Bi' Dolu Mola

Mutfaktan Masaya

11 Mart 2021

Öykü: Mutfaktan Masaya | Yazan: Elif Bilici

Berraklığını yitirmiş, dibi görünmeyen o suyun altından, baloncuklar sırayla yüzeye çıkıyor. Acelesiz, telaşsız ama tam zamanında bir bir beliriyorlar. Çünkü olması gereken, gördükleri etkiye karşı gösterebilecekleri en doğal tepki bu. Bazen o suyun içindeki baloncuklar gibi savrulmak istiyor insan, sorgusuz sualsiz, belki bir kabulleniş, belki de nedensizlik istiyor.

O an düşünmeden, nereden ve ne zaman öğrendiğimi bilmediğim bir içgüdüyle önce ocağın altını kısıyorum, sonra elime aldığım kepçeyi tencereye daldırıp karıştırıyorum. Her şey karman çorman oluyor bir anda, baloncuklar sönüyor, birbirine tutunan parçalar dağılıyor. Benim nezdimde her şey olması gerektiği gibi oluyor ama baloncukların yolunu bozuyorum.

Elimdeki kepçeyi bırakıp, bir yemek kaşığı alıyorum. Hafifçe tencereye sokuyorum, kaşığın yarısını doldurup tadına bakıyorum. Az önce karman çorman ettiğim her şeyin nasıl olduğunu anlamak istiyorum. Çoğu kez olduğu gibi tatmin oluyorum; fazla tuz sevmem, bol baharatlı olması yeterli. O nedenle çok karıştırmak gerekebilir, baharatlar birbirine yapışıp ağzımızın tadını bozmasın. Çorbamı içenin içine sıcaklık, ağzında farklı tatlar bıraksın istiyorum.

Elimdeki kaşığı bırakıp, tencerenin kapağını kapatıyorum.

Hemen çorba tenceresinin yanındaki ocakta duran düdüklü tencereye kayıyor gözüm. Henüz ötmeye başlamamış, hazır değil demek ki. Hepsinden daha aceleci, daha gergin geliyor gözüme. Yaptığı iş muazzam, hızı süper ancak bu kadar gerginliğe gerek var mı? Daha yavaş ve sakin olmak belki daha iyi olmaz mı? Ben düşüncelerimi tamamlamadan düdüklü tencerenin çığlığı duyulmaya başlıyor, “İşte sana pişiriyorum yemeğini, bak hem de kısa sürede!” dercesine. Ama dedim ya çok gergin, sanki yaptığı işi, başarısını kafana kakıyor gibi. Saate bakıyorum, dört dakika sonra kapatmam gerekecek onu, gecikirsem içi komple lapa olur. İşte hızlı olmanın dezavantajı da burada, çok önden gidersen gideceğin yeri kaçırabilirsin. Zamanlama önemli.

Düdüklünün çaprazında duran pilav tenceresine bakıyorum. En endişeli kısım, ya yine tadı güzel değilse, kıvamı tutmadıysa? Yavaşça kapağını kaldırıp bakıyorum, daha suyunu çekmemiş. Zamanı var diyorum, aynı zamanda düşünüyorum insanın sevmediği bir şeyi hakkıyla yapması ne kadar zor. Ben pilav sevmem. Yaparken hep gerilirim, çoğu kez de ya lapa olur ya da tatsız tuzsuz. Bazen kendimi avutmak, işe mutluluk katmak için onu sebzeli yapar, renklendiririm. Ama yine de hep bir endişe olur içimde; sevmediğin şeye emek vermek, bir de olmadığını görmek hep daha üzücü gelmez mi?

Sorularıma cevap verircesine düdüklü tencere gittikçe bağırıyor. Saate yeniden bakıyorum daha iki dakikası var.

Boş beklemektense salatanın malzemelerini yıkamaya başlıyorum. Geldikleri yerlerin izlerini üzerinden siliyorum. Topraklarını temizliyorum, bereli olanları temizlemek için kenara ayırıyorum. En sevdiğim iş marulları yıkadıktan sonra suyunu şöyle elimle sıkmak, zannedersin içimdeki fazlalıkları atıyorum o esnada. Alt tarafı marul. Ellerimi kurulmaya giderken saate bakıyorum, dört dakikası dolmuş bizim huzursuzun. Ocağın altını kapatıyorum. O sinirinden eser yok, öfkesini yavaş yavaş dışarı kusuyor.

Salataya dönmeden pilava bakıyorum. Korkuyorum ya sık sık ona bakıyorum, suyunu çektiğini fark edince, çekmeceden yeni bir kaşık alıyorum. Yine bir karıştırıyorum, bu defa tatlar karışsın diye değil, dibi tutmuş mu diye kendimi kontrol etmek için. Dibi tutmadığını görünce önce bir oh çekiyorum, ilk aşama tamam. Sonra kaşığın ucuyla tatmak için alıyorum, hayal kırıklığı ağzımdan kalbime doğru yayılıyor. Yine olmamış! Sevmediğimden ben mi anlamıyorum diye düşünüyorum, sonra neyse diyorum olanlar iş görür. Üzerine peçete koyup, kapağı kapatıyorum.

Geçiyorum tezgahın diğer kısmına, buradan tencerelere bakınca içim ferahlıyor. Neler yaptım diyorum, ocağın başındaki endişeler buradan gözükmüyor. Farklı bir noktadan, sadece birkaç adım ileriden bakmak bile ne kadar çok değiştiriyor görünenleri.

Kesme tahtasına koyuyorum önce marulları, ince ince kesip salata kasesine atıyorum. İlk önce marullar kesilir, en çok onlar yayılır, kabarır çünkü, biraz sönsünler isterim. Ama çok da sönmesin, onlar da dengede olsun. Ne çok fazla ne çok az. Sırasıyla yeşillikler, salatalık, biber, domates. Tuz değirmenini alıp önce tuz eklerim, ardından sadece tatlandırmak için minik dokunuşlar kalır. Nar ekşisi ve limon olmazsa olmazı, yerken ağzımızda mayhoş bir tat kalsın diye. Sonra zeytinyağı dökerim, iyice harmanlansın her şey diye bir güzel onu da karıştırırım.

Masaya dizdiğimde her şeyi yemesi çok daha kısa sürer. Mutfakta harcadığım o emek, o dengeleme çabaları, o endişeler yaklaşık on beş dakika sonra herkesin midesine inmiş olur. Boş tabağa bakarken bir kez daha anlarım, sonuca ulaştığımızda baki kalan tek şey süreçte yaşadıklarımız. İşin mutfağında, sürecinde eğlenemezsek, doğru adımları atamazsak sonucun ne olduğu çok da anlamlı olmuyor. Üzerine titrediğin çorba da yendi, endişelendiğin pilav da yendi. Yanına tatlandırmaya çalıştığın salata ile hepsi şimdi aynı yerde.

Bir yemek yapalım dedik, konu nereye geldi…

Elif Bilici

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Mustafa Bilici 11 Mart 2021 at 09:58

    Mmmmm ağzımın suyu aktı. Düdüklüde ne pişti 🍽️

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan