Sentez

Onunla Dönüşüm

26 Mart 2021

Öykü: Onunla Dönüşüm | Yazan: Özge Can

“Orada öylece yatıyordu. Kıpırtısız.”

“Gitmem gerek, demişti; kendim için, sana rağmen, bana rağmen gitmem gerek demişti.”

“Seslendim. Seninleyim, bak yanındayım, dedim. Baktığın anda göreceksin, baharı getirdim sana. Cemreler düştü. Filize durdu her şey. Köye gideriz. Çiçeklerden hangi ağaç olduğunu tahmin ederiz. Sen yine bilirsin. Ben gözünün ferinden ışık alırım, meyveye durur ruhum.”

“Yola düşmek düşmüştü içine. Durdurulamazdı artık. El vereyim, yol vereyim istiyordu. Bakışlarında haylaz çocuk volta atıyordu. Tutsam dedim, hapsetsem. Şimdi değilse sonra gidecekti. Planları vardı. Yapacakları. Öncelikleri. Benim dâhil olmadığım hayatın; girift yolları vardı. İkişer, üçer atlayarak çıkacağı merdivenleri. Ben yüktüm ona. Durduruyordum. Gözünde, kaçmak isteyen yol. Kapatmamalıydım.”

“Hani bir köy vardı, dedim. Hatırlarsın; Ebelik’ti adı. Çocukluğunun sığınağı belleyip sık sık giderdik. Kahvenin berisinde bir ev vardı. Yüksek bahçe duvarından içeriye girince ‘Ütopyam burası benim’ demiştin. Tahta masanın rengi solmuş maviliğinde, tırnağınla kazımıştın kalkan boyalarını. Kıymık batmıştı parmağına. ‘Yaşadığını hissettirmiyor mu sana da?’ demiştin. ‘Konforumuzdan çıkınca yaşıyor olduğumuz farkındalığı.’ Toprakta yalın ayak yürüyerek, ortadaki kuyudan su çekmeye çalışarak içini devir daime teslim etmiş, güneşten korunmak için gözlük takmadan, ham, çıplaklıkla kendini çocukluğuna, doğaya teslim etmiştin. Seni ilk kez öyle gördüm. İlk kez o gün çıktı gözündeki ışık. Güneşi kıskandıracak kadar yoğun.”

“Kahve içelim, dedim. Kafeinle durdurayım istedim coşkusunu. Uçarken kanatlarını kesmek istemiyordum. Bari yerdeyken biraz kırpsaydım. Korumaya almıştı kendini. Ulaşamayacağım kalkanın ardına saklanmıştı. Bir fincan kahveyi içme süresinde bile duramayacak kadar coşkulu akıyordu kanı. ‘Bu bir veda değil’ dedi yudumunun arasında. ‘Başlangıç! İçimde çağlayan coşkuyla yeni ben doğacak. Sancı değil yaşadığım. Umut. Yeniden değil, yenilenerek.’ Kelimeleriyle oynuyordu. Dilinde tatlandırmaya çalışıyordu. Bala batırıp sunuyordu bana. Başkalaşmıştı. Tek günde. Benim fark ettiğim tek gündü belki de. İçinde taşırıp masaya koymuş, üstünde yollar belirlemiş, ben görmeden de geri içine çekmişti. Âmâ olan bendim. Böylesi kolayıma gelmişti. Seni de görmek istememem gibi. Böylesi kolaydı hep. Kaçak oynuyordum ben. Kapı artlarında, yorgan altında, sokak aralarında, dilin dehlizlerinde. Bu kaçaklıktan kaçtı belki de. Benden belki de. Her şeyden demeyi çok isterdim. O her şeyden kaçmayacak kadar bağımlıydı yaşama. Bağlı olsa kopardı çabucak. Bu da seçim, öyle değil mi? Saygı duymalı mıyız?”

“Avuç içlerinde nasır olmuş, dedim. Parmağımın arasına alıp tırtıklı yüzeyinde gezindim. İçimizdeki nasırlara dokunmadığımızı fark ettim, dedim. Dokunalım mı ne dersin? Ovdukça geçmeyecek biliyorum. Yarmak lazım, ölü hücreyi çıkartmak lazım içerden. Ben dokunayım sen derinleştir, dedim. Gözünü benden sakındığın ilk gece oluştu ilk nasır. Bir buket çiçek, yanına kırmızı şarapla kapıdan girdiğin gün. Değmedin bana hiç; sesin bile. Siyah sırt çantana hızlıca kıyafetlerini koyduğun gün. İş için! Her zamanki mavi gömlek askıdaydı, totemini bırakıp gitmiştin. Uykumdayken ben, yüzümü okşayan parmağında yüzüğün soğuk demiri içimi yakarken. Sadece tek bağın o demir olması. Sınırsızlığına çizgi çektiğimi bağırdığın gece. Çizgilerden örülmüş yaşamın yaşam olmadığını, aldatmacanın içinde aynalarda yansıyan riyakârlığa sığındığımızı söylediğin o gece. Yarsaydık o zaman. Ölüleri temizleseydik. Başka bir yaşam mümkün müydü dedim?”

“‘Rüzgâra karşı yürümek istemiyorum, arkama almak istiyorum’ dedi. Savrulursun, dedim. ‘Belki de olması gereken o’ dedi. Elleri titriyordu. Fincanı devirdi. Su içerken dudaklarının kenarından döküldü. Elinin tersiyle sildi. Tüm bunları yaparken dimdik gözüme bakıyordu. Saniye kaçırmadan. Anlayayım istedi. Hak vereyim. Ruhunda düğüm oluşturmayayım. Açık kapı bırakayım. Sensin mühim olan. Bunlardı duymak istediği. Benimse duyurmak istemediğim. Düşüne ortak olmamı istemedi, teklif dahi etmedi. Ben gizdim, o aleniyet. Ben sustum, o ses. Ben durgundum, o dalgalı. Tek an hissettim o zaman. Geçen yılların içinden sesime değdiği ilk an ruhum bedenimden çıkıp onunla yol almaya başlamıştı. Ruhum; yabancılaştığı bu bedene dönmek istemiyordu şimdi. Tüm savaşı bundandı. Yırtması gerekliydi. Onun yenilenmek dediği benim yokluğumdu. Düşünmedi bile.”

“Bu soruların yanıtlarından ben de kaçmışım dedim. Sana yöneltmek kolaya kaçmakmış. Seninle yaşam hep kolaya kaçmak zaten. Yolunda giderken düşmemek için senin ayak izlerinden yürüyor insan. Görünmez ipi aklıma bağlayıp ellerine teslim etmişim. Şimdi o ipler nerede? Ellerin hareketsiz. O nasır bu ipten mi oldu? Ağır mı geldim sana?”

“Orada senin de olmadığını o zaman fark ettim biliyor musun? İçime serinlik geldi o zaman. Seni de koymamıştı düşüne. Ortak kedere düşmüştük seninle. Yalnızca beni değil, seni de almıyordu. Yakınlık duydum sana. Anlamanın sancısı da öyle sızdı içime. Serinliği ateş aldı. Sonra fikir düştü aklıma; ya başkası varsa? Seninle sessiz sözleşmeli yaşamımız vardı. Ya onunla? Başkasıyla? Bunu kaldırmazdım. İnan ki kaldırmazdım. Sendin tek kabulüm.”

“Gözlerini bir kez daha görmek istiyorum, dedim. Aradığım yanıtı alırım belki. Pişmanlık, umursamazlık, heves, kaçış. Herhangi bir yanıt. Hangisini görmek istiyorum bilmiyorum dedim. Yetecek mi onu da bilmiyorum? İpin ucuna tuttururum ihtimal bulduğum yanıtı. Yaşama yeniden mana bulurum.”

“Telaşından korktum. Gözümden sakınmadan teklifsiz cesurluğundan korktum. Ani kararından, yakıcı ateşinden korktum. Kapıdan kaçak el sallamasından. Yokluktan. İşin özü korktum. Anlıktı karar vermek, uygulamak. Durmak ihtimaldi ama aklımda değildi.”

“Pişman mısın?”

“Çok düşündüm. Değilim. O ateş seni nasıl yakmadı bunu hiç anlayamadım. Parmak uçlarımdan tüm bedenime yayılıp, aklımı aldı ateş. Kıskançlık diyerek tek bir kavrama sıkıştırmak istemiyorum. Her şeyin yok oluşuydu hissettiğim. Kaybolmuşluk, yitirmek, tekrar tekrar can vermekti. Bak bu elim, bu parmaklarım itti. Merdivenden düşerken kırılan kemik sesini duyuyordum. Sırt çantasındaki termosun çarptıkça yankılanan mekanik sesini de. Bir tek onun sesi yoktu. İnleme bile yoktu.”

“Yenileniyor şimdi, dilediği gibi. Dönüşüyor başka bir şeye. Elma ağacı diktirdim mezarına. Beyaz çiçekleri açtı. Meyvesini Ebelik’teki çocuklara dağıtacağım. Dönüşecek, onlarla yenilenecek.”

“Bana da getirir misin? Çekirdeğinden yetiştiririm ben de.”

“Sen kendin dönüştün zaten burada. Onu bırak artık.”

Özge Can

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

No Comments

Cevap Yaz

Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
Girne Antik Liman
Girne Antik Liman
Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan