Açık Pencere

Girmediğim Yollar | 2

30 Aralık 2022

Yazı: Girmediğim Yollar | 2 | Yazan: Şen Sevgi Erişen

 

İndeks

Girmediğim Yollar | Bölüm 1
Girmediğim Yollar | Bölüm 2
Girmediğim Yollar | Bölüm 3
Girmediğim Yollar | Bölüm 4
Girmediğim Yollar | Bölüm 5
Girmediğim Yollar | Bölüm 6
Girmediğim Yollar | Bölüm 7
Girmediğim Yollar | Bölüm 8
Girmediğim Yollar | Bölüm 9
Girmediğim Yollar | Bölüm 10
Girmediğim Yollar | Bölüm 11
Girmediğim Yollar | Bölüm 12
Girmediğim Yollar | Bölüm 13
Girmediğim Yollar | Bölüm 14

 
Kadın yazabildiği sürece kaç farklı hikâye oluşacak, hepsi bir araya geldiğinde nasıl bir hikâye bırakacaktı geride, bilmiyordu. Bildiği tek şey varsa o da hepsi farklı gibi görünse de bir araya geldiklerinde “tek bir hikâye” olduğu gerçeğiydi. Aslında o bir tek hikâye yazıyordu. İlk yazdığı günden beri farklı mekânlar, zamanlar, kişiler ve olaylar olsa da.

İşin ilginç yanı bundan sonra neler yazacağını da tam olarak bilmiyordu. Yani bu demekti ki kendi hikâyesinin de neye benzeyeceğinden haberi yoktu. Yaşamda hem yürüyüp yol alıyor hem de kendi hikâyesini yazıyordu. Herkes bir hikâye yaşıyor ama pek azı bunu yazıya döküyordu.

O sabah uyandığında vücudunda bir hafiflik hissetti. Değişik bir koku duyuyordu. Hemen anlamlandıramadı. Elini ilk defa tutan erkeği ve denizi hatırlatan bu kokuyu tam olarak tarif edemiyordu. Yosun kokusuna benziyordu ama tam olarak değildi. Eski bir kumaşın desenlerinde gezindi zihni. Algıladığı kokuyla benzeşen renkler göründü. Hafifçe oturduğu yerde belini doğrulttu. Ressam arkadaşı geldi aklına. Bugün aramayacaktı ama. Üzerinde bir yazma enerjisi vardı. Onu dağıtmak istemedi. Uzun süre aramayınca o mutlaka arayıp görüşmek istiyordu.

“Bugün de geçsin bakalım” diye geçirdi içinden. “Benim kadar arkadaşsız kalmaya tahammüllü değil” diye düşündü. Aralarındaki bu farkın onun “istediği halde bir türlü tamamıyla değişik tablolar yapamamasıyla” ilgisi var mıydı?
 

*

 
“Hoş geldin.”

“Hoş buldum.”

“İyi yaptın, gel içeri.”

“Çok vaktim yok, seni göreyim dedim.”

“Bir kahve içelim öyleyse.”

“Yahu ne kadınsın ben gelmesem… Sen yokken ben Nalan’la vakit geçiriyordum. Şimdi de haftada 3 kez uğrarım. Onun alışverişini falan da yaparım. Bir ara küsüşmüştük. Benim için ‘kâbus’ gibiydi. Çok zor geçirdim o günleri. Barışınca rahatladım.”

“Son tablonu bitirebildin mi?”

“Gelsene yarın bi gör bakalım.”
 

*

 
Kadın dışarıdan gelen dalga sesleriyle balkondaki masa örtüsünün uçuşmasından havanın poyraza döndüğünü anlayıp pencereyi kapattı.

“Geldiği iyi oldu. Lafladık işte. Aramızda bazen küçük gerginlikler de olmuyor değil” diye söylendi. Yarın gitmezse olmazdı artık. Neyse istemezse belki bir bahane uydururdu. Onun evinin havasını seviyordu. Salonda her yanın antika eşyalarla, el yapması objelerle dolu olması, yerlerde duvarlarda asılı duran tablolarını görmek hoşuna da gidiyordu. Ama yarın belki de oturup ağlamak isteyecek, içine girdiği duygusal havanın etkisi bozulmadan bir şeyler yazacak ya da yazdığı yazılarına eklemeler yapacaktı. Belki de yazdıklarını sesli sesli okuyacak, sonra da dışarıya çıkacaktı.

Kim bilirdi ki?

Çok mu plansız yaşıyordu? Yo, hiç de plansız değildi. Kafasından bir ya da birkaç plan yapar ama bazen hiçbirini uygulayamazdı. Yalnız olduğunda bir ağacın dalları gibi dimdik duramaz, bir karga gibi kesik ve keskin bakamaz, derin bir eleme kapılır, zoraki birkaç lokma yiyip denizin ortasında kalakalmış bir sandaldan bile daha yalnız hissederdi kendini. Bedbin bir ruh haliyle baş başa, zihnine üşüşen birçok anıyla beraber bir yasa bürünürdü. Boş bir sandal bile onun kadar yalnız olamazdı. Hiç değilse onun kürekleri, ipin uçuna bağlı bir çıpası, sahibinin bıraktığı misinaları vardı. Ama en önemlisi kendini boşlukta hissedeceği bir aklı, istese de bir daha geri getiremeyeceği anıları yoktu.

“Yokluk” kelimesi kafasını kurcaladı. Var olmuş, bir cisme bürünmüş tüm görünen maddelerin de kayıt alan hafızaları, titreşimler hâlinde düşünceleri olduğunu biliyordu. Her biri bir önceki benzerinden türüyor, birbirine karışıyor ama yok olmuyordu. Sandal bir ağaçtan yapılmıştı. Ağaç canlıydı. Ya onun kesilmiş parçaları? Biyolojik olarak ölü kabul ediliyordu ama bir işlevi vardı. Öyleyse yaşıyordu. Dünyadan göçmüş nice şairlerin şiirleri dillerde dolanır, okunurken onlara “ölü” demek pek aklına yatmıyordu, aynı onun gibi. Öyleyse onun yaşadığı “yalnızlık” hâlini tüm doğa, taş, toprak, yıldızlar, hayvanların hepsi yaşıyordu. Acı da çekiyorlar mıydı? Çekseler de insan gibi derin, iç yakan, allak bullak eden acı mıydı onların ki? Hayır, olamazdı çünkü acıyı “acı” yapan, dozunu arttıran, şeklini değiştiren insandaki yargılardı.

Peki “Ressam benden daha mı yalnız?” diye düşünmeden edemedi. Belki yaşadıkları bu bunaltı veren yalnızlığa verdikleri tepkiler farklıydı. Bir keresinde çok çabuk panik olduğundan bahsetmişti. Belki de aralarındaki fark, yalnızken yaşanılan bu “kendiyle hesaplaşma” hâlini onun bir türlü kabul etmemesiydi.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan