Açık Pencere

Kaybetmenin Sırrı

24 Eylül 2021

Yazı: Kaybetmenin Sırrı | Yazan: Şen Sevgi Erişen

Tesadüf olamaz, diye düşünüyorum. Dün ve bu sabah -üç kişi küçük de olsa- bir şeylerimizi kaybettik. Eşyalarımızdan bahsediyorum. Ben kuşların yemek kabını bulamadım üzerindeki taşla birlikte. Aradım taradım her yeri. İçimi eskiden kalan tanıdık bir suçluluk duygusu kapladı. Bir şaşkınlık, bir heyecan… Diğer yandan bir hayvansever dostum kediler için özenle hazırladığı yemek poşetini yanlışlıkla çöpe atmış. Fark edip dönünce yerinde bulamamış. Onda da bir şaşkınlık, bir gariplik hissi belirmiş. Diğerini de kızım yaşamış. Yola çıkarlarken özenle hazırladığı peynir ve tereyağı paketini yanına almayı unutmuş. Onda da bir kayboluş hikâyesi var yani.

Bir şey kaybetmek bize neyi gösteriyor? Neden eşyalarımızı kaybederiz?

Elbette sadece eşyamızı değil; paramızı, hatta “canımızı” da kaybediyoruz. Düşünüyorum da hayvanlar bir şeylerini kaybediyorlar mı, diye. Onlara ait bir yuva, bir yiyecek, bir su kabı falan… Bizim kadar afallamadıklarına eminim. Eşya onlar için bir kimlik, bir güç ya da bir sahiplik sebebi değil! Bu yüzden olabilir mi?

Ya ağaçlar, çiçekler, tüm bitkiler? Onlar topraklarını kaybedebilirler köklerinin tutunduğu, sel heyelan alır götürür bazen. Dalları, yaprakları düşer. Fakat bunların hiçbiri sonradan kendi dışında var olmuş, sahip olunmuş bir eşya gibi değildir.

Hayvan ve bitki bilimci olmadığım için ancak böyle kabaca bakabiliyorum olaya. Sadece fikir jimnastiği yapıyorum. Ama hafife alınacak gibi de değil -bir şiirimde de söylediğim gibi tekrar tekrar- belirli aralıklarla yaşanan bir olgu eşyaları yitirmek, kaybetmek beni düşündürmüştür hep.

Tabii ki yukarıda verdiğim üç örnekteki “kaybetme” dinamikleri farklı farklı olabilir ve öyledir de. Ama benim düşündüğüm şu; Dünya’da böyle bir gerçeklik var, eşyayla başlayıp sahiplenmekle ortaya çıkan. Bunun doğa kanunlarıyla da bir ilgisi olabilir mi? Bir şeyin gerçekliğini en iyi böyle sınayabiliyorum. İnsan bugün doğadan uzaklaşmanın doruklarını yaşamakta, bir o kadar da tersi olan -doğal yaşama- doğru koşuyor. Yani biz doğa kanunlarıyla uyumlu yaşadığımızda sağlıklı ve mutlu olabiliyoruz gerçek anlamda.

Soruyorum; aşağıdakilerden hangisi daha yakın geliyor size?
  1. Doğada eşya sahibi olmak ve kaybetmek diye bir şey yoktur. Bu durum insanlara mahsustur ve doğadan uzak yaşamın getirdiği sonuçlardır. Doğal afetler suları, toprakları bir yerden alıp başka bir yere götürür, depremlerle yerin altı üstüne gelir. Kara parçaları birbirinden kopar, ayrılır, yer değiştirir. Ama toplamında bir azalma olmaz; bölgesel olarak azalma, kayıp varsa da belli bir süre yeni bir düzenle her şey dengeye gelir. İnsanlar maddeye odaklanmış bir şekilde yaşadıkları için “kaybetme” aslında Dünya’daki katı madde gerçekliği dışında bir anlam taşımayan “sahiplik” algısının bir sonucudur.
  2. Doğada da belirli zaman ve yerlerde kayıplar olmaktadır. Doğadan uzak yaşayan insan da bu kayıplardan kaçınılmaz bir şekilde etkilenmekte (bütünsel bilinç sebebiyle) ve doğanın bir yansıması olarak bunları yaşamaktadır. Ancak afallamasının sebebi zaman ve mekânın sınırları içerisinde yaşamasıdır. Bu sınırları kaldırabilirse “kaybetmiş olmaktan” çok daha az etkilenir ya da hiç etkilenmez.
  3. Her ikisi de doğrudur. Doğada da kayıplar vardır fakat uzun süreçler izlendiğinde toplam olarak bir kayıp yoktur. Bu gerçekliği insan da yaşamaktadır. Ancak maddeye odaklanmış olarak yaşamak sabitlenmiş zaman kavramını da beraberinde getirmektedir. Bu yüzden insan kaybettiğinde zihnen şaşkınlaşıp ruhen sarsılmaktadır. Çünkü ne madde ne de zaman sınırlıdır. Belki de tüm sıkıntı, maddenin katı halinden değişken haline zihin ve beden olarak henüz geçemememizdedir.
Şimdi gelelim yukarıdaki üç kaybetme hikâyesine. Bir de bunları inceleyelim mi birlikte?

Sesinizi duyar gibiyim. Bazılarınız, canım ne var bunda, herkes bir şeyler kaybeder, illa ki bir sebebi mi olmalı derken, bazılarınız da belki benim şimdi yazacağım gibi fikirleri düşünmekte.

1. Olay:

Ben bazı kuşların o yemek tasını, hatta üzerindeki taşı yerinden kaldırabileceğini bilmiyordum. Bu konuda deneyimli birine sordum; evet, özellikle martılar bunu yapıyormuş. Bazen de kargalar. Sebeplerinden biri de birbirlerine alan açmamak, üstünlük göstermek istemek. Sonuç olarak bu Dünya’ya madde bilgisini kavrayıp geliştirmeye geldiğimize göre bu olayla bir madde bilgisine daha ulaşmış oldum. Üstelik rüzgârın gücünü de hesaba katmalıydım. Burada da eksiğim vardı. Onu da tekrar hatırlamış oldum. Yine doğal olarak hayat, her beklediğim gibi gitmediğinde nasıl zihnim dağılıyorsa yine öyle oldu, arkasından da bedenim küçük bir dağılma yaşadı.

2. Olay:

Kedilere yemek götüren dostum elindeki torbayla çöp konteynırı ararken bir çöp toplayıcısına rastlamış, çöpü karıştırdığına tanık olmuş belki de ondan etkilenmişti. Sonra da yolunun üzerindeki diğer bir çöpe bırakmıştı elindeki torbayı. Elindeki öyle çöpe atılacak cinsten değildi. Akşamdan pişirilmiş tavuk parçalarıydı. Belki de bu yiyeceğe kedilerden daha çok çöp toplayıcısının ihtiyacı olduğunu hissetti. Düşüncelerinin yönü onun fark edemediği bir hızla değişti. Önce zihni dağıldı sonra da bedeni. Önüne gelen ikinci konteynıra attı poşeti. Elinde olmadığını fark ettiğinde de yaşadıkları yani yaptıkları düşüncelerini aştığı için bir şaşkınlık yaşadı.

3. Olay:

Kızımın yanına almayı unuttuğu tereyağı ve peynir. Uzun bir yola çıkıyorlardı ve yükleri çok fazlaydı. Arabalarının her yeri dolmuştu. Bir yanı bütün eşyasını yanına almayı istiyor diğer yanı ise onların azalmasını. Birçok kez yaşarız bu iç çatışmayı. Hiç şaşırmadım. Ağzımız bir şeylerin olmasını ister gibi konuşur ama içimiz tam tersini. Buna göre bilinçaltımız bırakmak istemiştir, unutmamışızdır yani. Ya da “unutma korkusu” zihnimizde aşılması zor bir duvar oluşturmuştur. Bu yüzden unutmuşuzdur. Sonuç olarak kızım bu olayın sonucunda eminim ki o elini uzatıp almadıkça tereyağı ve peynirin onunla gelemeyeceğini bir kez daha anlamıştır.

Tüm bu beyin jimnastiği ne işe mi yaradı?

Bakın bana neler düşündürdü:

Bir gün maddeyi düşünce gücüyle hareket ettirebilecek miyiz?

Madde bilgisinde yeterince ilerlediğimizi düşünüyorum, tabii ki zaman ve mekânın oldukça dar sınırları içinde. Şimdi zaman ve mekânın sınırlarını genişleterek bir daha bakmalıyız maddeye. Bunun için öncelikle zihnimizi sınırsız bilinç alanına açmalıyız. Bu gidişle açıp açmamaya karar veren de biz olmayacağız. Sırası gelende sınırsızlığa açılacak bilinç. Şaka değil! Zaman ne gerektiriyorsa o olacak, hatta birçok yerde, birçok kişide olmaya başladı bile!
 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

5 YORUMLAR

  • Yanıtla Huri Sarı Saltık 27 Eylül 2021 at 21:11

    Ben ikincisine daha yakın düşünüyorum canım 🙏❤️

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 27 Eylül 2021 at 21:24

      Huriciğim, doğadaki kayıplar yine doğaya dönüyorlar. Bizde de öyle değil mi? Neye elem neden keder!

  • Yanıtla Atakan Balcı 6 Ekim 2021 at 13:08

    Bulmak için yitirmek mi gerek bazen acaba ya da yitmek?!

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 13 Ekim 2021 at 20:00

    “Yitirmek yitirmektir ama ‘sahiplenme’ alışkanlığımızın bağını keserek bizi oyun içindeki oyuna sokar.” Ne dersiniz?

    • Yanıtla Atakan Balcı 14 Ekim 2021 at 12:48

      Yeni bir yola sürükleniriz, kesinlikle öyle!…

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan