Sessizlik Öyküleri

Kötü Bir Yazarın Anıları

26 Kasım 2020

Öykü: Kötü Bir Yazarın Anıları | Yazan: Hakan Özbek

Kötü bir yazardım, her zaman. Bir kere heves etmiştim yazmaya ama yazamıyordum işte, zorlamanın ne manası vardı. Hep zorladım. Nedenini biliyorum aslında. Daha ilkokulda bir öykü yarışmasına katılmış ve dereceye girmiştim. Annem, babam hatta okuması olmayan dedem bile pohpohladı beni, üstüme yapıştı sonra. Kabahat mi etmişler derseniz, hayır ama ben zirvede bırakabilirmişim, fırsat tepmişim. Tam en yukarıdayken, çok iyi yazardım fakat artık yazmıyorum, diyebilecekken bırakmalıydım.

Şimdilerde işe yaramayan kitaplarımla övünemeyeceğimin farkındayım. Halbuki yazdığımda ne kadar iyi gelmişti bana! Kendimi büyük bir yazar gibi hissetmiştim. İleride adımı edebiyat tarihine yazdıracaktım!

Bir kere bir öykü yarışmasının seçici kurulunda yer aldım. Neden beni çağırdılar, bilmiyorum. Benim beğendiğim hiçbir öykü seçilemedi. Beğendiklerimi kimse beğenmedi. Sonunda kurulun etkisiz elemanı oldum. Anlayışlarımız farklıydı belki, diye düşünmüştüm. Öykü dosyalarını çok güvendiğim bir arkadaşıma okuttum, o da beğenmedi. O zaman, peki, dedim. Artık çağırsalar da seçici kurulda falan yer almam. Normalde bilirsiniz, o kurullara bir giren bir daha çıkmaz ama ben çıktım, bir daha da çağırmadılar zaten.

İlk dosyamı hazırladığım zamanı düşünüyorum, yayıncılara yalvarmıştım. İşin içine girince de fark etmiştim gerçi, yalvarmak gerekiyormuş. İlk kitabım çıktığında neredeyse hiç satmadı. Yıllar geçmiş, ben dosyalar biriktirmiştim ki, birden bire o ilk kitap en çok satanlar listelerinin canına okudu. Sonra yayınevi yeni dosyalar istedi, ben de yazdım.

Onur konuğu olduğum bir kitap fuarı da düzenlendi Anadolu’da, şu anda nerede olduğunu hatırlamasam da. İnsanlar, kitaplar, yayınevleri, imza günleri, uzayan kuyruklar, çekilen fotoğraflar… Bunlar beni iyi yazar yaptı sanmıştım.

En çok satmak… Ne kadar boktan bir kavram, ne kötü bir kriter. Sanki her şeyin en çok talep göreni değerliymiş gibi…

Hitler de Almanya’da en çok talep gören adamdı bir zamanlar, sonra dünyanın içine sıçtı. Benim o en çok satan kitaplarımın yanında genelde boktan başka kitaplar olurdu. Hiçbir şey anlatmayan, anlatıyorsa da pek kıymetsiz şeylerden bahseden kitaplar… Benimkiler bir şeyler anlatıyordu da, başarısız bir anlatıydı sadece.

Eleştirmenler pek kötü bir şey yazmazlardı kitaplarım hakkında. Sadece biri beni boklayıp dururdu, hatırlıyorum. Şu siyah camlı gözlük takan, konuşurken arada bir tıslayan, tıslaması yoksa öksüren herif. Nefes alırken bile garip sesler çıkarıyordu. Beğenmezdi yazdıklarımı ve bunu sürekli kaleme alırdı. Romanım kötüymüş, hepsi birbirinin tekrarıymış falan. Bir gün devlet televizyonunda bir programda karşılaşmıştık onunla. Orada da beni eleştirmeye devam edince kendimi tutamayıp “eleştirmen bozuntusu, özenti adam” demiştim ona. Neden bilmiyorum, programın diğer konukları da bana destek vermişti. Ben olsaydım onların yerinde bana destek vermezdim mesela, bugünkü aklımla.

O program çok konuşulmuştu. Ülkede edebiyatın bu kadar konuşulduğu başka bir zaman olmuş muydu, ben hatırlamıyorum. Yayıncım hazır gündem sıcakken yeni bir roman için beni sıkıştırmaya başlamıştı. Ben de keyifle yazmıştım. Ardından o günlerde genç bir gazeteci oğlana, benimle bir nehir söyleşi yaptırmışlar, onu da kitaplaştırmışlar, ondan da güzel satış yapmışlardı. Ticari bir adamdım yani, yayıncılık dünyasının altınlarından, maddi açıdan değerlilerindendim.

Bütün bunlar olurken de hiç farkında değildim, iyi mi yoksa kötü mü yazdığımın. Nasıl olsa okunuyordu, nasıl olsa satıyordu. Ben çok satan adamdım.

Zaman zaman başka yayınevleri bir cesaret kitaplarımı yayınlamak için bana teklif verirdi. O zaman yayıncım kitap başına aldığım telifi artırır, bekleyen ödemem varsa, ki pek olmazdı, çatır çatır paramı alırdım, beni rakibine kaptırmamak için ne gerekiyorsa yapardı.

Böyle olsa siz de kendinizi değerli hissetmez misiniz? Ben hissettim, yalan yok. Çok değerli hissettim hem de. Bu seni daha değerli mi yaptı, derseniz, yok. Daha kötü bir yazar yaptı. Aceleci bir yazar. Yazdığını bir daha okumayan, nadiren okuduğunda değiştirmekten imtina eden, editörünü hamal niyetine kullanan bir yazar. Çok editör küsmüştür benim yüzümden mesleğe.

Yıllar akıp giderken, ben değişmeyen bir taş gibi duruyordum. Ne dilim değişiyordu, ne tarzım, ne özensizliğim. Sonunda bir gün gençten bir yazar bir gazete söyleşisinde benim için “anlamsız işlerin adamı” gibi bir şeyler söyledi. “Ne yazdığını artık kimse anlamıyor, kullanılmayan kelimeleri kullanıyor ve bunu bir marifet sanıyor” dedi. Sesimi çıkarmadım, bir açıklama yapmadım. Sanırım düşüşüm o zaman başladı.

O genç yazarın söyleşisini okuduğumda bütün kendimi beğenmişliğimle “dünkü çocuk…” diye söylendim kendi kendime, “kimin hakkında konuştuğunun farkında bile değil…” Ardından pipomu yakıp pencerenin kenarına oturup yoldan gelip geçenleri izlemeye koyuldum. Sorsanız bir şey düşünmüyorum, derdim ama şimdi söyleyebilirim, düşünüyordum. İçim içimi yiyordu. Aklımdan neler geçti neler… O genç yazarın ardından bir gazeteye konuşup, ağzının payını vermek istedim ama kibirliydim, yapmadım. Sadece söylediklerini düşündüm.

Başladığım roman yarım kaldı, öyküler yarım kaldı, ben yarım kaldım sanki düşündükçe. Sonra ne oldu biliyor musunuz? O genç yazar benim yayınevimle anlaştı!

Yıllarca kitaplarım sayesinde ülkenin en büyük yayınevine dönüşen yayıneviyle. İşte buna dayanamazdım, hemen onlara bir telefon açtım. “Ne demek bu şimdi?” diye hesap soracaktım. Cevapları hazırdı, “Bu seninle ilgili değil.” Öfkem içime sığmıyordu, “Hayır efendim, bu tamamen benimle ilgili” dedim. Ardından biraz ara vereceğimi, şu sıralar benden bir dosya beklememelerini söyleyip telefonu kapattım.

Gerçekten de bir ara verdim, uzunca bir ara. O ara boyunca yayıncım beni nadiren aradı, sordu. Ben de uzattıkça uzattım, yazmamaya devam ettim. Hatta o yazmama değilmiş, yazamama haliymiş, onu da fark ettim. Bir süre sonra kendi yazdıklarımı okumaya başladım. Yine itiraf edeyim, bazılarını o kadar beğenmedim ki, okumayı tamamlayamadım.

Aradan artık yedi yıl geçmişken, yıllar önce başladığım romanımı tamamlamayı başardım. Bu kez her anlamda hazır bir dosyaydı. Dosyamı yayınevine postalayıp beklemeye başladım, biri beni arasın diye. Birkaç hafta sonra yayıncım arayıp, kitabı fuara yakın çıkarmanın iyi olacağını söyledi. “Tamam” dedim. Yıllar sonra okurlarımla o büyülü ortamda buluşacaktım.

Yayınevim kitabı fuara yetiştirdi, güzel de bir reklam çalışması yaptı benim için; “Edebiyatımızın usta kalemi yeniden okurları ile buluşuyor” deniyordu. Tanıtım için her şey yapılıyordu ama ortada olmadığım yedi yıl unutulmama değilse bile popülerliğimin kaybolmasına yetmişti. Fuarda bana pek ilgi olmadı, kitabım bu kez çok satanlara da girmedi. Sessiz sedasız ilk baskısını zar zor bitirdi. Yayınevim bana yeni baskı için tereddütleri olduğunu söyledi. Artık yorulduğumu hissediyordum. Başım ağırıyordu bunları düşündükçe, kenara çekilmenin vakti bu kez gerçekten geldi diye düşündüm. Kısa bir basın açıklaması hazırlayıp birkaç gazeteci dostumla paylaştım. Sağ olsunlar hemen haberini yaptılar.

O sıralar tam yaz başıydı. Kitaplarımdan hatırı sayılır paralar kazanmıştım. Kendime bir yazlık aldım, bir sallanan sandalye ve birkaç kutu kaliteli puro aldım. Pipo takımımı yeniledim. Şimdi tek kelime yazmadan, kimsenin baskısı altında kalmadan, o sandalyenin üstünde sallanıyorum.

Hakan Özbek

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Burak Süalp 27 Kasım 2020 at 12:59

    Sevgili Hakan, sayende güne iyi bir yazardan harika bir öyküyle başladım. Ne güzel kurgulamış, ne güzel anlatmışsın hikayeyi.
     
    Farklı iş alanlarında, farklı mesleklerde ne kadar sık yaşanan durumlar bunlar aslında. Ortalama başarı ve başarısızlıklarla, günlük tatminlerle, yine ortalama bir hayat yaşarken, kimi zaman rastlantılarla, kimi zaman başkalarının becerileriyle başarıyı yakaladığını düşünen, sonra da egolarına yenik düşen, gerçeklikten kopan ne çok insan var. Hayatın her aşamasında ne olduğunu, nereden geldiğini, hangi zemine bastığını, bir önceki hayat basamağının derslerini hiç unutmamak gerekiyor.
     
    Hikayedeki yazar yaşadığı sona mutlu bile olabilir, zira etrafındaki hale dağıldığında en azından oturacak sallanan sandalyesi kalmış.
     
    Hem keyif verici hem de öğretici hikayen için çok teşekkürler. Kalemine sağlık sevgili arkadaşım.

    • Yanıtla Hakan Özbek 10 Aralık 2020 at 22:52

      Çok teşekkürler Burak 🙏 İnsanlar bazen çok garip geliyor bana. Özellikle de başarıyı algılama şekilleri. Bu benim için de geçerli aslında. Günümüzde kötü olan pek çok şey talep görüyor ama bu ne kadar önemli?

  • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 5 Aralık 2020 at 21:35

    Hakan kalemine sağlık. Hikayeni çok beğendim. Yazarın hayatın her yerine uyarlanabilecek yanılsamaları, egosuna yenilgisi, yanılsamasından kurtuluşu, hepsine bayıldım. Kurgu çok güzel olmuş.

    • Yanıtla Hakan Özbek 10 Aralık 2020 at 22:53

      Çok teşekkür ederim Pelin. 🤓 En güzel yenilgi insanın kendine yenilmesidir, çok iyi ders verir insana, bana göre.

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan