Kendime nasıl bir isim bulacağımı bilemedim, size bıraktım. Siz tüm olanları okuyunca bana nasıl bir isim bulacağınıza karar verirsiniz artık. Fakirliğin kokusunu bilir misiniz? Ağır ve hüzünlüdür. Ekşimiş maya, gölgede kurumuş çamaşır, küflü peynir gibi kokar. Üstelik ne kadar temizlenip paklansan çıkmaz o koku……
Kuşlar ve ruhlar sonsuzluğu kucaklamak için kanatlar taşır. Biz de bir zamanlar iki güzel kanada sahiptik. Onlar gibi değildi belki taşıdığımız kanatlar, biz yeryüzü hallerini davetkârlıkla kucaklamak için vardık. Üzerimizde, yumuşatılmış kuşaklarla kenetlenmiş ve damarları boyunca bıkmadan usanmadan birbirini takip eden, tamamlayan, saran imgeler…
Her gün en az kırk, elli kişi bakar bana oysa tam yüz elli yaşındayım. Ne kafalar gördüm ben ve o kafaların üzerinde ne gözler, ne saçlar, ne bıyıklar, ne kaşlar, ne yanaklar, ne dudaklar… Böleee bakarlar bana… Kendilerinden bir iz, onlara ait bir dokunuş,…
Üniversitede ilk öğrendiğim bilimsel veri gözün bin yıllar süren rejenerasyonu sonucunda en çok yeşil rengin tonlarını ayırt ettiğiydi meselâ. Çok etkilendim; kendi kendime arkadaş ihtiyaç gerçeği doğurup geleceği planlıyor doğruymuş dedim. Demek avlanmak karnını doyurmak için bile olsa imkansız seferber olabiliyormuş gibi bir sonuca…
Benim adım Rû* Evinizde, işinizde, aşınızda ve dahi aşkınızda, sevdiklerinizin gözlerinde, sevgisizliğinizde, sevgisizliğe mahkum ettiklerinizin gizlerinde, bin türlü sırrınızı gömdüğünüz unutulmuş çekmecelerinizde yaşarım. İşlediğiniz günahların kalbinizi vuran kara dikeniyim. Bir tek gözyaşınızda barınamam… Bazen bin bazen bir olursunuz, görürüm, Rû’yum ben… Siz beni göremezsiniz,…
Ağzıma kadar doluyum, içine zaman tıkılmış, basılmış ne kadar asım takım varsa taşımaktan dikişleri sökülecek valiz gibiyim. En iyisi zaman gelmeden minareden at beni. Dur,dur, dur! Ya da durma! Koş!!! İn aşağıya ama sakın tutma beni. Ben kendimi tutarım. Tutamazsam da nasılsa minareden düşerken…
Bir zamanlar toprakların birinde birbirini çok seven fakat hepimizin bin yıl geçse de unutmayıp, tahmin edeceği sebeplerden kavuşamamış iki aşık varmış. Herhalde kavuşmaya doyamadıklarından “Ölüm bizi ayırana kadar” yemini edemeyeceklerini anlayınca sonsuzlukta kavuşmaya karar vermişler. Kendileri gibi iki arada bir derede; hem kendinden bir…
Hatırlayarak başlarız hayata ve hatırlayarak devam ederiz. Babamızda yaşarken bir anne bulmamız gerektiğini hatırlarız. Annemizdeyken ise hayata tutunmak için gerekenleri düşlerle süsleyerek dokuz aylık uykumuzda hatırlarız… Sonra ciğerlerimize değen ilk oksijenle nefes almamız gerektiğini hatırlarız. Büyürken gördüklerimizi, yaşarken kanatlarımızı açmamız ve daha yükseğe çıkmamız…
Kışa angaje olmuş sonbaharın sonu Kış ise ilkbaharla olan angajman şartlarını yerine getirmek adına beyaz örtüsünü çoktan tepelere birer birer serdi bile. Ben, sakin sessiz evimde, sıcacık sepetimde uyuklamaktayım. Bu evde olup bitenlerin hiçbirine benimle ilgili olsalar bile dahil olmuyorum, taraf da değilim. Yalnızca…
Son geçişle bugün arasında altı dolunay vardı. Açlık ve çaresizlik inatçı bir bit gibi, eprimiş ve ters yüz edilmiş gömleğinin yaka dikişlerine kadar yerleşmişti. Kuşlara bile saklanacak çalı doğurmayan ağaçsız ve kurak iklim bize ekmek parasını başka nereden verecekti, diye düşündü. Sarma sigarasını yaktığı…