Yazdıklarıyla Yaşayanlar

Johann Wolfgang von Goethe

4 Mayıs 2020
Yazı: Yazdıklarıyla Yaşayanlar | Johann Wolfgang Von Goethe | Yazan: Hasan Saraç
Her Yüzeyi Farklı Bir Işık Yansıtan Elmas
“İnsan her gün en azından bir küçük şarkı dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, hoş bir resme bakmalı ve mümkünse akla yakın birkaç söz söylemeli.”

Osmanlılar’ın Avrupa topraklarına yerleşmesinin üzerinden dört asır geçmiş. Rusya’yı yüzyıllardır Çarlar yönetirken, Habsburg Hanedanı da Avusturya topraklarının mutlak hâkimi. İngiltere Krallığı gittikçe güç kazanırken, İspanya ve Portekiz krallıkları da açık sularda birbiriyle yarışmakta, dünyayı keşfetmekteler. Buna karşın, günümüzde Avrupa’nın lideri konumunda oturan Almanya henüz bir devlet bile değildir. Frankfurt ise, Kutsal Roma İmparatorluğu sınırları içinde bir tür özerk şehir devleti… O zamanlar bile ticari açıdan çok güçlü olan ve bölgenin finans merkezi olarak kabul edilen Frankfurt’ta, 28 Ağustos 1749 günü bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Wolfgang’ın babası, şehrin varlıklı ailelerinden birinin soyundan gelen Johann Caspar Goethe, annesi ise Catharina Elisabeth’tir.

Baba Goethe, Leipzig Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördükten sonra hayatını babasından kalan mirasla seyahat ederek, kitap ve resim koleksiyonu yaparak geçirmiştir. Gelişmiş hayal gücüyle duygusallığı ağır basan anne ise, Frankfurt’un önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Johann Wolfgang Textor’un kızı olup eşinden yirmi bir yaş küçüktür. Çiftin ilk çocukları olan Wolfgang’dan iki yıl sonra Cornelia adında bir kız çocukları doğacak, daha sonra dünyaya gelen beş çocuk ise çok küçük yaşlarda hayatını kaybedecektir.

“Çocuklarımıza bırakmayı umabileceğimiz iki miras vardır sadece. Biri kökler, diğeri kanatlardır.”

Wolgang on altı yaşında gelene dek kız kardeşiyle birlikte evde eğitim alır. Hem kültürlü hem de titiz ve disiplinli bir insan olan babası, çocuklarına Latince, Grekçe, İbranice, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca öğretir. Wolfgang on yedi yaşına bastığında tıpkı babası gibi Leipzig Üniversitesi’nde öğrenimine devam etmek üzere evinden ayrılır.

Hayli romantik bir genç olan Wolfgang derslerinde başarılı olsa bile, kaldığı hanın sahibinin kızına âşık olunca işler ters gitmeye başlar. Güzel kız farklı bir seçim yapmış ve ileride önemli görevler üstleneceğini düşündüğü bir delikanlı ile nişanlanmıştır. Sağlığını kaybeden Wolfgang tüberküloza yakalanınca evine geri döner. Ancak bu ilk aşkını hiçbir zaman unutmaz ve otuzlu yaşlara geldiğinde, yanlış bir adamla evlenip bir yıl sonra pişman olan bir kadının başından geçenleri anlatan komedi türünde bir tiyatro oyunu yazar.

Wolfgang, Leipzig yıllarında ilgisini çeken simya ilmiyle ilişkisini sürdürmeye devam edecek ve başyapıtı Faust‘un ilk tohumları o yıllarda düşecektir zihnine. Bir süre evde dinlenip sağlığına tekrar kavuşunca, eğitimini sürdürmek için Strasbourg’a gider ve edebiyatla ilk kez yoğun bir şekilde ilgilenmeye başlar. Orada ikinci aşkı Friederike ile tanışır. Bu güzel köylü kızıyla olan ilişkisi de on ay sürer ve evlilik çanları çalmaya başladığında kafası karışan genç âşık ortalıktan kaybolmayı tercih etse de daha sonraki yıllarda Friederike adına şiirler yazacaktır.

“Duygulara çok fazla kapılmayın. Aşırı hassas bir yürek, bu sarsıntılı dünyada uygunsuz bir mülktür.”

Strasbourg’da aldığı hukuk eğitimini pratiğe dökmek için bu kez Wetzlar’a gider. Karşısına önce bir rahibin kızı çıkar, ardından da bir arkadaşının nişanlısı Charlotte. Yeni aşklar, yeni ayrılıklar… Bu kez yaşadığı aşkın etkileri çok daha derinlere iner, bu duygularla masa başına geçen Wolfgang iki ay kadar kısa bir sürede, adını bütün dünyaya duyuracak olan Genç Werther’in Acıları (1774) adlı romanını yazacaktır. Bir oturuşta yazılan bu eser gerek anlatımı, gerek duygularının coşkunluğu ve çağdaş gençliğin duygu ve düşüncelerini yansıtmaktaki başarısıyla kısa zamanda evrensel bir üne kavuşacak, yayınlanmasından iki yıl sonra İngilizce ve Fransızcaya, ardından da “edebiyat” kelimesinin bir anlam ifade ettiği tüm ülkelerin diline çevrilecektir.

Genelde bir aşk hikâyesi gibi algılanır bu roman. Bir bakıma da öyledir, ancak arka planına bakıldığında okurlara çok daha fazlasının sunulduğu görülür. Napoleon Bonaparte bile Mısır seferine çıkarken bu eseri daha detaylı incelemek için yanında götürmüştür. Lotte de Werther’i sevmiştir elbette. Buna karşın, yıllar sonra yayınlanacak olan Flaubert’in Madam Bovary’sinin ya da Tolstoy’un Anna Karenina’sının aksine, bir karar vermesi gerektiğinde aşkının değil ona konforlu bir hayat sunan saygın kocasının peşinden gidecektir Lotte.

Artık ünlü bir yazardır Wolfgang von Goethe.

Weimar’a yerleştiğinde, davet edildiği bir toplantıda bir başka Charlotte (Lotte) ile tanışır. Kendisinden daha yaşlı olan Charlotte von Stein aynı zamanda da evlidir. Böylece evlilik stresine de girmeyen Goethe bu ilişkiyi on yıl sürdürecek, ancak aklına estiğinde sevgilisine haber bile vermeden Weimar’dan da ayrılacaktır. Bu olayın üzerinden seksen yıl geçecek, bu kez de Goethe’ye büyük hayranlık duyan Alman romancı Thomas Mann, Lotte Weimar’da adlı novellasıyla ustasına bir gönderme yapacaktır.

“Biz hiç aldatılmayız, ancak kendi kendimizi aldatırız.”

Goethe, Weimar’a ikinci gelişinde geleceğin önemli Alman şairi, filozofu, tarihçisi ve tıp adamı Friedrich Schiller ile tanışır. Schiller kısa sürede Goethe’nin etkisinde kalır, ne var ki sağlık sorunları ve maddi sıkıntıları nedeniyle ünlü yazarın yanında kendini pek rahat hissedemez. Ama zamanla aralarındaki bağ güçlenecek, dostlukları gitgide derinleşecektir. Goethe ile Schiller’in 1794-1805 yılları arasında süregiden yazışmaları Alman edebiyatının bu en verimli dönemine ışık tutar ve o devrin düşünce yapısını içinde barındırması bakımından incelenmeye değer bulunur.

Macar filozof ve edebiyat tarihçisi George Lukacs 1947’de yayınlanan Goethe ve Çağı adlı eserinde, “Tüm Alman kültürü yüzyılı aşkın bir süre boyunca Goethe ve Schiller’in gölgesinde gelişti” der. Lukacs’a göre; “Goethe’nin gençliği dünya ölçeğinde ilerici bir hareketin organik ve önemli bir bileşenidir.”

Weimar’dan bir kez daha ayrılan Goethe iki yıl kadar İtalya’da dolaşır, böylece daha önce tanışmadığı dillerle ve kültürlerle yakınlaşma fırsatı bulur. Bir gün Roma’daki parklardan birinde yürürken karşısına güler yüzlü, sıcak bakışlı bir genç kız olan Christiane Vulpius çıkar. İlerde İrlandalı ünlü yazar James Joyce’un da başına geleceği gibi, Goethe eğitim ve sosyal statüden yoksun, kendisinden de on altı yaş küçük olan bu kıza ilk bakışta âşık olur ve onunla birlikte yaşamaya başlar. Günün birinde Julius August adını koydukları bir oğulları olur ama yine de uzun süre evlenmezler. Goethe eski alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmeyecek ve uzun yıllar süren bu aşkını da yirmi dört şiirden oluşan bir kitapta okurlarıyla paylaşacaktır.

“Bir kişinin karakteri hakkında, kendisi için hiçbir şey yapamayacak insanlara nasıl davrandığına bakarak kolayca hüküm verebilirsiniz.”
Goethe’nin on dokuzuncu yüzyıl üzerindeki etkisi büyüktür.

Birçok konuda nice fikrin babalığını yapar, ciltlerce şiir, deneme, eleştiri yazar, eğitim, doğa bilimleri ve felsefe ile yakından ilgilenir. Mineralbilime olan derin ilgisi nedeniyle demir oksit mineraline onun adı (Goethite) verilir. Kurmaca olmayan türden, çoğu felsefi yazılardan ve özlü sözlerden oluşan yazıları; Hegel, Schopenhauer, Kierkegaard ve Nietzsche dâhil birçok düşünürün gelişmesinde rol oynar. Goethe’nin dünya edebiyatından beklentisi de öncelikle sanat düzeyinin yükseltilmesidir. Bütün hayatını bu hedefe adamış, karşılaştırmalı edebiyatın ilk tohumlarını da yine o atmıştır.

1805 yılında Schiller’in ölümüyle sarsılır Goethe. O sıralarda Fransızlarla Almanlar amansız bir savaşa tutuşmuştur. Pasifist görüşleriyle tanınan düşünürün bu savaşı tarafsız gözlerle izlemesi, dostlarından ve okurlarından tepki alır. Oysa Goethe, sanatın politik bağlantılara alet edilmemesi gerektiğine inanır. Onun gözünde “Sanatın en yüksek amacı güzelliktir” ve ayrıca “Dünyadan kaçmanın en emin yolu sanattan geçer, dünyaya en sıkı bağlanmak da yine sanatla olur.”

“Eğer Allah’a teslim olmaksa İslam, hepimiz İslam’da yaşayıp ölmekteyiz.”

Genç yaşta İslamiyet’le tanışır Goethe. Henüz yirmi üç yaşındayken Hz. Muhammed hakkında yazdığı eser, onun peygambere olan saygısının ilk belgesidir. Sonraları Ömer Hayyam’ın rubaileri, Sadi Şirazi’nin Gülistan’ı ve benzerlerinden aldığı ilhamla Doğu kültürü ve İslam dini hakkında yaptığı araştırmaları bir araya getirir (1814-1819) ve şiirlerden oluşan West-Östlicher Divan (Türkçe baskısı: Doğu-Batı Divanı) adlı eserini yayınlar.

“Ne yapıyorsun dünyada? O çoktan yapılıp bitti.
Hilkatin sahibi Allah her şeyi eksiksiz takdir etti.
Talihin yolunu takip et artık, kısmetin belirlendi,
Bir kere yol başladı, tamamla seyahati.”
(Doğu-Batı Divanı’nın Hikmetler Kitabı bölümünden)

Goethe, kapsamı ve uluslararası itibarı açısından Almanya’nın en önemli filozoflarının (ki çoğu kez Goethe’nin eserlerinden ve fikirlerinden yararlanmışlardır) ve bestecilerinin (ki çoğu kez Goethe’nin eserlerini bestelemişlerdir) düzeyine eşit olan tek Alman edebiyatçısıdır. Almanca konuşan ülkelerin edebî kültüründe o denli hâkim bir konumu vardır ki eserleri on sekizinci yüzyıl sonlarından bu yana birer “klasik” olarak kabul edilmektedir.

Goethe’nin tartışmasız başyapıtı Faust, ilk bölümü 1808, ikinci bölümü 1832 yılında yayınlanan iki bölümlük bir manzum oyundur.

12.111 dizeden oluşan bu dramatik şiir, birçokları tarafından yalnızca Alman edebiyatının en önemli eseri değil, aynı zamanda Almanya’nın dünya edebiyatına en büyük katkısı olarak da kabul edilir. Klasik bir Alman efsanesine dayanan bu trajik oyunda, tatminsiz bir bilim adamı olan Doktor Faust, ruhuna karşılık dünyevi bilgi, zevk ve güce ulaşmak için şeytanla bir sözleşme imzalar. Yirmi dört yıllık bir dönemin sonunda ise, Tanrı’ya hürmet ve ilahi bilgi yerine dünyevi başarıyı seçtiği için sonsuza dek lanetlenecektir.

“Yapabildiğiniz ya da yapabileceğinizi hayal ettiğiniz her işe girişin. Cesaretin içinde deha, güç ve büyü vardır.”

Ünlü Rus şair Puşkin, Faust’u modern yaşamın İlyada’sı olarak adlandırır. Goethe ise tüm hayatını hasrederek yarattığı ve yazımı neredeyse 60 yıl süren bu eser için “eşi bulunmaz” sıfatını uygun görmüştür.

Goethe Der Ki… adlı eseri Türkçe’ye kazandıran Prof. Gürsel Aytaç, Faust’un bazı dizelerini şöyle çevirmiştir dilimize:

“Ey yüce ruh, verdin bana ne diledimse, çevirdin yüzünü boşuna bana
alevlerin içinde, bana yöneldiğinde.
Sen verdin devlet olarak görkemli doğayı,
bana, onu duyma, tadına varma gücünü.
Yalnızca soğuk bir duyarlılıkla bakmayı değil
yüreğinin derinlerine inmeyi sağlayan, sensin,
bir dostun gönlüne girer gibi ona baktıran.”

Bu dizeler Faust’u benzersiz şiirlerle donatılmış bir esere dönüştürür. Merkezde bir anlatıcı ve onun iç sesi, kaderi…

İnsanların bile hayalete benzetildiği ve Alman folklorunda şeytan demek olan Mephistopheles (Mefisto) meydan okur büyülü güçlere sahip olmak ve bilinmeyenleri öğrenmek için ruhunu kendisine satan Doktor Faust’a. O artık dileğine kavuşmuştur, pençesine düşürdüğü insanla pazarlığa yer kalmamıştır.

“Her edebiyat öğretici olmalı ama fark ettirmeden. O, insana ne konuda bilgi edinmenin değeceğini göstermeli; insan da dersi hayattan aldığı gibi bundan da kendisi çıkarmalı.”

Goethe’nin önsezileri ve doğayla olan ilişkisi o kadar güçlüdür ki bir defasında “Tabiat, birinin davet edilmeden, oyun kartlarına öyle derinden bakmasından hiç hoşlanmaz. Bu nedenle zaman zaman biri gelip de sırlarından birini ya da ötekini kapacak olsa, onları yeniden örtmekle görevli on kişi çıkıverir ortaya” demiştir. Alman filozof bu düşüncesini on dokuzuncu yüzyılın başında dile getirmiştir.

Ancak bu sözlerin bilimsel olarak ispatlanması için yaklaşık yüz yıl geçmesi gerekecektir. Bu kez de bir Alman kuantum fizikçisi olan Heisenberg, doğanın en küçük birimlerinin yerini tespit edebildiğimizde hızlarını ölçemediğimizi, hızlarını ölçmeye çalışırken de nerede olduklarını kestiremediğimizi iddia edecektir. Sonraları başka bilim adamlarının deneyleriyle kanıtlanacak olan bu teori “Heisenberg Belirsizlik İlkesi” adını alacak ve sahibine (Goethe’nin ölümünden tam yüz yıl sonra) 1932 yılı Nobel Fizik Ödülü’nü kazandıracaktır.

Ünlü Çek yazar Franz Kafka şöyle demiştir Alman filozof için: “Goethe’nin eserleri o kadar ileri ki Alman dili hâlâ ona yetişmeye çalışıyor.”

Yetmiş dört yılında kalp zarı hastalığı geçiren Goethe uzunca bir süre istirahat ettikten sonra eski sağlığına kavuşur. Rivayete göre hayatının bu son döneminde çevresinde sükûneti tercih etmiş, manevi anlamda bir değişim yaşamıştır. Artık yazmayı da bırakır ve bu görevi yardımcılarına emanet eder. Tıpkı Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi’yi seslendirirken yazımını Hüsamettin Çelebi’nin üstlenmiş olduğu gibi, Faust’un ikinci bölümünün yazılmasında da Goethe’ye büyük bir sadakatle bağlanan genç şair Johann Peteɾ Eckeɾmann yardımcı olmuştur.

Kendisinden dört yıl önce ölen oğlunun acısını içine gömen Goethe, 22 Mart 1832 günü, uzun yıllarını geçirdiği kentte, seksen üç yaşında hayata veda eder. Kadim dostu Schiller 1805 yılında öldüğü zaman kendisini de yarı yarıya ölmüş gibi hissetmiştir büyük yazar. 27 yıl sonra ise her ikisinin tek bir kaide üstünde yükselen bronz heykellerine ve birbirine bitişik binalardaki müzelerine ev sahipliği yapan Weimar mezarlığına defnedilir.

“Yolculuğu sen yaparsın, nereye olduğunu kader belirler.”

 
 
 

Bu portre, yazarımız Hasan Saraç’ın Yazdıklarıyla Yaşayanlar 2 adlı eserinden alınmış olup, yayıncı kuruluş Portakal Kitap‘ın özel izniyle yayınlanmıştır. Bir başka ortamda kullanılması, paylaşılması yasaktır…

 
 
Hasan Saraç

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 4 Mayıs 2020 at 18:42

    Harika anlatmışsınız BÜYÜK İNSANI.
    Çok keyif aldım teşekkürler…

  • Yanıtla Hasan Saraç 4 Mayıs 2020 at 20:53

    Elimden geleni yapmaya çalıştım. Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim değerli okurumuz Hüseyin Bey… En iyi dileklerimle 🙂

    • Yanıtla Günay Aydın 5 Mayıs 2020 at 00:15

      İlgiyle okudum. Goethe’ yi bu güzel anlatımdan öğrenmek güzeldi. Düşündüm bir yandan da; çağlarının çok ötesinde olmalarını salt zekayla ilişkilendirmek elbette basit bir yaklaşım olur, Atatürk keza… Tesla… “Seçilmiş” insanlar olduklarını düşünmeden kendimi alamıyorum.
       
      Teşekkürler …

      • Yanıtla Hasan Saraç 5 Mayıs 2020 at 16:02

        Haklısınız Günay Hanım…

        Elbette burada adını andıklarınız ve çok sayıda başka değerler “seçilmiş insan” olarak kabul edilebilir. Bunu bu şekilde algılayabiliriz, düşünebiliriz. Ne yazık ki sonrasını kimse bilmiyor. Çok zor sorular, belki de hiç bir cevap verilemeyecek sorular…

        Bir de bizim gibi sıradan insanlar var. Bence sıradan insanlara da düşen görevler var bu hayatta. Ben elimden geldiği kadar bunu yapmaya çalışan bir faniyim yalnızca…

        Hepsi bu:)

        Güzel ve değeri yorumunuz için çok teşekkür ederim… Sevgi ve saygılarımla…

  • Yanıtla Bülent Yazıcıoğlu 8 Mayıs 2020 at 14:14

    Yüreğinize sağlık. Notlar alarak okudum.

  • Yanıtla Hasan Saraç 8 Mayıs 2020 at 15:43

    Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim değerli okurumuz. Çok naziksiniz Bülent Bey… Bugüne kadar elimden geldiğince çok yazar portresi hazırladım. Detaylı bir araştırma yapmadan, yazarın eserlerini okumadan altından kalkmak zor bir iş. Çok şükür bunlardan elli tanesini Yazdıklarıyla Yaşayanlar (2018) ve Yazdıklarıyla Yaşayanlar 2 (2020) adlarıyla yayınlayabildim. Umarım okurlar için yararlı bir kaynak olur… En iyi dileklerimle 🙂

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan