Açık Pencere

Bir Anda Değişir Her Şey

13 Ağustos 2021

Öykü: Bir Anda Değişir Her Şey | Yazar: Şen Sevgi Erişen

1. Hikâye

Terasına çıkıp o çok sevdiği deniz manzarasına bakıp içine derin bir nefes çekti. Rüzgâr azalmış Güneş dağları aydınlatmış denizin üzerinde kıvrılarak dans eden ışıltılar oluşturmuştu. Bu sabah, keyfi daha bir yerindeydi. Cep telefonunda rastgelen bir videoda sabah kahvesi içen adamı görünce o da kahve içmek istedi. Pek nadir isterdi aç karnına kahve içmeyi. Ama aslında yaşam içerisinde 1 dakika hatta 1 saniye sonra ne yapacağımız belli değildi ki…
 

*** Bu öykülerdeki kurgumuz bu olsun! Bir şeyler yaşansın ve az sonra ne olacağını bilmediğimiz bir yaşam diliminden oluşan hikâyeler dökülsün önümüze. Hadi başlayalım öyleyse… ***

 
Kadın kahvesini hazırlayıp yanına kitaplarını da alıp balkonundaki şezlonguna oturdu. Birkaç gün önceden başlayan bir gönül ayrılığının gözyaşları henüz kurumuştu. Aslında bu ayrılıkla birlikte tamamlaması gereken “tek başınalık” serüvenine geri dönmüştü. Yaşadıkları şüphesiz ki onu geliştirmiş, birçok yönden beslemişti. Ruhu biraz daha olgunlaşmış, kendini biraz daha fazla tanımış ve eskisinden daha çok sevmişti.

Gözlerini, kendini tüm çıplaklığıyla ayaklarının altına sermiş, lacivert denize çevirdi. Gökyüzünün altına sere serpe uzanmış boğazı seyretmek onu dinginleştirmişti. Hayatta yapabileceği pek çok şey vardı, onları düşündü. Bunlar onu Dünya’ya bağlıyordu. Gelip geçici işler olsalar da bazen basit şeylerle uğraşmak rahatlatıyordu onu.

Gözlerini yumup arkasına yaslandı. Gözünün önünde açık maviler, pembeler, beyazlar uçuştu. Kulağında hafif bir ıslık sesi gibi şehrin sesi belirdi, ardından uçuk bir meltem kokusu hissetti. Sadece anı duyumsayıp “kopuş“ yaşadığı adamı da düşünmediği için oldukça rahattı.

Ardından yavaş yavaş silik bir ses belirdi çevresinde. Bir ney’in sesi gibi tok, içe işleyen, yalansız bir nefes gibiydi. Tanıdık, günü, gündüzü dualayan bir sesti. Arka arkaya tekrarlanan bu ritmik vuruşları şimdi daha iyi seçebiliyordu. Ses yükseldi, yaklaştı bir gölge gibi ona. Deniz bir anda yükselmiş, Güneş bulutların ardına saklanmıştı âdeta. Etrafın frekansı değişmişti bir anda.

Aniden içinde bir volkan lavı buz kesti, bir avuç Güneş dondu parmaklarında, bir kasırga çarptı durgun bir kayaya, söndü tüm hiddeti oracıkta. Sesler belirginleşti; guguk guk, guguk guk…

Sesin gölgesi değmeden girdi duru koynuna, okşadı ruhunu nefesiyle, seslere sesler karıştı. Ah!

“Ez te hez dikim”1,“Rihe min”2 diye inledi gölge… Kadının vücudunu üfledi bir kez daha “seslerin gölgesi”, “ruhunun efendisi”. Gözyaşlarını tutamadı kadın, ağladı ağladı…

Kimse anlayamazdı bir anda olup biteni.

Sarsıntılarını, gökleri yaran gümbürtülü şimşekleri, gönlüne inen sağanakları. Hangi arada doluşmuşlardı gövdesine, başına, kollarına. Ne zaman gökyüzündeki yıldızlar inmişti ruhunun dehlizlerine.

Gelmişti gelen, olmuştu olan… Her şey yerli yerinde durur gibi görünse de -hiçbir şey değişmemiş gibi- çok şey değişmişti bilene, görene ve de duyana sesleri… Kimse bilemezdi… Bir “an” sonra bir yüreğe ne ineceğini…

Oysa bir dakika önce çok uzaktı hüzünden, ruhunun kapanmış çiçeklerinden. Birdenbire iki kumrunun sesi beliriverince yanı başında değişiverdi dünyası. Kendi âleminde yaşarken beklemediği bir anda çıkagelen kumruların ötüşleri aldı götürdü başını uzak diyarlara. Kuşlar adamın habercisiydi.

“Guguk guk guguk guk”

Sesler ise onun sesinin gölgesiydi. Sesler devam ededursun kumruların nefesinde, adamın sevgisinin büyüklüğü belirdi kadının yüreğinde. O sevgi ışıdıkça ışıdı içinde, ellerinde. Deniz bile kıskandı bu parlayan gölgenin ışığını. Kadın az önce gördüğü güzel denizi görmez oldu; içindeki kor ateş yeniden kıvılcımlanmıştı. Gözleri sadece iç dünyasını görebiliyordu. Bir süre öylece kaldı.

Ağlaması bitince yüreği biraz olsun sakinleşti. Gözleri yeniden görmeye başladı yaşadığı yeri.

Yol aldı, süzüldü denizin üzerinde bir yelkenli. Dünya’nın öbür ucunda indi gecenin sessizliği çatıların üzerine, sakin adımlar attı bir tarla kuşu. Kızın yüreği serinledi bu sesle:

“Guguk guk guguk guk…”
 
 


 

2. Hikâye

Adam oturduğu yerden kalktı. Terasındaki kargalara laf attı; “Nerelerde şu sizin ala karganız?”

Günde iki kez yemek hazırlardı terasındaki kuşlarına. Onları çok iyi tanırdı. Kuşlar da onu. Bilirlerdi adamın onları sevdiğini.

Geceleri uyumaz, hayatını ancak sürdürecek kadar küçük paralar karşılığı büyük titizlikle yaptığı editörlük işlerini tamamlar, gündüz mecbur olmadıkça dışarıya çıkmazdı. Böylece koruyordu kendini, bedenini, “benliğini” yaşadığı bu mega kentten. Sadenin de sadesi, münzeviye yakın bir hayatı vardı velhasıl.

Çocukluğundan beri en büyük arzusu “yazı yazmak” ve “âşık olacağı” bir kadınla buluşup onunla yaşamaktı. Geçimini sağlayabilmek için çabalarken her iki arzusunu da gerçekleştirememişti. Birçok kadın girmişti hayatına, hepsi de onu mutlu etmişti ama onun istediği ruhunu tamamlayacak dişil bir ruhla buluşmaktı. Bekliyordu. Bekleyecekti.

İçerden hafif bir müzik sesi geliyordu “Made in China” yazan küçük bir radyodan. Adam öyle her şeyi dinleyen cinsten değildi. Paco de Lucia’nın gitarını, Beethoven’in 9. Senfonisini, Pastoral Senfoniyi, Gustav Mahler’in Toprak Senfonisini dinlerdi vakit buldukça.

Bilgisayarının başına geçti. Yeni yazmaya başlamış bir kadının romanının editörlük işini almıştı. Onu ilk defa açıp okumaya niyetlendi. Birkaç gün sonra kadını arayıp roman üzerine konuşacaklardı. Bir fincan da kahve alıp yanına, başladı okumaya.

Daha ilk satırlarında bir farklılık hissetti.

Okumaya devam etti. Üçüncü sayfadan sonra gözlerinin önünde birkaç mum ışığının titrek renkleri belirdi. Biraz daha okudu. Kulaklarında kayısı ağacının yapraklarının hışırtısına benzer bir ses duydu. Ana yurduna gitmeyeli çok olmuştu. Fırat ve Dicle ırmaklarının arasındaydı doğduğu şehir; Yukarı Mezopotamya. Oradan gelen bir esinti ürpertti omuzlarını. Okumaya devam etti.

Okudukça bir kadın belirdi gözlerinin önünde. Arkası dönük ve sırtı okşanmaya muhtaç. Saçları da sanki bir dağın eteklerine dökülen su gibiydi. Adam yerinden kıpırdayamadı. Hareketsiz kalan gövdesiyle pür dikkat ekrana bakıyordu. Gözünün önünden harfler akıyordu. Uçuşa uçuşa önünden geçen ipek gibi yumuşak birer at yelesi gibiydi cümleler. Yapılacak bir sürü düzeltme vardı ama şimdi sırası değildi. Okumaya devam etti.

Okudukça yeleleri uçuşan ata yaklaşmıştı. Her bir cümlede atın toprağı delen nal seslerinin gücü biraz daha artıyordu. Öyle cümlelerle karşılaştı ki içinde dörtnala giden atın parlak kahverengi tüylerinin ışığı gözlerini aldı. Ona doğru koşmaya başladı. Bu büyülü anı bozmamak için yerinden kalkıp radyoyu bile kapatmadı. Hikâyenin devamını merak ediyordu ama epeydir yaşamadığı bu “kadın dolu” duygular onu derinden etkilemişti. Biraz soluklanmak için odadaki sedire uzandı. Gözlerini kapattığında kalbindeki nal sesleri müthiş bir uyumla tekrarlanmaya devam ediyordu. İçinde engelleyemediği bir istek duydu; o ata binmek ve göz alabildiğine uzanan bozkırda dörtnala onun sırtında dolaşmak. Kasıklarında atın silkinişlerini, kalbinde yumuşak bir elin şefkatini hissetti.

Hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan bu hikâyenin yazarı onun hayatında yıllardır beklediği kadın olacaktı. Adam şimdilik bundan habersizdi. Ancak yaptığı okumalar ilerledikçe hikâye onun hikâyesinin bir parçası olmaya başlamıştı. Bu kolay kolay bulunmayacak ifadelerin yaratıcısını hem merak etmeye hem de sevmeye başlamıştı. İçindeki bir ses ona; “Bu kadın; görünmeyenin hikâyesini, söylenmemişin sesini, yazılmamışın sözlerini yazacak” dedi.

Bir anda başlamıştı ruhunun engel olunamayan ve ömrü boyunca beklediği titreyişi.
 
 


 

3. Hikâye

 

*** Sıkmasın sizi diye kısadan da kısa yazalım bu kere; hadi gelsin üçüncü bir hikâye: ***

 
Kadın yalnız yaşıyordu. Bir kedisi bile yoktu. Halinden memnun görünüyordu. Şu sıralar özellikle hayatı dengedeydi. Tabii ki iç dünyasını bilemeyiz. Biz dışarıdan izliyoruz. Görünen o ki sabah orta şekerli kalkmış. Geceliğinin etekleri yel yepelekten yalınayak mutfağa doğru geliyor. Bir koca bardağı suyla doldurup salona geçiyor. Öyle böyle evin içinde dolanırken hafiften kulağına kısık bir ağlama sesi geliyor. Biraz daha kulak kabartıyor. Cama doğru yaklaşıyor. Kedi yavrusu sesine benzetiyor. Camı açıp sesin geldiği yöne, komşusunun balkonuna doğru gövdesiyle uzanıyor. O anda içini bir sızı kaplıyor. Kendini o küçük yavru kedi gibi hissediyor. “Sesimi duyun” der gibi miyavlayışı, onu uzun bir süredir hissetmediği derin, serin, çocuksu bir dünyanın içine sokuyor.

Birdenbire gözleri doluyor. Sesin geldiği yeri bulmak için kapıyı açıp dışarı çıkıyor. Bir koşuşturmadır başlıyor.
 

Yazarın Notu:

Kadın duyduğu o sesle bir anda “yaşamın” içinde buluyor kendini. Önce de yaşıyordu şüphesiz. Söylenmek istenen şu ki; “yaşamak” başka, “yaşamın içinde olmak” başka… Bir hata ettiysek af ola!

 
 


 

4. Hikâye

 
Delikanlı liseyi bitirdikten sonra memleketi Erzurum’dan İstanbul’a abisinin yanına gelmişti. Yengesinin çocuğu olmamıştı, sakin bir hayatları vardı. Sabahları erken kalkar, abisinden önce evden çıkar, ayakkabılarını bile dışarıda giyer hatta ses olmasın diye sifonu bile çekmezdi. Evdekilerin gece iyi uyuyamama diye bir dertleri vardı, bu yüzden dikkat ederdi ses yapmamaya.

Memlekette yaşayan annesi hiç okul okumamıştı. İçinde yaşamıştı tüm sıkıntılarını. Kocasının metresi olduğunu biliyordu da o yüzden başlamıştı tütün sarmaya. Baba da mesafeliydi zaten. Allahtan kendisi iyi okumuştu da İstanbul’da bir okul kazanabilmişti. Büyük şehirde okumayı, yaşamayı kim istemezdi ki?

Buraya geleli beri oldukça lüks sayılabilecek bir apartman dairesinde oturmaktan, ceviz masalarda porselen tabaklarda yemekten başka bir yenilik yaşayamadı işin gerçeği. Hani fakülteye gidiş gelişleri hariç.

Genelde içe dönük biri olduğu için de dışarıda ancak erkek arkadaşlarıyla vakit geçiriyordu. Beğendiği kızlar vardı ama hiçbiriyle gezip tozmayı düşünmemişti. Ne yaparsa yapsın İstanbul dışından geldiği her halinden belli oluyordu.

Baba ocağından anne kucağından çok uzaklardaydı. Şimdi değil ama daha küçükken ebeveynlerinin sevgisini hissetmişse de hiçbir zaman el bebek gül bebek olmamıştı. Alışmıştı sıradan yaşamaya. Hem zaten bu yaştan sonra birilerinden gelecek olan övgülere ihtiyacı mı vardı? Başkalarının arasında “öncelenmeye”, sevildiğini beğenildiğini hissedecek sözler duymaya ne gerek vardı?

Tam da böyle yaşayıp giderken bir gün, uzun süredir karşılaşmadığı kadar hissedilir ve hatta rahatlıkla görünür “sevgi sedalarıyla” karşılaştı.

Yengesinin evine bir gün Nusret teyzesi geldi.

Akça pakça, aydınlık yüzlü konuşkan bir kadındı. Çocuğu ilk görüşünde zor rastlanacak bir coşkuyla karşıladı. Hayatında çok ayrı bir yeri olan; onun deyişiyle -gözünün bebeği- çok sevgili oğluna bakar gibi baktı yüzüne. Sonra da gözlerinin içi parlayarak; “Oğlumla aynı yaştasınız, tanışırsınız” dedi. Daha bir sürü güzel sözlerle devam etti konuşmasına sonra da sorular sordu ona. Cevapları önemli değildi, konuşmak ona hitap edip varlığını kutsamaktı tek dileği. Üniversite okuduğunu duyunca daha da heyecanla övgüler düzdü.

Kendi halinde yaşayıp giden bu genç çocuk, sırf oğlunun yaşıtı olduğu için onu kalbindeki ışıkla yıkayacak bir anneyle karşılaşacağını hiç mi hiç düşünmemişti o gün. O düşünmemişti ama öyle olmuştu. Yıllardır pek nadir hissettiği bir kıvanç duygusu hissetmişti içinde. Her yanını, kabul görmenin benzersiz hüznü kaplamıştı. Bu hüzün değme sevinçlere taş çıkartacak cinstendi. Nusret Hanım’ın sevgisini, ilgisini bütün hücrelerinde hissetti o an. Yıllar sonra Nusret Hanım öldükten, o da koskocaman bir adam olduktan sonra bile o gün duyduğu heyecanı hep hatırladı.

Bu kadar çok ihtiyaç duyduğu bu “sevgi sunumunun” yerini yıllar geçse de kolay kolay dolduramayacaktı. İşinden evine, evinden işine gidip gelen, büyük bir şehirde “kayıp adam” olarak dolaşan, geçinmekte bile zorlanan biri olarak yaşadı yıllarca.

Kime şükran duymalıydı acaba? Nusret Hanım’a mı, kendisiyle aynı yaşta olan oğluna mı? Yoksa hepsinin efendisi olan zamana yani yaşamın içindeki o “an”a mı?
 
 


 

Son Hikâye

 
Evde oldukça hareketli bir gün yaşanmıştı. Bütün gün gelen gelmiş, giden gitmişti. Bir tek Gaziantep’te yaşayan kızını görememişti bu bayram. Artık sıra yatakları hazırlamaya gelmişti. Belkıs Hanım yaşını başını aldığı için pek iş yapmıyordu. Gençler çalışıyor, onun önüne getiriyorlardı. O da zamanında az hizmet etmemişti onlara ama. İçinden “Yatınca uyuyabilecek miyim acaba?” diye geçirdi. Bir anda telefon sesiyle irkildi. Çalan ev telefonuydu. Bu saatte kim arardı ki? Hafiften heyecanlandı. En küçük kızı açtı telefonu merakla. Baktı ki yanlış numara, kapattı.

Geç vakit çalan bu telefon Belkıs Hanım’a fazla bir farklılık yaşatmamıştı doğrusu. Kim bilir belki de bu gece sakin bir şekilde her zamanki gibi yatağa yatacak, hiçbir olağanüstülük yaşamadan uykuya dalacak ve tekrar sabah güneşiyle gözlerini açacaktı.

Tam yatmaya hazırlanmıştı ki kapı çaldı.

Belkıs Hanım’ın yüreği ağzına geldi. Yine küçük kızı açtı kapıyı. Karşı komşunun sesi duyuldu içeriden. Neymiş efendim, anahtar kapının üzerinde kalmış. Eh, Allah razı olsun demekten başka ne yapılır?

Kızlar çarşafları sermeye devam ettiler. Belkıs Hanım da yatağına girdi nihayet. Uyumadan önceki “yatak dualarını” etti. Evdeki sesler kesilmiş, ışıklar da söndürülmüştü.

Belkıs Hanım içinden dedi ki “Şu yazarın ‘Bir Anda Değişir Her Şey’ hikâyesine hiç malzeme çıkmadı bizden.”

Tam o sırada ciğerinin sol yanında bir ılıklık hissetti. Gözünün önüne gurbetteki kızı geldi. Ona derin bir şefkat ve özlem duyuyordu. Onu hatırlayınca sevgisi depreşti. Ağzında yumuşak bir lokma varmış gibi yutkundu. Sevmek böyle bir şeydi işte; ne vakit kapını çalacağını bilemediğin bir can yoldaşın gibiydi. En dar anında çıkar gelir, otururdu kalbinin tam orta yerine. Çiçeklendirirdi gönül bahçeni.

Tanımadığı hikâye yazarı düştü aklına, annesi gibi hissetti kendini bir anda. Tanımadığı birini sevmek nasılsa öyle sevdi onu da. Bir anda nasıl da anneliği içinde duyumsamış, bütün gün hiç olmadığı kadar ruhunun doyduğunu hissetmişti.

Hafifçe mırıldandı Belkıs Hanım, Belkıs’a; “Bir anda… Bir anda değişir her şey. Sen aklıma mukayyet ol Allah’ım! Âmin.”
 
 

Şen Sevgi Erişen

 
 

Notlar & Açıklamalar:

1 Ez te hez dikim: – Kürtçe “Seni seviyorum” demek.    ⇡⇡⇡

2 Rihe min: – Kürtçe ”ruhum” demek.    ⇡⇡⇡

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

16 YORUMLAR

  • Yanıtla Zeliha Meço 13 Ağustos 2021 at 19:13

    Sevgili yazar arkadaşım hikayelerdeki duygu derinliği, anlatım dilinin sadeliği ve güzelliği beni çok etkiledi, zevkle tekrar okuyacağım. Umarım hikayelerin devamı gelir.
     
    Saygı ve sevgilerimle

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 14 Ağustos 2021 at 08:02

      Siz okursanız ben yazarım… İlk romanımın ilk okuyucularından, güzel düşüncelerini benimle paylaşıp beni yazmam konusunda yüreklendirdin her zaman.. İyi bir kitap okuyucusundan, senden, gelen olumlu yorumlar daha bir besliyor beni. Çok teşekkürler Zelihacım.

  • Yanıtla Gülcan Tunga 14 Ağustos 2021 at 07:37

    Çok profesyonel…
    Akıcı, keyifli ve duygular gerçek..
    İlk satırdan itibaren insan kendinden birşeyler bulmaya başlıyor.
    Yazarı kutluyorum.

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 14 Ağustos 2021 at 07:56

      Gülcan Hanım, hayatın içinde her şey, oraya girince her şey gerçek, akıcı, duygulu… Hayatla birlikte akmak en büyük dileğimiz… Güzel yorumunuz için çok teşekkürler.

  • Yanıtla Atakan Balcı 14 Ağustos 2021 at 17:15

    Yaşamak gerçekten başka, esininize sağlık! Oldukça güzel bir anlatım, etkileyici satırlar!

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 15 Ağustos 2021 at 09:05

    Sözün gücünü hatırlamak, hatırlatmak dileğiyle, saygılar sunuyorum, Atakan Bey..
     
    Sağ olun, var olun!

  • Yanıtla M. Sami Gültek 15 Ağustos 2021 at 13:57

    Sevgili Şen,
     
    öykülerini okudum, öncelikle dilinin sadeliği ve anlatım gücünü çok beğendim. Özellikle, Editör Öyküsü dikkatimi cekti. Gelecekteki yazılarını coşku ve sevgiyle karşılayacağım.

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 17 Ağustos 2021 at 05:05

    Sevgili dostum, her zaman sadelikten yanasın bilirim. Basit olanın yalın, yalın olanın gerçek olduğunu, samimi olduğunu düşünüyorsun. Hayat gibi yani. Beraber yazıyoruz bu hikayeleri. İçimdeki dostlar fısıldıyorlar bana da…
     
    Yorumun için çok teşekkürler, saygılar, sevgiler…

  • Yanıtla Mine Işılar 27 Ağustos 2021 at 15:36

    Okurken hikayelerin içinde sanki kayboldum, kâh hüzünlendim kâh hayallere daldım. Hayatın içinden gerçek olaylar ele alınmış; oldukça sade, akıcı bir üslupla yazılmış. Kısacası çok beğendim. Yeni hikayelerini sabırsızlıkla bekliyorum.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 3 Eylül 2021 at 08:35

      Senin gibi meraklı bir okurum olduğu için çok şanslıyım, teşekkürler ediyorum.

  • Yanıtla Hafize Gönenli Çokar 2 Eylül 2021 at 18:23

    Sevgili Şen Sevgicim,
     
    Yazılarını bir solukta okuyorum. Akıcı doğal içten ifadelerini çok beğeniyor, su içercesine okuyorum. Zaten senin sohbetlerini de aynen bu tat da dinliyorum. Fanatik bir okurun olduğumu unutma. Seni kocaman kucaklıyor ve çok sevdiğimi iletiyorum canım kardeşim.
     
    Sevgiyle kal.

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 3 Eylül 2021 at 08:38

    Fanatik okurum, en büyük destekçim, yeri geldiğinde editörüm, seni seviyorum.

  • Yanıtla Filiz Altınok 4 Eylül 2021 at 19:31

    Sevgili yazar, “editör ile kadın” hikayesinin devamı gelir mi? Okurken heyecanlandırıyor.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 15 Eylül 2021 at 08:05

      İyi fikir Filiz Hanım, her biri devam edebilir aslında güzel de olur. Katkınız için teşekkürler 🙏

  • Yanıtla Fırat Mehmet Eroğlu 14 Eylül 2021 at 06:49

    Ne güzel hikâye, hemi de beşibirlik, sağlam, has yazar hanımefendiye yaraşır kıratta… hele editör hikâyesi… hani insanın hem yazar kadın hem editör olası geliyor. Bin yaşa çağdaş edebiyatımızın terütaze yazarı…

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 15 Eylül 2021 at 08:11

    Değerli okur-yazar Fırat Bey, sizden gelen beğeniler bana bir kat daha ilham ve güven veriyor, çok teşekkürler. Belki devamlarını da yazarım bu teşvikten sonra.
     
    Sevgiler, saygılar

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan