Cadı Kazanı

Aralık Bir Ay, Aralık Bir Yaşam

13 Nisan 2020
Öykü: Aralık Bir Ay, Aralık Bir Yaşam | Yazan: Didem Çelebi Özkan
Sonbahardan Kalma Bir İstanbul Sabahı

Yılın en soğuk zamanlarının olması gereken aralık ayında, bulutların arasından zaman zaman kendini gösteren güneş, kısa süreliğine de olsa insanın içini ısıtıyordu o sabah. Kış güneşinin keyfini doyasıya çıkartamadan apansız bastıran ani bir yağmur ve gri bulutlarla kararan sema tam “Karanlık bir gün olacak galiba” diye düşündürürken kasvetli gökyüzü bir müddet sonra bulutların arasından yalabık ışıltılar saçan güneşle bir kez daha aydınlandı. Gökyüzüne bakıp; “Dalga geçiyor olmalısın” diye düşünen Muhittin için sıradan bir iş seyahatinin başlangıcı böyle bir güne denk gelmişti işte.

Günlük programı yeterince sıkışık değilmiş gibi iki günlüğüne İzmir’e gitmesi ve şehirde birkaç seminerle bir akşam yemeğine katılması istenmişti. Son dakikada bildirilen bu gezi sebebiyle elindeki acil projeleri iş arkadaşlarına devrettiğinde bölümde küçük çapta bir curcunaya neden olmuştu.

Sürekli değişen gökyüzünün altında, şehre geri döndüğünde artacak iş yükünü düşündükçe içi iyice sıkılıyor, bir açıp bir kapadığı şemsiyesinden damlayan sular pantolonunu ıslatıyor, güneş dalga geçer gibi gözüne giriyor, yağmurdan dolayı yakalarını kaldırdığı paltosu boğulacakmış gibi hissetmesine neden oluyordu ki beklediği vasıta sonunda geldi.

Orta sınıf bir otobüstü gelen araç.

“Ne bekliyordun ki?” diye kendi kendine söylenerek basamaklara yöneldi. Birlikte seyahat edeceği iş arkadaşlarıyla selamlaşarak ilerlediği koridorda iki koltuğu da boş bir sıra bulup pencere kenarına oturdu. Kulaklıklarını çıkartıp minik hoparlörleri kulaklarına yerleştirdikten sonra beş saat sürecek yolculuk için hazırladığı müzik listesini telefonundan açtı.

Alanis Morissette’nin Ironic isimli parçası otobüsün hareketiyle aynı anda çalmaya başladı. Kendini aracın deviniminin keyif veren sarsıntısına bırakmış, müziğin sakinleştirici etkisi dalga dalga bedenine yayılırken gideceği şehirde toplantılar haricinde neler yapabileceğini düşünüyordu ki liseden eski bir arkadaşının birkaç sene önce iş sebebiyle İzmir’e taşındığını hatırladı. Mezun olduklarından bu yana hiç görüşmemişlerdi. Zihninden kısa bir hesaplama yaptı ve “25 yıl” diye geçirdi içinden. Fakat 21. yy’ın zaman ve mekan uzaklığını yok eden sosyal medyası sağ olsun, bir şekilde temas halinde kalmışlardı.

Sıkıcı geçmesi muhtemel bu angarya seyahate belki bir nebze de olsa keyif katabilirdi eski bir dostu görmek. Aklına gelen bu fikirle çok da üzerinde düşünmeye gerek duymadan telefonundan Instagram’ı açıp kısa bir mesaj yolladı:

“Bahar merhaba;

İzmir’e geliyorum bugün. İki gece kalacağım. Gündüz toplantılar, bu akşam da bir yemek var katılmak zorunda olduğum fakat yarın beşten sonra boşalıyor programım. Vaktin varsa bir kahve içelim mi?”

Mesajı yollamasıyla ilk başta hissettiği heyacan da kayboldu. Aynı şehirde yaşayan insanlar bile birlikte bir kahve içebilmek için günler öncesinden programlarını ayarlamak zorundaydı günümüzün koşuşturması bol dünyasında. Böyle son dakikada bildirilen bir buluşmayı Bahar istese bile kesin ayarlayamayacaktı. Umutsuzca Instagram’dan çıktı.

Bahar’ı düşündü bir süre.

Özgür ruhlu, ilginin merkezinde olmayı seven, neşesi ve aksiyonu hiç dinmeyen bir genç kızın hayali belirdi zihninde. Dimağında oluşan görüntüyü bugünle karşılaştırmak istercesine yeniden telefonu eline alıp Bahar’ın profilini açtı. Hayata sıkı sıkıya bağlı insanların o yaş almayan halleri vardı Bahar’da. Fotoğrafları arasında gezerken, “Sanki hâlâ o 16-17 yaşlarındaki genç kız” diye düşündü Muhittin. “Hatta belki de daha güzel. Yok yok, kesinlikle daha güzel.”

Yakın arkadaşlardı lise yıllarında. Sonrasında farklı üniversiteler, farklı kariyerler, farklı hayatlar… Kopmuşlardı birbirlerinden. Aralarında bir sevgililik durumu olmamıştı hiç; gene de Muhittin genç kızın narin fiziğinin her zaman hoşuna gittiğini muzip bir utançla hatırladı.

Hiç evlenmemişti Bahar. “Doğru karar. Zapt edilemez ruhu evliliğin duvarlarına çarpa çarpa sonunda paramparça olurdu kuşkusuz” diye düşündü Muhittin.

Yüzünde bir gülümseme kadının güncel fotoğraflarına bakarken uygulamanın Doğrudan Mesaj bölümünden bir bildirim geldi. Merak ve anlamlandıramadığı bir heyecanla açtı mesajı.

“Kahveyi sen iç. Ben şarap içeceğim 😉”

Muhittin gelen mesajı yanıtlarken ekrana gülümseyerek bakıyordu.

“Ben de şarabı tercih ederim de öyle desem ‘Adam içmeye geliyor’ diye düşünebilirdin.”

“Ne deli adamsın ya 😉 Tamam o zaman şarap. Benim evin yakınlarında harika bir şarap evi var, konumunu atarım. Yarın gün içinde saati yeniden konuşuruz. Telefonun yok bende, onu da yaz lütfen.”

Bu kadar basit. Sanki daha dün liseden mezun olmuşlarcasına içten.

Gelen cevapla Muhittin’in ruh hali tamamen değişmiş, usandırıcı olacağını düşündüğü gezi şimdi bambaşka bir hikayeye dönüşmüştü. Esrik bir heyecana kapılmamış olsa da şu kısacık mesajlaşma ruhunda büyük bir yangına dönüşebilecek ilk kıvılcımı yakmış, varlığını dahi unuttuğu duyguları -kendisi onları henüz anlamlandırmak istemese de- bedenininde hüküm sürmek üzere harekete geçmişti.

Meslek hayatının ilk yıllarındaki muhteris, uluslararası dergilerde makaleleri yayınlanmış akademisyen, son yıllarda atalet içinde bir öğretim görevlisine dönüşmüş; başarıya duyduğu hırs, yaşama karşı tutkusu yıllar içinde kerte kerte solmuştu. Kimi zaman bilim insanı tabiatı içindeki Oblomov1‘u alaşağı etmeye teşebbüs etse de kazanan hep miskin aristokrat oluyordu.

Günü yaşamak yerine harcıyordu Muhittin. Kendi de farkındaydı durumun da savrulan ruhu tutunacak bir dal bulamıyordu kurduğu yaşamda. Meczubu olduğu mesleği eziyete dönmüş; özel hayatı özel olmaktan çıkıp sorumluluklar listesine dönmüş; Muhittin’ten geriye bir gölge ruh kalmıştı.

Ne olmuştu da geçmişten gelen bir kadının -zihni hemen düzeltti; “geçmişten gelen bir dostun”- yolladığı bir mesajla kalbi çoktandır unuttuğu bir ritimle döndürmeye başlamıştı kanını? Nedamet içinde kınadı kendini bu yersiz heyecanından ötürü. Fakat hemen ardından kendi kendini aklamak istercesine “Kendimi özledim. Önünde sonsuz ihtimali olan ve ve başarılı bir gelecek inşaa edeceğine inanan lisedeki o genç adamı. Bahar bana o adamı hatırlatıyor sadece” diye itiraz etti bir önceki yargısına. “Bir dostla içilecek birkaç kadeh şarap ve eski günleri yâd edecek olmanın hevesi sadece üzerimdeki bu haller” diye devam etti, itiraz edecek iç sesini susturmak istercesine.

Zıt düşüncelere bölünmüş zihni arkadan gelen “Bir çay içelim Şoför Bey uygun bir yerde” cümlesiyle âna döndü.

Birkaç dakika sonra yol üstü dinlenme tesislerinden birinde durduklarında “çay” kisvesine sığınılan sigara molasından yararlanmak amacıyla o da meslektaşlarıyla beraber otobüsten indi. Birileriyle sohbet etmekten ziyade kendi zihniyle baş başa kalmak istediğinden çayını aldıktan sonra gruba mesafe koyacak şekilde dışardaki masalardan birine yerleşti.

Ard arda içtiği sigaralar eşliğinde sorgulamaya devam etti hislerini. Bir süre sonra her duygusunu anlamlandırmaktan yorgun düştüğünde; “Belki de sorunum bu; her şeyi fazla irdeliyorum. Bahar’ın yarın akşamki buluşma için bu kadar kafa yormadığına eminim” deyip düşünceleri işkence noktasına geldiği her seferde yaptığı gibi çarpım tablosunu tekrar etmeye başladı. Otomatiğe bağlanmış tablonun sayımı düşüncelerinin akışını kesmeyince Fibonacci dizisine2 geçti. Neyse ki şoför hareket vaktinin geldiğini söyledi de zihinsel girdabından çıkıp otobüse doğru yürüdü.

Yolculuğun son iki saati de içsel hesaplaşmalarla devam etti. Kalacakları otele vardıklarında kafileyle birlikte otobüsten inip el bagajını yanında sürükleyerek ön bürodaki bayan elemanın karşısında yerini aldı. Sıra kendisine geldiğinde herkesten çok belki de kendini şaşırtan bir taleple sigara içilebilen bir oda istedi. Yılların sigara tiryakisi olmasına karşın bugüne kadar kaldığı hiçbir otelde böyle bir istekte bulunmamıştı. Kapalı alanda sigara yasağı ülkeye geldiği günden beri bunun talep edilemez bir istek olduğuna karar vermiş, böyle bir istemde bulunmak yerine canı her sigara içmek istediğinde odasından çıkıp sigara içecek bir yer aramış, cüretkar günlerinde ise odasının camını açıp yarı beline kadar sarkarak içmişti sigarısını.

Bugün onda vardı bir haller.

Resepsiyon görevlisi beklediğinin tersine arzusunu son derece sıradan karşılayarak sigara içilebilen bir oda ayarladı. Herkese anahtarları teslim edildikten sonra profesör, doçent ve diğer öğretim görevlilerinden oluşan seminer ekibi yarım saat sonra öğle yemeği için otelin restoranında buluşma kararı alıp odalarına yöneldi.

Sabahki duşun ardından henüz birkaç saat geçmiş olmasına rağmen bedeninden ziyade zihnini ılık suyun altında temizlemek istercesine kendini duşa attı Muhittin. Bahar’ı düşünmeyi bırakıp seminer konuşmasının ezberini geçirdi aklından. Bir nebze olsun rahatlamış olarak çıktı banyodan. Bir sigara içip yeniden giyindi ve restorana indi.

Gün toplantılar, ateşli tartışmalar ve uzun bir seminerin ardından yenilen yemekle noktalandı. Yemek sırasında aldığı dört kadeh rakının ardından yanında getirdiği viskiyle içmeye devam etti odasında. Bu da onun tek zaafıydı. Alkolik değildi fakat akşamdan akşama demlenmelerinin tehlike çanları çaldıracak miktarda olduğunu görmezden gelmeyi tercih ediyordu. Planladığından çok farklı bir noktaya savrulan hayatına katlanmasını sağlayan ve ortalamanın üzerinde gri maddeye sahip beynini susturmanın yegane yoluydu alkol.

Gün boyunca sıklıkla yaptığı gibi Bahar’dan herhangi bir mesaj var mı diye yeniden telefonunu kontrol etti. Yoktu. Ne olacaktı ki?! Kadın “Yarın yeniden konuşuruz” dememiş miydi? Neyin mesajını bekliyordu Muhittin? Kendine kızdı bir kez daha. Saçmalamayı kesmeliydi. Birkaç hücre daha öldürmek istercesine büyük bir yudum aldı içkisinden.

Ertesi Sabah

Şakaklarındaki zonklama ve telefonun alarmı aynı ritimde vuruyordu. Söylenerek telefonu susturdu. Ana ekrana döndü ve kendine dahi ne yaptığını itiraf etmeden, mesaj var mı, diye şöyle bir göz gezdirdi. Hiçbir şey yoktu. Evden bile…

“Otomatik pilota bağladığım yaşamımda bir gün daha” diye düşünerek yataktan kalktı. Banyoya yöneleceği sırada, önce bir ağrı kesici içmesinin sabahı daha kolay atlamasına yardım edeceğine kanaat getirdi.

Dayanabildiği soğuklukta suyun altında bir süre öylece durdu. Güne hazırdı işte. Pilot devreye girmişti.

Giyindi. Kahvaltıya indi.

Sadece iki toplantıya katılacaktı bugün. Öğleden sonra bitmiş olurdu buradaki görevi. Akşam ise -eski bir dostla diye yeniden uyardı zihni- keyifli bir gece onu bekliyordu.

Keyifli olacak mıydı acaba? Bahar’ı yıllardır görmemişti. Bıraktıkları yerden başlayacaklarını nereden çıkarıyordu? 40’lı yaşlarda, hiç evlenmemiş, o her şeyi çok bilen kadınlardan birine de dönüşmüş olabilirdi Bahar. Birden yüreği sıkıştı. Yoksa kendine bir işkence daha mı yaratmıştı? Kabus gibi bir gece onu bekliyor olabilir miydi? Öyle bir durumda kalırsa ertesi gün yola erken çıkacaklarını bahane edip vakitlice ayrılırdı kadının yanından. Bu çözüm iç sıkıntısını bir nebze olsun dindirdi.

Öğlen beklediği mesaj telefonuna düştü.

“Saat yedi uygun mu senin için?” diye soruyordu Bahar. Uygun olduğunu yazdı. Öğleden sonra biraz odasında oyalanırdı ya da şehirde gezerdi artık, yapacak bir şey yoktu; belli ki Bahar yediden önce müsait olmayacaktı.

Telefonuna düşen konuma göz attı. Otelden şarap evine giden rotayı 20 dakika olarak gösteriyordu harita uygulaması. Kafasında bu süreyi not ederek güne devam etti.

Toplantılar bittiğinde otele dönmedi. Odaya giderse içeceğini biliyor, Bahar’ın yanına ise alkollü gitmek istemiyordu. Taksiye bindi. Şoföre “Kordon” dedi.

Aralık ayında olmalarına rağmen deniz parlak bir güneşin altında masmavi selamlıyordu kordon boyunca yürüyenleri. Sıra sıra dizilmiş cafelerden birine geçip denizi görebileceği bir masaya oturdu. Kahvaltıdan bu yana bir lokma girmeyen midesini 500 gr dana antrikotlu bir menüyle ödüllendirdi. Ve elbette dayanamayıp bir kadeh de kırmızı şarap istedi.

Zihninden rahatsız edici en ufak bir düşünce geçmesine izin vermeden manzaranın keyfini çıkartarak yemeğini iştahla bitirdi. Yemek sırasında içtiği bir kadeh şarabın üstüne bir kadeh daha sipariş etti. Saate baktığında altıya gelmek üzere olduğu fark ettiğinde kadehini tek yudumda bitirip taksiyle otele döndü.

Hızlı bir duşun ardından altıyı yirmi geçe takside Bahar’la buluşacağı cafeye doğru yol alıyordu. Uygulamanın öngördüğü gibi 20 dakikada şarap evine vardı. İçeri girerken “Ben geldim” diye Bahar’a mesaj attı.

Kapıdan içeri girdiğinde içerdeki tüm masaların dolu olduğunu gördü.

Daha ilk adımda işler ters gitmeye başlamıştı bile. Garsonu çağırıp iki kişilik bir masa ayarlayıp ayarlayamacağını sordu. Genç adam konuklarından birini kalkmak üzere olduğunu, kısa bir sürede masayı ayarlayabileceğini söyledi.

Muhittin beklerken cafenin bahçesine çıktı. Güneşin çekilmesiyle hava serinlemişti. Yapraklarını dökmüş huş, ıhlamur ve çınar ağaçlarına göz gezdirirken yazın bu bahçenin ne kadar hoş gözükebileceği geçti zihninden.

Terastaki masalardan birine ilişti. Bahar gelene kadar bir iki sigara içebilirdi açık havada. Eğer Bahar sigara içmiyorsa bu bahçeye çıkma hareketini, kadını içerde tek başına bırakarak, gece boyunca birkaç kere tekrarlamak zorunda kalacaktı. Ki büyük ihtimalle Bahar sigara içmiyordu. Son yıllarda herkes sigara karşıtı olmuştu. Masadan sigara içmek için her kalktığında kadının kınayan bakışlarını kendisine fırlatacağından emindi. İçi yeniden sıkıldı.

İkinci sigarasını içiyordu ki Bahar’dan mesaj geldi:

“10 dakika sonra oradayım. Senin için de uygunsa dışarda oturabilir miyiz?”

Saatine baktı yediye on vardı. Acaba tam da dediği saatte gelebilecek miydi? Kadınların dakiklik konusunda çok da hevesli olmadığı aşikâr olduğundan şüpheyle yaklaştı. Fakat mesajda umut verici bir ayrıntı vardı. Bu havada dışarda oturmak istediğine göre kesin Bahar da sigara içiyordu.

İçerde, tıklım tıklım bir salonda, zar zor masa ayarlamaya uğraşmak yerine dışarda Bahar’la baş başa oturabilecek, gece boyunca rahat rahat sigarasını içebilecekti. Elindeki sigarayı söndürüp içeri geçti. Garsonu buldu; karar değiştirdiğini söyleyip dışarda bir masa ayarlanmasını rica etti. Biraz önce oturduğu köşenin hemen üzerindeki ısıtıcılar açıldı.

Muhittin şarap siparişini vermeyi, hatta Bahar gelene kadar bir kadeh içmeyi istiyor olsa da arzusuna ket vurup kadını beklemeye karar verdi.

Zaman sinir bozucu şekilde yavaş akıyordu.

Sonunda yediyi beş geçe Bahar bahçe kapısında göründü. Yüzünde kocaman bir gülümseme, seri adımlarla Muhittin’in yanına geldi. Aradan onca yıl geçmemişçesine sıkıca sarıldı Muhittin’e. Bir yandan da “Yaa hiç değişmemişsin Muhittin, inanılır gibi değil” diyordu.

Muhittin kollarının arasındaki kadını nasıl tutacağının şaşkınlığında biraz gergin “Asıl yıllar seni zaman kapsülünde tutmuş” diyebildi. Bahar içten bir kahkaha ile geri çekilip karşısındaki sandalyeye yerleşti.

“Kusura bakma bu havada dışarda oturmanı rica ettim. Tüm dünyanın aksine ben sigara içmeyi bırakamadım ve sohbetin ortasında sigara molası için dışarı çıkmaktan nefret ediyorum.”

“Sorun değil. Hatta tersine. Ben de içiyorum ve açıkcası sen içmiyorsan sıkıntı olacak diye düşünüyordum.”

“Muhittin yaa ne bu gerginlik, sanki dün tanışmışız gibi.”

Kadın hafifçe koluna vurdu Muhittin’in. Bu kadar içten bir davranışla karşılaşmak Muhittin’i iyice ne yapacağını bilmez bir hale soktu. Rahatlamaya ihtiyacı vardı. Zorlayarak da olsa gülümsemeye çalışarak; “Eee ne içiyoruz?” diye sordu.

“Ne mi içiyoruz? Elbette şarap” derken Bahar gülümsüyordu.

Muhittin garsonu çağırdı, şarap menüsünü istedi.

Gelen menüyü Bahar’a uzatıp “Rica etsem seçer misin?” diye sordu. Maço tavırlardan bıkmış olan kadın, bu davranış karşısında eski dostuna sevgiyle bakıp menüyü bakma gereği dahi duymadan müdavimi olduğu cafenin en sevdiği şarabını söyledi; Sarafin Chardonnay.

Bahar’ın “Kırmızıyı çok sevsem de migrenimi tetikliyor. Senin içinde uygun mu beyaz?” sorusunu Muhittin bir baş işareti ile onaylaydı. Garsonun siparişlerini getirmek üzere yanlarından ayrılacağı sırada Muhittin yemek menüsünü rica etti. Kendisi aç olmasa da yedide buluşulduğunda yemek yenilmeliydi. Bahar geç yediğinin ve tok olduğunu söyleyince en azından peynir tabağı getirilmesini istedi Muhittin. Aslında alkolün yanında bir şey yeme ihtiyacı duymazdı. İçki ve sigarası yeterliydi onun için oysa kadınlar peynir tabağı gibi şeylerden hoşlanırdı. Bomboş masada sadece iki kadehle tüm gece oturma fikri hoşuna gitmemişti. Bahar elini sürmeyecek olsa da o peynir tabağı gelecekti.

Bahar, garson geri gelene kadar neden İzmir’de olduğu ve iki günde yaptıkları üzerine sorular sordu Muhittin’e. İlk kadehlerle birlikte Muhittin’in de gerginliği hafifledi. Yılların konusu vardı konuşulacak. Ve hiç susmadılar.

Kadının yanından erken ayrılmak bir yana, mümkün olsa sabahın ilk ışıklarına kadar sohbet etmeyi arzular halde buldu kendini. Birinci şişeyi ikincisi, ikinciyi ise üçüncü bir şişe takip etti. Ne ortadaki peynir tabağına dokundular ne de atıştıracak başka bir şey istediler.

Gece yarısını geçtiğinde, hafta içi de olması sebebiyle, şarap evinde tek tük masa kalmıştı. Muhittin şöminenin önündeki koltukların boşaldığını görünce; “Bahar istersen içeri geçelim, saatlerdir dışardayız, üşümüş olmalısın” dedi.

Hem üşümüştü hem de içtiği şaraplar başını döndürüyordu.

Şöminenin karşısına geçtiklerinde sıcakla birlikte midesi de bulanmaya başladı. Başının dönmesi iyice artınca koltukta kendini geriye doğru bıraktı.

Muhittin endişeyle “İyi misin?” diye sorduğunda başını olumsuz anlamda sallamaktan başka bir tepki veremedi Bahar. Soğukta anlayamadığı sarhoşluğu içerisinin ısısıyla ortaya çıkmıştı. Muhittin garsona işaret edip hesabı istedi. Hesabı öderken bir de taksi çağırmalarını rica etti.

“Bahar hadi kalk canım. Önce seni eve bırakayım, oradan ben de otelime geçerim” derken kadını kalkabilmesi için kollarının arasına aldı. Gözlerini zorlukla açan Bahar sanki nerede olduğunun ve nasıl sarhoş olduğunun farkında değilmişcesine şaşkın şakın bakıyordu yüzünün hemen yakınındaki gözlere. Belki bu yakınlık, belki tüm gece dizginleri ellerinde tutmaya çalıştıkları arzuları, çokça da alkolün verdiği cesaretle bakışları anlam değiştirdi ikisinin de. Bahar’ın onaylayan minik bir baş hareketinin ardından Muhittin’in dudakları kadınınkilerle buluştu. Kadın bir kez de bu tutkunun aleviyle sarhoş oldu.

Ne zaman ne mekan, her şey yitmişti. İlk kendine gelen, koruma içgüdüsü ile Muhittin oldu. Dudaklarını güçlükle kadından ayırarak;

“Bahar burası çok yanlış bir yer. Etrafın kameralarla çevrili olması bir yana, devamlı geldiğin bir mekan. Lütfen biraz gayret et, taksi de geldi, çıkalım buradan.”

Kadın son derece leziz bir yemeği yarıda bırakması istenmişçesine zorlukla sıyrıldı Muhittin’in kollarından. Tek başına ayağa kalkamayınca Muhittin neredeyse kucağına alarak kadını kaldırdı, belinden sıkıca sarılarak dışarı çıkardı.

Sokağa attıkları ilk adımla yüzüne çarpan serin hava bir nebze de olsa iyi gelmişti Bahar’a.

Taksiye eliyle işaret edip biraz beklemesini rica etti Muhittin. Bahar’ın azıcık da olsa kendisine gelmesini umut ediyordu bu sürede. Bir yandan da kendine söyleniyordu; “Hiçbir şey yemeden içmesine göz yummamalıydım. En azından peynir tabağından bir şeyler atıştırması için zorlamalıydım” diye.

“Güzelim, şoföre evin adresini söyleyebilecek misin?”

“Daha iyiceyim. Ne oldu bana anlamıyorum. Ben sarhoş olmam. Gerçekten bak. En son ne zaman sarhoş olduğumu hatırlamıyorum bile. Nasıl, nasıl oldu aklım almıyor.”

“Çok basit. Şarap değil ki seni çarpan yavrucum.”

Söylediklerinden keyfi yerinde olduğu anlaşılan Muhittin hovarda bir gülüş yerleştirmişti suratına. Sanki gençliği ve özgüveni geri gelmişti. Mutlu gözüküyordu. Bahar bilemezdi belki ama yıllardır hissetmediği kadar mutluydu Muhittin.

Bahar azarlar gibi hafifçe adamın koluna vurup taksiye doğru yürüdü. Şoföre zaten oldukça yakın olan adresini verip koltukta geri yaslandığında Muhittin’in kollarında buldu kendini yeniden. Yan dönüp hafifçe Bahar’ın üzerine eğilen adam bu sefer daha da büyük bir açlıkla öpmeye başladı kadını.

Kısa süre sonra taksi şoförü uzun blokların yer aldığı sitenin önünde durdu. Arkaya bakmamaya özen göstererek kısık bir sesle “Geldik” dedi. Bahar şoförün varlığını yeni fark etmişçesine utanarak Muhittin’in kollarından sıyrıldı. Zorlukla “Konuşuruz yarın” diyebildi. Muhittin tek kelime etmiyordu. Gözleri kadında, bir şey söyleyip söylememe konusunda tereddütte, öylece bakıyordu. Kadın ineceği sırada dayanamayıp kolundan tuttu; “Gitme” derken sesi boğuk ve hırıltılıydı.

“Yapamam Muhittin. Bu çok yanlış. Lütfen… Her şey fazlasıyla çığrından çıktı zaten” dediğinde kadın, Muhittin yavaşça elini çekti kadının kolundan.

“Eve girdiğinde ara. O dakikaya kadar burada bekliyor olacağım.”

“Peki.”

Kadın taksiden indi.

Muhittin büyük bir yoksunluk içinde öylece bekledi bir süre. Telefon çaldı. Bahar’ın eve geldiğini, hemen uyuyacağını söylediği cümleleri dinledi sessizce. İyi geceler dileyip kapattı telefonu. Taksi şoförüne otelin adını söyledi “ileri” komutu verir gibi. Araba hareket etti.

Odasına çıktığında ilk kez yalnızlığı bu derece çekilmez geldi. Bahar’ı istiyordu. “Benim” dedi. “Benim olacak” diye ekledi. Olmalıydı. Bu yoksunlukla yaşayamazdı. Bu geceden sonra olmazdı.

Bahar da en az kendisi kadar tutkuyla karşılık vermişti öpüşlerine. Arabadaki minik inleyişleri hâlâ kulaklarındaydı. Çıldırtıyordu bu sesler onu.

Sakinleşemiyordu. Daracık odanın içinde dört dönüyordu. Telefonunu aldı eline. “Benimsin” yazdı. Sinirden elleri titreyerek attı telefonu yatağa. Mini buzdolabından viskiyi çıkardı. Banyodan aldığı bardağa döküp büyük bir yudum aldı. Pencereden İzmir’i seyretti bir süre. Zaman durmuştu. Öpüşme anlarından ve ötesinin hayalinden başka bir şey yoktu aklında.

Telefonundan gelen bildirim sesiyle âna geri döndü. Yazılanları okurken rengi soldu, 40 yaşına geri döndü.

“Değilim. Beni buna layık görmene de inanamıyorum. Senin evliliğinin sadakatinden elbette ben sorumlu değilim. Bu senin mesuliyetin. Sıkışmış hayatında bir macera olabilir benimle yaşamak istediklerin. Peki beni ne bekliyor böyle bir ilişkide? ‘Metres’ olabileceğimi nasıl düşünebilirsin? Bu gece olanlar bir ümite neden olduysa üzgünüm. Devamı asla olmayacak. Bir süre yazmazsan sevinirim.”

 
 

Didem Çelebi Özkan

 
 

Açıklamalar:

1. Oblomov: İvan Gonçarov’un 1859 yılında yayımlanan romanı. Baş kahramanı Oblomov adında bir Rus soylusudur. Oblomov kendisi için hep yeni projeler üzerine düşünür ama tembelliğinden dolayı bir türlü bunları hayata geçiremez. Oblomov’un karakteri “Oblomovluk” diye bir kavramın doğmasına da yol açmıştır. Bu kavram aşırı tembelliğin bir ifadesi olarak kullanılmaya başlamıştır. –Vikipedi
⇡⇡⇡

2. Fibonacci Dizisi: Her sayının kendinden öncekiyle toplanması sonucu oluşan bir sayı dizisi. Bu şekilde devam eden dizide sayılar birbirleriyle oranlandığında altın oran ortaya çıkar, yani bir sayı kendisinden önceki sayıya bölündüğünde altın orana gittikçe yaklaşan bir dizi elde edilir. 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, 4181, 6765, 10946, 17711, 28657… –Vikipedi
⇡⇡⇡

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

44 YORUMLAR

  • Yanıtla Numan Çeri 13 Nisan 2020 at 11:22

    Bir öykü tadında, istenilse romana dönüşebilecek bir eser okudum. Sanki Stefan Zweig’ın kalemi gibi.. İnsani duyguları çok güzel aktarmışsınız. Tebrikler.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 13 Nisan 2020 at 11:29

      Yorum karşısında ne diyeceğimi şaşırdım. Böyle büyük bir üstadın kalemiyle kıyaslanmak onur verici. Çok teşekkür ederim yorumunuza.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 13 Nisan 2020 at 13:29

    Hayatlarımızla paralel harika bir öykü… Kahramanlar bazı yerlerde yaşadıklarımızın bir tık ötesine geçiyor gibi.. Milan Kundera’nın dediği gibi bu da edebiyat oluyor işte…
     
    Son sahnede Muhittin’in içine düştüğü durum cehennemin ta kendisi…
     
    Ironic parçasını keyif alarak dinledim. Sanki, Muhittin ismi de ironi gibime geldi… Yaptığı işe, hayatına pek uymamış…
     
    Sarafin Chardonnay, tavsiye eder misiniz?

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 13 Nisan 2020 at 13:38

      Hüseyin Bey inanılmazsınız :)) Evet ismin bir nedeni var, çok doğru yakalamışsınız ama o nedeni kendime saklayıp, olası cevabı vereyim: Büyükbabasının adıymış, o sebeple verilmiş kendisine 🙃 Belki de özgüven eksikliği ta isminden başlıyordur 😉
       
      Chardonnay çok sevdiğim bir yeşil üzüm. Bir çok markanın da bu üzümle ürettiği beyaz şarabını seviyorum. Dener ve beğenirseniz lütfen yazın fikrinizi.
       
      Detaylı yorumunuz için de çok teşekkür ederim.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Hasan Saraç 13 Nisan 2020 at 13:47

    Yaklaşık bir yıldır takip ediyorum Cadı Kazanı paylaşımlarını.
     
    Genel olarak bende bıraktığı intiba bu yazıların güçlü, dik durabilen, hatta erkek dünyasına tek başına meydan okuyan özgür bir kadının ruhuyla kaleme alındığı. Her defasında ilginç bir hikaye ve vurucu bir sonla süsleniyor bu özgün hikâyeler…
     
    Bazen de, “Fazla mı Provokatif?!” yazısında olduğu gibi;
     
    “Her zaman söylüyorum; kocaman bir gülümseden daha seksi çok az şey vardır, diye 😉 Hımmm üzerine bir de bunu şık bir dekolteyle taçlandırırsanız işte o zaman karşınızdakinin beyninde ufak bir tahribata neden olabilirsiniz”
     
    diyerek erkeklerin kadın dünyasında nasıl da çaresiz kalabildiklerinden dem vuruyor, haklı olarak…
     
    Bu kez oldukça farklı bir şekilde ele almış değerli yazarımız tarih boyunca hiç sona ermemiş erkek kadın ilişkilerini, erkeklerin bir türlü üstesinden gelemediği olağan zayıflığını…
     
    Ancak bu defa harika betimlemelerle süslemiş yazısını, bir çırpıda sona erdirmemiş hikâyesini… Adım adım izleyip bize anlatmış Muhittin’in zihninden geçenleri, bir anda nasıl da “tahrip olabildiğini” o beynin üç beş kısa mesajla bile…
     
    Benden önceki bir başka okurun yorumladığı gibi, adeta bir Stefan Zweig hikâyesi okuduk sayesinde…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 13 Nisan 2020 at 14:03

      Hasan Beycim, inanamıyorum, 🙈 resmen hikayelerim ve yazılarım üzerine inceleme yazısı olmuş bu yorum. İyi bir yazardan bu cümleleri duymak onore edici. Çok çok teşekkür ederim. Her zamanki gibi beni inanılmaz mutlu ettiniz.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Nimet Canbayraktar 13 Nisan 2020 at 16:36

    Yorumlar harika. Bu durumda ilave bir şey yazamayacağım ama keşke daha sık okuma şansımız olsa. Okurken bitmesin diye düşünerek, merakla ve tabi ki zevkle okudum.
     
    Belli ki Bahar da boş değilmiş ama onca alkole rağmen dimdik durup, içtikleri şaraptan daha feci çarpacak cevabı vermiş Muhittin’e.
     
    Çok güzeldi…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 13 Nisan 2020 at 16:42

      Ne kadar seviyorum sizin yorumlarınızı 😍 Sadece benim yazılarıma değil tüm ekibimize verdiğiniz destek olağanüstü. İyi ki varsınız ❤️

  • Yanıtla Demet Uncu 13 Nisan 2020 at 17:46

    Didemciğim yine harika bir yazıydı, bir solukta okudum. Bu tarz yazılarını okuduğumda hep devamını istiyor ve bekliyorum. Yüreğine sağlık canım benim. 😘❤

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 13 Nisan 2020 at 19:16

      😁😁😁
       
      Annem de bu sabah benzer bir şeyler söyledi; “İnsan devamını bekliyor.” 🙃
       
      “Amaannn ne olacak devamında; Bahar bir daha asla buluşmaz Muhittin’le. Muhittin de ömrü boyunca o geceye tutunur” dedim ben de 🙈
       
      Canım benim, beğenmene çok sevindim hikayeyi. Seni kocamannnnnn öpüyorum 😘❤️

  • Yanıtla Canan Meriç 13 Nisan 2020 at 21:00

    Öncelikle kaleminizin çok güçlü olduğunu düşünüyorum ve her okuduğumda aynı şeyi düşünmem yanılmadığımı gösteriyor. Okurken şöyle geçti içimden bir kitabınızı okuyor olsam inanılmaz keyif alırdım. Kaleminize, yüreğinize sağlık…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 13 Nisan 2020 at 21:08

      Canancım ne kadar mutlu ettin beni. Instagram’dan biliyorum ne güçlü bir okur olduğunu. Bir değil, birkaç kez yazdıklarımı okumuş ve beğenmiş olman onur verici benim için.
       
      Kitaba umarım bir gün cesaret edeceğim 🙈😁
       
      Kucak dolusu sevgiler 🤗❤️

  • Yanıtla Ilgın Cenkçiler 13 Nisan 2020 at 22:32

    “Kahveyi sen, şarabı ben.”
     
    Bayıldım 💫💫😉

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 13 Nisan 2020 at 23:18

      Canım, canııııımmmm ❤️❤️❤️
       
      Beğenmene çok sevindim bi’tanecim. Öperim en kocamanından 😘

      • Yanıtla Suna Durmuş 17 Nisan 2020 at 08:03

        Merhaba, edebiyatı severim, okurum sadece. Şehirli kadın ve erkeğin hep konuşulan sorgulanan ilişkilerinden güzel anlatılmış, gündelik bir kesit.
         
        Bir süredir takip ediyorum,takip etmeye de devam edeceğimi düşünüyorum. Aktarımınızı başarılı buluyorum. Yolunuz açık olsun.
         
        Selam ve sevgiyle.

        • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 23 Nisan 2020 at 14:04

          Suna Hanımcım merhaba;
           
          Yorumunuzu gözden kaçırmışım, lütfen affedin beni. Yazıları ve öykülerimi takip etmenize, üzerine bir de beğenmenize çok mutlu oldum. Daimi okurların yeri ve kıymeti çok ayrı. Çok teşekkürler.
           
          Sevgiler

      • Yanıtla Nalan Bulakeri 8 Mayıs 2020 at 14:20

        Merhaba!
         
        İlk kez karşılaştım yazınızla ve çok beğendim diyebilirim. İyi bir okuyucu olarak da etkilendim. Kişileri, içsel duygularını özellikle güzel, etkileyici betimlemişsiniz.
         
        Diğer yazılarınızı da bulup okumaya çalışacağım.
         
        Başarılar, yolunuz açık olsun! ⚘

        • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 8 Mayıs 2020 at 14:27

          Nalan Hanımcım ne güzel bir yorum, çok mutlu ettiniz beni. İyi bir okurun takdirini kazanabilmiş olmak ise onur verici.
           
          Yazılarımı kolaylıkla bulabileceğiniz linkleri yazayım ben sizin için:
           
          Köşe Yazılarım için 👉🏻 Cadı Sanatı
          Öykülerim için 👉🏻 Cadı Kazanı
          Hepsini bir arada kronolijik olarak görmek isterseniz de 👉🏻 Didem Çelebi Özkan
           
          Kucak dolusu sevgiler 🤗🤗🤗

  • Yanıtla Sinem Çelebi 14 Nisan 2020 at 00:42

    Ama çok çabuk bitiyor bu öyküler, hep bir devamı olacak gibi geliyor, sonu ters köşe ve şaşırtıcı.
     
    “Benimsin.” Ha haha haaa buna çok güldüm işte. Acaba ben senin olmaya karar verdim mi ki 😉
     
    Kalemine sağlık canım, harika olmuş.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 14 Nisan 2020 at 08:04

      😁😁😁
       
      “Benimsin”e sinir olacağını tahmin ediyordum 😉 Ne cüretkâr değil mi? Ama işte erkekler, sahip olma arzusundan ilk çağdan bu yana vazgeçemiyor 🤦🏻‍♀️ Muhittin’e kalsa harem kurar.
       
      Ters köşe sonlara gelince; 21. yüzyıl’da ne görüyorsam onu anlatıyorum Cadı Kazanı‘nda. Ve gördüklerim de hiç öyle peri masalı değil. “Bu sefer mutlu sonla bitireceğim” diye başladığım hikayeler bile hep böyle diğer köşede son buluyor, elimde değil 🙈 Sanırım benden mutlu sonlu bir hikaye çıkamayacak 🤦🏻‍♀️

  • Yanıtla Nalan Erpolat 14 Nisan 2020 at 13:49

    Didemcimm, çoook güzel…
    Özlemiştim…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 14 Nisan 2020 at 13:52

      Bir tanem benim, beğenmene çok sevindim.
       
      Arzu ettiğim kadar sık yazamıyorum. Dergiyi yönetmek o kadar zihnimi yoruyor ki yazmaya tâkatim kalmıyor 😞
       
      Seni kocamnnnnnn öpüyorum 😘😘😘❤️

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 14 Nisan 2020 at 13:54

    Hasan Bey’in güzel cevabından alarak “erkeklerin bir türlü üstesinden gelemediği olağan zayıflığı” ve “üç beş kısa mesajla tahrip olan erkek zihni” konusunda farklı senaryoların da olduğunu yazmak istiyorum.
     
    “Sen kahve iç, ben şarap içerim” mesajını okuyan normal erkek zihni İstanbul’dan İzmir’e kadar envayı çeşit hayal kurar da kurar. Hardından, softuna… Lakin romantizm hemen hemen hiç yoktur. Muhittin’in acınası durumu bir yere kadar sürer. Şiddetle arzulanan olsaydı bu sefer ne yazık ki Bahar, acınası duruma düşecekti. “Hiç sormadın o akşamdan sonra” sitemleri falan filan…
     
    Bir de tango yapan çiftler vardır. Erotizm vardır, oradadır. Lakin cinsellik asla. Her iki taraf da doğalarının farkındadır, bir inkar söz konusu değildir. Arzulananın farkındalıkla olumsuzlanması (tango hareketlerini anımsayın) bir gerginlik oluşturur. İşte bu safhada göksel cisimlerin hareketlerini andıran muhteşem tango figürleri ortaya çıkar. Bir olurlar, iki olurlar, dönerler. Bir nehrin mendereslerini andıran muhteşem bükülmeler ve doğal bir akış dans boyunca sürer gider. Hayat enerjisi bir gayzer gibi fışkırır. Hem dişil, hem eril enerjidir bu…
     
    Bir de Hint diyarından Kamasutra düşüncesi vardır. Arzulananın son anda bilinçli olarak terk edilmesi cana can katar. Her bir terk ediş aynen bilgisayar oyunu gibi yeni bir can verir. Müthiş bir dinginlik ve dirim gücü kişiyi kuşatır. Düşünceni, kalbini istediğin zaman durdurursun. Yer çekimini yenersin, çivilerin üzerinde uyursun.
     
    Bizim gibi Muhittincikler vardır. Bu bir gerçek. Bir de MUHİTTİN’ler vardır. Üstelik aynı gezegende aynı zamanda yaşıyoruz.
     
    Didem Hanım, yazı altına yazı gibi oldu. Kusura bakmayın…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 14 Nisan 2020 at 14:08

      Ben mutlu oluyorum öyküyü hep birlikte böylesi bir derinlikte tartışmaktan.
       
      Bahar’ın “Kahveyi sen iç. Ben şarap içeceğim 😉” cümlesinin tahrik sebebi olması Bahar’ın değil, Muhittin’in aklının kusuru. Bahar bu cümleyi Ayşe’ye kursaydı Ayşe, hardından softuna hayallere dalmazdı. Ki Bahar bu cümleyi Ayşe’ye, Fatma’ya, Zeynep’e kuruyordur. Cinsiyetlere özel bir dil kullanmıyor Bahar, “erkek aklı” yanlış anlayacak diye kendini kısıtlamıyor. Beklentiye düşmek isteyen her sözden nem kapar. Ki Muhittin de tam bunu yapıyor 😉
       
      Erkek tahrik olmasın diye örtünmek zorunda kalan, erkek işveli diyecek diye gülmekten çekinen, erkek hayallere dalacak diye konuşurken adamın yüzüne değil yere bakan kadınlar taze bitti. Bir zahmet erkekler uçkurlarını kontrol etmek için kendilerini kısıtlasın bundan sonra 🙃

  • Yanıtla Hüseyin Küçükkelepçe 14 Nisan 2020 at 15:37

    “Cinsiyetlere özel bir dil kullanmıyor” olması haklılığını ortaya koyuyor. Eğer her daim böyle olduysa ne yanlış anlamalar üzerine ne boş hayaller kurmuşuz. Yanlış anladığım herkesten özür dilemekten başka elden bir şey gelmez. Milyonlarca yıllık birikim ne yapalım?
     
    Son paragraf…
    Haklısın…
    “Taze bitti” mi? Erkekler çok ama ne yazık ki kadınlar da var.

  • Yanıtla Hasan Saraç 14 Nisan 2020 at 16:25

    Üstad sahaya çıkınca Son Yorumlar bölgesinde nefes alacak yer kalmamış…
     
    Tebrikler!!!

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 14 Nisan 2020 at 16:31

      Estağfurullah, üstatlıktan değil de bu hikayeyi sevdi sanırım okurlarımız.
       
      Çok teşekkür ederim daimi desteğiniz için.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Selva Danyal 14 Nisan 2020 at 21:52

    Dünden beri sindirerek okuma fırsatı aradım ki okumadan içine girebileceğimiz karakterler olduğunu düşündüm veeeeee MUHTEŞEM… Didem lütfen hep yaz…
     
    ❤️ Özel hayat özel olmaktan çıkıp sorumluluklar listesi oldu ❤️ Günümüzün çaresi kendinizde olan en büyük ve bulaşıcı hastalığı.
     
    Emeğine, kalemine sağlık canım arkadaşım.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 14 Nisan 2020 at 21:56

      Yaaaaa canım benim, okumuş, bir de yorum yapmışsın. Ne kadar mutlu ettin beni ❤️❤️❤️
       
      İyi ki varsın kuzum 🙏🏻🤗
       
      Öperim kocaman 😘😘😘

  • Yanıtla Ahmet Yonca 17 Nisan 2020 at 15:51

    Okurken o anı yaşadım 🙂 Yanlış anlaşılmaz ise yazanı tanıdığımdan ötürü yazarı Bahar yerine koyarak, Muhittin de benmişim gibi okudum. Hikayede ne, nasıl gelişecek bilmeden 🙂 Gözümde canlandı ve aslında diğer arkadaşların dediği gibi “roman” tadında … Üzerine uzun uzun yazılabilir. Yer tasvirlerinde ve şarap seçiminde aslında yine senin kişiliğinle özdeşmiş gibiydi. Şömine, şarap, muhabbet… Bana bundan 2 yıl öncesini anımsattı 🙂 Sevgiyle sevgili Dido

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 17 Nisan 2020 at 16:06

      Canım benim, öncelikle yeniden yorumlarını okumak büyük keyifti benim için. “Karakter özelliklerini tanıdığınız insanlar üzerinden kurun” tekniğini kullanırken sanırım kadınları kendime fazla benzetiyorum 🙈 Şömine, şarap ve sohbet benim de çok sevdiğim şeyler fakat sanırım birçok kadın da sever 🙃
       
      Sen gel, ne zaman istersen aynı keyifte sohbet ederiz. Kucak dolusu sevgiler 🤗

      • Yanıtla Ahmet Yonca 17 Nisan 2020 at 20:39

        Yazmaktan, taşımaktan ve kendime vakit ayırmaktan bir nevi uzak kaldım diyelim. İki kitabım da bitti… Biraz rahatladım 🙂 Muhtemelen de şu virüs günleri bittiğinde yayımlatıp bir kenarda bekleyeceğim 🙂
         
        Seviyorum yazılarını ve seni. En yakın vakitte, özgürleştiğimizde ziyaretine geleceğim.
         
        Sevgiler 😘

        • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 17 Nisan 2020 at 22:04

          Vaowww kitaplar konusunda tebrik ederim 💯
           
          Ben de seni seviyorum canımcım 🤗
           
          Coronasız günlerde görüşmek üzere 😘

  • Yanıtla Aslı Altuntaş 18 Nisan 2020 at 11:27

    Tek nefeste okudum Muhittin ile Bahar’ı, günümüz adamlarının kafa yapısını. Bahar’ı acayip sevip sahiplenmeme sebep oldu öykü…
     
    Ve o buğuları silen son mesaj!
     
    Şahaneydi çok teşekkür ediyorum…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 18 Nisan 2020 at 11:59

      Canımmmmmm benim; okuduğun, beğendiğin, üzerine bir de yorum yaptığın için çoooook teşekkür ederim 🤗
       
      “Sen de benimsin, karım da benim, yarın öbür gün başka kadınlar da benim…” Oldu 😂 Bu ilişkilerde kazanan hep erkek, kaybeden ise evdeki ve dışardaki kadın.
       
      Kocaman öpüyorum seni canikom 😘

  • Yanıtla Özlem Çatalkaya 21 Nisan 2020 at 16:29

    Merhaba öykünün dili, anlatımı okutuyor. Size içtenliğimle şunu yazmak istiyorum, kırılmanızdan çekinsem de yazmalıyım diye düşünüyorum. Saygısızlık, ukelalık olarak algılamayın; ben öykü yazmadım hiç şimdiye kadar, sadece iyi bir okuyucuyumdur. Stefan Zweig’i de çok okudum başka yazarları da. Öyküyü okumaya başladığımda Bahar adı geçer geçmez son sahneler belli deyip devam ettim, gerçi son paragraf müthişti. Yine de o ana kadar ki olayların anlatımı çok genel geçerdi, farklı bir şeyler olmalı diye okudum ama en son paragraf hariç bulamadım.
     
    LÜTFEN HER ELEŞTIRI SİZİ GELİŞTİRECEK diye düşünerek okuyun bunları.
     
    Yazmak çok zor biliyorum size kolaylıklar diliyorum sevgilerimle.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 21 Nisan 2020 at 16:55

      Neden eleştiriyi kaldıramayacağımı düşündüğünüzü anlayamadım. Bir de büyük harflerle uyarmışsınız 🙈 Yorumu yayınlamayacağımı düşünmüş olabilir misiniz 😉 Asla böyle bir tutumum olamaz. Beğenmedim deme ihtiyacını çok anlayamasam da madem bunu paylaşmak istiyorsunuz, o halde öykümün altında yer bulacak yorumunuz.
       
      Beğeni, beklentiler son derece subjektif kavramlar. Herkesin beğeneceği bir şey yazmak mümkün değil. Bu yüzden beklentinizi karşılamamış olduğunu yazmanız beni asla kıracak bir durum değil. Kendim de son derece kuvvetli bir okurum ve sevmediğim dünyaca ünlü birçok yazar var. Benim ilgimi çekmemesi onları başarısız kılmıyor elbette. Kitap yorumlarımla ilgilenirseniz Instagram profilimi ziyaret edebilirsiniz 👉🏻 @didemcelebiozkan
       
      Yorumunuza dönecek olursak; olay örgüsünün beklediğinizi vermediğini, vasat bulduğunuzu söylüyorsunuz kısaca. Buradan kendime çıkartacağım -sizin isteğiniz doğrultusunda kendimi geliştirmeme yaracak- öğüt ne diye düşündüm. Daha yaratıcı olmalıydı diyorsunuz anladığım kadarıyla. Buna rağmen bitirişi de “müthiş” olarak nitelendirmişsiniz. Oysa anlatım o şekilde akmasaydı, bitiriş bu derece beklenmedik gelmeyecekti size.
       
      Yazmak zor, demişsiniz. Benim için ömrümce hiç zor olmadı. Zorluktan öte yeme-içme kadar kuvvetli bir ihtiyaç benim için. Takdir görmek, alkışlanmak için değil, bu büyük ihtiyacı gidermek için yazıyorum. Ben bunu karşılarken size de beni zorla okuyun, beğenin diyemem. Hatta bence kişi, kalemini sevmediği yazarları okumaya devam etmemeli. Okunacak o kadar çok yazar var ki boşa hoşa gitmeyen bir kalem üzerinde ısrar etmeye gerek yok.
       
      Kitaplarınızla keyifli zamanlar dilerim.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Hasan Saraç 22 Nisan 2020 at 12:27

    Eğer Didem Hanım eleştiriden korkuyor olsaydı, Özlem Çatalkaya adlı okurun yorumunu onaylamaz, yani sitesine koymazdı… Başka söze de gerek yok. Vaktimiz kısıtlı ve yapacak çok iş var 🙂

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 22 Nisan 2020 at 13:07

    Sevgili Hasan Beyciğim öncelikle desteğiniz için çok teşekkür ederim. Yıllar önce üniversitedeyken bir hocamdan eleştiri üzerine kısa bir hikaye dinlemiştim. Eleştiriye bakışım o zamandan bu yana biraz katı. Ehil olmayan insanlardan gelen yorumlara bazen sert cevap verebiliyorum açıkçası. Hâd aşıldığı zaman susabilen biri olmadım ömrümce. Özlem Hanım’ı tenzih ediyorum, bir hâd aşma durumu yoktu. O düşündüklerini söyledi, ben de kendiminkileri.
     
    Dinlediğim o hikayeyi burada paylaşmak isterim:
     
    Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve onu “Renklerin Ustası” anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da kısaca Ranga Guru derlermiş. Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.
     
    Ranga Guru; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor.

     
    Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte. Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.
     
    Raciçi denileni yapmış. Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış; fırçalar da, boyalar da kullanılmamış..
     
    Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.
     
    Ranga Guru; “Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi. Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiçbir değeri yoktur. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.”
     
    Nasıl hikaye 😉
     
    Bizler yazdıklarımızı Internet’e koyarak herkesin eline birer kırmızı kalem veriyoruz. Gelip üzerini boyayacak insanlar çıkacak. Hazırım bunu. Buranın da kuralı bu…

  • Yanıtla Hasan Saraç 22 Nisan 2020 at 14:18

    Biraz önce Sen ve Ben takipçileriyle paylaştığın hikâye müthiş Didem.
     
    Aslında herkesin okuması lazım… En çok da basılı yayın organlarına lazım… TV kanallarına lazım… Özellikle de sosyal medya platformlarına lazım…
     
    Ama lazım demekle düzelmiyor hiçbir şey. İşte bu yüzden, ruhuma daha fazla eziyet etmemek için dış dünyayla ilişkimi minimuma indirdim son aylarda.
     
    Dağarcığımda böyle anlamlı bir hikâye yok ne yazık ki. Ben de üç alıntı ile cevap vermeye çalışayım o halde…
     
    Jean Paul Sartre demiş ki; “Kayığı sallamaya, yalnızca kürek çekmeyen adamın vakti vardır.”
     
    Uluslararası tanınırlığı olan değerli Psikoloji Profesörü Engin Geçtan gerçek bir entelektüeldi. Ne yazık ki kendisini geçen yıl yitirdik. ODTÜ, Boğaziçi, Marmara Üniversitelerinde de öğretim üyesi sıfatıyla görev yapmış olan yazarımızın beni en çok etkileyen eserleri İnsan Olmak ve Hayat adlı kitaplarıdır. İşte o kitaptan iki alıntı yaparak sözlerime son veriyorum..
     
    Sürekli yakınan kimse hiçbir işe yaramaz.
     
    Dünyada iki tür insan vardır: Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler. Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler!
     
    Selam ve sevgilerimle…
     
     
    Derken, bir anı canlandı zihnimde, birden bire
     
    Sanırım on yıl oluyor, dünyanın en önde gelen sekiz kadın tenisçisi yılda bir yapılan turnuva için İstanbul’a gelmişti. Böyle fırsat kaçmaz diye düşünüp gitmiştik biz de. Sharapova, Serena Williams ve niceleri… O gün de iki maç vardı. Birinde de o yılın şampiyonu Beyaz Rus kadın tenisçi Viktoria Azerenka oynuyor rakibiyle. Yanımızda da genç bir çift oturuyor. Ha bire ciklet çiğneyen kızımız birden aşka geldi ve “Şu kız daha topa bile doğru dürüst vuramıyor” dedi Azerenka için…
     
    Başka sözüm yok sayın sayın jüri üyeleri…

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 22 Nisan 2020 at 14:28

      “Şu kız daha topa bile doğru dürüst vuramıyor.” Efsaneymiş 😂
       
      Anlamlı paylaşımlarınız için çooook teşekkür ederim.
       
      Sevgiler

  • Yanıtla Burak Süalp 29 Ağustos 2020 at 00:10

    Harika bir hikaye. Başlangıcından itibaren insanı içine alıyor, çok güzel akıyor, merakla okudum. Hayattaki tutkusunu yitirmiş, bunu iki günlük iş seyahatinde kaçamak bir macerada arayan adamın iç dünyasını ne güzel anlatmışsın.
     
    Tabi ki “mutlu son” beklerken olay “benimsin”e gelince çok güldüm. Hikaye bu dakikadan sonra tam da umut ettiğim gibi bir cevapla bitti.
     
    Kadınların gücüne kuvvet!
     
    Kalemine sağlık!

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 29 Ağustos 2020 at 09:55

      Senin her koşulda kadınlara verdiğin desteğe hayranım. Birlikte vakit geçirdikçe görüyorum ki kadındaki gücü takdir edebilen, bunu ifade etmekten çekinmeyen, haklarını büyük bir doğallıkla teslim edebilen bir ruha sahipsin. Yazılarında kadınları anlatışın, dostlarını tanıtırkenki ifadelerin, hayatındaki kadını betimleyişin… hayranlık uyandırıcı. Seninle ilk yüz yüze sohbet etme fırsatı bulduğumda, ortak dostumuz biricik Pelin‘e söylediğim gibi; “Böyle adamlar gerçekten varmış” 😉
       
      Zekana, yüreğine, özellikle de kalemine ne kadar hayran olduğumu biliyorsun. Yazılarıma yaptığın her yorum benim için çok değerli.
       
      Kucak dolusu sevgiler ❤️

      • Yanıtla Burak Süalp 29 Ağustos 2020 at 20:03

        Didemcim, canım, güzel sözlerin için teşekkür ederim. Bu konudaki yaklaşımım aslında basit bir gerçege dayanıyor. Kadınlar olmasa emin ol biz hâlâ mağara duvarlarına çizgi resimler yapıyorduk :))
         
        Seninle vakit geçirmek, senden öğrenmek çok güzel. Yazdığın her yazı ve senin varlığın çok kıymetli. Ben de özellikle senin yaptıklarına hayranım. En başta bu harika dergiyi kurmuş olman gibi… Dergiyi bulmama ve buluşmamıza vesile olduğu için sevgili Pelin‘e ayrıca müteşekkirim.
         
        Kucak dolusu sevgiler benden efendim ❤️

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan