Kendimi bildim bileli çayımı şekerli içerim. Diyet yapacağım diye şeker taklidi tat verici sahtekarlardan da medet ummam. Seviyorsam katlanırım.
Çok yorgunum, kaşığımın şekeri karıştırırken çıkardığı seste dinleniyorum bir de yorgunluğumda. Tıpkı yağmurun bulutunda dinlendiği gibi aslında…
Sıcak çay bardağından çayımı yudumlarken acıyor çatlak dudaklarım.
Acısın, her şey gibi en çok denilen yere kadar gidip, oradan geri döner nasılsa. Azalır kalmaz etkisi yarına, yarınlarıma…
İki şekilde ölçerim ben acıyı: şiddet ve derinlik. Siz hiç acılarınıza kulak verdiniz mi? Sordunuz mu kastını, nereye kadar gitmek istediğini ve sizden ne alıp götüreceğini? Yoksa varlığınızı sorgusuz sualsiz hedef tahtası mı yaptınız acılarınıza, aşklı ağrılarınıza…
Biliyorum, acılar bu cevapların hiçbirini bilmiyor, onlar güdümlü birer mermi gibi etki alanınıza girdikten sonra siz sadece vuruluyorsunuz. Ama her acı muhakkak bir şey kastediyor, bir şey duyurmak istiyor ve ulaşmak için kendisine kestirdiği mesafeyi hiç şaşmıyor çünkü sizi iyi tanıyor. Sizi ve kendisini ne kadar çekebilir olduğunuzu…
Elbette hiçbir acı eli boş dönmüyor. Bir kere muhakkak ıslak bir şekilde gidiyor, gözyaşlarınızda ıslanmış olarak ve gürültülü kopuşlarla terk-i diyar ediyor bedeninizi. Ah dedirten, iç yakan “Of” larla… Sonra kaçarcasına uzaklaşan acıların hızlı ve sık adımları, bizden kaçırmak istediklerinin değerini gösteriyor. Bazen zamanınızı alıp gidiyor, bazen can yakan güzelliğinizi, delikanlı değerlerinizi, gençliğinizi, heveslerinizi…
Çayı ikinci kez yudumlamak cesaret istiyor.
Çayımı içmek üzere dudağıma yaklaştırdığımda biliyorum beni yakacağını, bile isteye ben yakıyorum bu defa kendimi. Hedef tahtası gibi vurulmaya kararlı tavırlarımla teslim oluyorum çaya ve onun yakan sıcağına…
Bu kadar uzun uzadıya anlattığım yudum yudum içirdiğim şeyin adına ben çay mı dedim az önce? Öyleyse yanlış demişim. İlla yeteri kadar şekerli, tavşan kanı kıvamında ve ince belli bir narinlikte bütününüze işleyebilsin diye sıvı olarak canımızı yakan şeyin görünen adı çay ama bilinen gerçeği aşktır. Çay, lafıyla uzun uzun gevezelik edilmeyecek kadar da kutsaldır.
Tam tadında içmek gerekir.
Daha soğuk olunca etkisi olması gerektiği gibi olmuyor ve bilin ki korkaklar, çayı soğuk içiyor. Ah çay (aşk) muhakkak uyku kaçırıyor. Oysa uyut huzurla değil mi? Ama illaki gücünü, seni uykularından ne kadar kaçırdığıyla anlıyor. Zalimliğiyle yani. Etkisini sana ettiklerinde görüyor. İnce hastalık oluyor, çay diye içilip, kan diye tükürülüyor.
Çay bardağını tabağına yerleştirirken gözüm bir yazıya takılıyor. Kuş tüyüne iliştirilmiş bir yazı bu defa aşktan bahsediyor. Az önce ağzımı yakanı göz ucuyla okuyorum bu defa.
Sahi nasıl okunur ki aşk yazısı göz ucuyla?
Bir masalın iki keçisi olabilirdik seninle. Tek derdimiz tepelerin en tepesinde, otların en ucundaki körpe otu yemek olurdu.
Bir gecede geceyi süsleyen iki yıldız olurduk. Seyirlik ve aydınlık olmak kadar bir ve birlikte. Belki aynı güzel göze sığardık bulutsuz bir gecede.
Bir çocuğun ilk harfleri olurduk. İkimiz de harf anılırdık ama sen A okunurdun bense B…
Sonra ne bileyim işte pis bir mahallenin aç iki köpeği olabilirdik, ortak dilimiz kavga olurdu, adı da ekmek kavgası, kavga kadar bir olurduk, kavga kadar bir ve birlikte…
Ya da camdan aşağı süzülen iki damla olurduk, yönümüzü tuttursak karışacağız birbirimize ve bir çocuk gelir eliyle silerdi damlacıkları ve biz çocuğun elinde ıslaklık olurduk.
Bir çift çorap olmak diye bir şey de geliyor aklıma. Bir erkek bebeğin ayağında kadın örgüsü maviş bir çift çorap… Yaramaz elini uzatır çeker alır birini, yollar ayrılır, çorap tek kalır. Anlamsız ve işe yaramaz…
Bir sazda tel olur ayrı ayrı sesler de çıkarırdık. Bir elin iki parmağı da olabilirdik ömürlük bir yakınlığa mecbur.
Biz bir ihtimal aynı aşkın kadını ve adamı olurduk ama imkansız olduk.
“Kuş tüyünde imkansız aşk yazılmış bu hafta,” diyorum. Öyleyse bir çay daha doldur ve yak kendini. Söz de o benim uykumu kaçıracak ya, ben onu aklımdan çıkaracak kadar çok içiyorum. Zalime düştüğümü göstermem derken bardakta yarım kalmış çay ve ben uykuya dalıyoruz.
Bir rüya görüyorum, masal gibi.
Aşık Veysel’i görüyorum. Gidiyor gündüz gece. Oysa onun için ne gündüz var ne de gece. Kör sevdasını anlatsın istiyorum. “Neden körsün?” diyorum. Aşık cevap veriyor; “Herkesten kaçmak sadece aşkta kalmak için,” diye. “Hiç olur mu öyle?” diyorum?
“Bilmez misin,” diyor. “Daha her şeyin en başında Tanrı biz insanoğlunu tam tamına dört gözle yaratmıştı. Bu gözlerin ikisi bugün bildiğimiz yerinde, diğer ikisi ise kafamızın tam arkasındaydı. Böylece insanlar hem önünü hem arkasını rahatça görebiliyordu. Hatta insanların çok özledikleri ve görmeyi çok istedikleri biri için ‘Dört gözle bekliyorum’ demeleri hep o yüzdendi. Fakat dört gözü olan insan zamanla çok yoruldu bu halde olmaktan. Çünkü ne önündekilerden vazgeçebiliyordu ne de arkasında kalanlardan. Ve nereye döneceğini bilemiyordu. Oysa hayatta bazı şeyleri sadece önüne katmak istiyordu insan, bazılarını arkada bırakmak. Gel zaman git zaman bir kadın çok aşık oldu, yandı tutuştu. İçinde bulunduğu durum aşkını yaşamasına uygun değildi. Vakitsiz, zamansız, hesapsız gelen bu aşktan kaçmak istedi. Kadın ne yaptı etti soluğu Tanrı’nın yanında aldı. Tanrı’m dedi ölüyorum. Tanrı o kadar iyi anladı ki kadını o sabah tüm insanlar sadece iki gözlü kaldı, iki gözle uyandı.
Böylece isterse arkasına bakmadan gidebilecek, kaçabilecekti insan. Bazen sevdiğinden ve kendinden bazen de sevmediğinden. İnsanlar iki gözlü kalmış ama sevdiğini dört gözle beklediğini söylemeye devam etmişlerdi. Eskiden aşina oldukları bu sözden hiç vazgeçmemişlerdi.”
Sen diyorum, sen Aşık VEYSEL… Sen niye hiç göz kaldın? Diyor ki, çünkü ben Allah aşkına vardım.
Nurcan Doğan
58 YORUMLAR
Einstein’ın öğüdüne kulak veriyorum ve aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklememek için çayı paşa kıvamında içmeyi tercih ediyorum 🙃 Yeni yaralardan, kaynar sıvının damağımızı yakarak sertleştirmesinden ve gün boyu sürecek acıdan korunamıyorsak tecrübe niçin var? Ama siz uslanmaz romantikler güneşin, belki bu sefer, batıdan doğacağına inanmak istiyorsunuz 😉
Yazdığın metafor üzerine düşündüm bir süre; anlaşılan aşkta da haşlanmaktan hoşlanmıyorum. Zarar vermeyecek, yakmayacak, yaralamayacak olanı istiyorum 😉 Ilık ılık aksın, birbirimizi ısıtalım ama kimse yanmasın; acı değil, keyif versin diye arzuluyorum anlaşılan…
“Korkarklar soğuk içer,” demişsin. Korkmaktan ziyade yersiz şövalyelikten sakınma benim için… Ve büyük oranda da deneyim… Sevginin yaralayanını değil de iyileştireni isteme çokça da…
Aşkı farklı tanımlasak da onu senin gözünden okumak keyifliydi. Dilerim direnen yüreğin yeni yaralara katlanmak zorunda kalmaz…
Sevgili Didem, güzel yorumun için çok teşekkür ederim. Farklılığımızı ne güzel kaleme almışsınız. Uslanmaz bir romantik olduğum için kendime kızdığım oldu mu? Hayır. Çünkü ben buyum ve değişmek için harcayacağım her çabanın nafile olduğunu ve bastırılan her duygunun zamanla sıkıntı olduğunu keşfettim. Elbet kimse acı istemez. Sevmenin ve sevilmenin tadı karşılıklı ve huzurla daha yaşanası oluyor. Edebiyat içinde biraz zevk taşır, sanat ise muhakkak iyilik taşımalıdır düşüncesiyle yazdıklarımın kendiliğinden zevk verme ve iyilik üretme gibi bir misyonu oluşuyor. Aşkı benim kalemimden size sevdirebildiysem ne mutlu bana. Değerli yorumunuz başımın tacıdır. Farklılığımızı ise çok güzel düet ediyor birbirine. Sevgiyle kalın 💐
Merhaba, yazıyı okuduktan sonra kör olmayı diledim. Bu kadar güzel mi anlatılır aşk, çay ve aralarında kurduğun o mükemmel bağlantı. Senin yazılarını okuyunca içimde oluşan duyguları tarif etmekte zorlaniyorum. Yaradana aşk ile bitirmişsin yazını, sanırım benim de aşktan anladığım bu. Emegine saglık Nurcanım…
Sevgili Çiğdem aşk öyle geniş sarar ki insanı, aşkla bakanın dünyası başka olur. Aşk gerçekse eğer sevgiden ibaret bir güzelliğe dönüşür. Hayat güzellikleri görmeyi bilmeyen körlerle dolu. Sadece gözleri değil yüreği körler. Sen istesen bile kör olamazsın çünkü gözlerin görmese yüreğin görür sevdiklerini. Tıpkı beni gördüğü gibi…
Sevgili Nurcan; yine enfes, kelimelere dans ettiren bir yazınla gönüllerimize misafir oldun… Öyle bir yüreğin var ki başka bir boyuttan dünyaya misafir olmuş gibisin. Hal dilimle “Ben gelmedim kavga için, benim işim sevi için,” diyorsun. Bırak kavgayı, en ufak bir tartışma bile kimyası bozulan Mevlana’nın, Yunus Emre’nin çağımızdaki bayan versiyonu, yeryüzü meleği gibisin.
Aşk üzerine çok söz söylenir söylenmeye de devam edecektir insanoğlu var oldukça. Ama Aşık Veysel, bana göre, zirve yapmış aşkın ne olduğu veya nasıl olduğu konusunda. Başka bir adamla kaçmaya niyetlenen eşinin ayakkabısının içine bir tomar para koymuş, benim kahrımı çok çekti diye düşünmüş… Daha flört döneminde bile “Ya benimsin ya toprağın” deyip, ayrılmak isteyen kız arkadaşını öldüren erkeklere ibret olacak cinsten bir aşk… İstiyor ki sevdiği mutlu olsun, kendisiyle olamadıysa başka bir erkekle…
Son olarak çay bence de aşktır.
Yolun açık olsun…
Sevgili Ayşe, Aşık Veysel’in o hikâyesini duyduğumda çok etkilenmiştim. İnanılmaz bir davranış. Benim için Mevlana ve Yunus Emre benzetmeleri yapmış olman gerçekten layık olmaya çalışacağım büyük bir sorumluluktur. Öylesi bir sorumluluk için canımla başımla yazarım. Onlar gibi olmak bir yana, adımın o muhterem insanlarla bir arada geçmesi bile benim için büyük onur. Ama o isimlerin varlığının kıymetine ulaşmaya benim ömrüm yetmez. Ayşecim sevgiyle okuyan sen, ya sana ne demeli? Yazacak olsan benden iyi yazacağına eminim. Çünkü yorumların edebi bir keyif, tarzın ise iyilik içeriyor. Seni tanıdığım için çok şanslıyım. 💐💐💐
Keşke şeker çayın, uykusuz geçen gece de aşkın acısını dindirebilse! Ama nasıl yolun sonundaki tatlı ülke değil de, yolun, yolculuğun kendisiyse mutlu eden, aşkı güzel yapan, getirip yaşamın en yüksek tahtına yerleştiren de vuslat/kavuşma değil, özlemin kurdurduğu düşlerdir belki. Yoksa, acı veren o çayı neden her seferinde bile bile yudumlayalım?
Yahya Kemal Vuslat şiirinde ne güzel söylemiş;
Ey vuslat! O aşıkları efsununa râm et!
Ey tatlı ve ulvî gece! Yıllarca devam et!
İmkansız aşk yoktur aslında! Çünkü aşık olmaya bir engel yoktur. Karşılık bekleyen aşk da gerçek aşk olmaz. Kavuşma umudu değil mi bizi diri tutan, dilimizi açan, güzele yönelten, hayatımıza şiir getiren, bizi tek bir renkten kurtarıp, tüm renklerle tanıştıran? Elbette bu renklerin arasında koyular da olacak zaman zaman; griler, karalar… Gözlerin ıslanması, diğer renkleri daha iyi görebilmek içindir belki de.
Vuslat şiiriyle bitireyim (ben başlangıç yapayım aslında, geri kalanı da meraklılara kalsın);
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı,
Görmezler ufuklarda şafak söktüğü anı.
Gördükleri rü’ya,ezeli bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgarı başka,
Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez,
Gül solmayı, mehtab azalıp bitmeği bilmez;
Gök kubbesi her lahza bütün gözlere mavi,
Zenginler o cennette fakirlerle müsavi;
Sevdaları hulyalı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi bir fıskiye ahengini dinler.
Aşkla kalın…
Sevgili Nedim, o şiirleri bulup yazıma cevap olarak ekliyorsunuz ya… Sonra ben defa defa okuyorum o şiirlerde yatan anlamı. Aşkla kalın demişsiniz. Ben inanılmaz bir aşka tutuldum, yazma aşkı. Yazma aşkım ise sizler sayesinde karşılık buluyor. Yazılarımın elinden tutan gözleriniz sağ olsun. Aşkıma karşılık veren satırlarınız eksik olmasın. Daima aşkla ve güzelliklerle dolu bir dünya da yaşamak dileğiyle…💐💐💐
Ben çok şanslıyım. Yazını senin sesinden hem de bardağıma doldurduğun sıcak çay eşliğinde okudum. Gözyaşlarım akıverdi, daha çok da içime…
Çayı ilk sıcak içtiğimde, zaman geçmesi gerekti acısını unutmam için. Ve anladım, unutur unutmaz yine içiliyor o kaynayan aşk. Aşık Veysel de anlamış sadık yarin kara toprak olduğunu, gönül gözü yetmemiş sevdiğinin onunla kalıp bi’ çay içimlik ömrüne ortak olmasına…
sen yine imkansız ol, yorul, yak dudaklarını…
Bu yazılar nasıl ağlatır başka türlü…
Sevgili Gamze, bana geldiğin gün çayla simiti evlendirdik ya hani 😉 … Ağlatan duygularımız aynı zamanda bizi sevindirecek olanlardır. Kalpteki yangını sadece göz yaşı dindirir. Gözyaşlarının daha çok içe akması ondan gülüm. Sen yine imkansız ol, yorul, yak dudaklarını demişsin. Sen iste yeter ki ben gökte yıldız olurum, siyah olurum, çalı çırpı olurum , çocuk sevinci olurum, bahar kokusu, kış ayazı … Kıymetli hediyen de beni duygulandırdı. Kuş tüyüme sevgiyle gelen hediyem bana kanat taktı.💜💜💜💜
İyi ki kelimeler var dedim yazınızı okuyunca… Yoksa aynı anda birinin sevincine tüm kalbimle ortak olurken bir diğerinin katlanılmaz acısını, hastalığını, ölümünü, devranın adaletsiz dönüşünü tüm hücrelerimde hissetmek kesin yaşatmazdı beni.
Kelimeler; yürekten gelen, yazıya ya da söze dökülen, evet tam olarak bu dediğimiz, hissettiğimiz ya da hiç bilmediğimiz şeyleri anlatan kelimeler… Tatlı metaforlar, ince benzetmeler, zarif kelime oyunları…
Hiç göz olmak mesela ya da çay diye içip kan diye tükürmek. İşte bunlar o tavşan kanı çayın ya da dost kahvesinin tadını bırakıyor insanda.
Gökten üç elma düşerken size de sözcüklerle yapabiliyorum ben bunları diye mutlu olmak düşüyor bu durumda elbette.
Kalem tutan elinize, kelimelerle danseden dilinize sağlık… Evet kesinlikle dört gözle bekliyorum yeni yazınızı da.
Sevgiyle kalın.
Sevgili Sibel, birlikte yapıyoruz bu dansı, birlikte coşuyor, birlikte hissediyoruz. Tek kişilik hiç bir şey anlamlı değil. Hayatınıza dost kahvesi tadı bırakıyor olmak bana kendimi mükemmel hissettirdi. Ben yazarken dünyayı sessize alıyorum ve içimden geleni döküyorum satırlara. Hiç göz olmak mesela … İçimde öyle bir istek var ki söylenmemiş sözler bularak daha önce dokunulmadığı şekilde dokunmak istiyorum duygulara. Yorumunuzun lezzeti yazma aşkı uyandırıyor içimde, az sonra dünya durursa bilin ki ben yazıyorum.🌹🌹🌹
Nurcancım, yazını okurken beni içine öyle çekiyordun ki, ben de seni çekiyorum, ama gücüm yetmiyor. Tam pes edecektim ki vazgeçtin, bırakıverdin kendini doğal akışa. Senin arkandan ben de çıktım gün yüzüne. Ve kocaman bir Ohhh çektim.
Canım kardeşim o kadar derinlere yalnız dalınmaz ki. Bir yol arkadaşı da her zaman bulamazsın. O kadar çok zorlama kendini diyorum. Başını kaldırıp şu gökkubbeye bak. Gökkubbenin altında kocaman ama yalan dünyada herkes bir yana koşuyor.
Yalan diyorum, çünkü sadece seyrediyoruz. Sanki bu sanal alemden daha sanal. Hiçbir şey elimizde kalmıyor.
Başımıza iki gözü uygun görmüş yaradan. Ruhumuzun da gözü var.Gözlerinin hepsiyle ve sevgi dolu yüreğinle bakarak daha gerçekçi göreceğini, kendi ayaklarının üzerinde dimdik duracağına inanıyorum kardeşim.
Seni çok seviyorum 🌹
Canım ablam, ben karıncaları seyrederek , geceleri gündüzden çok severek, bir şarkıyı yüz defa dinleyerek yaşıyorum hayatı. Karıncaların koşuşturma hallerinde dünyayı görüyorum. Sonra kaba bir adam gelip basıyor o telaşın üzerine ve karınca hayatlar son buluyor. Ablam, ben geceyi gündüzden çok seviyorum çünkü gece kir göstermiyor ve ben sevdiğim şarkıyı yüz defa dinliyorum. Her çalış kulaklarıma yeni bir lezzet dolduruyor. Bu dünya hem boş, hem değil. Ben de böyle tuhaf bir kadınım işte. Seni çok seviyorum. Beni gerçeğe davet eden satırların çok kıymetli.💝
Bir sonraki yazıyı dört gözle bekliyoruz.
Havza’ya sevgilerimle 💐
Çokk güzel olmus Nurcan Hanım. Sonu gelmesin diye diye okudum. Gercekten şekerli bir çay gibi, tadı damagımda kaldı.
Kaleminize sağlık.
Yazılarınızda buluşmak dileğiyle 🍃
Sevgili Birsel, ağız tadı olabildiysem size ne mutlu bana. Hayat zaten zor ve tadıyla yaşamak gittikçe zorlaşıyor. Çay adıyla girip, şekerinin lezzetini size verebildiysem ne güzel. Ağzınızdan ve yaşamınızdan tat eksilmesin. 💐💚💚💚
Canıım Nurcan’ım, kardeşim!
Bir gün… Bir balık, bir kuşa aşık oluyor. Ölüyor aşkından. Kuş bu tabi, herkese her şeye tepeden bakıyor. Diyor ki balığa: “Bende seni severim sevmesine ama, yuvamız neresi olacak? Nerede yaşayacağız aşkımızı? Havada mı, suda mı? Ben suda yaşayamam aşkımızı” diyor. Balık da diyor ki: “Ben havada da karada da seni istiyorum… Ölüyorum aşkından” diyor. Çıkıyor sudan, Ah! Saniyesinde can veriyor aşkı için.
Kaybedilen hayat, kazanan aşk!
Deryam ne güzel bir hikâye bu böyle. Kaybedilenin hayat, kazanılanın aşk olduğu nice hikâyeler görmüştür bu dünya. Adı kahramanlık olmuştur bu hikâyelerin. Hayat böyle bir şey ve ben hayatı balık bakışıyla yaşamayı seviyorum. Hislerimin peşini kovalamayı ve beni bıraktıkları yerde ölmeyi… Seni çok seviyorum canım arkadaşım.🥀 Bu çiçek balığa gelsin.
Yazını öyle büyülenmiş okudum yine. İnsanı çaydan alıp imkansız aşklardan Aşık Veysellere getirişin, çayı şekerli içmen bile bu hayatı nasıl gördüğünle bağlantılı bence. Katılıyorum sana tadına varmalı insan hayatının.
Harika bir yazı olmuş tebrikler.
Sevgili Necmiye önü sonu bir hayat var ve hızla geçiyor. Hiç bir şey yapmadan, zarar görmeden yaşamaya çalışmak insanı paslandırır. Duyguların keyfini sürdüğüm bir hayat benimkisi. İnan bana üzgünken bile bir tadı var dünyanın. Dünya bana güzel geldi, seviyoruz biz birbirimizi aşığız😉 Ve sizin güzel yorumlarınız bu aşkın önemli bir parçası. Mutlu kalın.💞
🦋🙏🏻balığa ;🥂🥂
kelebeğe 😘
Yine harika bir yazı olmuş Nurcan, yüreğine sağlık ❤
Camdan süzülen damlaları silerken hep aklımda olacaksın 😊
Aşkı temkinli kontrollü yaşayanlar, yaşadığını sanır.. “Bulup bulup yitirmektir düşsel bir oyuncağı” der en sevdiklerimden biri, sağlam insandır hep güzel söyler. Biri çıkar “Yeter ki onursuz olmasın” der aşk. Herkes söyler aşk için bir şeyler.
Söylemek için söyleyenlerden, çayı soğuk içenlerden uzak olmak dileğiyle…
Bu arada yazını okuyamadığını, sayfaya ulaşamadığını söyleyenler o kadar çok ki umarım okurlar. İnsan güzel olanı tum sevdikleriyle paylaşmak istiyor ❤❤
Sevgili Ulviye, o damlaları her sildiğimde aklıma kaderi değişen aşklar gelir. Oysa tuttursalar yönlerini karışacaklar birbirlerine. Yazarken keyif aldığım satırların senin gözünde de aynı değeri bulmuş olması tesadüf değil. Öyle anlıyorum ki yazımı sevdiklerinle paylaşmışsın, hayatta hiç bir karşılaşma tesadüf değildir. Benim yazılarımı paylaşma nezaketin için söyleyecek söz bulamıyorum. Nasıl oluyor da bu kadar çok okunuyorum diyordum. İçinden iyilik geçen her şeyin adı Ulviye dir. Bilmeliydim. Sevgiyle ve aşkla kal. Silme o damlaları 😉
Şiir tadı geliyor bana, senin yazılarını okurken… Akıp gidiyor kelimeler, sonra bir daha, bir daha okuma ve özümseme istegi. Ne büyük lütuf kelimelerle böyle oynayabilme yeteneği ve bunun bizlerle buluşabilmesi…
Öyleyse yine şuraya aşka dair bir şiir bırakayım:
“Senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz
Kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz
Alır başımı erzincan’a giderim seni düşünmek için
Dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor
Kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için
Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur
Ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan
Durmadan
Dağ biraz daha benden deniz her zaman senden
Hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan
Kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm
Seni övdüğüm zaman
Güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda
Seni övdüğüm zaman”
Turgut Uyar
Sevgili Evrim, şiir gibi yazıyorsun diyorsun sonra öyle bir şiir koyuyorsun ki beni benden alıyor, çırak kalıyorum usta kalemlerin yanında. Ben razıyım. Yetişmek değil telaşım , onlara benzemek isterim, onlar gibi milyonlarca göze değmek. Bana yaz dediler yazdım. Bugün seninle birlikte bir çok eş, dost, seven dedi ki sen şiir yaz. Ben benden bir şey istenince yapmadan duramıyorum. Şiir yazamam belki ama hayatı şiir tadında yazarım olur mu. Mutlu olur mu benim güzel arkadaşım. 🖤🖤🖤
Tabiki bana pek yorum hakkı kalmamış 😎Herkes yazıyı evrende bir saatin üstünde gezdirip, yaşayana yaşamayana anlatmış. Aşk adına birşeyler yazarken, Hint Kumaşlı Kadın kitabı için senden yardım alıyordum 🙂 Aşkı ben pek anlatamıyordum 😁😁 Biliyorsun zaten. Odunum birazcık. Ve bu yazı Sevginin Tanrısını çok sevindirecek…
ZEVKLE okudum.
Ahmet sen benim hayatımı yorumlatıyorsun bana, satırlarımı yorumlamasan ne çıkar. Aşkı ben anlatamıyorum demişsin ya aşka dair ne varsa çok güzel yaşatıyorsun. Hint Kumaşlı Kadın kitabın benim olduğu gün ben aşka doydum. Yazma aşkına… Yazma sevdamın elini sen tuttun teşekkür ederim. Sevginin Tanrısı’na selam olsun.
Ellerine kollarına sağlık ablacım. Gerçekten tüm yazılarınla insanın yüreğine dokunuyorsun. Tebrikler…
Sevgili Çiğdem tüm yazılarımı okuduğun için çok teşekkür ederim. Bu hayat karmaşasında bana vakit ayırman çok değerli.🌹🌹🌹
Ne demiş Sezen;
“Beni yak,
kendini yak her şeyi yak,
bir kıvılcım yeter,
ben hazırım bak….”
Aşk yakar..
Yanmadan olmaz 🙂
Yazın yine harika 👏👏👏👏👏
Fulyam aşk yakarsa yanarız. Onca şarkı ne emrediyorsa yaparız. 😘 Güzel yorumun için teşekkür ederim. Sevgiyle kal.💝
Yazmak sizin için bir aşk olmuş. Bize de dört gözle perşembeyi beklemek düşüyor. İnsanların aşkla yapacağı bir uğraşıları olması dileğiyle.
Sevgiler
Sevgili Ayten, bu aşkı ilk keşfedenlerden biri olarak lütfen en sevdiğiniz satırları size hediyem kabul edin. Beni gören gözler sayesinde kendime tanımladığım yeni hayat bana aşkı getirdi. İnsan sevdiği şeyi yaparsa çok güzel oluyormuş. Allah herkese nasip etsin. Sizi seviyorum.💖
Nurcan Hanım acılarınız anlaşılan size eli boşta gelmemiş… Güzel yüreğinizin kaleminize eşlik etmesi bundandır.
Bir nefeslik yazı beni aldı uzun zamandır ugramadığım yerlere götürdü. Kendime gelmeye çalışırken çayımın ilk yudumu bana hala Sen ve Ben tadı vermeye devam ediyor.
En büyük aşkınız kaleminiz olsun…
Sevgili Meral, hayattan nasibime düşeni alırken ve yılları içimde biriktirirken, günler acı ve tatlı anlarla birbirine yapışırken içim boş durmamış, satırlar dolmuş içime. Bir nefeslik yazım, uzun soluklu mutluluklara dönüşsün hepimiz için. Kaldığımız yerden en tatlı satırlarla devam etmek dileğiyle 💐🙏
Enfes bir yazıydı. Okumadım sanki içtim. Çok sıcaktı ama yakmadı Nurcan’ım…
Nice yazılar yazasın, ben de okuyayım zevkle işsallah…
Sevgili Özgül yazımı sana keyifle yudumlatabildiğimi anlıyorum. Sen beni bir başka seviyorsun, ondandır satırların seni yakmayışı. Çok teşekkür ederim güzel kadın. 💕
Selam sana Nurcan;
Her aşk unutulmazdır onu yaşayanlar için. Ama kimileri vardır ki birer efsanedir. Leyla ile Mecnun gibi, Ferhat ile Şirin gibi, Kerem ile Aslı gibi. Hep merak konusu olmuştur şu ana dek efsane olarak nesillerden nesile anlatılan aşk hikayelerin gerçek olup olmadığı. Hepsininde yine de ders niteliğinde hikayeleri vardır. Kimi ilahi aşka kavuşuyor, kimi yanıp tutuşup kül oluyor. Herkes aşkın tadına varamıyor. İşte, bu da kısmet ile orantılıdır, olmayınca olmuyor işte. Ama gerçek şu ki sevginin ve merhametin bâki olduğuna inanıyorum çünkü Allah sevgiyi ilke edinmiş.
Peygamber efendimiz şöyle buyurur;
“İman etmedikce cennette giremezsiniz, sevmedikce iman etmiş olamazsınız.”
Allah ta derki;
“Kendileri ile huzur bulasınız diye eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.”
Görüyoruz ki kainatın döngüsü sevgi ve merhamet üzerine kurulmuştur. Allah bu duyguları bize öğretti ki dünya hayatını da huzur bahçesine çevirelim diye. Allah sevgimizi öyle doldurup taşırsın ki onun aşkından son nefesimizi temiz ve güzel kalbimizle teslim edelim, çünkü Allah der ki;
“Bana temiz kalp ile gelin….”
Sevgili İmran, temiz kalpli olarak doğduk hepimiz ama temiz kalpli kalabildik mi bilinmez. Kalp neyle kirlenir ve nasıl temizlenir diye düşündürdün beni. Kalp fitneyle, kötülükle, kıskançlıkla kirlenir ve merhametle temizlenir. İnsan hata yapar oysa niyet mühimdir. Niyeti temiz olanın yolu muhakkak açılıyor ve varılan yer Allah aşkı oluyor. O adını hep duyduğumuz Keremler, Aslılar, Ferhat ve Şirinler, Leyla’lar Mecnunlar … bizim kültürümüze ait biz gibi sevdalar iyi ki olmuşlar. Merhamet duygum hep çokluğuyla dertlendiğim boyuttadır. Ama artık öyle düşünmüyorum çünkü merhamet kalbin temizleyicisi dedik ya. Öyleyse sevgi ve merhamet dolu bir dünyada sevgi ve mutluluk dolu satırlarda buluşmak dileğiyle 🙏🌹
Canımı yakan şeyleri sevmeye yalnızlıktan sonra başladım.
O kadının gideceğini bile bile gitmesi için her şeyi yaptım mesela. Gitti ve ben yalnız kaldım. Acıdı canım. Yandı. Kavruldu. Göğsüme kaya oturdu. İçim burkuldu. Sıkıştım, kaldım şu koca yeryüzünde.
Sonra başka bir kadın geldi. Aynı şeyi yine yaşadım. Gitmesi için her şeyi yaptım. Gitti. Acıdı canım.
Bu sefer mazoşist duygularımın tezahürü ile “melankoli nedir?” diye araştırmaya başladım. Yalnızlık öldürüyordu beni ve ben iyi hissediyordum. Olmak istediğim yerdeydim. Melankolik tanımlamaların içinde mazoşist davranışlar ile koca dünyayı içime hapsetmeyi başarmıştım.
Bana acı çektiren aşka düştüğümde ise genç bir çocuktum. Canımı nasıl da yakıyordu? Yemek ve uykunun yerini hayal, mutluluğun yerini acı, dünyanın yerini o kadının penceresinin dibi almıştı…
O pencerenin altında bekler, kadının hiç pencereye çıkmayarak canımın acımasını isterdim.
Sonralarda ise kendimi kandırmayı başardım. Acıyı artık kuytu köşe yerlerde, kimseye çaktırmadan kendi kendime hissetmeye çalışıyordum. O kısa zamanlarda rahatlıyordum.
Sonrasında ise insanların arasında maskeyle gezen bir adam, bir hiç oluyordum.
Hayat acı çekmek için çok kısa…
Aşık olmak için ise sıradan.
Ah siz erkekler! Mustafa ne güzel yazmışsın kendi ellerinle kendini nasıl acıttığını. Ben en çok penceresinin önünde beklediğin kadını merak ettim. Tek tek hepsini hayal ettim, Mustafa ne yaptı da onları kaçırdı dedim. Sen diyorsun ki ben acıya aşk diyorum, ben diyorum ki, ben aşkta acıya rıza gösterebiliyorum. Söylediğinin aksine hayat acı çekmek için çok uzun be canım. Düşünsene acılı bir ana bazen dakika katlanmak bile mümkün olmuyor. Hayat aşk için sıradan değil. Yeryüzüyle aşkı sınırlamazsan hiç değil. Hatta bu dünyayı sıradan olmaktan kurtaracak tek şey aşktır. Sen hiç gerçekten aşık oldun mu😉 Şaka bir yana bana nefis yorumuna takıla takıla yazma samimiyetini verdiğin için çok teşekkür ederim. Aşkla kal, acıyla hayır.
Yine döktürmüşsün arkadaşım. O kadar güzel yazmışsın ki inan hiç bitmesin istedim. Çay sevmeyen çay tiryakisi olur sırf aşkı anlayabilmek için. Ders niteliğinde bir yazı olmuş. Aslında imkansız aşk yok. Aşk duyguların en güzel olanı. Ben ona aşık olup da kavuşamamak diyorum…
Serkan sayende beynim açıldı. Haklısın canım imkansız aşk yok, kavuşamamak var. Çay bana hep aşkı anımsatır çünkü tiryakisi çoktur. Güzel yorumun ve verdiğin beyin huzuru 😄 için teşekkür ederim. Sevgiyle kal 💐
Bu yazın benim için sır bir güzellik, Aşk… Ve sen bilmiyorsun, inanılmaz ama gerçek 🙃 .!. Ve Aşık Veysel ilk hayran olduğum ünlü😌🤷♀️ (12 yaş civarı; dünyaya geldiği anda yürümek. Vaaay diyorum ne güzel bir nükte. Bayılıyorum gündüz gece yürümenin dalgınlığını, iki kapı tasvirini dile getirmesine; menzile yetişme sabrına ve çalışkanlığına. Büyük bir saygı doğuyor içimde şahsına)… İlk kayda değer ezberlerin sahibi…
Ve umarım çaylar hep hakkıyla yudumlanır… Ve umarım geride sadece sevgisi noktalananlar kalır… Kendimizi bırakmadan yollarımızı, sevgimizle ve güzellikle sonsuzluğa tamamlayabilmek dileğiyle… Tüm güzelliklerin içinde yaşarken görerek, şükredebilerek ve mutlu…
Çayı ben de sıcak sevenlerdenim ama her daim şikayet edenlerdenim; “Şunu azıcık sogutup neden icmiyorum,” diye. Acı da çay gibi sıcakken yakar. Biraz soğutunca aklıselim galip gelir.
Ve Aşk…
Kişiye özel.
Kimi zaman imparatorlukları yıkan, kimi zaman bir kaldırımda biten. Zirveye taşıyabilen, dibe vurdurabilen, orantısız ve yönlendirilemeyen duygunun adı.
Bir bardak çayın bile gelip dayandığı nokta.
Her maddeyle, her duyguyla birlestirilebilecek kadar hem sıradan, hem olağanüstü…
Kaleminiz daim olsun sevgili yazarım.
Yazmak da aşka dahil.
Sevgili Neşe, “sevgili yazarım” demişsin ya ben mest oldum. Aidiyet duygusunu seviyorum. Sahiplenmek gibi ama sevgiyle. Senin güzel gönlüne ait olabildiysem ne mutlu bana. Aşk o kadar uzun boylu bir mevzu ki … Dünya üzerindeki insan sayısı kadar aşk ihtimali var ve aşk çeşidi. Aşk kişiye özel bir duygu olup aslında sanatın yaratıcısıdır. Ölümlü aşklar var, öldüren, imparatorluk kurduran, baş kesen. Aşk aslında iyi bir duygu fakat kimin ruhuna girdiğine göre değişiyor verdiği tepki ve ortaya çıkardığı sonuç. Hayırlı aşklarla, yakıp yıkmadan, güzelce ve iyilikle yaşanılan aşklarla dönsün dünya. Güzel yorumun için çok teşekkür ederim. 💝
Nurcan’ım günaydın;
Cuma sabahı oldu, sana burdan hayırlı cumalar demek nasip oldu. Neden mi? Çünkü dün sabah yaptığım yorum ulaşmadı. Belli ki bi’ hata oldu. Olsun can sağlığı olsun. Sen bizler için yazarsın da ben tekrar yazmaya üşenir miyim?
Canım acılar ne zamanını, ne güzelliğini, ne umutlarını, nevde aşkını alıp götürmesin.Eeli boş dönsün, sende bırakacağı etki yudumladığın çayın sıcaklığı kadar kısa sürsün.
Sevdiklerini dört gözle bekleme, sevdiklerinin göz bebeğinde olacağın sevda dolu yıllar seninle seninle olsun. Bir kere daha yazın için teşekkür ve tebrik ediyorum.
Sevgiyle kal…
21 Aralık 2018
Saat 08:00
Sevgili Faika nedense bu yorum beni farklı bir sıcaklıkla sardı. Bir anne, abla, sevgili sarışı gibi canıma işledi. Demişsin ki yazdıklarım ulaşmadı ve tekrar yazdım. Benim için defa defa zahmetlenmen ,”üstelik zaman herkes için o kadar değerliyken” bana zamanından hediye etmen beni duygulandırıyor. Sen söyle, şimdi ben ne yapayım. Yorumunu alnıma yazıp sokaklarda mı gezeyim , seni sevdiğimi mi söyleyeyim, teşekkür mü edeyim…. Ne yapsam bana hissettirdiğin mutluluğu anlatamayacağım. Bana verdiğin güzel his bir şekilde seni de bulsun diyorum. Demişsin ki sevdiklerinin göz bebeğinde ol. İnşallah canım benim. Dilin, sözün dua bana. Öpüyorum seni çok en bi çok tarafından.
Ne diyeyim aldın götürdün yine. Çayımı yudumlarken durdum çayıma baktım. Evet yakıyor ama içiliyor işte. Ve yakacağını bile bile de içicek herkes.
Ben de dört gözle yeni yazılarını bekliyorum.
Canım benim, acı biber yeme oyunu da oynardık seninle, sen ateşten atlardın, korku nedir bilmezdin. Çayın sıcağına beraber alıştık. Yana yana alışılan hayat gibiydi her deneyim. Hayatın ta kendisiydi. Seni seviyorum.
Merhaba Nurcan Hanım;
Her yazınız ayrı bir heyecan, ayrı bir tat. Kaleminize, emeginize, yüreğinize sağlık.
Çay ve aşk daha da anlamlandı hayatımda…
Aşkın tarifi yok derler ya hani, bence siz bunu çayla cok da güzel dile getirmişsiniz.
Bir sonraki yazınızda buluşmak üzere…
Teşekkür ederim Sevda Hanım. Zahmetlenip yorum yapmış olmanız beni çok mutlu ediyor. Sizler böyle güzel yorum yaptıkça ben dünya üzerindeki her şey üzerinden aşkı anlatırım. Her şey sizin sayenizde. Sevgiyle ve mutlulukla kalın. 🌹🖤
Her zamanki gibi harika bir yazıydı, tadı damağımda. Eline, gönlüne, kalemine sağlık…
Yazınız harikaydı
Çok hoşuma gitti.