Bi' Dolu Mola

Gitmek Kolay. Peki Ya Dönmek?

6 Mayıs 2021

Öykü: Gitmek Kolay. Peki Ya Dönmek | Yazan: Elif BiliciKalbim göğsümden çıkacak gibi, göğüs kafesimi zorlarcasına çarpıyor. Kafamı, ayaklarıma bakan gözlerimi, yukarı doğru kaldırıyorum. Sokağa, sokağımıza bakıyorum. Gözümün önünde çocukluğum koşuyor sokakta, bir uçtan bir uca. Ona bağırmak “Koşma, acele etme hiçbir şey için” demek istiyorum.

Sokağın sağında, köşe başında duran evin kırmızı boyalı pencerelerine kayıyor gözlerim. Top oynarken kırmıştık o camı Yusuf’la. Yusuf, babası kızacak diye korkudan ağlayınca, ben kırdım demiştim. Babamın kızmayacağını biliyordum, nitekim söylediğimde “Bari maaş zamanı kıraydın” demişti gülerek.

Yusuf nasıldı, neredeydi acaba? Ben buradan gitmeden seneler önce göçmüştü annesi, babası ve küçük kardeşi ile birlikte. O zamanlar çok şaşırmıştım, birilerinin evlerinden taşınması garip gelmişti. Yusuflar taşındığında henüz sekiz-dokuz yaşındaydım ve yaşadığım süre boyunca kimsenin taşındığını görmemiştim bu sokaktan. O nedenle buna çok içerlemiş, kendimi terkedilmiş hissetmiştim. En yakın arkadaşımdan, hayatımda değer verdiğim insanlardan ilk kopuşum Yusuf ile olmuştu.

Hayallerden uzaklaşıp kafamı sokağa çeviriyorum, sokağı boydan boya süsleyen asılmış rengarenk çamaşırlara bakıyorum. Sokağın süsü gibidir onlar, olmadıkları günü hatırlamam. Sokağın sakinleri her zaman yıkanacak bir şey bulurlar, sokaktaki çamaşır iplerini boş bırakmazlar. Baksana seneler sonra bile hâlâ aynı şekilde sallanıyorlar.

Usul adımlarla ilerliyorum. Her şey aynı gözüküyor, bazı evlerin renkleri değişmiş. Daha az canlı renklerle boyanmış. Sarı, mavi, yeşil evlerin yerlerini beyaz, gri evler almış. Ahşap pencerelerin birçoğu yerini pimapen pencerelere bırakmış. Kafamı yeniden yukarı kaldırıyorum göğe bakıyorum, bu sokakta olmasa da yan sokaklara yapılan o uzun binaların gölgeleri düşüyor ufak ufak. Daha benim sokağım kayıp vermemiş, bir iki üç katlı binalar hâlâ hüküm sürüyor.

Yirmi sene öncesinin sokağı gibi dursa da, bazı temel şeyler baki olsa da bir fark var hissediyorum. Arkamdan çalan kornanın sesi ile kaldırıma çıkarken kafama dank ediyor, çocuk sesi yok. Hiç çocuk sesi olmadan burayı duymamıştım, çocuklar nereye gitmiş acaba?

Yavaşça yürüyorum kaldırımda, evlerin camlarından sarkan sardunyalar, fesleğenler sol omzumu yalayıp geçiyor. Çeşit çeşit doğa kokusu üzerime siniyor. Her bir adımımda cennette gibiyim. O bilindik yerlerde, bilindik kokularla olmanın huzurunu yaşıyorum. Birkaç adım sonra varmak istediğim yere geliyorum, kendi evimize.

Bakmayın bu kadar güzel anlattığıma, bu sokağa olan aşkıma. Ben senelerdir ailesinden, evinden uzak kalmış birisiyim. Daha kötüsü onları ayda yılda bir aramış, şimdi de çat kapı gelen biriyim. Ayaklarım titriyor bunları düşününce. Annem beni görünce ne diyecek, değişti mi, saçları çok beyazladı mı, babam beni affetti mi?

Düşünceler zihnimdeki fırtınaya takılmış kalbime doğru iniyor. Beynimdeki fırtına, kalbimdeki çarpıntıyı tetikliyor. Hareket edemez oluyorum. Ama bir güç beni eve doğru ilerletiyor. Adım atmayı yeni öğrenen çocuk tedbiriyle tutunarak duvarlara, kapının önüne geliyorum. Camın önünden geçerken televizyonun yüksek sesi duyuluyor. O kadar yüksek bir ses ki insan birbirini duyamaz. Annemin kulakları iyice zayıflamış, anlıyorum. Sonra bir korku kaplıyor içimi. Belki de yanında onu duyacak kimse olmadığı için bu kadar açabiliyor sesini, babam evde değil mi?

Derin nefesler alarak kapının ziline basıyorum. Önce televizyon sesi kısılıyor, fırsat bilip yeniden basıyorum. Ardından apar topar bir ses geliyor. Sanki koşmazsa gelen kaçıp gidecek, gitmesin diye hızla koşuyor içeride birileri gibi geliyor. Ya da sadece kuruyorum kafamda. Terlemeye başlıyorum heyecandan, elimle yüzümü silerken kapı açılıyor.

Kırmızı yanakları, örtüsünün altından çıkan kıvırcık beyaz saçları ile annem kapıda bana bakıyor. Seneler olmuş onu görmeyeli ama o anlıyor. Sadece gülerek kollarını açıyor. Kayboluyorum bedenimin büyük geldiği o kollar arasında, hayatımda duyduğum o ilk kokuyu içime çekiyorum. İşte şimdi evime geldiğimi anlıyorum. Kaç dakika kaldık böyle bilmiyorum, boynumun sağ tarafında bir ıslaklık hissediyorum. Ağlıyor annem, o hırçın dalgalar gibi göğüs kafesine vuran kalbim sakinleşiyor bir an. Uzaklaşıyorum ondan, beni içeri buyur ediyor.

Üstümdekileri aldığı gibi mutfağa koşuyor. Su getiriyor, “Yorulmuşundur Alim. Su iç önce bir, kendine gel.”

Koca bedenim iyice küçülüyor annem karşısında, utancım yüzümü kızartıyor. Senelerdir uğramadığım ama zihnime kazınmış bu evde, ayda yılda bir arayıp babamdan gizli görüştüğüm bu kadın sanki sokakta top oynamaktan dönmüşüm gibi davranıyor bana.

Oturuyoruz, soruyor da soruyor. Hayatımda birisi var mı, neden evlenmemişim, çok çalışıyormuşum, en son hangi şehri görmüşüm. Sanki senelerdir içinde bu soruları biriktirmiş de şimdi atlamadan sormaya çalışıyor. Ben hızlıca cevapladıkça o hızlıca soruyor. Araya girmesem olmayacak.

“Anne babam nerede?”

Pili bitmiş oyuncak araba gibi aniden kalıyor. Kelimeleri boğazından yutuşunu izliyorum. Damarları çıkmış ellerini kavuşturmasını izliyorum.

“Hastanede baban iki aydır. Sümbül oraya yatırdı onu, ‘Bu onun için daha iyi’ dedi. Sonuçta doktor, benden iyi bilir. Hem ben ne kadar karısıysam, o da çocuğu, değil mi? Kızdın mı bana onu bıraktım diye?”

“Nesi var anne?”

“Unutuyordu her şeyi. Bir yıl önce başladı, bir gün camdan bakarken bir küçük çocuğun arkasından evden çıkmış gitmiş. Akşama kadar meraktan çatladık, Sümbül bile işi bırakıp geldi. Babanı bulduğumuzda ‘Ali yine camı kırmış yaptırmaya gittim’ dedi. Ben anlamadım, dalga geçiyor desem geçmez, bilirsin öyle ciddidir o. Sümbül endişelendi, hemen doktora götürdü. Unutkanlık hastalığıymış. Sonra evde ben bakmaya başladım ona ama en son üç ay önce Ahmet’i ondan neden sakladığımı sorup bana bağırmaya başlayınca çok korktum. Anlatamadım ona Ahmet’in yirmi sene önce toprağa karıştığını, senin dayanamayıp gittiğini, Sümbül’ün Ahmet’i masada bırakan doktora inat doktor olduğunu. Defalarca anlattım ama anlamadı. Sonunda da Sümbül ‘En iyisi bu’ diyerek onu hastaneye, bakımevine yatırdı.”

Cümlesini bitirdiğinde yüzünde garip bir ifade vardı. Doğru karar olduğuna bazen kendinizi ikna etmeye çalışır ama zorlanırsınız da birisinin size doğru yaptığınızı söylemesini beklersiniz ya işte öyle bir ifade vardı, kararını teyit etmemi bekliyordu. Uzandım ellerinden tuttum.

“Gidelim mi görmeye?”

Elinin birini elimin altından çekti, üzerine koydu.

“Gider miyiz? Sümbül’e soralım olur mu? Sen ara ama ben göremem tuşları” diye telefonunu uzattı. Titreyen ellerimle telefonu aldım, Sümbül’le kardeşimle konuşmayalı seneler olmuştu. Kardeşim Ahmet’in ölümünden sonra ben buralarda barınamayınca, bütün ailenin yükünü omuzlarına bırakıp gitmiştim. Arada telefonda konuşurduk ama sadece birkaç dakika sürerdi, şimdi annemin telefonundan onu aramak çok zordu. Ama babam için aramam lazımdı, en son dört ay önce sesini duymuştum.

“Anne bir şey mi oldu?” her zamanki telaşlı sesiyle açtı telefonu.

“Sümbül, Ali ben. Eve geldim.”

“Ne zaman?” sesinde bir soğukluk vardı daha önceden olmayan.

“Şimdi geldim. Annem söyledi, babamı bakımevine yatırmışsınız. ‘Unutkanlık’ dedi.”

Sümbül derin bir nefes aldı, “Ali uzaklaşsana yanından annemin, sana söyleyeceklerimi iyi dinle. Belli etme. Ben şimdi hızlıca hazırlanıp geleceğim, sen durumu idare et. İlerledi demek artık.”

Anlamıyordum Sümbül’ü, “Abi, babamı biz kaybettik bir ay önce, seni aradım ama ulaşamadık. Anneme de altı ay önce Alzheimer teşhisi konuldu. Aklı karışıyor, onu bakımevine götürmeye çalışıyorum ama dinlemiyor beni. Ben şimdi hazırlanıp geliyorum, seni dinler. Gelince konuşalım, tamam mı?”

Ne diyebilirdim ki… Değişmeyen sokağımda babamın olmadığını, annemin artık hatırlamadığını ve kendi acılarımdan kaçarken bütün ailemi nasıl Sümbül’ün genç omuzlarına yüklediğimi düşündüm.

Gitmek kolaydı da dönmek zor olabiliyordu bazen.

Elif Bilici

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Özge Can 6 Mayıs 2021 at 19:14

    Muhteşem bir öykü okudum Elifciğim👏👏
     
    Kelimelerin ardından koştum, cümle cümle içimde tırmandı hikâye. Tebrik ederim canım, yine harika öykünle başka dünyaların içine aldın beni.
     
    Sevgiler, kalemine, fikrine sağlık 💙

    • Yanıtla Elif Bilici 7 Mayıs 2021 at 09:13

      Özge! Çok teşekkür ederim güzel yorumun için. Keyifle okumana çok sevindim.

      Sevgiler 🙂

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan