Sentez

Sende Onların Fotoğrafı Var mı?

16 Şubat 2024

Öykü: Sende Onların Fotoğrafın Var mı? | Yazan: Özge Can

“Yıllarca tuşladığım şifreyi aylar sonra hatırlayıp tuşladım. Tık sesiyle günahımdan daha ağır demir kapıyı iki elimle iterek açtım. Aynı güçle geri yerine taktım dili. Önümde iki seçenek; biri yukarıya diğeri de aşağıya inen merdivenler. Benden beklendiği üzere aşağıya yöneldim.

Sensörlü lamba beni algılayana kadar on iki basamak indim. Evet saydım. Hep sayarım. Karanlıkta beynimi oyalayacak düşüncelere ihtiyacım var. Zihnimin karanlık labirentinde sıkışıp duvarlara toslarken burada da basamaklarda sıkışıp duvara toslayabilirim.

Merdiven boşluğuna tünemiş kedi, ayak seslerimden ürküp hızlıca alt kata patiledi. Avından ettim tekiri. Köşeye büzüşmüş gri fareye pusu kurmuştu belli ki. Tek adımımla yok edecek güçte iken elleşmedim fareye. Gücünü bildiğin halde göstermemek erdem midir? (Neyse başka bir hikâyenin konusu bu.)

Lamba yanıp söne beni iki yüz yirmi dört basamak indirdi. Tahta bir kapının önünde durdum. Aralık bırakılmış. Davetkâr. Soğuk metal kulpuna dokunduğum gibi geri çektim elimi. Islaktı. Islak zemin sevmiyorum. Üzerime silip elimi, ayağımla ittim kapıyı. Menteşe gıcırtısı boşluklara sızdı. Ses, yoku var etti. Pencerelerden içeriye sızan güneş kör etti gözümü. Alışana kadar siper ettim ellerimi.

Adımlarımı saymayı unutacak kadar şaşırdım manzaraya. Hayvanat bahçesinde bu kadar vahşi hayvan yoktur. Kocaman kafeslerde aslan, leopar, timsah, orangutan, kaplan, kurt. Her kafeste çift. Ve sessiz. Uysal. Nuh’un gemisi.

Hızla makinama sarıldım. Işığı o kadar güzel alıyordu ki ortam deklanşöre bastım sürekli. İşte bu fotoğraflar orada çekildi.”

“Emin misin Acar? Ağaçlar filan burada.”

“Diyorum ya işte safari gibiydi ortam.”

“Ne zaman döndün?”

“Üç ay oldu. Stüdyodaydım. Çekimler, bası, kurgu vesaire… Gün ışığına çıkmak için yazın bitmesini bekledim. Londra’nın karanlığından sonra aydınlık gözlerimi acıtıyor.”

“Bu yaz güneşli geçti.”

“Londra’nın yazı da kışı da kasvetli. Ruhu besliyor. Yaratıcı zihin her ortama teşnedir. Afrika’nın güneşinden daha çok yakan bir şey varsa o da Afrika’nın toprağıdır. Sıcaktan ayak parmağımı kaybettim.”

“Hangi parmağın?”

“En sevdiğim küçük parmağım. Sıcaktan koptu.”

“Afrika’da ne yaptın?”

“Düğün çekimi için teklif aldım. Çok da cazipti. Hayır diyemedim. Oradan bahsetmek istemiyorum. Nefesim kuruyor hatırlayınca.”

“Londra’ya dönelim o zaman Acar. Başka ne fotoğraflar çektin?”

“Sen Nehri’nin doğu köşesinde bir kafe var: Yeraltı. Baba kız çalıştırıyorlar. Emily ve George. Kızıl saçlı, çilli, uzun boylu. Buluttan kaçan güneşin iki dirhem etkisiyle yüzünde benekler oluşmuş bir afet. Uzun bacaklı, kısa kollu Emily. ‘S’leri bastırarak konuşan bir telaffuzu var. Onunla çay sohbetleri yapardık. Kahverengi çerçeveli pencereden nehre bakarken gözlerinde yeşil damlalar birikirdi. Kaybettiği aşığını anlatırdı uzun uzun. Madende göçükte yitirmiş. İs kokusunu her aldığında ciğerlerinde biriken darlanmayı anlatırdı. Madenin fotoğrafını çekmek istedim. Götür beni, dedim. Yok, dedi. Elleri titredi, nehrin bir noktasına hızlıca bakıp gözlerini kaçırdı. Masadan kalktı. Orayı kayda aldım. Nehrin kıyısında sarı sönük sokak lambası yanında merdiven var. Yürüyüş yoluna iniyor. Orada elimde fener indim. Merdiven bitimi ile duvar arasında yarım metrelik çöküntü. Cüce insanların kolaylıkla girebileceği boyda, tünel bu çöküntünün ardında. Avucunu tam tur yüzeydeki noktada döndürdüğün zaman açılabiliyor kapı. Girdim tünele. Feneri almak çok mantıklıymış, kendimi takdir ettim tabii ki. Kral Henry döneminde inşa edilmiş tünel boyunca yürüdüm. Yüz elli kilometre. Ciğerlerime yapışmış kömür isini hâlâ soluyorum. Yerler nemli, ölüm kokusu vardı. Bilir misin o kokuyu? Fotoğrafını çekemem bak onun. Islak toprakta, betonda eriyen et, kemik kokusu. Bir de tüten kömür isiyle karışınca ciğerine yapışıyor. Artık her nefes alışta onu kokluyorsun.”

“Hâlâ alıyor musun o kokuyu Acar?”

“On bir aydır tek soluduğum bu. Herkesimin çürüyen bedeninin kokusu. Ciğerimde. Sende onların fotoğrafı var mı?”
 
 
Özge Can
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

6 YORUMLAR

  • Yanıtla Josef Kılçıksız 16 Şubat 2024 at 13:48

    Emily ve George’un işlettiği kahvede pain au chocolat yediğim çok oldu, Ancak Özge Can’ın hikayesi kadar hiçbir Café, hayatın boğucu labirentlerinde bir soluklanma durağı olma özelliği taşımıyor.

    • Yanıtla Özge Can 17 Şubat 2024 at 18:25

      Belki Acar’la da karşılaşmışsındır Josef. Çok teşekkür ederim yorumuna. Sevgiler 💙

      • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 22 Şubat 2024 at 00:25

        Kalemine sağlık, gece olmadan karanlık indi bir yerlere.

        • Yanıtla Özge CAN 22 Şubat 2024 at 16:54

          Teşekkür ederim Şen Ablacığım. Sevgimle…

  • Yanıtla Emine Öztürk 16 Şubat 2024 at 17:47

    Ben ne okudum böyle diyerek dönüp tekrar tekrar okudu. Üçüncü seferde durdum. Ama yarın tekrar okuyacağım.
    Nefis bir yazı Sevgili Özge.
    Sevgiler.

    • Yanıtla Özge Can 17 Şubat 2024 at 18:26

      Çok teşekkür ederim Emine. Sevgiler 💙

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan