Açık Pencere

Ölümün 1000 Hali | 1 | Suat ve Gülizar

20 Mart 2024

Öykü: Ölümün 1000 Hali | 1 | Suat ve Gülizar | Yazan: Şen Sevgi Erişen

 

İndeks

Suat ve Gülizar | Bölüm 1
Parkta Belki | Bölüm 2

 

1. Bölüm | Suat ve Gülizar

 
Zayıf adam hafifçe öksürdü. Göz kapakları kapanıyordu. Uyumak istemedi. Bu saatte uykusu gelmişti, hayret etti kendine. Oysaki her gece on ikiye kadar oturur zar zor uyurdu. Küçük yaştan beri işe gitmeye ve erken kalkmaya alışıktı. Ömrü çalışmakla geçmiş, yetim büyümüştü. Çalışkanlığını, dürüstlüğünü görenler, onu, yirmi üç yaşında evlendirmeye kalkmışlar, o pek istemese de sonunda bunu başarmışlardı. Aslında onun içinde gizlediği bir aşkı vardı, bunu hep içinde saklamış, kimseyle de paylaşamamıştı.

Lüks arabasıyla gelir, onu görünce gülümserdi. “Ustan yok mu?” diye sorardı ya, işte o zaman üzerindeki kirli tuluma, ellerindeki kapkara motor yağlarına, cılız gösterişsiz vücudunun nasıl göründüğüne hiç aldırmaz gözleri parlar, kalp atışları dışarıdan görünür; “Usta, usta mı?” diye aranır gibi yapar, sağa sola bakardı. Ah, ona bir kez bile olsa üstü başı temizken görünmeyi ne çok isterdi.

İzinli olduğu bayram günlerinde arkaya yatırarak limon suyuyla parlatıp yatıştırdığı saçlarını tarayıp, son kalkmış inatçı saç telini de eliyle sıkıca bastırdıktan sonra bir de küfür sallar, “Ulan sizin yedi ceddinizin, dayıma mı çektiniz” deyip kuru bir tükürük savururdu aynaya doğru. Sonra da ustanın oğlunun verdiği ikinci el takımı, işportadan aldığı beş paralık beyaz gömleğini giyip hayallere dalardı.

Ona olan duyguları diğer duygularından o kadar farklıydı ki; anne sevgisi, arkadaş tutkusu, Allah korkusu ve diğerlerinin toplamından bile daha büyüktü. Onu görünce başının üzerinde yıldızlar uçuşur, sırf bu yüzden yalnız gecelerinde onu düşünerek uyurdu. Onu hatırladığında bir çiçek görmüş, gökyüzünün maviliklerine bakmış, o çok sevdiği karamel dondurmadan yalamış gibi; ince, engin ve ağız dolusu bir mutluluk hisseder, ömür boyu hiç sevişmese de ona bir kez sarılmaya razı olurdu. Ustası, kız arabasını getirdiğinde birkaç kez onun bu ilgisini fark etmiş, durum anlaşılmasın diye onu uzaklaştırmak için çay almaya yollamıştı.

Haklıydı adam, tamirci çırağı Suat kim oluyordu da böyle zengin bir müşterisine baygın baygın bakıyordu. Konu komşusu gibi, yetişkine dönmüş bu halini gören ustası “Sana bir kız bulalım artık” demiş, kızı görünce baygınlaşan bakışlarına bir son vermek istemişti.

Sonunda Gülizar’la evlenmişlerdi işte. İyi kızdı Gülizar! Suat ona hep kibar davranmış, Allah’ı var, o da Suat’a hep şefkatle yaklaşmıştı. Hatta bazen onu annesi gibi görür, sırf bu yüzden sevişmek istemez, uyuyor numarası yapardı.

Bugün Gülizar daha yatmadan o girmişti yatağa ve içerideki televizyondan gelen konuşma seslerine rağmen uyudu uyuyacaktı. Sağ tarafına dönüp elini başının altına koydu, gözleri kapalı, burnuna gelen rutubet kokusuna aldırmadan uyumaya hazırlandı. Nefes darlığı vardı ama alışmıştı. Dalmadan önce uzun bir süredir karısını ihmâl ettiğini düşündü. Bu gecede sevişmezse tam bir ay olacaktı. Yatak odasındaki takvime işaret koyuyordu, oradan biliyordu. Henüz bir çocukları olmamıştı, ikisi de istememişlerdi. Hele şimdi uyusun da karısı koynuna girdiğinde uyanıp sevişirlerdi belki.

Gözlerini yumdu. Yeşilimtırak hareler belirdi gözlerinin önünde. Onlar hafifçe dalgalandılar ve siyahla kaplandılar. Televizyondan gelen ses kulağını tırmalamaya devam ediyor ama git gide silikleşiyordu. Hafiften gri bir hayal belirdi gözlerinde. Şekilsiz bir sis gibiydi. Biraz daha şekillenip bir insan gibi görünmeye başladı; siyahlaştı, griye döndü, tekrar siyahlaşıp dalgalandı görüntüler. Geriye çekilen bu gittikçe grileşen titreşimler onun nefes alışverişleriyle aynı ritimdeydiler; yavaş, canı gitmiş, duyulmaz.

Görüntüler kaybolmaya başladı. Artık kesik soluğuna eşlik eden buğulu görüntüler belli belirsiz hareket halinden koyulaşıp siyaha dönüştüler. Bir siyahlık kapladı her yeri. Suat uykusunda hafifçe hırıldadı sonra da dışardan zor duyulacak bir sesle öksürdü.

Gülizar masada sardığı yaprak sarmaları bitince yerinden ellerini bir yere değdirmeden dirseklerinin yardımıyla kalktı. Suat’ı düşünerek yatak odasının kapısını hafifçe ittirdi. Televizyonun sesini kısamamıştı ama. Sonra tencereyi ellerini değirmeden kollarıyla masadan aldı. Mutfağa götürdü. Bu sarmaları köşe başındaki kafeye satıyordu. Üç beş kuruş para kazanıyordu. Suat’a da bu sarmalardan ayırmalıydı. Yedi taneyi tencereden alıp küçük bir tabağa koydu. Kararsızdı ama biraz daha düşündü sonra birini geri koydu. Yeter mi ki, dedi. Sonra o geri koyduğu sarmaya baktı, altı da az oldu, dedi. Elindeki o bir sarmaya baka kaldı, karar veremedi. Sonra tekrar elini Suat’a ayırdığı tabağın üzerine getirdi. “Yedi iyidir” dedi. Suat yiyecekti bunları, kendisi her sardığı dolmadan çiğ çiğ üç beş tane yerdi zaten. Bunlardan yemese de olurdu yani. Ama Suat yerken ona da muhakkak birkaçını yedirmezse içi rahat etmezdi. O zaman iki üç tane daha koymalıydı. Tam tencereden iki sarma daha alacakken aklına bunları daha pişirmediği geldi. “Hay Allah” dedi, ayırdığı bütün dolmaları geri tencereye boşalttı. Kendi kendine kafasını iki yana sallayıp gülümsedi. “Tüh benim aklıma” diye tatlı tatlı söylendi.

Suat, odanın kapısı kapanınca odaya giren ışığın ve sesin azalmasıyla birlikte uykuya daldığını zannedip canının çekildiğini fark etmedi.

Karşısında oldukça uzaktan ona bakıp yanına çağıran o eski sevdiği kızı gördü. Bir hayal perdesinin arkasından ona bakan, ellerini ona doğru uzatan kızın ipek sesini duydu. O an canını istese hemen verirdi. Ona doğru gitmek istedi ama yerinden kımıldayamadı. Kız gözünün önündeki sessiz ve karanlık perdede yavaşça kaybolmaya başladı. Tam orta yerde bir nokta gibi kırmızılık oluştu. Kırmızı çok küçük bir noktadan başlayıp daha yakınına doğru gelirken büyüyor, büyüdükçe daha bir kızarıyor, kızardıkça da daha bir yayılıyor, motorun yağının suyun üzerinde dökülmesi gibi etrafında akışkan renkler oluşturuyordu. Kırmızının böylesini ilk kez görüyordu Suat. Sessiz, karanlık ve git gide karanlığa götüren bir kızıllığın içine girmişti.

Bu ılık kızıllığın içinden çıkmak istemedi. Göğsünden boğazına doğru bir yumru hareket etti. Belli belirsiz öksürdü. Kırmızının içine yavaş yavaş batıyor, adeta bir el tarafından çekiliyor ama bunu durdurmak istemiyordu. Bu kırmızılığa teslim etti kendini. Ağzının içi, başının tamamı, yavaş yavaş tüm vücudu bu kırmızılığın içinde sıkışmış daha da batmak için çabalıyordu. Henüz bacakları ve sağ eli dışardaydı. Bacaklarını kendine doğru çekti, son bir parçası dışardaydı; sağ eli. Sevaplarının yazılı olduğu tarafıydı ya, bunu da kırmızılığın içine alabilirse rahatlıkla gidebilecekti. Biraz daha bekledi, yarım nefeslik canı kalmıştı. Dışarda kalan sağ elini de kurtardı. Şimdi kızıl bir dünyada hiç hareketsiz duruyordu. Kuş gibi hafiflemiş ve top gibi küçülmüş hissetmişti kendini. Bir yandan da şaşırıyordu daha önce hiç görmediği bu kırmızı dünyaya.

Durmaya devam etti, zaman akmıyor gibiydi. Bu kızıllığın içinde hiç hareket etmeden sakince bekledi, tek bir ses bile duymadan. Durmaktan çok yüzmek gibi bir şeydi, yumuşak, zamansız, ağrısız, yavaş ve kolay. Nefesi kesilmiş, tamamen kırmızıya batmıştı. Öylece kala kaldı o kızıl zamansızlıkta, mavi bir ışık görene ve maviye süzülene kadar.

Maviyi bekledi o gece Suat, Gülizar’ı unutup. Özgürleşmek için, bedenini kırmızılıklara bırakıp.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

4 YORUMLAR

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 26 Mart 2024 at 09:52

    Bazen hayatı tam olarak yaşamak için ölmek gerek ne dersiniz?

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 27 Mart 2024 at 02:53

    Sevgili Sevgi
    Öyküde öümün bin bir halini okudum, hem de mikroskobik bir gerçekçilikle.
    Hayatı tam olarak yaşamak düşü bir yolculuk bence, kimsenin yerimize yapmayacağı ve kimsenin bizi bunu yapmaktan alıkoyamayacağı meşakkatli (içsel) bir yolculuk.
    Güçlü bir ileti ile taçlandırılmış yalın bir anlatım. Daha nicelerine…
    Sevgiyle

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 27 Mart 2024 at 20:31

    Sevgili josef , ölümün binbir hali diye bir kitap çıkarmak istemiştim yani bir projeydi fakat bu 1000 ya da 1001 ölüm hikayesini de tabii ki ben yazmayacaktım ortaklaşa yapılacak bir işti. Daha zamanı var sanırım. Bilmem sen yazmak ister misin? Belki destek vermek istersin:)) 😊
    Bir sonraki ay çıkacak olan yazımda bu dizinin 2. Olacak. Aslında konsül tarafından bıçaklanarak öldürülen Sezar’ın ölüm anını yazmak da istemiştim ve daha bir çoğu var. Proje ortakları arıyorum belki bunlardan biri de sen olursun.🙏
    Gelelim ölümün cazibesine ,gerçekten hayatı anlamlı kılıyor belki ölüm çok gizem dolu ,hiçbir kimsenin dediğin gibi cevap veremeyeceği anlatamayacağı,aktaramayacağı bir deneyim ,onun için çok ilgimi çekiyor, İlginç bir şekilde yaşamdan daha fazla ilgimi çekiyor da diyebilirim hatta.
    Okuyup vakit ayırdığın için yorum yaptığın için çok teşekkür ediyorum sağ ol , hakkını helal et , çok teşekkürler🙏💜

  • Yanıtla Metin Çoban 27 Mart 2024 at 21:09

    Cem Karaca’nın efsane şarkısı tamirci çırağını anımsatarak başlanan öykü de, çaresizlik içinde kalarak Gülizar ile evlenen Suat, hem kendi hayatını hem de Gülizar’ın hayatını zaten berbat etti.
    İnsan yaşama belli bir amacı veya bir umudu varsa tutunur. Genel çerçevede yaşayan insanlar, her geçen gün ile ölüme bir adım daha yaklaşır. Ölüm kaçınılmazson iken, yaşamdan zevk almayan, yaşama katkısı olmayan insan bana göre zaten ölüdür. Tıpkı Suat gibi.
    Ben 8 milyarı aşmış insan nüfusu ile dünyada yaşamayı hak etmeyen milyonlarca insan olduğuna inanıyorum. Yani sevgili Şen ölümün 1001hali değil milyonlarca halini yazabilirsin, malzeme çok 🤩

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan