Öykü & Deneme

Eksik Saat

18 Mayıs 2023

Öykü: Eksik Saat | Yazan: Ertan Tunç

Bu duvara asılalı beri pasın kemirdiği bir çivi taşıyor beni. Pasın kemirmesi yetmiyor, bir de ben yük oluyorum. Canım çivi. Çividen başlayıp ayaklarımın altına doğru bir çatlak ilerliyor. Çividen mi sebep bilemiyorum. Yarısını sırtımda gizliyorum çatlağın. Kalan yarısına da ben gizleniyorum.

Ne kadar zamandır ıslak, sarı, yer yer yeşil duvarlı bu otel odasında olduğumu bilmiyorum. Bu işe yaramaz halimle kimseye görünmek istemediğim gibi, içimde kimseyi görme arzusu da yok. Tabii bu her zaman böyle değildi. Refik’in vaktiyle fiyakalı, içinde guguk kuşları olan, gösteriş meraklısı onca duvar saati arasından beni seçmesini, beni benim kadar basit bir gazete parçasına sarıp eve götürüşünü hatırlıyorum. Dükkân sahibi “Basit ama sağlam saattir” mi ne demişti. Sağlamım evet, on beş senedir pil değiştirme süreleri hariç çalıştım. Buradan hiçbir yere ayrılmadım. Refik belli aralıklarla gelip beni duvardan şöyle bir indirir, gerekli görürse pilimi değiştirir ardından tekrar çiviye asardı. Canım çivi, ne de yük oluyorum ona.

Refik otelin sahibiydi. Ses tonunu hiç bilmem, denk gelmedim konuştuğuna. Konuşuyordur elbet. Oteli var çünkü. Saatlere olan ilgisini her iki bileğindeki saatler ele veriyordu. Biri siyah öteki beyaz. İkisi de yanlış zamanı gösteriyordu. Siyahı beş dakika ileri, beyaz saat ise beş dakika geriydi. Sebebini çok düşündüm. Dedim; belki geçmişin geleceğini düşlüyordur canım Refik. Her ne kadar bileklerindeki saatler doğru zamanı göstermiyor olsa da dakik adamdı. Çok uyudu bu odada. Ve ben onu çok seyrettim. Hiç sektirmeden 7’de uyanır, masanın üzerindeki gözlüğünü takar banyoya yürürdü. Orada 12 dakika kalıp çıkınca 7 dakikada elbiselerini giyerdi. Sonrasında gelir 1 dakika boyunca karşıma dikilip odadan çıkardı ve ben yirmi dakika tutardım. Karşımda dikildiği o 1 dakika boyunca kendimi ayna gibi hissederdim. Aynaya bakar gibi bakardı Refik bana. Aynalara da saate bakar gibi bakıyor mudur acaba diye düşünürdüm bazen. Şöyle aynanın karşısına geçip bir iki saniye saate bakar gibi aynaya bakıyor mudur? O zaman aynalar ile aramda bir yakınlık, akrabalık hisseder ve Refik’i ayna karşısında hayal ederdim. Canım Refik, şimdi elleri ve yüzü arasına havlu sıkıştırmış, az evvel suyla dövdüğü yüzünü kuruluyor. Yüzüne böyle sert davrandığı için biraz kızıyorum ona. Sonra ellerini havluyla beraber yüzünden çekip aynaya bakıyor. Gözlerini bir yere odaklamaya çalışır gibi kısıp kısıp açıyor. Ardından sağ elinin işaret parmağını gözünün kenarında bir noktaya bastırarak “Şu çizgi” diyor “şu çizgi ne zamandır burada?”

“İlk defa iki sene evvel görmüştüm” diyor ayna.

“Peki, şu gözlerimde ki buzluk?”

Ayna çatlıyor, canım Refik çok zaman geçtiğini anlıyor.

Sonra bu düşümü düşünmeye başlayınca mevzubahis yıllar ise aynanın benden daha çok anlatacakları olduğunu anlıyorum. Bir ayna kadar geçmişe gidemem. Ben Refik’e saatlerden, dakikalardan, anlardan bahsederim, aynalar ise yıllardan, yaralardan…

Beri yandan burada uyuduğu geceler bir kez olsun bileklerindeki saatlere bakıp bana saygısızlık etmedi. Refik’in bu odaya bir kadınla girdiğini hiç görmedim. Bu, odadan ziyade Refik’le ilgili bir durumdu. Belki vakti yoktur, belki kadınlar ilgi alanına girmiyordur. Kim bilir? Belki de unutamadığı biri vardır ve bu birine hâlâ sadık kalmak istiyordur. Doğrusu bu durumdan çok şikâyetçi değildim. Refik’in mutlu olmasını tabii ki isterim fakat bu durumun Refik ile olan bağımızı zayıflatacağı düşüncesi, benimle, Refik’in mutlu olmasını istememin arasına mesafe koyuyordu. Aslına bakarsanız bazen böylesine bencilce düşündüğüm için kendimden utanıyorum. Yine de vazgeçemiyorum bu bencil isteğimden. Öyledir; bazen bile anlaya sürdürürsünüz yanlış bir şeyi. Diyeceğim o ki ilk senelerim bu bencilce arzumun dışında gayet keyifli geçti bu odada. Sonraları pek bir bulanık pek bir kederli. Ah bilseydim böyle olacağını, yelkovan ve akrebimi öyle çarçabuk koşturur muydum hiç. Durdurmaz mıydım zamanı.

Gülmenin bulaşıcı bir durum olduğunu biliyordum, ağlamak da öyleymiş, acı da öyleymiş, keder de…

Muhitim gereği zibilyon tane ve de haliyle çeşit çeşit insan gördüm. Duvardaki bir göz çok şey görebilir. Üstelik görünen şeyler bu gözün farkında değilse, her şeyi daha saf ve de ilkel görür. Yalnızlık sanrısı insanı özüne döndürür. Ve yine tahkik eyledim ki insan bunun dışındaki her durumda özünden uzaktır. Değişen sadece, insan ile öz arasındaki mesafedir.

Aylar süren bir gece.

Sonbahar gecelerinden biri. Dışarıdaki rüzgâr odanın içindeki çınar dalı gölgesine bir çocukluk katıyordu. Bulanık bir beyazın hâkim olduğu odaya bir kadın girdi. Kadının elinde yetmişlerden kalma bir valiz. Vücudunu yakaları beyaz, siyah bir mantonun içerisinde saklıyor. İnce uzun parmaklarını valizi yere bırakırken gördüm. Şahane görünüyorlardı. İlk defa bir valiz olmak istedim. Kadının gözleri yataktan başlayarak tüm odayı ezberlemek istercesine hareketlendi. Onun görüş alanına girdiğimde feci heyecanlandım, öyle ki duvardan düşecek gibi oldum. Gözleri benimle buluştuğu vakit durdu bir an. Öleceğimi sandım. İyi ki elim ayağım yok diye düşündüm. Onları nereye koyacağımı bilemezdim o an. Ardından odanın her noktasına değme arzusu içerisinde, kararlı bir şekilde bakmaya devam etti gözleri. Odanın her noktasına değecekti bu bakışlar. Parmak uçlarıyla başındaki eşarbın bağını çözünce yerçekiminin etkisiyle kısa, bukleli saçları omuzlarına birer öpücük kondurup tekrar yukarı çıktılar. Kadın, cesur adımlarla pencereye yöneldi. Yıllardır burada yaşıyormuş ve daha önce binlerce kez bu pencereyi açmış gibi rahattı tavırları. Hareketleri, üzerine düşünülmüş davranışlardan ziyade alışkanlığın getirdiği bir refleks edası taşıyordu. Odayı böylesine derin incelemesine bağladım bu hali. Sanki tavırları için elzem olan bir şeydi.

Kadının bu halini, birbirini ilk defa bu odada gören çiftlere benzettim. Bunlardan bazıları saatler boyunca gözleriyle birbirini tarar, parmak uçlarıyla birbirlerinin her hücresine dokunurlardı. İçinde yaşayacağı, bütünleşeceği kişinin her hücresini tanıma gayreti içerisinde olan bu çiftler ilerleyen saatlerde daha ateşli sevişmeler, daha kayda değer bütünleşmeler yaşarlardı. Öyle ki birbirlerini daha bir iki saat evvel gördüklerine inanamazdınız. Aksine, tanışıklıklarının yılları devirdiğine, hatta evli olduklarına pekâlâ kanaat getirebilirdiniz. Bütün bunları düşününce bu çiftlerin yapmaya çalıştığı şeyi, kadının odaya yaptığını düşündüm. Belki elleriyle değil ama bakışlarıyla odanın her hücresini tanımış ve böylece onunla bütünleşebilmişti ve yine bu sebeple sanki yıllardır bu odada yaşıyormuş gibiydi. İşin tuhaf tarafı ben de ona bir yakınlık duyuyordum. Yıllardır bu odada onunla yaşıyormuş gibi hissediyordum. Yine daha evvel aynı hareketi binlerce tekrarlamış gibi yatağın kenarına oturup şekli bozulmuş paketten bir sigara alarak dudaklarının arasına yerleştirdi. Sonrasında sigarayı yiyecekmiş gibi dudaklarıyla biraz daha içeri alarak dişlerinin arasında ezdi. Yakmak için elindeki kibrit ateşine eğildiğinde ömrümde gördüğüm en güzel boynu gördüm. Bana neler olduğunu bilmiyordum. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibiydim. Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Ta ki odanın kapısı tekrar açılana kadar.

Gelen Refik’ti. İçeri girip kapıyı arkasından usulca kapattı. Kadına baktığımda sigarasını söndürüyordu. Henüz bir iki nefes aldığı için küllüğe bastırınca kırıldı sigara. Sigarayı öylece bırakıp kalçasının yanından yatağa yavaşça iki kez vurdu. Kafamın içi arı kovanı gibiydi. Hiçbir şey düşünemiyordum. Daha doğrusu düşünmeye nereden başlayacağıma karar veremiyordum. Sadece izliyordum. Refik kadının işaret ettiği yerden biraz daha uzağa oturdu. Kadın başını öne eğmiş, tırnaklarındaki ojeyi yine tırnaklarıyla kazıyordu. Sonra duruşunu bozmadan konuşmaya başladı.

“Beni terk etti Refik. Başka birine âşık olmuş.”

Refik ellerini bacaklarının arasında birleştirmiş, gözlerini dizlerinden ayırmıyordu. Diz kapaklarından bütün geçmişini izliyor gibiydi. Halinden bir ince keder, kâğıt kesiği bir acı seziliyordu. Ses etmedi yine de. Bir ara başını kaldırıp kadına baktı. Kadın gözyaşlarının yere düşmesine engel olmak istercesine başını yukarı kaldırmış, göz çukurunda yaş biriktiriyordu. Refik başparmağıyla burnunun üstünden gözlüğünü düzeltip kadına daha derin bakmaya başladı. Bakışlarında kadının her hücresine dokunma arzusu seziliyordu. Sadece göz bebeklerini usul usul hareket ettirerek kadının her yerine bir ceylan ürkekliğiyle bakıyordu.

“Seni bekliyordum” dedi Refik sonra. Kısık, kadife bir sesle. İçerisinde zerre sitem ve nefret olmadan. Ardından ellerini bacaklarının arasından çıkarıp kadına dünyaya sarılır gibi sarıldı. Kadın, kafasını Refik’in göğsüne gömüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Refik kolundaki saatleri çıkardı; bileklerinin iç kısmıyla kadının ıslak yanaklarını silip onları avuçlarının içerisine alarak, yanaklarını okşar gibi öptü.

Sonra neden Refik, yelkovan ve akrebimi söktü bilmiyorum. Bileklerinde de saat görmedim bir daha ve düşlemedim onu aynalarla. Bunların hiçbiri için ona kızamadım. Belki de artık zamanın hiçbir önemi yoktu.
 
 
Ertan Tunç
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan