Nazi döneminde geçen hikayede eğitim sistemi bir öğretmenin gözünden anlatılıyor. Kitap bu eğitim sisteminin ne kadar korkunç olduğunu ve dolayısıyla çocukları da nasıl kötücül yetiştirdiğini gözler önüne seriyor.
Tanrısız Gençlik | Eğitim
Ülkede faşizan bir eğitim politikası hakim. Militarist, gammazcı, kötü kalpli gençler yetiştiriyor sistem. Bu sistemdeki bir öğretmen bu durumdan rahatsız. Çünkü nasıl rahatsız olmasın? Karşısındaki gençlerin insan değil, adeta canavar olduğunu düşünüyor:
“İnsanlar umurlarında değil! Makine olmak istiyorlar; vidalar, çarklar, pistonlar, kemerler… ama makineden de çok cephane olmak isterlerdi: Bombalar, şarapneller, el bombaları. Herhangi bir savaş alanında geberip gitmeyi ne çok isterlerdi! Bir savaş anıtının üstündeki isimleri onların tek ergenlik hayali.”
Sınav kağıtlarını okuyor öğretmen. “Neden sömürgelerimiz olmalı?” sorusuna bir öğrenci şöyle cevap vermiş:
“Sömürgelere ihtiyacımız var çünkü çok fazla hammaddeye gereksinim duyuyoruz, çünkü hammaddesi olmadan, son derece gelişmiş endüstrimizi tam kapasite çalıştıramayız, bunun yerli işçilerin yeniden işsiz kalması gibi feci bir sonucu olur.”
Bir başka sınav kağıdında öğrenci şöyle yazmış:
“Bütün zenciler üçkağıtçı, korkak ve tembeldir.” Öğretmen başta bu anlamsız bir genelleme diye cevabı yanlış bulup üzerini çizecekken daha sonra bu cümlenin radyoda söylendiği aklına geliyor. Eğer radyoda söylendiyse üzeri çizilemezmiş. Radyoda ne söyleniyorsa doğruymuş. Ama öğretmen sınıfta “Zenciler de insandır” demekten kendini alıkoyamıyor ve bu lafı başına dert oluyor.
Bir öğrenci velisi tarafından şikayet ediliyor. “Hangi gizli yollarla ve alçak sahtekarlıklarla insan sevgisi saçmalıklarını masum çocukların ruhlarına işlemeye çalıştığınızı gayet iyi biliyorum” diye kızıyor öğrenci velisi öğretmene. Bu yüzden uyarı alıyor öğretmen. “Gençleri, gelecekteki askeri yeteneklerini herhangi bir şekilde etkileyebilecek unsurlardan uzak tutmalıyız” diyerekten. Öğrenciler de imza toplayıp onu attırmak istiyorlar.
Tanrısız Gençlik | Tanrı
Öğretmen bu ters gidişin farkında ama bir şey yapamıyor. Çünkü herkes bu korkunç ortamı normalleştirmiş. Böyle bir ortamda öğretmen Tanrı’ya inancını yitirmiş. Bu kadar kötülüğün içinde Tanrı’ya yer olmadığını düşünüyor.
Kitap 1937’de yayınlanmış. Yani hâlâ o dönem güncelken, sıcağı sıcağına çıkmış hikâye. Aradan yıllar geçtikten sonra değil.
Saygılar,
Hülya Erarslan
2 YORUMLAR
Şu anda Alman toplumu çok farklılaşmış durumda; geçmişlerini inkar etmiyor, aksine kabul ediyorlar. Dönüşümün en önemli kuralı bu sanırım: olan biteni “kabul etmek”.
🤗
Çok doğru. Geçmişle yüzleşmenin ve hesaplaşmanın dönüştürücü bir etkisi olur muhakkak.