O günün akşamı; kantinci Rüstem iş bitimi hastaneden çıkar çıkmaz bir şekerciye uğradı. Bir külah akide şekeri aldı ve cüzdan cebinde rahat rahat uzanan benimle birlikte mütevazi evinin yolunu tuttu. Rüstem eve girer girmez daha ev ahalisine bir merhaba bile demeden yaşlı, tonton sonradan…
Şimdi uzun beyaz bir koridordayız. Hâlâ doktorla beraberim. Koridor boyunca ilerliyoruz. Birine seslendi, konuşuyorlar; “Biliyorum gecikti, affet” dedi ve beni diğerleriyle birlikte, muhtemel seslendiği kişiye teslim etti. “Önemli değil, daha da gecikebilir.” “Hayır, anlayışın için teşekkürler, bir dahaki sefere kadar yüzümüz olsun istemeye.” Diğer…
Öyle yorgunum ki… Tam iki yıldır gezmedik kapı bırakmadım. Binlerce hikâyenin ardından nihayet evimdeyim. Yeniden doğmak için elbette. Size izleyicisi olduğum üç insan manzarası aktaracağım. Bu üç manzara bana nasıl kendimi buldurduysa size de yeniden kendinizi anlama ve dinleme fırsatı yaratabilir. Bu sizce de…
“Akıl kıl üstünde” derdi ninem. Böyle söylerken; deli ve akıllı arasındaki o her an karşı tarafa geçmeye müsait incecik eşiği mi, yoksa çaresizliğin akıla aldırdığı uzun ince yolu mu kastettiğini hiç bileme(z)dim. Fakat bunca olan bitenden sonra tek bildiğim; zamana yayılan çaresizliğinizle baş etmenin…
Toplamaya çalıştıkça dağılan, dağıldıkça umuda yaslanan, kırık kanatla da uçabileceğine inanıp, kendini yola adayanlar… İşte bu öykü sizler için yazıldı. Geleni gideni eksik olmayan bir köyde yaşardık biz. Sırtına çantasını vuran köyümüze gezmeye gelirdi. Eh köyümüz de güzel yerdir hani. Biz bilemeyiz ama; fi…
Daktilonun tik takları yorgun bedenine ninni gibi geldi, içi geçmek üzereyken; “Şuraya bir bilgisayar lazım, unutmadan almalı” diye düşündü. Oturduğu koltuğa, minicik ayaklarını zayıf bedenine çekerek kıvrıldı. Uyku serin ve gailesiz kollarıyla işte oradaydı, itirazsız teslim oldu. Düşünde uzun yıllar öncesine ait bir hengamenin…
Keşkelerin efendisi bizi buraya tıkalı tam yirmi yıl oldu. Oysa buraya, bu güneş görmez karanlık yere tıkılmadan önce birer gezgindik. Şikayetçi değiliz aslında. Bir kere çok arkadaşımız var. Çoğu zaman ne dediklerini, nelerden bahsettiklerini tam olarak kavrayamasak bile sayelerinde güzel zaman geçiriyoruz. Sanırım dünya…
İçinin kıyıldığı, ruhunun bunaldığı, keşkelerin hiç adetin olmamasına rağmen boğazına sarıldığı bir gün, at kendini doğanın kucağına. Denize açılan bir sokak bul. Acelesiz ve yalnız yürü; seni önce sesi, sonra silüetiyle karşılayan suya selam dur. Sonra uzan yüzüstü kıyıya, taşların birine ya da kumlara…
Martan’ın Sepeti; gerçeğin kıyısında oturup düşleri yakalayanlara, arada bir bile olsa kendini yalnız hissedenlere, inandıklarından korkmayanlara, çocuklara, kalplerinin köşesinde hâlâ bir çocuğu yaşatabilen cesur büyüklere armağan olsun. Kardeşim doğduğunda henüz beş yaşındaydım ve babamın bitmeyen işleri, annemin katlanan sorumlulukları yüzünden yalnızca pabucumun değil, pabucumla…
Her şeyin ayrı ayrı, ilmek ilmek örülüp hazırlandığı ve bunun cennet olarak lanse edildiği bir hayatınız, vazgeçtim!!! bir gününüz oldu mu? Ben otuz yılımı böyle yaşadım. Ölüm hariç tek bir sapmanın bile olmasına izin verilmeyen otuz kocaman yıl. Babamı çok erken kaybettim. Annem öldüğünde…