Varlık Sancısı

Evrenin Ultrasonu

30 Aralık 2020

Yazı: Evrenin Ultrasonu | Yazan: Hüseyin Küçükkelepçe

Evrenin ultrasonu çekilebilir mi?
Peki ya evrenin doğum anına şahit olabilir miyiz?

Evet, doğum anını görmezsek bile bir sonraki evreyi görebiliyoruz. İnsanla özdeşleştirerek anlatırsak fetüs evresine kadar teleskop (ultrason) görüntüleri çekiliyor, inceleniyor ve binlerce yıldır kafaları kurcalayan sorular cevaplanıyor. Fakat sıfır noktasına kadar gidilemiyor. Bunun “nasıl”ını aşağıda anlatacağım.

Kozmolojide, astrofizikte baş döndürücü gelişmeler var. Üstelik bu gelişmeler popüler kültürün bir parçası olmuş durumda. Türkiye’de en çok satan dergiler popüler bilim dergileridir. (https://popsci.com.tr/kategori/dergi/). “Dizi değil belgesel izliyorum” sözü gerçek olmuş durumda. Gelecek adına umut verici gelişmeler.

“Varlık birdir.”

Benim için değişmeyen tek önermedir. Düşünsel/nesnel çelişkilerimi bu önermeyi merkeze alarak gidermeye çalışırım. Bu nedenle kozmoloji/astrofizik belgesellerinde anlatılanları yaşamıma (insana) uyarlamaya çabalarım. Bir aynılık bulduğum zaman çok sevinirim. Bu anlamda astronominin temeli olan astrolojinin (kimilerince haksız olarak falcılık olarak değerlendirilse de) şu tespitini de seviyorum: “Gökyüzünde ne varsa yeryüzünde de o vardır.”1

İşte bu gerekçelerden dolayı konumuz olan Evrenin Ultrasonu kendimiz tanımak için hayati önemdedir.

Yabancı bir kanalda evrenin doğumunu anlatan bir belgesel izliyorum. Uzayda ne kadar uzağa bakarsak zamanda o kadar geriye doğru yolculuk yapabileceğimizi, günümüzde bu işin teleskoplarla inanılmaz boyutlara ulaştığı anlatılıyor.

Peki, ne kadar uzağa bakabiliyoruz?
Evrenin ultrasonu nereye kadar çekilebiliyor?
Ayrı deyişle zamanda ne kadar geriye doğru gidebiliyoruz?

Bu noktada çok enteresan şeyler söylendi. Not tutmadığım, kayıt almadığım için bire bir aktarma imkânından yoksunum. Tanrıların habercisi Hermes gibi onun söylediklerini değil ancak anladıklarımı anlatabilirim.2 Neyse ne?

Evrenin Ultrasonu

Zamanda milyarca yıl geriye gidiyoruz. Galaksisiler doğuyor, yıldızlar doğuyor, yıldızlar sönüyor. Bir video görüntüsü gibi film geriye doğru sarıyor. Bir noktada durdu.

Anlatan adam: “İşte yolun sonuna geldik. Evrenin ultrasonu buraya kadar çekilebiliyor. Buradan ötesini göremiyoruz. Çünkü ışık yok. Patlama noktasına çok yakınız. Bu da yaklaşık 380 bin yıl demektir” dedi.

Anlatana tercüman olarak devamla: Sonsuz yoğunlukta ve sıcaklıkta bir şey var. Atomlar dahi biri birine yapışık ya da henüz oluşmadı.

Hayal edilemeyecek yoğunluktaki bu plazma bariyerinden ışık dahi sızmıyor. Eee ışık olmayınca geriye tahmin etmek gerekiyor. İçerideki yoğunluğu düşününce de üstel sayılarla ifade edilebilecek olasılıklar var demektir. Böyle bir evren için de tahminde bulunmak demek Laplace’in şeytanına pabucunu ters giydirmek demektir. İnsanlığı esir alan güncel virüsün mutasyon geçirmesini yani parmak sayısını geçmeyen değişik varyasyonlarını hesaba katarak bir aşı gelişmekte zorlanan insanlığın bunu başarması olanaksız. Sözün kısası tam doğum anında ne olup bittiğini şu anda bilemiyoruz.

Peki, ışık bu gizemli bariyeri nasıl aştı?

Belgeseli anlatan kişi bir animasyonla durumu anlattı. Çizim yeteneğim olmadığı için kelimelerle anlatacağım. Bütün atom altı parçacıklar bitişik. Adeta bir duvar gibi dizili haldeler. Halay çeken insanlar gibi çizilmiş, yüzlerinde maske var. Kimse kimseyi tanımıyor daha doğrusu yükünü bilmiyor. Soğuma oldu. Parçacıklar bir nebze olsun aralık oluşturmaya başladı. Maskeler indi. Dişi (-) ve erkek (+) belli oldu. Zıtlar birleşti, halayda meydana gelen boşluktan ışık sızdı.

Anlatan: “İşte biz bu noktadan itibaren gözlem yapabiliyoruz. Evrenin ultrasonu bu noktada belirginleşiyor. Bu andan itibaren gözlemlenebilir hayat başladı diyebiliyoruz” dedi.

Her birimizin yaşam macerasına ne kadar benziyor.

Anne ve babamızı düşünelim. İlk önce kaçamak bakışlar. Maskeler indi. Yükler belli oldu. Çekim başladı. Her iki taraf da: “Bu o. Tam bana göre” dedi. Dağları delen, çöllere düşüren, şaheserler doğurtan, us dışı müthiş bir birleşme isteği. Sadede gelirsek, beklenen romantik/erotik bir geceye kavuştuk. Her şeyin unutulduğu, zevkin doruğa çıktığı Büyük Patlama (Big Bang) oldu. Zaman geçti. Soğuma oldu. Baş dönmesi, mide bulantısı. Belli ki bir şeyler olacak. Ve ultrason işte oradasın. Işığın sızdı. Kapkaranlık bir evrenden ak delik aracılığıyla aydınlık bir evrene doğmana az kaldı.

Evrenin doğumu, insanın doğumu aynı sanki. Evrenin ultrasonu, insanın ultrasonu aynı resme bakıyoruz sanki. Ne bir başlangıç ne bir son var sanki.

 
 
Hüseyin Küçükkelepçe
 
 

Notlar & Açıklamalar:

1 Seyran Ataklı (https://www.sozcu.com.tr/astroloji/astroloji-haberleri/saturn-jupiter-kavusumu-2021-zor-dostum-zor/)    ⇡⇡⇡

2 Kutsalın Yorumu- İzzet Erş    ⇡⇡⇡

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Hatice Kopuz 30 Aralık 2020 at 22:19

    Tebrikler. Güzel bir yazıydı.

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 3 Ocak 2021 at 12:49

    Beğenmenize sevindim. Selamlar.

  • Yanıtla Burak Süalp 4 Ocak 2021 at 13:28

    Hüseyin Bey merhaba, ilginç bir yazı olmuş. Evrenin oluşumu ile insanın doğumunu benzeştirmek çok yeni bir fikir olmasa da akıcı anlatımınız için tebrikler. Bu konuda tabi şöyle bir fark var, bebeğin bugün varken ultrasonunu çekiyoruz. Evrende ise bugünkü belirtilere bakıp ters dedektiflikle geçmişte neler olmuş olabileceğini anlamaya çalışıyoruz.
     
    Doğal olarak bilimadamları bu ters dedektifliği yaparken, halk olarak bizim kimi egolarımız ve dürtülerimiz nedeniyle olayı hep insan merkezli düşünüp insana benzetme çabamız oluyor. Kimi belgesellerde böyle anlatıyor olabilirler ama neyse ki bilimadamları bu yöntemle çalışmıyor, bilim de böyle ilerlemiyor.
     
    Yoksa bu aşamada bu minik evreni meydana getiren ebeveyn anne ve baba evrenleri aramaya başlamamız gerekirdi. Oysa bilim bilinmezi benzetmelerle anlamladırarak değil bilinmeze anlaşılır çözümlerle yaklaşarak bilimsel yöntemlerle çalışır.
     
    Son cümleniz de bu yaklaşımdan kaynaklı hata payını içeriyor: ¨Ne bir başlangıç ne bir son var sanki.¨
     
    Bir başlangıç olduğunu biliyoruz. Bir son olma ihtimali de çok yüksek. Ama bunu bilimsel yöntemlerle açığa çıkartabiliriz.

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 6 Ocak 2021 at 11:25

    Burak Bey selamlar,
     
    Bu geliştirici, erginleştirici eleştiri için çok teşekkür ederim. Geliştirici olan eleştiridir.
     
    Bilim yazmak iddiasında değilim. Deneyle doğrulaması yapılan, evrensel kurallarla işleyen bilim kendine has bir disiplin. Esinlendiğim belgeselde insan-evren aynılığını ima edecek en küçük bir şey söylenmedi. Son derece ciddi kanıtlara dayanan bir astrofizik, parçacık fiziği belgeseliydi. Yazı çıkardığım şahsi sonuçları içeriyor. Bu açıdan yaptığıma bir isim vermem gerekirse sanat denebilir. Çünkü sezgilerimi yazıyorum. Bir sübjektiflik var. Bazı bilim insanları bu tür yazıları hoş karşılamazlar. Bin bir zahmetle buldukları gerçeklerin birileri tarafından kendi amaçları için eğip bükmelerine haklı olarak kızarlar. William Shakespeare’in: “Hoş renklere boyadılar iğrenç amaçlarını” durumu yani.
     
    Ben asla bir inancın doğrulanması ya da birilerinin kendim gibi olması uğraşı içinde değilim. Kendim çok iyi bir durumda değilim ki birilerini bulunduğum konuma davet edeyim. Özetle kendimce kendim için bir hakikat arayışım var.
     
    “Ne bir başlangıç ne bir son var sanki.”
     
    Bu cümleyi Stephen Hawking’den esinlenerek yazdım. Şöyle ki, Hawking, matematiksel olarak gayet iyi tanımlanmış, başı ve sonu olmayan sanal bir zamandan söz eder*. Dünyanın şeklini örnek göstererek herhangi bir başlangıç ve son belirleyemeyiz der. Başlangıç ve son olmayınca bütün hesaplamaları sorunsuz yapar. Bir de şöyle bir analojiye başvurur: Düz bir arazide bir tepe yapmak istiyorsunuz. Bunun için bir çukur kazarsınız. Çukur negatif enerji ve tepe yani görünen evren pozitif. Negatif enerji hep vardı halen de var, der Hawking*.
     
    Her sorun çözümünü kendi içinde barındırır diyalektik kuralını da akla getiriyor Hawking’in bu sözleri. Yani sanılanın aksine sonsuz bir döngü, dogmatik bir kapıya çıkmıyor. Tam tersi her başlangıç ve son nedensellik ilkesi gereği beraberinde iki soru getirir. Önce ne vardı? Sonra ne olacak? Bu iki soru da kişiyi dogmatizmin kucağına oturtur.
     
    Kibar diliniz için ayrıca teşekkür ederim. Bilirsiniz sanal âlemin dili çoğunlukla yukarıda bahsettiğim çukurdan henüz çıkamamıştır. Acımasız eleştirilerinizi bekliyorum.
     
    Sevgiler
     
    *Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar-Stephen Hawking s.51
    *Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar-Stephen Hawking s.68

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan