Naftalin

Eski Zaman Tükkanı

29 Ekim 2020

Öykü: Eski Zaman Tükkanı | Yazan: Gökçe Çiçek Gönülaçar

Mutlu uyanmıştım. Çünkü anneannemi rüyamda görmüştüm. Çocukluğumda olduğu gibi yine bana bilmeceler soruyordu. Aslında çoğu zaman hatırlamam rüyalarımı. Zaten anneannem de rüyama öyle sık gelmez. Gördüğüm rüyanın bir kısmı net ama geri kalanı belirsiz. Bazı yerlerini tam hatırlamasam da içimi bir sevinç kaplamıştı uyandığımda. Sanki bugün bir bilmecenin yanıtını bulmak için açmış gibiydim gözlerimi.

Yapacak işim çoktu. Minicik öğrenci evimizin bol bol ütü yapmaktan kabaran elektrik faturasını yatıracaktım. Yüzüme mutlaka kullanmam gereken bakım malzemelerimin çoğu bitmişti. Onları alacaktım. Zamanım kalırsa boş boş vitrin bakacaktım.

Kalktım. Annemin tembihlediği gibi yatağımı topladım. Elimle de düzelttim. Kocaman çantamı aldım sandalyenin üzerinden. Cüzdanımı buldum. İçindeki paralara şöyle bir göz gezdirdim. Babamın bugün yollayacağı parayla faturayı da yatırınca kendim için ekstra bir güzellik bile yapabilirdim. Öğrencilik hali işte. Memur aile çocuğu iseniz tasarrufu bir şekilde öğrenmek zorundasınız. Kafamdan günün planını yaptım. Ev arkadaşımı da uyandırdım. Biraz mırın kırın ettiyse de kalktı. Giyindim. Her okul gününün aksine telaşsız, aheste çıktık evden.

Merkezdeki eski taş fırından nar gibi kızarmış sıcacık simitlerimizi alıp, boğazın tam karşısında balık tutmaya gelmiş amcaların yanına oturduk. Su bardağındaki demli duble çaylarımızı yudumladık. Geçen sene okulu kazanıp bu şehire ilk geldiğimde nasıl adapte olacağımı bilmiyordum. Şimdiyse seviyorum bu yeryüzü cennetini. İstanbul’dan sonra, buraya ne eğlenceli diyebilirim ne de sıkıcı. Eksik aramaya kalksam çok. Fakat İstanbul’da okula gitmek için aç karnına bindiğim tıklım tıkış otobüsleri, gittiğim onca yolu ve o keşmekeşi düşününce Çanakkale hediye edilmiş bir tatil gibi geliyor bana.

“Hafta sonu ile bayramı birleştirip eve gidecek misin?” diye sordu ev arkadaşım.

“Hayır. Zaten geleli iki hafta oldu. Daha kimseyi özlemedim bile. Ne maddi imkânım ne manevi ihtiyacım da yok gitmeye. Biraz ders çalışırım. Biraz da bu şehrin keyfini çıkarırım. Sen de gitme!”

Aslında çok istiyordum gitmeyi. Eve değil de anneannemin kasabasına. Ama o ev yoktu artık. Ne güzel olurdu eskisi gibi olabilseydi. İlkokul yıllarımdaki gibi. 29 Ekim de her sene yapılan fener alayına katılabilseydim mesela. Bütün çocukluk arkadaşlarımla toplanıp o günleri anabilseydik.

“Dün akşam anneannemi rüyamda gördüm Güneş. Bilmece soruyordu bana. Onu çok net gördüm ama rüyanın geri kalanını hatırlamıyorum. Yine bir mesajı var bakalım alabilecek miyim?”

“Ben rüya görmem ki hiç. Gerçekte anneannemi de babaannemi de görmedim. Yani ne tür bir mesaj almak istiyorsun onu da pek anlamadım Ebrucum. Hayra çıksın rüyan.”

“Şimdi anneannem olsaydı, ben bu tatili onun yanında geçirirdim. Tatlı hikâyelerini dinlerdim. Anlatacak hep bir şeyleri vardı çünkü. Cilt cilt basılmış tarih kitapları gibiydi anneannem. Bazen çok sıkıcı bazen çok eğlenceli. En çok dedemle tanışma hikâyelerine bayılırdım. Hepsi aklımda.”

“Anlatsana biraz. Dur kahvelerimizi de söyleyelim.”

“Bir Cumhuriyet Bayramı balosunda karşılaşmışlar ilk defa. Dedem bıçkın bir subaymış o zaman. Hem de büyük dedemin subayıymış. Konuşmak bir yana, göz göze geldiklerinde bir dakika bile süremiyormuş bakışmaları. Büyük dedem aksi, huysuz, disiplinli tam bir asker tabi. Bir de çok kıskanıyormuş bir tanecik kızını. Anneannem de o baloya giderken çok özenmiş. Bu balolarda Türk kadınını temsil edecekleri için elbiseler özenle seçilir, ütülenir, kusursuz makyaj yapmaya çalışılır ve saçlar bigudilenirmiş.

Neredeyse tüm hanımlar aynı giyinirmiş o zamanlar. Saç, makyaj bir örnek. Hani derler ya aynı fabrikadan çıkmış gibi. İşte tam da öyle olurmuş. Anneannem, dedemle karşılaştıkları Cumhuriyet Balosu için mor renk tafta kumaştan bir elbise diktirmiş. İncecik beli ve beline kadar gelen saçlarıyla balonun en güzel kızı olmuş.

Orduevinin büyük balo salonunda valsler, tangolar yapılır, gençler özel kıyafetleri ile zeybek oynarlarmış. Zeybek oynarken gözlerini alamamış anneannem dedemden. Büyük dedem ne kadar kısıtlasa da o dönem Atatürk sayesinde kadınlar haklarına sahip çıkmaya, sosyalleşmeye başlamışlar. Bir Türk subayı olarak dedem de örnek olacağım diye fazla ses çıkaramamış. Daha çok anıları var da anlatırım sonra.”

“Yarın bir Cumhuriyet Bayramı daha yaşayacağız.”

“O yüzden geldi aklıma herhalde. Çok özledim onu. Hele bugün biraz daha fazla.”

Kahvelerimizi içmiştik. Kalan simitlerimizi de martılarla paylaşıp önce faturayı ödemiş, sonra Çanakkale’nin çarşıcığını gezmeye başlamıştık.

O gün bu şehrin meşhur rüzgârı yine görev başındaydı. Ekim ayının serinliği ile üşüyorduk biraz. Rüzgâr tabelaları sallıyor, yürüyen insanların başına poşet geçiriyordu. Rüzgârın şakalaştığı insanlara bakıp eğlenerek yürürken gözlerim köşe bir dükkândaki vitrine takıldı. 1950’lerden kalma eski bir şapka yan konmuş, yanında retro bir gözlük ve onlarla uyumlu dantelli eldivenler.

“Gel Güneş, biraz bakalım içeri. Çok hoş bir yer burası.”

Rüzgârdan deli gibi sallanan tahta tabelada yazan ismi okumaya çalıştım.

Eski Zaman Tükkanı

Çantalar, ayakkabılar, gözlükler, özenle dizilmiş entariler, eski ama bence eskimemiş kahve fincanları, gümüşlükler… Her birine ayrı ayrı dokunup o yılların içine girip anneannemi görmek istiyordum sanki.

Altmışlı yaşlarının başında güzel bir hanım karşıladı bizi kapı girişinde.

“Genelde sizin gibi kızlarımız merak bile etmezler burayı. Hoş geldiniz.”

“Merak mı? Her detayına dalmak istiyorum buranın.”

Eski ile yeninin karışmış kokusunu size nasıl anlatsam ki? Anneannemin salonundaki dantellerden mutfaktaki fincanına, yatak odasındaki kırlentlere kadar her şey ayaklanmış buraya taşınmış gibiydi.

Etrafa bakınırken, ortadaki eski bir meşe masanın üstünde kuru temizlemeden gelmiş özenle ütülenmiş mor bir elbise gördüm. Ya ben çok benzettim ya gerçekten anneannemindi, bilmiyorum.

“Çok mu beğendin kızım? Almak isteyebilirsin ama senden önce onu giyecek çok güzel ve yetenekli bir hanım var. Yarın akşam iskele meydanında küçük bir Cumhuriyet Balosu düzenliyor belediyemiz. Eskisi kadar ışıltılı ve gururla kutlayamasak da modern ve eğitimli Türk kadınını temsilen üniversitedeki Gonca Hocamız bu elbiseyi ve bu eldivenleri giyerek bize eşsiz tangolar söyleyecek. Sonra sorarız. Sana vermek isterse konuşursunuz.”

O sırada Güneş çok kullanışlı tatlı bir cüzdan bulup getirdi.

“Alayım ben bunu. Hem çok da kullanılmamış hem de çok uygun fiyatlı.”

Gözleri pırıl pırıl parlayan dükkân sahibesi özenle sildi cüzdanı. Paketledi ve Güneş’e uzattı.

Bense gözlerimi elbiseden alamıyordum.

“O elbise sanırım 1954 -1960 yıllarından kalma. Belki eski Nişantaşı, Beyoğlu ya da Büyükada’daki bir terzinin elinden çıkma. Hiç hatırlamıyorum nereden geldi elime. Kim bilir hangi güzel kadın giydi ve kimlerin kalbini çaldı?”

Anneannemin değilse bile ben elbisenin içinde onu hayal ettim. Dans ettiği dedemi düşündüm.

Güneş paketten tekrar çıkarttığı cüzdanı göstererek,

“Peki, bu cüzdanın bildiğiniz bir öyküsü var mı? Ben edebiyat bölümü 2. sınıf öğrencisiyim. Öykülerime dekor lazım olabilir. Buraya bayıldım.”

“Bu dükkânda binlerce hikâye var kızım.”

“Ancak bu eşyalar yeni sahiplerine nasıl istiyorlarsa öyle anlatıyorlar hikâyelerini. Her istediğinde gel. Şapkalarla, ceketlerle, gözlüklerle istediğin hikâyeyi yaz burada. Bak masa orada. Yanına bir de ıhlamur demlerim. Bana da ses olursunuz, gençlik katarsınız, çok sevinirim.”

Ben gece gördüğüm rüyanın içindeki bilmeceyi çözmüştüm. Mesajımı da almıştım. Çok özlediğim anneannemle eski bir zaman dükkânının içinde buluşmuştum.

Bir gece sonra kordonda mor taftadan elbisesi ve dirseklerine kadar uzanan zarif eldivenleri ile Gonca Hanım’ın sesinden “Papatya” adlı tangoyu dinliyorduk. Pistte kendi ölümsüz aşkları ve hiç bitmeyecek cumhuriyet sevdaları ile anneannem ile dedem dans ediyorlardı.

Asker bir büyük dede, asker bir dede ve asker bir babanın kızı, çocuklarını cumhuriyet ateşi ile yetiştirmiş bir anneannenin gururlu torunu olarak gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Bakışlarımı kordondaki yüksek binalara asılmış kocaman Atatürk ve Türk Bayrağı’na çevirirken tepemizde muhteşem havai fişekler patlıyordu.

Ellerimi bilinçsizce açıp yukarılara baktım. En içten hislerimle duamı tekrarladım.

“Allah’ım; ne olursun bu gururlu günü benim torunum da yaşasın!”

Özgürlüğümüz ve Cumhuriyetimiz İlelebet daim olsun!
 
 
13.10.2020 / Çanakkale,
Gökçe Çiçek Gönülaçar

 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

12 YORUMLAR

  • Yanıtla Bilsay Gönülaçar 29 Ekim 2020 at 13:28

    Tebrikler sevgili eşim.
    Bu önemli günde, yazdıklarınla bizi eskilere götürdün.

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 29 Ekim 2020 at 15:22

    Çok çok güzeldi. Duygulandırdı. Sonra ilk yorumun eşinizden gelmesi, en az yazdıklarınız kadar etkiledi beni.
     
    Hep mutlu ve umutlu olmanız dileğiyle sevgiler.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 29 Ekim 2020 at 15:32

    Nimet Hanımcım çok teşekkür ederim. Emekli edebiyat öğretmeni bir annenin oğlu ama okumaz genelde eşim 🙂 Bu sefer beni de şaşırttı.
     
    Yorumunuz çok değerli.
    Çok sevgiler.

  • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 29 Ekim 2020 at 23:31

    Gokcecim çok güzel bir hikaye idi. Tüylerim diken diken, tüm duygularım ayakta okudum yazıyı.
     
    Ben 1902 dogumlu anneannemi çok küçük yaşta kaybettim fakat annemden cumhuriyet balolarını, cumhuriyetin 10. yıl kutlamasını, o coşkuyu, tepeden tırnağa hissedilen o vefa duygusunu, gururu defalarca dinledim. Sevgili anneannem 1928 yılında Ankara’da yapılan ikinci Cumhuriyet balosuna katılacak kadar şanslıymış. Modern Türk kadınını onore etmek için balodaki genç kadınlarla dans etmeye özen gösteren Atatürk anneannemle de dans etmiş. Anneannem, anneme anlatırken “Öyle derin, keskin bakışlı, kudretli biriydi ki gözlerinin içine bakarken insan uzun süre gözlerine bakamıyor” dermiş. Savaştan çıkmış bir ulusun yeni kurulmuş cumhuriyete saygısını, heyecanını hep ilk gün duydugu gibi anlatırmış anneannem.
     
    Senin öykünü okurken savaşla büyümüş anneannenin, dedenin, cephede pek çok yiğitle birlikte savaştığını tahmin ettigim asker büyük dedenin, cumhuriyet balolarındaki o haklı gururunu hissettim. Annemin bana anlattığı gibi o gururu ben de çocuğuma anlatabilmeyi, o ilk yılların heyecanlı ruhunu yaşatabilmeyi arzu ederim. Hikayen benim gibi pek çok kimseye bu duyguları yaşatıyor eminim. Bu güzel hikaye için, bana o gunlerin heyecanını yaşattığın için teşekkür ederim ❤️

    • Yanıtla Nimet Canbayraktar 30 Ekim 2020 at 12:26

      Ne mutlu size, böyle güzel bir anıya sahipsiniz. Eminim, anneanneniz ömrü boyunca o mutluluğu ve heyecanı yaşamıştır. Atatürk’ü görmeyi bırakın, gören bir yakını olması bile, insana neler hissettiriyor. Bu ruhu taşıyan bir kadının, çocuklarına bu duyguyu ve gururu hissettirip yaşatacağına inancım sonsuz.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 30 Ekim 2020 at 00:50

    Kalemi güçlü, kendi güçlü, bakış açısına bayıldığım birinden bu satırları okumak… Çok mutlu oldum gerçekten.
     
    O duygular böyle özel günlerde hep ayaklanıyor ve geçmişe doğru özlemle koşuyorlar içimizde, aklımızda.
     
    Şanslı çocuklardık. Umarım bizim çocuklarımız da çok daha şanslı olurlar.

  • Yanıtla Hakan Özbek 30 Ekim 2020 at 18:01

    Bir yandan eskilere dalarken, bir yandan da çok güzel bir öykü okumuş oldum. Geçmiş zamanın zarafeti ne güzeldir… Cumhuriyeti bugünlerden çok daha güzel kutlayacağımız günler gelecektir elbet.
     
    Kalemine sağlık.

    • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 30 Ekim 2020 at 20:22

      Hakan çok teşekkür ederim. Öykülerini çok severek, imrenerek okuduğum bir yazarsın. Senden bu övgüyü almak beni çok mutlu etti. Teşekkür ederim.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 31 Ekim 2020 at 12:04

    Harikaydı 👌🏻 Bugün geldiğimiz yozlaşmış düzende, her cumhuriyet sevdalısına, bir zamanlar kutlamaların ne ihtişamlı olduğunu okumak bence iyi gelmiştir. Yüreğine sağlık Gökçecim.

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 31 Ekim 2020 at 13:47

    Çok teşekkür ederim. Umarım o günleri yeniden biz de görürüz. ❤

  • Yanıtla Beril Erem 2 Kasım 2020 at 14:28

    Ellerde dantel eldivenler, saten, tafta elbiseler, şık beyefendiler ve eski 29 Ekim baloları…. Ah Gökçe’cim ah:) Ve bir vintage dükkanında anneanneye ait bir elbise ile karşılaşmak…
     
    Kalemine sağlık canımcım, hepimizi çok hoş bir dekorda götürdün geçmişe. Şimdi artık “tatil” olarak görülen bu ulusal bayramlarımızı keşke eskisi gibi özenerek ve yürekten coşkuyla kutlayabilsek. Ulus olarak birlik olduğumuzu hissetmedikçe de sanırım bu naif bir dilek olarak kalacak.
     
    Öperim güzel yüreğinden❤

  • Yanıtla Gökçe Çiçek Gönülaçar 5 Kasım 2020 at 13:38

    Çok isterdim o zamanlarda yaşayabilmeyi..
    Yorumunuz çok değerli.
    Çok teşekkür ederim.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan