Açık Pencere

O Sabah Kar Yağmıştı Çanakkale’de

10 Mart 2023

Yazı: O Sabah Kar Yağmıştı Çanakkale’de | Yazan: Şen Sevgi Erişen

Daha iyi nasıl anlayabilirdim bu dünyaya ait olduğumu? Toprağın, suyun hava ve ateşin birleşiminden oluşan bir bedenim olduğunu. Ah, benim kendimden uzak tuttuğum ağaç köklerinin beslendiği kızıl kahve toprak. Senin üzerinde en son yürüdüğüm o aydınlık kış mevsiminde, baharı yaşadığımız o garip günlerde anlamıştım da… Kışın özlemini duyumsamaktan vazgeçip erken gelen bahar havasının koynuna bırakmıştım kendimi. Tüm maddeleşmiş enerjilerin sahip olduğu titreşimlerin yaşam boyu devam ettiğini biliyordum. Titreşen her bir hücre suyumun içindeki bilginin bütün dünya ile iletişim hâlinde olduğunu da. Yaşam bilgisinin tek başına bana ait olmadığını insanlık arşivinden doğum yoluyla bana aktarıldığını da.

Yine de yeryüzüne bu kadar ait olduğumu pek çok zaman fark edememiş olduğumu kabul ediyorum. Çıplak ayakla toprağa basmayı, ağaç gövdelerine sarılmayı, yaşantılarımızdan çıkartalı uzun zaman oldu. Bir süredir doğayla iç içe yaşama ritüellerine geri döndük dönmesine ama yine de bunu bir yaşam şekline pek azımız dönüştürebildik. Yeryüzünün başlangıç aşamasından günümüze kadar kıtaların suyla kaplı olduğunu, pek çok toprak hareketlerini geçiren bir dünya üzerinde bulunduğumuzu ve kara parçalarının yer değiştirdiğini de öğrenmiştik.

Bu doğal değişim sürecinin bitmediğini, değişimin devam ettiğini biliyor olsam da bu gerçeği göz ardı ettiğimi son depremle fark ettim.

Bir süredir değişik içsel bir dönem yaşıyordum. Dünya gezegeninin yaşam titreşimlerinin vücut bulduğu bir çeşit “beden” olduğunu aynı zamanda da insan bedenimle bunun ayırt edilmesi zor bir benzerlik taşıdığını çok yakından hissettiğim bir süreçten geçiyordum. Tuhaf bir zihinsel ve ruhsal döngüye girmiştim. Önce derin bir bunalım ve çöküş yaşadım. Sonra bu garip değişikliğin büyük enerjisel bir dönüşümün bendeki yansıması olduğunu hissettim. Birçok yaşanmışlıkları ardımda bırakma zamanı gelmişti. Yeni dünya düzenine doğru geçiş yapacağımızın seslerini duyuyordum. Bunun sosyal, ekonomik değişimin çok ötesinde, enerjisel ve aynı zamanda evrimsel bir dönüşüm olduğunu özellikle belirtmeliyim. Ama buna tam olarak hazır değildim. Ya da hazırdım da çok fazla çeldirici faktör vardı etrafımı saran. Bir ayağım bitiş çizgisinde diğeri yeni dünyanın giriş kapısındaydı adeta. Yeryüzü, toprak, başta olmak üzere yer değiştirmeye hazırlanıyordu. Ben topraktaki bu dönüşümden nasıl kaçınabilirdim?

Çok yaklaştığını hissettiğim bir yenilenme duygusu derin bir bunalımın bitiminde eski kayıtların son kez ortaya çıkması ile bedenimde kendini gösterdi. Gençlik çağında yaşadığım hastalığın virüsü gizlendiği yerden çıkmış vücuduma savaş açmıştı. Hücre kayıtlarımın toplandığı arşiv temizlenmeden önce son olarak gözden geçiriliyordu. Belli ki benim kabul edemediğim, geçiş yapamadığım dönüşüm enerjilerini madde bedenime indirmekte zorlanıyordum. Topyekûn taşıyla toprağıyla bir değişim dalgasının içine girmiştim. Böylesi büyük bir kabulleniş bazen hiç de kolay olmuyordu. Dışarıda görüp anlamlandırdığım dünyanın değişmez katı gerçeklikler oluşturmasına genellikle pek gönüllü değildim. Ama bunun tersini de tam olarak başaramadığımı da itiraf etmeliyim. Bazı olaylar karşısında yeterince esnek olamıyordum. Büyük ihtimâlle katılaştırdığım gerçekliklerin de yıkılması gerekiyordu. O yüzden geçmişte yaşadığım hastalığımla yeniden buluştuk. Onu ben çağırmıştım. Benden daha iyi kim bilebilirdi yaşadıklarımı? Sonuçta bedenim otomatik bir kayıt makinesi gibi çalışıyordu. 5 duyu dışındaki sezgisel kayıtlar da dahil.

Bedenimin hafızasına kaydolmuş kodlamalarım geri geldiler.

Bunlar kabul edemediğim hakîkatler, gerçeklikler, dünya realitesini bir yana bırakıp kendi kendime oluşturduğum farklı gerçekliklerdi büyük ihtimâlle. Başka bir deyişle söylemem gerekirse “itirazlarımın, kabullenmeyişlerimin, korkularımın” bedenimdeki hâli vücudun değişik noktalarına pusu kurmuş birtakım virüsleri aktive etmişti. Bu sonucun herhangi bir yolla önlenebileceğini sanmıyorum. Çünkü bunu daha önce de belirttiğim gibi ben tek başına bir birey olarak yaşamıyordum. Toprak anayla beraber tüm insanlık olarak yaşıyorduk.

Yeryüzünün de bir hafızası olmalıydı ve o hafızadaki virüslerde aynı benim bedenimdekiler gibi canlanacaktı. Benim bedenimde canlanan virüslerle verdiğim mücadelenin bir benzerini dünya gezegeni de vermekteydi. Kabarma, çatlama, yarılma ve büyük kopuş. Toprakla bedenim birbiriyle bu kadar örtüşebilir miydi? Bedenimin hafızası temizleniyordu, bunu deneyimlemiştim. Ağrılar, sızılar, acılar çektiğim günler geçirdim. Toprağın derinliklerinden gelen uğultu seslerini, tabakaların birbirine uyguladığı sürtünmeyi, çöküşü, kopuşu hepsini bedenimde çok benzer bir şekilde yaşadım. Toprakla bedenimin hemen hemen eş zamanlı hareket ettiğini söyleyebilirim.

İnsan hafızası denilince renkler, sesler, olaylar, düşünceler en çok da duyguların depolandığı bir alan aklıma geliyor. Depolanacak tüm verilerin bir alıcı tarafından gözlenebilmesi gerekiyor. Gözlem için neye ihtiyacımız var? Doğa kanunlarını gözlemek için doğru ölçüm araçlarına ihtiyacımız var. Peki herhangi bir varoluş noktasındaki (canlı-cansız ayrımı yapmıyorum) çeşitli titreşimlerin varlığını kabul ediyor muyuz? O titreşimlerin de dokunduğu her bir noktayı etkilemesine ne dersiniz? Ses de dahil tüm varoluşun hayat bulması için belirli frekanslarda titreşmesi gerekmiyor mu? Titreşimin olduğu her yerde onun yayılmasına imkân veren bir ortam da -buna alan da diyebiliriz- oluyor şüphesiz. İşte bu alan benim az önce bahsettiğim verilerin kaydolacağı hafızayı oluşturuyor. Su, toprak, hava, her yerde bu mümkün. Hafıza, arşiv dedikten sonra sözü dünya kurulduğu günden bu yana türlü şekillerde dolmuş bu deponun boşaltılıp ya da daha büyük bir yere aktarılıp “sıfırlanması” aşamasına mı geldik öyleyse, bunu mu demek istiyorum?

Her hafızanın, kapasitesi bir süre sonra dolup artık boş yer kalmadığında ondaki bilgiler başka bir belleğe taşınıyor böylece de sıfırlanmış mı oluyordu? Ya da boşaltılmadan topyekûn başka bir arşive mi kaldırılıyordu? Yani dünya taşıyla toprağıyla dolmuş, hafızasını boşaltmaya mı çalışıyordu?

Bunu da türlü hareketleriyle ona bağlı seller, volkanik patlamalar, yangınlarla mı bize gösteriyordu?

Bunu her ne kadar kabul etmek istemesem de iç görü olarak yok da sayamıyorum. Okuduğum bildiğim kadarıyla dünya kurulduğundan beri çeşitli değişimlere uğramış. Dünya çekirdeğindeki sıcak akışkan sıvı yüzeyde soğuyarak bir çeşit kabuk meydana gelmiş, su, kara parçaları ve atmosferin oluşumuyla canlıların yaşayabileceği bir ortama doğru yol almış dünyamız. Bildiğimiz kadarıyla ilk biyolojik canlı sularda oluşmuş. Sonuçta milyarlarca yıl süren birçok aşamadan geçilerek dünya, ay ve güneş sistemi oluşmuş. Henüz insan ortada yok. Bu esnada yaşamın oluşması için bir süreç başlamış. Tam da boş bir bilgisayara veri yükleme işlemi için düğmeye basılmış.Bu sürenin 600 milyon yıldan daha uzun sürdüğü tahmin ediliyor.

Yeryüzünün oluşum tarihinden başlamak üzere günümüze geldiğimizde çok sürükleyici bir oyunun devam ettiğini görüyoruz. Başta doğa olayları olmak üzere sosyal olaylarla donatılmış birçok tarihsel dönemi geride bıraktık. İnsan ırkı ilk varoluşundan bu yana pek çok değişime uğradı. Birçok özelliklerini de korudu. Bunlardan en önemlisi de soyunu devam ettirmek için gerekli olan “korunma, yaşama” içgüdüsü oldu. İnsan bir yandan maddenin ilkelerini çözmeye çalışırken pozitif bilimi keşfetti diğer yandan felsefenin temelini atarak düşünsel alanda gelişti. Maddedeki manayı gören birçok kişi sanatsal ürünler ortaya koydular.

Tüm bu güzel gelişmelerin ışığında güneşin aydınlattığı yeryüzü topraklarında çoğaldılar, bir yerden bir yere göç ettiler. Her bıraktıkları yerde bir bitiş vardı şüphesiz. Orada tozlarını bıraktılar, ölülerini gömdüler, seslerinin ulaşabildiği her yere titreşimleri sindi. Topraktan beslendiler. Karşılıklı olarak bir alış-veriş halinde sürdü toprak-insan ilişkisi. Bu suyun yardımıyla sağlanan çok temel bir “bilgi” alışverişiydi.

Düşünüyorum da bilgi arşivi dünyanın ve canlıların oluşumunun en temelinde vardı.

Tohumda ağacın bilgisi, toprakta, havada suda maddenin bilgisi yüklüydü. İnsanlık da bu bilgilerle yola başlamıştı. Üzerine ilave ettiği bilgilerle de arşivi büyütmeye devam etti. Her canlı ve özellikle de insan bu arşive bir katkı oldu. Öyle ya da böyle. Suçlu aramak değil niyetim. Ben bu sürece nasıl bir katkı verdim, hayattan neler alıp ona neler bıraktım, ne kadar kendimin ne yaptığımın farkındaydım, neleri görmezden geldim, neleri büyüttüm? Yapabileceklerimin ne kadarını yaptım? Bu dünyanın hayhuyunu ne kadar sevip ne kadar dışladım? Sonuçta hep birlikte oynanan bu oyunun aktörlerinden biri olduğumu gerçekten kabul ettim mi? Bu oyundaki rolümü kendi sözcüklerimle oynamayı ne kadar denedim? Bedenli olmanın hakkını verebildim mi?

İç sesim bu sorulara tam ve doğru cevapları vermekte zorlanıyor. Tek başına düşünemiyorum kendimi bu soruları sorarken. Bir “insanlık yumağı” gibi hep bir arada hiç bu kadar iç içe geçmemiştik. Çok ağır bedeller ödüyoruz. Toprak bize görmezden geldiğimiz “doğa“ gerçeğini bir kez daha yaşatıyor. Önüne geçilmez bir şekilde dünyanın toprakta, suda yaşayacağı yeni bir dönemin gözlemcisi mi oluyoruz?

Kalbimiz kaybettiğimiz canlar için atıyor. Acımız büyük. Kolay kolay geçecek gibi değil bu sarsıntının artçıları. Yaraları onarmak için ne çok yapılacak iş kaldı geriye. Önceden yapmadığımız ödevlerimizi de eklemeliyiz defterlerimize. Nerden başlamalı, neler için çalışmalıyız?

Öyleyse yeniden yazılacak bir hikâye başlıyor
Yeni defterler kalemler alın ellerinize
Toprağın yarılma isteğine kim itiraz edebilir
Belli oldu bilinmedik günlere gebe yer, gök
Şehirler yer değiştirecek
Göç başladı çoktan yüreklerde
Uzun bir döngünün başlangıcında olduğumuzu bilmek
Sonsuzluk kadar büyütecek bizi
Yeniden yazılacak geçmiştekilere benzer ama farklı bir hikâye
Haydi durmayın,
Yeni defterler kalemler alın elinize
 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan