Orhan Pamuk, İstanbul’un kendisi için ne anlam ifade ettiğini anlatmış bu kitapta. Bunu yaparken çocukluğunu, gençliğini, İstanbul’u resmeden ressamları, İstanbul aşığı yazarları, anne-baba ve ağabeyiyle ilişkilerini, ilk aşkını da anlatmış.
Ressamlık Hayali
Çocukluğunda resme merak salmış. Ciddi ciddi ressam olmak istemiş.
Annesi, Türkiye’de ressamlık yaparak para kazanamayacağı konusunda acı fakat doğru nasihatlerde bulunmuş. Zaten Orhan Pamuk da o sıralar ressam olma hayalinden vazgeçmiş. “Yazar olacağım ben” demiş annesine.
İlk aşkıyla da resim yaptığı atölyede vakit geçirirmiş sık sık. (Kitap boyu “Eee hani aşk yok mu aşk?” diye sabırsızlandım. Aşklarından, özellikle ilk aşkından bahsetmeseydi çok şaşırırdım ve eksik bulurdum kitabı. Çünkü ben en çok o kısmı merak ediyorum. Ayıp mı acaba bu merakım? Ne var ki? İnsan hayatının en güzel kısmı bence aşklı dönemler.) İsim vermeden bahsettiği bu “güzelim”iyle sevişmeleri, kızın ona modellik yapmasını anlatmış.
Sonra ailesi kızı yurt dışına göndermiş, böylece ayrılmak zorunda kalmışlar.
Ailesi
Orhan Pamuk’un ailesi Nişantaşılı zengin bir aile. Babası ve amcası pek çok işlere girmişler, çıkmışlar, iflas etmişler… Sonraları maddi açıdan biraz zayıflamışlar.
Orhan Pamuk’un babası, annesini aldatıyormuş. O yüzden babasından hoşlanmadım. Böyle bir adama tahammül ettiği için kadına da acıdım.
Orhan Pamuk’tan da şüphe etmeye başladım. Kesin o da karısını/sevgilisini aldatmıştır ya da aldatacaktır. Aldatmaya meyili vardır kes-sin. (Zaten kitabı da babasına ithaf etmiş.)
Ağabeyiyle “ağabey-kardeş” kavgaları çok olmuş. Yıllar sonra bu kavgalardan ağabeyine bahsettiğinde onun bunları hatırlamadığını görmüş.
“…Bütün bunlar hiç olmamış da ben her zamanki gibi ilginç bir şeyler yazabilmek için kendime çarpıcı ve melodramik bir geçmiş icat ediyormuşum gibi davrandılar bana.”
İstanbul
Orhan Pamuk için İstanbul, hüzün demekmiş. Yıkık dökük eski evler, yoksul mahalleler, tabii bir yanda da kendi Nişantaşı’sı.
İstanbul fotoğrafları da var kitapta bol bol. O fotoğraflardan da yazarın İstanbul’u neden hüzünle bağdaştırdığını anlamak mümkün. Her şey eski, döküntü, bakımsız, emanet, üstüne düşülse elmas gibi parlayacak bir cevher ama hak ettiği değeri görmemiş.
Saygılar,
Hülya Erarslan
No Comments