Heybemde Öyküler

Unutmak İçin Yaşamak

4 Şubat 2021

Öykü: Unutmak İçin Yaşamak | Yazan: Pelin Öncüoğlu Işık

Pencerenin önünde oturmuş apartmanın önündeki bahçeye, sokağın pencereden görünen kısımlarına bakıyordu. Dışarıda sonbahar renklerine boyanmış çınar ağacının yaprakları güz rüzgarının hafif okşamaları altında yavaşça salınıyordu. Bahçe kapısının sağında ve solunda birer çit gibi uzanan mavi ve pembe ortancalar soğuklarla birlikte kurumaya, cılızlaşmaya başlamıştı. Zaten epeydir dallarında çiçek yoktu. Anadolu yakasının bu eski yerleşim yerlerinde kentsel dönüşüme girmemiş birkaç apartmanın eski bahçesinde hâlâ ortanca çiçekleri birer çit gibi apartmanları gözetleyip kolluyorlardı. Bir zamanların ortanca dolu mahallelerinde artık sadece onbeş santimetreye ekilmiş çimenler bitiyordu. Bahçenin demir kapısının üzerinde yarım daire şeklinde uzanan demir kapı süslemesine sarılmış sarı ve kırmızı yaban gülleri mevsimle birlikte kurumuş, bahara kadar özlerini ağaçların gövdelerine çekmişlerdi.

Apartmanın önünden geçen pek de işlek olmayan sokağın sadece on metrelik kısmı Arcan ailesinin penceresinden gözüküyordu. Okul günlerinde, sabahın erken saatlerinde anne ve babalarının elllerinden tutmuş cıvıldayarak yürüyen çocukların, ellerinde örgülü pazar sepetleri ile pazara gidip gelen orta yaşlı mahalle sakinlerinin doldurduğu sokak, pazar gününün bu saatlerinde hâlâ uyuyordu.

Son bir kaç aydır Nefise Hanım’ın dünyaya açılan penceresi olmuştu bu tahta pervazlı pencere. Günün işlek saatlerinde pencerenin önünden geçen rengarenk simalar ile oyalanıyor, onların hayatlarının bir parçası oluyordu, onlar farketmeden.

Bir zamanlar bu ev de cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle inlerdi.

Cavit Bey işten gelene kadar evde çocuklarla ne oyunlar oynarlardı. Ama en çok da çocukları mahallenin diğer çocukları ile sokakta oynarken o da elinde örgüsüyle yine bu pencereden onların cıvıltısını müzik ederdi kendine. O zamanlar çocuklar mahallelerde özgürce koşup oynar, yemek saatine kadar toprağa, ağaca, çiceğe dokunarak, arkadaşları ile oynarlardı. Oysa torunu Metin haftada iki gün, o da annesi ve babasının işleri müsade ettiği ölçüde parka gidiyor ve ancak o zaman yaşadığı sokak ile iletişime geçebiliyordu. Hayat tıpkı anneannesi gibi onun için de pencere ardından seyredilen bir şeydi ve dışarıda akıp giden o hayata ancak kısıtlı zamanlarda dokunabiliyordu.

Nefise Hanım dizlerinin üzerinde bir zamanlar kızı için kendi elleriyle ördüğü rengarenk patchwork* yün battaniye ile yüzü sokağa dönük ama ifadesiz bir şekilde oturuyordu. Kızı Ece telaşla salona girdi.

“Hadi Metin. Oyalanma artık geç kalıyoruz.”

“Anneciğim biz çok geç kalmayız. Bir buçuk, iki saate kadar geliriz. Diş hekimi Metin’in dişine bakacak. Karnın acıkırsa diye şu meyve tabağını ve kahvaltılıkları buraya, yanındaki masaya bırakıyorum” dedi.

Nefise Hanım kendisine doğru konuşan yeşil gözlü, oldukça hoş genç kadına doğru yüzünü döndü. Yüzünde söylediklerini anladığına dair herhangi bir işaret yoktu. Yarım dakika kadar kadının yüzüne baktıktan sonra yumuşak bir şekilde gülümsedi. Ece annesinin kendisini anlamadığının farkına varmıştı. Sevecen bir yüz ifadesiyle onun beyaz saçlarını okşadı. Ve onu alnından öptü. “Geç kalmayacağım anne” diye tekrar etti.

O sırada tombul yanaklı, kızıl sarı saçlı, çilli bir çocuk koşarak salona girdi. Anneannesinin sandalyesine kadar koştu ve kendini yaşlı kadının kollarına attı.

“Ananeee” diye bağırdı.

“Metincim dikkat et, anneannenin canını acıtma.”

Çocuk yüzünü yaşlı kadına doğru kaldırdı.

Çocuğun tombul yüzünün sağ tarafı apse yapmış dişi yüzünden iyice şişmiş, çok komik bir hâl almıştı. “Dışarıdan sana pamuk helva alalım mı anane?” dedi. “Annem dişçide uslu olursam bana pamuk helva alacak. Sana da getiririz” dedi.

Nefise Hanım aynı boş gözlerle bakmaya devam ediyordu. Başını sokağa doğru çevirdi. Çocuk bu tarz iletişimsizliklere alışık bir şekilde anneannesinin kucağından kalktı ve sokak kapısına yöneldi.

“Anneciğim evin anahtarını Sabiha Hanıma bırakıyorum. Bir saat sonra seni kontrole gelecek. Görüşürüz” dedi bir cevap almayacağını bile bile.

Sokak kapısı kapandı. Yaşlı kadın hâlâ pencereden sokağı, mahalleyi seyrediyordu. On beş dakika geçmemişti ki kapıda bir anahtar sesi duyuldu. Kendine ait bir boşluktan irkilerek çıkan biri gibi Nefise Hanım yerinde sıçradı. Gelen kızıydı. “Metin’in ilaçlarını unutmuşum anne” dedi. Portmantonun önündeki bir poşeti hızla alıp çantasına koydu. Ve tekrar kapı kapandı.

Bu sefer Nefise Hanım gözlerini kapıdan ayırmamıştı. Derin bir uykudan uyanmış gibi bir hali vardı. Az önce kapıdan çıkıp gidenin kızı olduğunu anlamıştı. Kafasını pencereye döndü ve elele giden anne ve oğula baktı. Kendi kızı ve torununa. Hatırlamıştı. Onları hatırlıyordu. O güzel kadının kızı olduğunu biliyordu. Çocuk da sık sık kucağına çıkan o kızıl saçlı, çilli çocuk da torunuydu. Fakat torunuyla ilgili şeyler biraz daha bulanıktı. Kendi kanından bu iki insanın arkasından bakarken gözleri daha canlı idi.

Hatırlamıştı. Nefise Hanım unutuyor olduğunu hatırlamıştı. Hayatını oluşturan anıları parça parça unutuyor olduğunu hatırlamıştı. Bazen herşeyi sanki kalın bir tül perdesinin ardından izliyordu. Bazen baktığı ona kendi hayatı gibi gelmiyordu. Hiçbir şey, hiçbir doku, hiçbir tat tanıdık gelmiyordu. Ama çok şükür hafıza denizinde bembeyaz çukurlara düştüğü bu anlar hâlâ hayatının büyük kısmını oluşturmuyordu. Günde bir iki defa bu boşluklara girdiğini anımsıyordu. Yoksa daha mı fazla, daha mı uzun sürüyordu bu ölüm kadar sessiz beyaz boşluklar.

Hatırlamıyordu ki.

Hafızasındaki bu beyaz deliklerin zamanla büyüyeceğini biliyordu. Üzerine ateş düşmüş kağıt parçası gibi yavaş yavaş bu delikler büyüyecek ve sonunda her şeyi içine alacaktı. Her şeyi. Tüm hayatını. Tüm benliğini. Yaşlı kadın pencereden bakarken dudakları kıpırdadı. “İnsan yaşadığını hatırlayamazsa varolmuş sayılır mı?” deyiverdi istemsiz. O anılarından ibaret değil miydi? Ya bir gün tüm anılarını unuttuğunda ne olacaktı. Yaşamış sayılır mıydı yine de? Gün gelecek hiçbir şeyi hatırlamıyor olacaktı. Hatta iyi mi, kötü mü biri olduğunu bile hatırlamayacaktı. Belki sadece sezebilecekti. Belki ben sanırım iyi biriyim, iyi bir hayat yaşadım sanırım diyebilecekti. Ya da sadece bir boşluk dolduracaktı yüreğini. Peki ama iyi ya da kötü olduğunu bile hatırlayamayacaksa iyi olmanın ne faydası vardı ki?

Yutkundu. Boğazında birşeyler acımaya başlamıştı. Unutuyor olduğunun bilinci boğazını, yüreğini acıtıyordu.

“Yaşamak nedir ki?” diye mırıldandı. “Beni ben yapan yaşadıklarım, yaşanmışlıklarım olmadan ben kimim ki? Yaşam andan mı ibaret. Şayet andan ibaretse neden geçmişimize ve geleceğemize bu kadar bağlıyız. Sahip olduğum sadece an ise, hiçbir şeyi depolamaya iznim yoksa artık bu hayat bana nasıl yeterli olacak ki?”

Sonra kendi kendine güldü.

“Sanki zamanı geldiğinde tüm bunların bilincinde olacakmışım gibi…”

Son sarfettiği cümlenin acılığını ağzının içinde hissetti.

Sokağa, bir zamanlar gençliğinin geçtiği sokağa baktı. Hafif bir güz rüzgarı kaldırımın üzerindeki kuru yaprakları havalandırmıştı. Yaşadığı hüzünle buğulanan gözleri görüşünü bulandırmıştı.

“İnsan yaşadığını hatırlamazsa var olmuş sayılır mı?” dedi. “Yoksa unutmak ölmek midir?” Bembeyaz yanaklarından kocaman bir damla gözyaşı süzüldü. “Yoksa unutmak ölmek midir?” diye tekrarladı kendi kendine. Ve bir süre derin bir sessizliğe gömüldü. Sanki zihninin gerisinde kalmış bir şeyleri yakalamaya çalışır gibi ciddi bir hali vardı. Sonra birden gözleri sokaktan hoplaya zıplaya geçmekte olan küçük bir kız çocuğuna takıldı. Annesi de hemen iki adım gerisinden onu takip ediyordu. Yüzü yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Kendi çocukluğunu hatırlamıştı. Şimdilik elinde kalanlar bunlar ise son hatıra damlasına kadar onlara tutunacaktı. Sokakta zıplayan bir çocuğun neşesini içinde hissedebildiği kadar barındıracak, ellerinden uçup gideceği ana kadar ona sahip çıkacaktı. Sonra elinde kalan sadece o an olacaksa o an’a da tutunacaktı. Elinde hiçbir şey kalmayana kadar.

Sokağın canlanmaya başlaması ile birlikte kendi hatıralarına gömüldü. Hatırladığı her ayrıntıyı kafasında yeniden canlandırıyor ve her ayrıntı ile yeniden canlanıyordu. Yüzü kocaman bir gülümseme ile aydınlanmıştı. Unutmak ölmek demekse eğer, hatırlamak da yaşamak demektir çocuk. Pencerenin önünde rengarenk yün battaniyesinin altında hatırladıkları ile yaşamaya devam etti Nefise Hanım.

 
 
Pelin Öncüoğlu Işık
 
 

Notlar & Açıklamalar:

* Kırkyama – Vikipedi    ⇡⇡⇡
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

8 YORUMLAR

  • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 4 Şubat 2021 at 13:11

    Oldukça felsefi bir öykü olmuş kuzum. “Varoluş” sorgulamanı çok sevdim, yürekten tebrik ederim,
     
    Alzheimer beni en korkutan hastalıkların başında geliyor. Bunu yaşayan ve durumun farkındalığının son evresinde olan bir kadını çok başarılı resmetmişsin. Okurken yüreğim sıkıştı Nefise Hanım’la birlikte.
     
    Ne diyeyim; hepimize sağlıklı, uzun ömürler diliyorum 🙏🏻

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 4 Şubat 2021 at 15:30

      Didemcim çok sağol yorumun için. Beni de en korkutan şeylerden biri alzheimer 🙁 Teyzemin alzheimer oluşuyla daha çok düşünmeye başladım bu konuyu. Umarım hepimizin sağlıklı yaşlanmaları olur.

  • Yanıtla Hatice Kopuz 4 Şubat 2021 at 14:59

    Kutlarım güzel bir yazıydı.

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 4 Şubat 2021 at 15:31

      Hatice Hanım güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim ☺️ Beni mutlu ettiniz.

  • Yanıtla Demet Uncu 4 Şubat 2021 at 15:50

    Pelinciğim, ne güzel ifade etmişsin, kalemine bayıldım. Hem hüzünlenerek okudum yazdıklarını hem de düşünerek. Gerçekten hatırlayabilmek çok kıymetli. Hem bu hastalığa yakalanan kişi için hem de çevresindeki sevdiklerinin bu durumu çaresizce kabul etmek zorunda olması çok zor. En sevdiğine yardımcı olamamak, onu bu durumda görmek ve çaresizce hiçbir şey yokmuş gibi hayata tutunmaya çalışmak. Yazdıklarının bende bıraktığı izler Pelinciğim.
     
    Sevgiler

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 4 Şubat 2021 at 18:43

      Demetcim teşekkürler 🙂 Gercekten bu durumu yaşayanların yakınları olmak da zor, bizzat yaşayan kişi içinse ayrıca zor. Tam bir kör kuyu 🙁
       
      Güzel yorumun ve teşviğin için ayrıca çok teşekkürler 🙂❤️ Benim için çok kıymetli 😍

  • Yanıtla Pınar Sude Genç 4 Şubat 2021 at 18:18

    Pelin Hanım öykünüzü gerçekten çok beğendim. 🎈
     
    Nefise Hanım’ın iç sesi ile olan sorgulamaları bana Şahsiyet dizisindeki şu sahneyi anımsattı:
     
    https://youtu.be/DBvE3TFnA9s

    • Yanıtla Pelin Öncüoğlu Işık 4 Şubat 2021 at 18:55

      Sudecim ne güzel bir yorum 😍 Çok teşekkürler ❤️ Şahsiyeti izlemedim ama bu sahne hakikaten duygularıma tercüman olmuş ☺️ Diziyi de merak ettim şimdi 😍🤓 Pınar Kür’un Düşman, Uyumak hikayesi beni bu şekilde etkilemişti. Hikayede uyumak ve bir daha hatırlamamak istiyordu. Buradan etkilenip hatırlamamak üzerine epey düşünmüştüm. Ailemden de alzheimer’ı tecrübe eden çok yakın biri olunca daha fazla düşündürdü bu konu beni 🙈 Ve bu hikaye çıktı. Begenmene cok sevindim. ❤️

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan