Yıldız Tozu

Sevgi Apartmanı

9 Şubat 2022

Yazı: Sevgi Apartmanı | Yazar: Sıla Malik

Eskidiğini iyiden iyiye belli eden apartmanın önünde durdu. Oysa hatıralarında cıvıl cıvıl bir yuvaydı burası. Duvarları ne zaman kaybetmişti eski canlı rengini? Bahçedeki çiçekler kaç mevsim önce solmuştu?

Üstünden atlayarak geçmeyi sevdiği ve bunun için de büyüklerinden azar işittiği demir kapıyı pastan zor açmıştı. “Hala gücüm var oysa üstünden atlamaya. Düşmenden korkan olmayınca onun bile cazibesi kalmıyormuş.”

Bu tarih olmuş yer ona yaşlı hissettirdi. Sahi en son ne zaman gelmişti buraya? Üniversiteyi bitirdikten sonra, belki o da. Çam ağaçlarının yokluğu çarptı gözüne. Gölgesinde serinlediği, kışın üstüne yağan karla ortaya çıkan manzarasıyla büyülendiği çamları özledi içi. Buruk, anlık birer kareye dönüşmüşlerdi zihninde. Birkaç seneye bunu da unutmaktan korktu.

İzbeye dönmüş “Sevgi Apartmanı”. Bir zamanlar büyükanne, büyükbaba ve akrabaları ile katlarını dolduran ailesinin apartmanıydı burası. Bahçesinde kuzenleriyle, arkadaşlarıyla özgürce oynadığı, kapılarının kilitlenmediği şehrin ortasındaki mucizeydi onun için.

İlk katında büyükanne ve büyükbabası oturuyordu. İki daire arasındaki iç duvarı yıkmış, kocaman bir bahçe kat yapmışlardı kendilerine. Torunları hemen üst katlarındaki dairelerde yaşasalar da onlara özel odalar yapmak bu yaşlı çiftin en büyük keyfiydi. Gençliğini hatırladı. Onlar sayesinde gergin günlerde ailedeki kavgadan buradaki huzura sığınabilmişti. Yattığı odanın kokusu geldi burnuna. Bu kadar özlemiş olabileceğini tahmin bile edemezdi.

Babasının bulut sevgisi onları en üst kata taşımıştı. Yazın sıcaktan kavrulan duvarları, kışın ısınmak bilmeyen yeri vardı. Yağmur suyu koridorda sızıntı yapacak bir yer illa bulurdu. Babası kendi yapmak için inat etmeyip sıvacı çağırsa halledilebilecek bir sorundu aslında.

Anahtarla kapıyı açmaya yeltendiğinde zaten açık olduğunu fark etti. Kulakları rahatsız eden bir gıcırtıyla açıldı eski kapı. Buradan taşınalı neredeyse yirmi yıl olacaktı. Girişte, çaprazdaki duvarda asılı olan fotoğrafı gördü gözü. Meşhur aile fotoğrafı. Tüm aile büyük bir tantana eşliğinde bahçeye toplanmışlardı o gün.

Kamerayı kurmak en küçük kuzenine kalmıştı. Onlara kalsa bir dakikalık işti fotoğraf çekilmek ama büyükler eskisi gibi olsun istemişlerdi. Düzgünce giyinildi, sandalyeler ayarlandı. Herkes yerini aldı. En şanslısı o zamanlar altı aylık olan kardeşiydi. Kendisi büyükbabanın kucağında, keyfi pek yerindeydi. “Ne kadar içten gülmüşüz.”

Kamera düştü aklına. Taşınırken çıkmamıştı kolilerden. Kuzenlerinden birinde olma ihtimali yüksekti. Filmleri çektirirlerse daha fazlasına ulaşabilirlerdi.

Anıların ilk günkü gibi gözünde canlanma olayını filmlere özgü zannetmişti şimdiye kadar. Fakat zihninde kesik kesik sesler, gözünün önünde çeşitli sahneler vardı. Çocukluğu salonun ortasında hediye gelen kıymetli Legolarla oynuyordu, büfenin üzerindeki sahte fakat gerçek kadar değer gören çiçek oradaydı işte. Balkonda saksıya ektiği domateslerle konuşan da babasıydı.

Bu evden son çıkışında kurtulduğu için seviniyordu halbuki. Koridorun sonundaki odasına ilerledi. Kapının üstündeki poster izleri, sözde yenilik girişimlerinin sonucu alakasız renkteki duvarlar, bir sandalye ve ufak bir masadan fazlasının sığamadığı balkonu. Terk edilmiş mabedine hüzün dolu dönüşüydü bu.

Çocukluğu, ilk gençliği, üniversite hayatı burada geçmişti. Bu oda şahit olmuştu kurduğu hayallere. Eskiden komodinin durduğu duvarın prizine ilerledi hızla. “Burada olmalılar.” Heyecanı büyüktü. Yıllar önce sakladığı ve yanına almayı unuttuğu o anıların yerli yerinde durma ihtimali bile kalbinde çarpıntıya sebepti.

Zorlamasına gerek kalmadan çıktı priz yerinden. Elini büyük bir gerginlikle attı deliğe. Gözleri parladı kutuyu hissedince. Minik kutu yıllardır onu beklemişti. Özensizce üstündeki tozları sildi eliyle. İçinde duruyordu her şey. Arkadaşlarla gidilen ilk sinema filminin bileti, ilk yurtdışı seyahatinden kalan jeton, çok sevdiği bisikletinin kilidi, en sevdiği iki bilyesi ve bolca polaroid fotoğrafı.

Gizlenmesine gerek olmayan ama onun için en mahrem olan şeydi gençken. Sert mizacının ardında bir şeylere tutkuyla bağlanmış olmasının öğrenilmesini istemiyordu. Orta kata inmeye karar verdi. Akrabalarının evleri hep daha cazip gelirdi ona eskiden. Muhtemeldir annesi sürekli orta kattaki dairelerin ne kadar iyi olduğu hakkında söylenmesinin onu etkilemiş olması.

Annesinin babasına bitmeyen bir söylemiydi bu. En güzel evler diğer kardeşlere kaptırılmıştı. Kendince haklı sebepleri olabilirdi ancak yıllar boyu bitmeyen bir mesele haline gelmesi şimdi şimdi çocukça bulabildiği bir durumdu.

İki amcası ve onların ailesi oturuyordu bu iki dairede. En üst kattaki bir daire en büyükleri olan babasına, bir daire de ailenin tek kızı olan halasına verilmişti. Sahi büyükbaba kötülük düşünecek olsa, kendi kızına da aynı kattan daire verir miydi?

Aklına gelenlerle gülmeden edemedi. Bu katın duymaktan bıkmadığı rutin bir gürültüsü vardı. İçgüveysi enişte ve küçük amcanın bitmek bilmeyen dalaşı. Enişte sevilen damat olarak “ailenin oğlu” olma yolunda ilerliyor amca ise yaptığı tercihler yüzünden sürekli eleştirilen “hayırsız evlat” konumuna düşüyordu. İkisi hiç anlaşamaz, bu anlaşmazlık yenge ve halaya da yansırdı.

Oysa büyükannesiyle kaldığı gecelerde ne çok dinlemişti kadıncağızın endişelerini. Her evladını ayrı ama aynı derinlikle seven kadın, bir yanda kuzusu en küçüğü oğlu ile gözbebeğinin sevdiği adam arasındaki gerginlikten uyku uyuyamıyordu. Büyükannesinin üzüntüsü amcasına ve eniştesine öfke duyma sebebiydi.

Ortanca amcasıyla arasındaki bağ bambaşka idi. Gemi çalışanı olan amca, uzun seferlere çıktığından yılın belli aylarında ailenin yanında bulunurdu. Kavgalardan haberi olurdu ancak deniz aşırı ülkelerden ettiği telefonlar çözüm olmakta yetersiz kalırdı. Küçüklüğünde en sevdiği şey amcasının döndüğü zamanlarda gece yatmadan önce ondan denizcilik maceraları dinlemekti. Amcası gemi kaptanı değildi, korsanlarla savaşıp ada yerlilerini de kurtarmıyordu ama küçük yeğeni için anılarına ufak eklemeler yapmanın bir zararı da yoktu.

Yengesiyle de çok iyi anlaşırdı. Çiftin hiç çocuğu olmamıştı ama bebekken ona çoğunlukla yengesi bakmıştı. Çalışan annesi ablasını okula, küçük bebeği de eltisine emanet ediyordu. Hoş tüm kuzenler illa onun dadılığından geçmişlerdi. Hem anlayışlı hem de eğlenceli olan bu kadın aynı zamanda da iyi bir dinleyiciydi. Gençleri yargılamadan onlarla dertleşen sayılı aile üyesindendi.

Küçük amcanın eşi Almandı. Gençliğinde Almanya’ya çalışmaya giden amcası, çalıştığı yerde tanıştığı Sophia ile bir süre flört etmiş, yeterli parayı biriktirince tutup kolunda ülkeye getirmişti. Gerçekten de duru bir güzelliği vardı Sophia’nın. Bakımına her zaman önem verir, spor yapmayı çok severdi. Sabahları bahçede ailenin diğer kadınlarına spor yaptırmaya çalışır ancak ilerleyen saatlerde kendini elinde pasta börek tabağıyla günün ortasında bulmaktan kaçamazdı. Büyükanne yabancı gelinine zor alışmıştı. Ona kalsa oğlunu çoktan mahalledeki komşunun kızıyla evlendirmişti ancak oğlu hayat boyu anne babasına böyle “minik” sürprizler yapmaktan hoşlanmıştı.

Kardeş gibi büyüdüğü kuzenlerini aradı gözleri. Ailelerin her türlü kavgası, çekişmesine rağmen büyükannenin evindeki o masada toplanmayı bilirlerdi. Yavrularının yavruları olan bu çocuklara özenle davranırdı yaşlı çift. Anne babalarının didişmelerinden uzak, kardeşçe hareket etmeleri için çabalarlardı. Belli bir yaşa kadar bunu çok güzel başardı kuzenler. Birer oyuncu gibi ailelerini bile yatıştırdıkları oldu.

Dağılmanın ilk adımı halasından gelmişti. Enişte çalıştığı şirketin yeni fabrikasına müdür atanınca gurbet yolu gözüktü çifte. Büyükanne ve büyükbabası ilk defa üzüntülerini gizlemediler. Büyükanne zaten ağladığını gizlemezdi ancak büyükbabasının ağladığını ilk defa halası evden ayrılırken görmüştü. O gün yaşanılan ayrılık ardı arkasını getirmişti.

Ortanca amcanın seferde olduğu bir sırada yengeye hiç de hoş olmayan bir telefon geldi. Annesi memlekette hastalanmış, yataklara düşmüştü. Ailesinin tek evladıydı, eşi de uzunca bir süre gelmeyecekti. Eşyalarını topladı, evini kapattı amcasının da onayıyla annesinin yanına yerleşti. Amcası da bundan sonra döndüğünde oraya gidecekti.

Zamanla eski tadı olmamaya başladı Sevgi Apartmanı’nın. Bazı geceler o küçük balkonunda oturur, uzun saatler boyunca gökyüzünü izlerdi. O seyrin ortağı genelde büyükannenin örgü sesi olurdu. Sallanan sandalyesinde oturmuş, dizlerinde battaniyesi gözünde gözlüğü ile saatlerce bir şeyler örerdi büyükanne. Doktorun tavsiyesiydi bu. Her şeyi kafaya takmak onu hasta etme noktasına getirmişti.

Tam da bu zamanlara denk gelir büyükbabasıyla yakınlık kurması. Evdeki çatışmalardan bunalmıştır, lise son zamanlarıdır. Çokça aşağıdaki odada kalmaya gider. Derdini büyükanneye anlatamaz, kadının bir şeyi daha kafasına takacak gücü yoktur. Fakat onun uzun uzun örgü ördüğü gecelerin birinde büyükbabası girer odasına. Karşısında oğlunun gençliğine benzeyen ancak ondan çok farklı olduğu belli olan torununa bambaşka bir yönüyle yaklaşır. Torunu bilmez ama babasına olduğundan daha sabırla ve anlayışla yaklaşır ona. Yaptığı hataları telafi eder ya da babasına babalık ederken öğrendiği deneyimlerden çıkardığı dersleri uygular, bilinmez.

Son darbe babası ve amcasının ettiği kavgadan sonra babasının evi hışımla boşaltmaya karar vermesiyle vurulur. Büyükbaba iki oğlunu karşısına alıp konuşmayı denese de lafını dinletemez. İki oğlu da yuvalarından vazgeçmiştir çoktan.

Kuzenler dört bir yana dağılmış, kardeşler birbirine küsmüş, koca apartmanda bir başına kalmıştır büyükanne ve büyükbaba. Onların evlerine yıllarca kiracılar gelip gider. Bayramlar “O oradaysa ben gelmem!” nidaları gölgesinde geçer. O zamanlar farkında olamasa da büyükanne ve büyükbaba savrulmuştur adeta evlatlar arasında.

Bu kadar üzüntüye önce büyükbaba yenik düşer. Koca evde yalnız kalan büyükanne ilk başta ısrar eder evinden çıkmamakta. Her bir evladı ama gönüllü ama gönülsüz çağırır annelerini yanına. Yaşlı kadın ancak kendi evi olursa artık bu anlamsız büyüklükteki evden çıkacağını söyler. Böylece ailenin son ferdi de taşınır apartmandan.

Büyükanne eski mutlu günlerini anlatarak geçirir yıllarını, özlemini duyduğu geçmişte yaşamayı tercih eder zihni. Onun da ayrılışı ile zorunlu olarak toparlanır kardeşler bir araya.

Yıllardır yüz yüze bakmayan kardeşler söz konusu miras olunca buluşmaya karar verir. Fakat torunlarının “Sevgi Apartmanı’na geri dönmesini sağlayan şey ortaya çıkar.

Yaşlı çift yıllar önce evlerindeki masanın etrafında oturan torunlarına kulak misafiri olmuşlardır.

“Yavrularımızın Yavruları,

Bu size ne zaman okunur bilinmez ancak belli ki ikimiz de bu diyardan ayrılmışız. Bilmenizi isteriz ki sizlerden yana hiçbir kuşkumuz yok. Gönüllerimizde bambaşka bir sevginin yeşermesini sağladınız. Gözünün içine baktığımız yavrularımızdan, bizlere birer değerli elmas olarak hediye edildiniz adeta.

Ailelerinizin sıkıntılarını fark eden, bunu dert eden ve buna karşı çıkan bilinçli çocuklarsınız. Bugün, herkes aynı çatı altındayken kurduğunuz bir hayal ve yaşadığımız üzücü ayrılıklar üzerine doğup büyüdüğünüz bu apartmanı aranızda eşit paylaştırılmak üzere sizlere bırakmaya karar verdik. Anne babalarınızın siz izin vermediğiniz sürece miras üzerinde hiçbir hakkı yoktur.

Fakat bu miras size, sizin belirlediğiniz çok mühim şartla verilmiştir.

Ne koşulda olursa olsun kavga etmeyi değil, konuşup anlaşmayı seçeceğinize; birlikte geçirilen iyi vaktin kıymetini bileceğinize, üstünlük savaşına değil beraberliğin sevincine ortak olacağınıza; her daim bu çatı altında kardeş kalıp, kendiniz gibi mutlu aileler kuracağınıza söz vermelisiniz. Tıpkı zamanında birbirinize verdiğiniz gibi.

Sevgili Yavrularımız,

Sizler bizim 4 pırlantamızsınız. Birlikte en parlak elmastan bile daha dikkat çekici olabileceğiniz bir takımken dağılıp parlamak için cılız ışıkların sizi parlatmasını beklemeyi tercih ettiniz. Yanlış anlamayın, hepiniz 4 farklı yolculuğun yegâne yolcularısınız ancak bu yolculukta başlangıçta yanınızda olanlara sırt çevirmeniz, bizi tahmin edebileceğinizden de fazla yaralamıştır.

Bizim tek isteğimiz seçtiğiniz yollarda önünüze çıkan zorlukları omuz omuza aşmanızdı, birbirinize zorluk olmanız değil.

Bu yüzden elimizdeki tek varlığı birbirinize destek olmanızı çocuk yaşta canı gönülden isteyen evlatlarınıza bırakıyoruz. Sizlerin ayrılıklarına yeterince şahit olduk, bir yenisini daha lütfen eklemeyin. Bizim iyi günlerimizdeki gibi, beraber büyütün ailelerinizi. Uzunca olsun sofralarınız.

Bizim sizlere hakkımız helal. Bir gün tekrar kavuşup sarılıncaya kadar,

Birbirinizi çok sevin. Sizleri çok seven,

Aileniz.”

 
 
Sıla Malik
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan