın ve ‘Sadece ben canlıyım, bakın!’ diyorsun. Kendi günlerin hızla uçup, hiçbir iz bırakmadan yok olur ve içindeki her şey güneşin altında eriyip giderken bile mum gibi… kar gibi… ve belki de senin sihrinin bütün sırrı istediğin her şeyi yapabilme gücünde değil, yapamayacağın hiçbir şey olmadığını düşünme gücünde saklı.”

On ikinci yüzyılda Russkaya Pravda (ilk Rus Kanunnamesi) ülkede serflik sisteminin kuruluşunu ilan eder. O tarihten itibaren, bir nevi esir statüsünde yaşayan serflerin toprak sahiplerine kulluğu tam yedi asır sürecektir. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde o zamanki Rusya Çarlığının sınırları içinde yaşayan kırk milyon köylünün yarısını oluşturan serfler, mülkün bir parçası olarak doğmakta ve toprak sahipleri arasında ticari bir meta gibi alınıp satılabilmektedir.

On yedinci yüzyıl başlarında tacı eline geçiren Romanov Hanedanı uzun süre bu sistemin koruyucusu olur. Nihayet Çar II. Aleksandr 1861 yılında serflik sistemine son verecek, torunu II. Nikolay ise, 1917 Bolşevik Devrimi sonrasında bütün ailesi ve hizmetkârlarıyla birlikte kurşuna dizilecektir.

“Hiçbir şey çok geç gelen bir mutluluktan daha kötü olamaz, daha çok acıtamaz. Sana vereceği bir tat kalmadığı gibi, seni en değerli hakkından, kaderine küfretme ve lanet okuma zevkinden de mahrum eder.”
1818 yılının sonbaharında, Moskova’nın güneyindeki Oleg kentinde bir erkek çocuğu doğar.

Adını İvan koyarlar. Bir albay olan babası Sergei Nikoleviç Turgenyev, İvan on altı yaşındayken hayatını kaybeder. Annesi Petrovna Lutovinova ise geniş arazileri ve yüzlerce serfi olan Spasskoye malikânesinin sahibi aynı zamanda da disipline aşırı derecede önem veren, otoriter bir iş kadınıdır. Kardeşi Nikolay ve İvan, bundan böyle zorba bir annenin boyunduruğu altında yetişecektir. Kim bilir, aşırı hassaslığının ve duygusallığının nedeni belki de o yıllardır…

Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak evde eğitilen İvan, çevresindeki yaşıtlarından farklı bir hayat sürdüğünün bilincindedir. Spasskoye malikânesi, genç Turgenyev için hem kırsal Rusya’da bir seçkinler medeniyeti adası hem de köle gibi kullanılan köylülerin durumundaki adaletsizliğin sembolüydü. O hoyrat düzen, eşitsizlik, sahip oldukları topraklarda yaşayan serflerin çektiği sıkıntılar, bu duyarlı gencin ileride kaleme alacağı eserlerin ilham kaynağı olacaktır.

Yükseköğrenimine Moskova’da başlayıp St. Petersburg’da devam eden İvan, Rus Dili ve Edebiyatı eğitimini kendi ülkesinde tamamlar. Sonra Almanya’ya giderek üç yıl boyunca Berlin Üniversitesi’nde felsefe okur. Bu süreçte en çok Hegel’in fikirlerine yakınlık duyan genç adam, daha sonra St. Petersburg’a dönüp iki yıl kadar bir devlet kurumunda çalışır.

“Eğer her şeyin, kesinlikle her şeyin hazır olduğu ânı beklersek, hiçbir zaman başlayamayız.”

İvan, Fransa’da tanıştığı Gustave Flaubert ile sıkı bir dostluk kuracak, birlikte tartıştıkları konuların, paylaştıkları prensiplerin aydınlattığı yolda ilerleyerek sonraki yıllarda gerçekçilik akımının öncülerinden biri olacaktır. Eserlerinde o dönemin yaşantısına gerçekçi bir perspektiften bakıp ayrıntılı bir üslupla okurlarına aktarması Turgenyev’i Rus edebiyatında özel bir konuma yerleştirir.

İvan gençlik yıllarında özel eğitiminden geri kalan zamanları avcılıkla geçirmiştir.

Korunaklı malikânesinden çıkıp köylülerle, serflerle, tüccarlarla tanışıp yaşam tarzlarını yakından gözlemleyerek onlarla duygudaşlık kurabilmiş olması yazarlık hayatında ona özel bir ayrıcalık sağlar. Yazarın kısa öykülerini bir araya topladığı Bir Avcının Notları (1852) adlı eseri de söz konusu deneyimlerini yansıtır. Kitabın yayınlandığı yıl, Rus edebiyatının en önde gelen yazarlarından Gogol hayata veda eder. Bir gazeteye, “Gogol öldü! Hangi Rus’un yüreği buna dayanabilir? O yok artık, gitti! Ve ancak şimdi onun ne kadar büyük bir yazar olduğunu söylemeye hakkımız var” diye yazan Turgenyev, bu yüzden gizli servisin dikkatini üzerine çeker. Kısa bir süre için de olsa hapse atılır ve sonrasında da iki yıl boyunca yakından izlenir.

Turgenyev, Lüzumsuz bir Adamın Günlüğü adlı novellasında ölümünden birkaç gün önce zihninden geçenleri not defterine aktaran bir yazarın hikâyesini anlatır. Orijinal adı Rudin (1856) olan bu eser yayınlandığı sıralarda, Rus gençleri, Çarlığın Kırım Savaşı’nı Osmanlı’ya kaybetmesinin moral bozukluğunu yaşamaktadır. Bu kitap da ömrünün son günlerini hastane odasında geçirmekte olan Rudin’in acıklı hikâyesidir. Kendisini “lüzumsuz bir adam” olarak tanımlayan roman kahramanı şöyle seslenir okurlara:

…benim hakkımda söylenebilecek fazla bir şey yok; ben yalnızca lüzumsuzum. Hem de gereğinden fazla, hepsi bu. Büyük ihtimalle doğa bu dünyaya gelişimi hesaba katmadı ve bundan dolayı da bana davetsiz misafir muamelesi yapıyor…

Berlin’de geçirdiği yıllarda Batı’da yaşanan Aydınlanma Çağı’nın önemini kavrayan Turgenyev, aynı dönemin iki ünlü ismi olan Tolstoy ve Dostoyevski’den pek çok konuda farklı düşünmektedir. Yazar, dini sembol ve öğretilere önem vermek yerine sosyal sorunlara eğilen, toplumdaki adaletsizliklere karşı çıkan bir duruşu tercih eder özgün hikâyelerinde. Romanlarındaki karakterlere de daha önce denenmemiş farklı boyutlar katacaktır.

“Netice itibarıyla doğa amansızdır, acımasızdır: aceleye gerek duymaz ve er geç kendine ait olanı alır. Bilinçsizce ve inatla kendi kanunlarına itaat eder, sanatı bilmez, tıpkı özgürlüğü bilmediği, tıpkı iyiliği bilmediği gibi.”

Gençliğinde malikâne topraklarında çalışan köylü kızlara duyduğu ilgiyi ve bu ilişkilerden doğan bir gayrimeşru kız çocuğunu saymazsak, Turgenyev hiç evlenmemiş, babalığını tam olarak üstlendiği bir çocuğu olmamıştır. Uzun boyunun, etkileyici cüssesinin ardında sessiz, içine kapanık, çekingen, hassas bir yapısı vardır. Boy farkını bir tarafa bırakırsak Faulkner ile oldukça benzeşirler bu konuda. Özel hayatı, gönül maceraları pek bilinmeyen Turgenyev’in otuzlu yaşlarda tanıştığı Pauline Viardot ise, umutsuz bir aşk olarak hayatına damgasını vurmuştur.

Altı dil konuşabilen, dönemin önde gelen bir mezzo-sopranosu, aynı zamanda piyanist ve pedagog olan Viardot, İspanyol asıllı bir Fransızdır. Rus müziğini Batı Avrupa’ya tanıtan ilk sanatçılardan olup, performansını St. Petersburg Operası’nda defalarca sergilemiştir. Genç kadın evli olduğu için Turgenyev ile ilişkisi ancak kısa süreli beraberlikler şeklinde uzun yıllar devam eder. Hatta Turgenyev’in, ölümünden sonra gayrimeşru kızıyla ilgilenmesi için Viardot’ya ciddi bir maddi kaynak aktarımında bulunduğu bilinmektedir.

“İnsan ne yapacağına dair yalnızca hayal kurduğu müddetçe adeta bir kartal gibi yüksekten uçabilir ve dağları yerinden oynatabilir ama o şeyi yapmaya başlar başlamaz kendini yorgun ve bitkin hisseder.”
Romancı, şair ve oyun yazarı olarak gece gündüz yazmaya devam eden Turgenyev, çağdaşı Tolstoy ile ilk kez 1855 yılında St. Petersburg’da tanışır.

Batı dünyasını daha iyi tanıyan Turgenyev, Tolstoy ve ortak bir arkadaşlarıyla birlikte tekrar Paris’e gider. Hayata farklı bir açıdan bakan, sert münakaşalardan, kumardan, içkiden, gece hayatından hoşlanan Tolstoy, Turgenyev’in ölçülü ve oldukça münzevi yaşam tarzından pek hazzetmez, hatta onu biraz sıkıcı bulur. İki büyük yazar arasındaki inişli çıkışlı ilişki Tolstoy’un Turgenyev’i düelloya davet etmesiyle tehlikeli bir boyut kazanır. Her ne kadar Tolstoy daha sonra geri adım atıp özür dilemiş olsa da iki büyük yazarın dostluğu 1861 yılında son bulacaktır.

Pulitzer ödüllü yazar Hisham Matar’ın, The Guardian gazetesinde yayınlanan yazısında belirttiği gibi, Turgenev altı yıldır üzerinde düşündüğü ve üç aydan kısa bir sürede yazdığı Arife (1858) adlı romanını kırk birinci doğum gününden üç gün önce bitirir. Ancak bir anda kuşkuları ezici bir biçimde ağır basar. Eserini ithaf etmeye söz verdiği Kontes Lambert’e gönderir ve ondan kitaptan düpedüz nefret ettiği yanıtını alınca da St. Petersburg’daki apartmanının salonunda bir ateş yakar. Elinde Viardot’nun hediyesi olan deftere yazmış olduğu roman taslağı vardır. Eğer tam o anda dostu yazar ve eleştirmen Annenkov gelmese bu değerli eser yok olup gidecektir. Kitabı ve Turgenyev’in özgüvenini kurtaran Annenkov’un adı, son yıllarında yazarın en sevgili dostlarım dediği Viardot ailesi ve Gustave Flaubert ile birlikte anılacaktır.

Arife romanında radikallere sempatiyle yaklaşmak ama onların sınıfları birbirine düşürme eğilimini eleştirmek şeklindeki incelikli duruşu nedeniyle, Tolstoy dâhil bazı kişiler Turgenev’i belli bir pozisyon almamakla suçlarlar. Oysa romana o serinkanlı bağımsızlığını ve zarafetini veren de bu yumuşak ve hoşgörülü yaklaşımdır.

“Zaman bazen kuş gibi uçar, kimi zaman da bir salyangoz gibi sürünür; buna karşın bir insan vaktin nasıl geçtiğini bilmiyorsa eğer, işte o zaman mutluluğu yakalayabilir.”

Kendini Batı’yla Doğu arasında sıkışmış hisseden yazarın, Çarlık Dönemi’nde Rus entelektüellerinin durum ve tutumunu irdelediği Asilzade Yuvası adlı romanı 1859 yılında yayınlanır. O sırada annesi de ölmüş, geriye kalan topraklar serfler arasında dağıtılırken Turgenyev’e de tüm hayatını rahatça idame ettirebileceği ölçüde yüklü bir miras kalmıştır. Böylece dünyevi sorunlardan kurtulan yazar, ünlü başyapıtı Babalar ve Oğullar üzerinde çalışmaya başlar.

1862 yılında okurlarıyla buluşan bu önemli eser aynı zamanda nihilizmin edebiyata yansıyan ilk örneklerinden biri olacaktır.

Romanın esas karakteri Barazov, ne geçmişin değerlerine, ne soylulara, ne köylülere, ne aşka, ne de yaşlılara saygı duyar. Bir gün Petersburg Üniversitesi’nden arkadaşı Arkady’nin babasını ziyaretine giderler ve orada bir süre kalırlar. Rus toplumunun tüm geleneksel değerlerini söküp atmak isteyen ve kendini nihilist olarak tanımlayan genç adamın düşünceleri, önce Arkady’nin babasını, ardından da amcası Pavel’i rahatsız eder. Aslına bakılırsa, her ne kadar yakınındakilere özgün, güçlü bir kişi olduğu izlenimi verse de inançsızlığın girdabında kıvranan Barazov da kendi hayatında mutluluğu bir türlü bulamaz.

Bu eserinde Turgenyev, esas itibariyle o günlerde nesiller arasında oluşan derin çatlakları ele almıştır: Bir yanda aristokrasiye ve toprak ağalığına karşı çıkan, liberal ekonomiye geçmek isteyen babalar, karşılarında ise onları reddeden nihilist oğulları vardır. Bir yanda da Rusya’da ve Slav ırklar arasında gittikçe güçlenen gelenekçi akımların ağırlığı hissedilmektedir.

Genç okurların bir kısmı Barazov karakterinin kendilerini temsil etmediğini düşünerek esere olumsuz tepki verir. Yaşlı kesim ise Pavel’in davranışlarıyla iyi bir örnek olmadığını iddia ederek eseri beğenmediklerini öne sürer. Özellikle genç kesimden gelen itirazlar Turgenyev’in moralini çok bozmuştur. Uzunca bir süre kendine gelemez.

“İnsan dünya üzerinde var olan her şey hakkında hararetle, coşkuyla konuşabilir ama sadece kendi hakkında hırsla, açgözlülükle konuşur.”

Bozkırda Bir Kral Lear ve Ham Toprak gibi eserleri de eleştirmenlerden beklediği olumlu tepkiyi alamayıp, gitgide yoğunlaşan bir eleştiri bombardımanı ile karşı karşıya kalınca, Turgenyev kendini daha da küskün ve mutsuz hisseder. Ülkesini son bir kez terk edip hayatının son dönemini o bir türlü vazgeçemediği kadının, Pauline Viardot’nun yakınlarında, Paris’te geçirecek, 1883 yılında da bu fani dünyayı terk edecektir.

Oysa hem Rus köylü sınıfını gerçekçi, sevecen bir bakışla resmeden, hem de ülkeyi yeni bir döneme taşımaya kararlı Rus aydınlarına dair keskin gözlemleri olan Turgenyev’in yazdığı her satırda, anavatanının geleceğine ilişkin derin bir ilgi ve kaygıyla, onun Rus edebiyatındaki yerini pekiştiren bir sanatsal bütünlük ve sağlamlık iç içedir.

Yaşadığı dönemde umduğu, layık olduğu ilgiyi göremeyip dünyadan küskün ayrılmak, ancak yıllar sonra saygı ve hayranlıkla anılmak, nice güçlü sanatçı gibi İvan Sergeyeviç Turgenyev’in de kaderi olacaktır.

St. Petersburg’daki Volkovo Mezarlığı’nın, yazar Vsevolod Garshin tarafından “Edebî Köprü Nekropolü” diye adlandırılan köşesinde, ünlü Rus yazar, şair, eleştirmen, bilim insanı, tiyatro ve sinema sanatçıları arasında, Turgenyev’in çatık kaşlı, düşünceli bir büstü yükselir. Ve onun Babalar ve Oğullar romanının sonunda, ölüm döşeğindeki Bazarov’a söylettiği sözü anımsatır:

“Ölüm… Eski bir şaka ama tek tek her birimiz için yeni…”
 
 
 

Bu portre, yazarımız Hasan Saraç’ın Yazdıklarıyla Yaşayanlar 2 adlı eserinden alınmış olup, yayıncı kuruluş Portakal Kitap‘ın özel izniyle yayınlanmıştır. Bir başka ortamda kullanılması, paylaşılması yasaktır…

 
 
Hasan Saraç

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Onder Yeniatakan 2 Eylül 2020 at 08:30

    Turgenev en sevdiğim yazarlarsan biridir. Onun kişiliği ve eserleri hakkında yazılan biografik yorum olağanüstü güzel. Okuduğumuz yazarları tanımamız gerektiğini düşünüyorum.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan