İçimdeki Sesler

Kahramanım

26 Şubat 2019

Kahramanım
İstanbul’a dönerken, uçakta “Ne olur, ben gelmeden bir şey olmasın,” diye dua ederek yolculuğunu geçirmişti. O sabah; babasının acile kaldırıldığını, akşam uçağını beklemeden dönmesini söyleyen kız kardeşinin telefonu ile uyanmıştı. 1.5 saat boyunca sadece dua ederek uçağın inmesini sabırsızlıkla bekledi. Havalimanına iner inmez, her şeyin yolunda olup olmadığına dair kızkardeşine gönderdiği mesajın cevabını fark etti. Yoğun bakım için bir hastane bulunmuş ve babası ambulans ile yola çıkmıştı. Onu eve çağırıyorlardı, birlikte buluşup, babasının sevk edildiği hastaneye gideceklerdi.

Bu ona pek mantıklı gelmemişti; ama kafası allak bullaktı, çok iyi düşünemiyordu. Sadece ona ne deniyorsa otomatik olarak yapmaya devam ediyordu. Havalimanında onu, çok sevdiği bir dostu karşıladı. Kucaklaştıktan sonra hızlıca taksi çevirip, eve doğru yola koyuldular.

Eve vardıklarında, annesi ve kız kardeşi onları salonda bekliyordu.

Kız kardeşinin yüzü, gözü kıpkırmızı idi. Babasının durumuna çok üzüldüğünü ve bütün gece ağladığını düşündü. Karşılarına geçip oturduğunda; gece babasının fenalaştığını, ambulans ile hastaneye gittiklerini ve yoğun bakıma kaldırıldığını öğrendi. Tüm geceyi uykusuz geçirmişlerdi ve çok yorgun gözüküyorlardı. Ama ortada bir tuhaflık vardı, annesi ve kız kardeşi geceye dair yaşadıklarını arka arkaya anlatıyor, ama telaşsız bir şekilde evde oturmaya devam ediyorlardı. Sanki ona bir şey söylemeye çalışıyorlar, ama söylemeleri gereken şeyi sürekli erteliyorlardı. Sabırla ve sabırla dinledi onları. Sonunda “Doğruyu söyleyin bana, babam öldü mü?” diye bir çırpıda soruverdi. Annesi hüngür hüngür ağlayarak, “Başın sağolsun kızım,” diyebildi sadece. Ardından kız kardeşi de gözyaşlarını tutamadı, salonun orta yerinde hep birlikte ağlamaya başladılar.

Oysa ki; babasından sadece 3 gün uzak kalmıştı, gitmeden önce 1 hafta hastanede yatmışlar, ardından taburcu olduktan sonra birlikte eve gelmişlerdi. Eve geldiklerinde onu hasta yatağına yatırmış, başucundaki radyosunu açmış ve kendi elleriyle yemeğini yedirmişti. O an, babasına yemek yedirirken gözlerinden süzülen yaşları görüp, kendi gözyaşlarını tutamayışı geldi aklına. Babasının gözünden neden yaşlar gelmişti sahiden? Bu bir refleks miydi, ya da o halinin kızının şahit olmasından dolayı duyduğu hüznün mü bir göstergesiydi bu gözyaşları? Artık bunu hiçbir zaman bilemeyecekti. O ise babasına bakıp, radyoda çalan duygusal şarkıyı bahane ederek, kendi gözyaşlarının sebebini ona açıklamaya çalışmıştı. Sırf babası üzülmesin, içinin nasıl acıdığını hissetmesin diye uydurduğu cümlelerdi bunlar.

Hatıralar

Babasının cenazesinden sonra tek başına odasına çekilmek istedi ve birlikte geçirdikleri zamanı hatırlamaya çalıştı. İlk aklına gelen, babasının ona sıklıkla anlattığı bebeklik halleri oldu. Siyah gür saçları ile dünyaya geldiğinde, hemşirelerin ona “saçlı bebek” diye seslendiğini; babasının burnunun ucunu tutarak, yastığının üst kısmına doğru yavaş yavaş gelerek, uyuduğunu öğrenmişti ondan. Onu hep “parmak çocuğum” diye severdi. Sakin, uyumlu, çalışkan ve disiplinli bir çocuk olduğunu dinlemişti babasından. İlkokula gittiği sıralarda geceleri uyuyamadığında, tüm geceyi ayakta geçirdiğinde; yatağından kalkıp, salonda televizyon seyreden babasına sarılıp, onun kucağında uykusu gelene kadar oturduğu zamanları hatırladı.

Babası Karadenizli bir ailenin çocuğuydu, annesini çok küçük yaşta safra kesesi ameliyatı esnasında kaybettiği için, hep bir yanını eksik hissetmişti. Hatta yıllar sonra safra kesesi ameliyatı olması gerektiğinde; “Doktor Bey, ben annemi bu ameliyat esnasında kaybettim. Şimdi kızım bu ameliyata girecek, aman dikkatli olun,” derken gözyaşlarını tutamamıştı babası. Çok duygusal bir insandı, çabuk duygulanır, hemen gözleri dolardı. Aslında dış görünüşü Karadeniz’in o yüksek dağları ve hırçın denizinin dalgaları gibi sert görünse de kalbi pamuk gibi yumuşacıktı. İstanbul’a üniversite sınavını kazandıktan sonra gelmiş ve bir daha memleketine dönmemişti. Bu süre boyunca hem okumuş, hem İstanbul’daki abisinin yanında çalışmış; en sonunda kendi tekstil mağazasını açabilmişti.

Düşünsenize; memleketinden çıkmış, koskoca tanımadığı bir şehre gelmiş, hem okumuş, hem çalışmış ve sonunda hedefine ulaşmıştı. Uzun bir süre yaşadığı bekar hayatı ona hoş gelse de; 30 yaşında evlenmek istemiş ve 1974 senesinde sıcak bir Ağustos akşamı Antepli bir ailenin güzel kızıyla evlenmişti. İki yıl arayla iki tane kız çocukları olmuştu.

Bütün bu hatıralar, duygular, düşünceler hafızasından su gibi akıp geçiyor, bunları hatırlarken hem ağlıyor hem gülümsüyordu.

Babası onun öğretmen olmasını çok istemişti, nitekim üniversite sınavlarına 2. defa girdiğinde felsefe bölümünü kazanmış ve 5 yıl süre ile öğretmenlik yapmıştı. Hatta öğretmenlik için mezun olduğu liseye başvurmuş, görüşmeye gitmiş ve işe kabul edildiğini yolda ankesörlü telefondan babasını arayarak, ilk ona haber vermişti. Babası çok sevindiğini söyleyerek, onu tebrik etmişti telefonda. Bugünleri dün gibi hatırlıyordu …

2002 yılında evlenme teklifi aldığında; yine ilk babası ile paylaşmıştı bu haberi. Babası çok sevindiğini söylemiş, ama her zamanki gibi temkinli davranarak “Ben bir soruşturayım bu çocuğu” diye de eklemişti. 6 ay sonraki nişan töreninde açılış konuşması metnini birlikte hazırlamışlar ve konuşmasının provasını yaparken çok eğlenmişlerdi. Törende misafirlerden büyük bir alkış kopmuştu babası için. Düğününde de onun ne kadar mutlu olduğunu ve ne kadar duygulandığını hatırladı bir an. Gözlerindeki yaşlar hiç durmadan yanaklarından süzülüyor, ama o ısrarla hafızasını zorlayıp, hatırlamaya çalışıyordu anılarını…

Balayına gitmeden 1 gün önce tüm aile fertlerine ayrı ayrı mektup yazdığını hatırladı, hatta bunların uçak havalandıktan sonra onlara ulaşmasını sağlamıştı. Mektupları alan tüm aile fertleri çok şaşırmış, herkes kendi mektubunu ağlaya ağlaya okumuştu. Aslında onları, evlenip o evden gitse bile; her zaman onların yanında olduğunu bilmelerini istediği için yazmıştı. Tek tek, ayrı ayrı özenerek, farklı renkte kağıtlara yazıldı bu mektuplar… Tabii annesinin kendi mektubunu okuduktan sonra tansiyonunun düştüğünü ve bir süre kanepede uzanması gerektiğini de belirtmek gerekir burada.

Acı Günlerin başlangıcı

Bir gün işteyken, annesinin telefonu ile babasına kanser teşhisi konulduğunu öğrendi. Bunu duyduğunda dünyası başına yıkılmıştı, ama babası güçlü bir adam idi. Elbette bunu da yenecekti, onlar için yenmeliydi. İşte bu amansız hastalıkla 10 yılı aşkın süredir birlikte yaşıyordu. Bu süre zarfında birçok ameliyat geçirmiş, kemoterapi ve radyoterapi görmüştü. Bu tedavi sürecinden sonra; senede 1 kez kontrollerine gitmiş ve sonuçları temiz çıkmıştı. Ama 2018 yılında bu hastalık yeniden hortladı. İlk teşhisten tam 10 yıl sonra… Bu nasıl olabiliyordu gerçekten?

Haberi aldığında “son dönemece giriyoruz galiba” dediğini hatırladı içinden. Bir gün babasına, “Sen de mi beni bırakıp gideceksin?” diye sorduğunda; “Kimse dünyaya kazık çakmadı kızım, ben de bir gün ölüp gideceğim, ama o zamana kadar hep yanında olacağım,” sözleri kulaklarında çınladı.

Hayat gerçekten çok acımasızdı.

Son günlerinde; tabii ki son günleri olduğunu bilmiyordu, var olan tüm gücüyle ona yardımcı olmaya çalışmış; ama babasının çektiği acılara şahit olmak, onun artan ağrılarına şifa olamamak, hissettiği çaresizlik onu kahretmişti. Sırf bu yüzden sadece 3 gün, “Nefes almam lazım, güç toplamam lazım babam için,” diyerek Marmaris’e tek başına kaçmıştı aslında. Ama maalesef babasına yetişememişti. Evden çıkarken yatağında uyuyordu, onu alnından öpüp “Hoşçakal baba,” dediğinde babasının gözlerini hafifçe aralayıp, ona baktığı anı hiç unutmayacaktı. Marmaris’ten her gün onu aramış, durumunu annesinden öğrenmiş; vefatından 1 gün önce telefona babasını istemiş, onun “İyiyim kızım” deyişini de duymuştu.

Artık eve her gelişinde salonda oturduğu yerden, “Ooo güzel kızım gelmiş, hoş geldin kızım,” deyişini duyamayacaktı. Kanepede uyuya kaldığında; üzerini bir battaniyeyi ile örtüp, kenarları da açıkta kalmasın diye yanlarından iyice sıkıştıran babası olmayacaktı artık. Son zamanlarında sesi kısıldığı ve çok konuşamadığı için babasının, onu eliyle yanına çağırıp; yanına gittiğinde ise bir şey söyleyemediği anlarda, ne söylemek istediğini artık hiçbir zaman öğrenemeyecekti. Onu çok özleyecek ve her zaman çok sevecekti.

Yaşarken bu hislerini onunla paylaştığı için şimdi şükrediyordu. Babasını da, kalbine gömdüğü diğer kaybının, yanına en derinlere gömmüştü. Her acının çok farklı olduğunu, baba acısının da bambaşka olduğunu tüm hücrelerine kadar hissedebiliyordu.

Babası onun “kahramanı”ydı. O hayatını sıfırdan kurabilmeyi başarmış, iyi bir aile babası olmuş ve tüm hayatını ailesine adamış bir adamdı. Uzun bir süre amansız bir hastalıkla mücadele etmiş, son zerresine kadar bu hastalıkla savaşmıştı. Bu koca dünyaya Yalçın isimli bir kul gelmiş, 75 yıl sonra bu koca dünyadan göçüp gitmişti

. . .

Bu yazımı geçtiğimiz yaz kaybettiğim sevgili babama ithaf ediyor; hayatınızdaki kahraman veya kahramanlarınızı yazıya dökebilmenizi tüm kalbimle diliyorum.

Sevgilerimle,
Demet Uncu

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

16 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 26 Şubat 2019 at 13:01

    Demetcim, yazıyı düzenlerken ağlamaktan devamlı ara vermek zorunda kaldım. Okumam bitti gene sakinleşemedim bir süre. Sonunda seni arayıp sesini duymadan da geçmeyeceğini anladım.
     
    O kadar benzer ki baba hikayelerimiz. Karadenizli, hem okuyup hem çalışan, iki kızına olağanüstü düşkün baba ve hastalıkla kaybedildiğinde geride gözü ömür boyu yaşlı kalacak üç kadın.
    
 
    Ben bu siteyi kurduğumdan beri babamı yazmayı istiyor fakat bir türlü yapamıyordum. Seni bu duygularla yüzleşebildiğin için ayrıca tebrik ederim bi’ tanem.
     
    Şimdi nerdelerse umarım birlikte iki tek atıyorlardır 😉

    • Yanıtla Demet Uncu 26 Şubat 2019 at 14:20

      Canım benim cok haklısın. Benim için de hiç kolay olmadı içimdekileri yazıya dökmek. Onu o kadar çok özlüyorum ki kalbimde hissedebiliyorum.
       
      Sevgili babanın da ruhuna gitsin tüm dualarımız inşallah…

  • Yanıtla Verda Ovadya 26 Şubat 2019 at 22:00

    Çok güzel, çok dokunaklı bir yazı Demetcim. Huzur içinde uyusun baban…

    • Yanıtla Demet Uncu 28 Şubat 2019 at 11:04

      Verdacığım çok teşekkür ederim güzel düşüncelerin için.
       
      Amin, çok sağol ♥️

  • Yanıtla İrem Savaş 26 Şubat 2019 at 22:51

    Yazıyı okuduktan sonra belli bir süre yorum yapamadım çünkü anca gözyaşlarımın resmini paylaşabilirdim o an…
     
    Tüylerim diken diken oldu okurken. Kaleminize sağlık, daha ne denir ki!

    • Yanıtla Demet Uncu 28 Şubat 2019 at 11:05

      İrem Hanım, çok teşekkür ederim güzel düşünceleriniz için.
       
      Sağolun.

  • Yanıtla Mehmet Gökcük 27 Şubat 2019 at 01:17

    Hikayeleri derin kılan, yaşanmış hislerin samimiyetle kaleme alınmış olmasıdır. Bu büyük hüznü, büyük sevgiyi öyle samimi anlatmışsınız. Eminim sevgili babanız bu satırları okuyabilseydi, huzurla uyurdu ebediyet yatağında… Ve belki de okumuştur, kim bilir…
     
    Sevgi ifade edildikçe yaşar…
     
    Yaşatmaya devam ettiğiniz bu sevginin sizin ve sevdiklerinizin ömrüne bereket getirmesi dileğiyle…
     
    Başınız sağ olsun…

    • Yanıtla Demet Uncu 28 Şubat 2019 at 10:49

      Mehmet Bey samimi düşünceleriniz için çok teşekkür ederim. Naçizane sevgili babama içimden gelen duygularımı kağıda dökmeye çalıştım. Dediğiniz gibi umarım o da görmüştür ve iyi dileklerimiz onun ruhuna ulaşmıştır.
       
      Çok sağolun …

  • Yanıtla Atakan Balcı 27 Şubat 2019 at 16:58

    Küçük bir kızım var, insan bir parça olsun özdeşleşince çok daha özel bir biçimde duyumsuyor konu başlığını. Sabır dilerim!…

    • Yanıtla Demet Uncu 28 Şubat 2019 at 10:47

      Atakan Bey, çok teşekkür ederim. Kızlar için babaların ayrı bir yeri var tabi. Kendi kızınızın kahramanı olmanız dileklerimle ….

  • Yanıtla M.Ece Durgunoğlu 1 Ocak 2024 at 19:05

    Ahhhh Demetçiğim, yazını ağlayarak okudum. Sizin hayatınızın bir bölümünde ben de vardım. Yaz akşamları Fatoşcuğumla balkon sohbetlerimiz, sizin okuldan gelişleriniz, akşam Yalçın Bey’in işten gelişi; ne güzel günlermiş geçirdiklerimiz. Senin dediğin gibi annenle ben de 30 yaşlarındaydık, hayat bizim için çocuklar, eşimiz ve evimizdi. Acıları, kayıpları o zaman bilmiyorduk, mutlu günlerimizmiş. Zamanla kayıplarla hepimiz acılara gark olduk.
     
    Hayat devam ediyor, yaş (70) ilerliyor. Geçmişe gidince o güzel günleri sevgi ile yad ediyoruz tatlım. Hepimiz büyüdük, eskileri anmak bana mutluluk veriyor. Bir gün seninle de sohbet etme imkânı bulurum inşallah.
     
    Öpüyorum güzel kızım.

    • Yanıtla Demet Albayrakoğlu 2 Ocak 2024 at 19:47

      Benim için yeri çok özel olan bu yazıma yapmış olduğunuz yorum ayrıca kıymetli benim için Ece teyzeciğim. Çocukluğuma, babamla birlikte geçirdiğim o güzel yıllara şahit olanlardan birisiniz. Sizler gibi güzel insalarla komşuluk yaptığımız için gerçekten çok şanslıydık. Babamın son zamanları oldukça acı vericiydi, ölümü hiçbir zaman ona yakıştırmamıştık, çok ani oldu gidişi. Biz onu hep duygusal, espirili ve yumuşak kalbi ile hatırlamaya devam ediyoruz. Sizler gibi güzel dostlarımız vesilesi ile yaad ediyoruz.
       
      Kaybınızı üzüntüyle anıyor, Allah’tan rahmet diliyorum.
       
      (Hemen size mesaj yazıyorum şimdi telefonunuzdan.)
       
      Çok sevgiler 🥰

  • Yanıtla M.Ece Durgunoğlu 1 Ocak 2024 at 19:07

    Yalçın Bey’i ve Yenal’ı rahmetle anıyorum. Nurlar içinde olsunlar.

    • Yanıtla Demet Albayrakoğlu 2 Ocak 2024 at 19:48

      Amin, nurlar içinde uyusunlar. 😥

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 5 Ocak 2024 at 21:20

    Kahramanlarımızı bir kez daha hatırlama fırsatı veren yazınızı büyük bir zevkle okudum. Hepsinin yolları ışık olsun. Böyle içten, aynı zamanda da duygularınızı kolaylıkla duyumsatan nice yazılar yazmanızı diliyorum.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Demet Albayrakoğlu 8 Ocak 2024 at 15:38

      Beni duygulandırdınız çok, teşekkür ediyorum Şen Hanımcım. Siz de hep yazın, olur mu?
       
      Sevgiler 💖

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan