Ay Işığı Yolcusu

Dönüşüm | Gregor Samsa Olmak

16 Nisan 2019

Yazı: Dönüşüm | Yazan: Atakan Balcı

Doğuştan mı farklıydı, sonradan mı oldu? Bir böcek miydi dönüştüğü, yoksa insanlar mı böceği görüyordu yalnızca? Evet, Franz Kafka’nın ünlü romanı “Dönüşüm”ün baş kahramanı Gregor Samsa’dan söz ediyorum.

Gerçeküstü mü? Gerçek mi?

Birçok okurca, gerçeküstücü bir roman gibi görülebilir, ezberlerini kırabilir ve kendi çıplak gözleriyle “adlandırabilirlerse” eğer tabii. Ancak, işin gerçeği, tamamen varoluşsal bir buhranı anlatan bu romanda anlatılan dönüşüm, aileden başlayıp tüm toplum eliyle yapılan bir gerçekliği anlatmaktadır. Peki nasıl? Nasıl? İşte bu, önemli bir soru.

Nasıl?

Çocuklar annelerinden tabula rasa (boş levha) olarak doğmazlar bana göre, bu çok ortada bir durum. Peki, Gregor Samsa’nın durumu? Bir sabah uyanır ve kendini, hala kendi boyutlarında fakat bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. Ve trajedi (?!) başlar.

Peki kime göre trajedi, neye göre trajedi? Nasıl sorusu için ön açan sorular bunlar da. Nasıl dönüştü koskoca insan bir böceğe, kimin eliyle, hangi güçle? Böceğe mi dönüştü, içindeki öze mi döndü? Böceğe gerçekten dönüştü mü? Sıradan ve algıları çerçeveli insan gözleri böcek mi gördü yalnızca onda. Gregor Samsa gerçek varlığını görüyor muydu peki? Ailesinin ve aile özelinden yola çıkarak toplumsal “yığın”ların (toplum değil, yığın) bakışı karşısındaki yoğun empatisini mi dinliyorduk biz onun sesiyle yoksa? Peki nasıl? Yine de nasıl ve kime göre, neye göre?

Kendine Karşı Rol

Gregor Samsa, içinde yaşadığı yığının etkisiyle, kendini görmezden geldi; daha önce de bir insan değildi yığının algıladığı ve baskıladığı biçimiyle. Bir krizalitti, dönüşüm durumundaydı; zorlu evreleri aşan bir krizalit.

Bu evrelerden biri, belki başlarda, görmemek durumu, hayal ülkesinde yaşamaktı. Fakat düş gücünü tetikleyen romanlar (ki, Jules Verne öneririm ilk aşamalarda özellikle) kendine ulaşan yolculukta onu itekleye itekleye hızlandırdı ve kendiyle ve yığınla yüzleşeceği zorunlu noktaya ulaşmasına daha sağlam ve güçlü varmasını, varabilmesini sağladı.

“Bu güçlü biçimi mi?” diyorsanız, daha derinlemesine düşünmenizi öneririm öncelikle. Diğer olasılığı, düş gücünün yeterince gelişmediği ve yığınsal gerçeklikle bu görece daha sığ biçimiyle yüzleştiğini düşünün. Ve tabii ki, değişmeceleri/mecazları aşmalısınız, romanın sonunda gerçekleşen olay (ki, kesinlikle söylemeyeceğim romanın sonunu) kim için ne ifade ediyordu gerçekte?

Burada bir trajedi var ama, romanı okuduğunuzda daha iyi göreceksiniz söylediklerimle kastımı, trajedi gerçekte, ulaştığı nokta itibariyle kimin trajedisi? Görünen belli ve çok açık. Ama gerçeği görebilmek için, sanırım, bazen görüneni tersine çevirmek gerekiyor.

Marjinalite

Tabii, Kafka’dan, Bachelard’dan, Sartre’dan söz eden; hatta gerçekten bazıları kitaplarını da ya da kitaplarından birer ikişer okumuş veya “okur gibi yapmış” olan yığınlar var bir de. Daha çok “aforizmacılar” diyebiliriz bunlara sanırım. Kendilerini “marjinal” görmeyi seven, fakat yığınların “Samsa” gibilere yaptıklarını kendi içlerinde yine “Samsa” gibilere yaptıkları farklı “yığın”lara dahil olan bireyler. “Yav he he” lafzını çok duyarız bu gibilerden. Marjinalmiş; Ece Ayhan’ın ruhuna hakarettir bu özgün yığınlara marjinalite atfetmek.

Aile

Asıl sorun, sorunun temeli, ailelerden başlıyor tabii. Bireysel varoluşabilme gereksinimi, kendi gibi olma isteği bir yana; ailelerin çocuklarına onların “iyiliği” adına ısrarlı ve sürekli olarak yaptıkları özsel kötülük çok tehlikeli ve bir çok “Samsa”nın yaşadığı krizalit dönemini uzatan ve acılı kılan da işte bu kötülüktür.

Ailelerin Kafka’dan “Dönüşüm”ü okumalarını dilerdim ama işe yarar mı tümü için emin değilim. “Marjinalite” başlığı altındakiler çok önemli bu noktada. Kendilerini de yazıklayıp kendi yaptıklarını görmezden gelecektir çoğu çünkü.

En fazla, krizalit biçiminde kaskatı kesilmesine neden olur aileler bu baskı ile, çocuklarının veya kendilerinin mutluluğuna değil. Sonunda birileri ferahlayacaktır bir olasılıkla ama kim ve nasıl? Nasıl?

Niçe’nin (Nietzsche) sözü sık sık kulaklarımda çınlıyor, Samsa için de; “Ben bu kulaklara göre ağız değilim.”

Atakan Balcı

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

2 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 16 Nisan 2019 at 21:30

    Franz Kafka’yı Dönüşüm’ü yazmaya iten sebebin; babasının bir mektubunda, Franz’ın aile işlerini devralmamasından ötürü sorumsuzluğunu ve onu başkalarının sırtından geçinen bir böcek gibi gördüğünü yazması, diye okumuştum bir yerlerde. Böcek olursanız en yakınlarınız, aileniz bile sizi sevmeyi bırakır…
     
    Kafka’nın hayatını daha detaylı inceleyince zaten baba-oğul arasındaki bu gerilimin ömür boyu sürdüğünü, ikisinin de birbirlerini oldukları gibi kabul edemediklerini görüyoruz. Franz, Gregor Samsa’nın tersine, sosyal hayatın zorunlu kıldıklarına ömrü boyunca direnmiş. Elbette bu direniş kolay olmamıştır. Toplumun genelinden farklı olmak birey için ne zaman rahat bir yaşam şekli olmuştur ki zaten? Dönüşüm Kafka’nın tüm bu rollere isyanı bence…

  • Yanıtla Ahu Kınay Zabun 18 Nisan 2019 at 10:54

    Çok güzel ifade etmişsiniz. Toplumun ve ailenin bu köhne varoluş hali günümüzde de devam ettiği için öykü hala güncelliğini korumaktadır. Sistemin size çizdiği çizginin dışına çıktığınız anda toplumun geri kalanının gözüne bir böcekten farkınız olmadığını iyi bir anlatıcı özelliği ile biz okuyucuya başarılı bir şekilde aktarmış Kafka.

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan