Köşe Yazıları

Fırat Mehmet Eroğlu | Hayat, Ne Güzelsin! | 1

14 Ocak 2022

Yazı: Fırat Mehmet Eroğlu | Yazar: Şen Sevgi Erişenİnsan olmaya geldiği dünyada eğleşir; garip, gezgin.

Fi tarihinde Mezopotamya’da doğdu. Çocukluğu, ilk gençliği orada geçti. Okul sıralarındayken yasak yayın bulundurmaktan bir süre hapis yattı. Ardınca yazarlık ve gazeteciliğe başladı.

Ömrünün baharında kuzeye göç etti. Bir vakit maden işçileriyle yaşadı, yerel gazetelerde çalıştı. Oradan Saadet Kapısı’na taşındı. Sonra batıdan doğuya Anadolu’yu baştan başa dolaştı. Marmara, Ege, Karadeniz sularında yüzdü. Güneye, Akdeniz’e indi, dağlara tırmandı. Şehirler Şehri’ne dönüp çeşitli ulusal gazetelerde çalıştı. Kitapçılık, yayıncılık yaptı. Yarım yüzyıldır yazıyor.

Bugünlerde evi sırtında, yersiz yurtsuz, gene okuyor, yazıyor; suya, göğe yazıyor; hâlâ ormanları, dağları, ırmakların kaynağını ve kendini arıyor.

Şimdiye kadar kaleme aldığı; söz denizine, çölüne doğru yol alan, dökülen aşktan, gözyaşından mürekkep damlaları:

  • Hayat, ne güzelsin!
  • Şehirler Şehrinde Bir Mecnun
  • Çöl ve Gül
  • Söz Toprağa Düştüğünde
  • Dirilmek Yanan Sularda
  • Gölge Gününün Azabı ve Ateşin Gül Serinliği
  • Surengi Her Şey
  • Sularını Arayan Irmaklar
  • Siyah Kar Küfü
  • Kırk Kırık Söz

 
 
Değerli Okurlar,

2022’nin ilk “Açık Pencere” yazısını değerli “yazarlık rehberim” Fırat Mehmet Eroğlu’na ayırmak istiyorum. Bu ve gelecek yazıda onun yazdığı bir hikâyenin 2 bölümünü aktararak ona şükran duygularımı sunmak ve bunu da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Dilerim, 2022 hepimize “hakiki insan” olmanın ilhamını, onun gereği olan ışığını, sevgi ve saygısını bir kez daha sunsun!
 

***

 

Hayat, Ne Güzelsin!

 

İndeks

Hayat, Ne Güzelsin!: Birinci Bölüm
Hayat, Ne Güzelsin!: İkinci Bölüm

 
 

Değerli Ustamın Dedikleri

Sönmüş Ateş ve Kış

 
Ya güzel Gölgem, şöyle bir düne, geriye dönüp bakınca şaşmamak elde değil, meğer ne çok şey yaşadık şu üç günlük dünyada; aşk, ölüm gibi ne ağır şeyler.

Daha yakın zamanda iki kere son yolculuğun eşiğinden döndük. İlkinde geceden de kara, simsiyah bir köpek hayatımızı kurtardı, ikinci sefer güzel mi güzel, ela gözlü karaşın bir dilber.

Onlara soracak olursan hayır, hayır diyecekler, biz bir şey yapmadık, onun hayatını falan kurtarmadık, asıl o bizim hayatımızı kurtardı.

Uzun bir hikâyedir bu; ayaküstü anlatılır gibi değil.

İyisi mi önce şu sıra başımıza gelenleri anlatayım, sonra geçeyim bu garip hikâyeye.

İşte, sevgili Gölgem,

(Yeri gelmişken itiraf edeyim: İyi ki henüz beni terk etmedin ve kimse seni tanımıyor; iyi ki insanlar gölgelerinin de kendileri gibi birer canlı olduğunu, ruh taşıdığını bilmiyor) düştük kalktık, bir iki kefeni yırttık, geldik bugüne.

Bugün yepyeni bir süreç başlıyor, gördüğün gibi elimde altıpatlar, bekliyor, bekliyorum. O an gelecek ve…

Altıpatlar lafından olacak, Gölgem birden patladı:

Hişt, kendine gel! Polisiye film öyküsü mü yazıyorsun; bu ne biçim başlangıç böyle! Kimi bekliyorsun, amacın nedir, birini mi öldüreceksin?

Hayır, hayır, olur şey değil, öldürmek ne demek, bırak bir başkasını, kendini öldürsen bile eyvah, beni de öldürmüş olursun. Yazık, taammüden ve kasten işlenmiş iki cinayetin altından nasıl kalkılır!
 

***

 
Önce başlangıca ilişkin soruna cevap vereyim, ötekilere sonra geçerim. Peki, nasıl başlamalı? Bildiğin gibi sıkıştım kaldım ara yerde; bütün zamanların altında ezildim, eziliyorum; pilim çoktan bitti. Umutlarımı tümden yitirdim, günler yaşanmadan tükendi gitti. Yarın ise olur mu, olmaz mı ancak Allah bilir…

E, ne yapayım, her şeyin bir çırpıda silinivereceği kara sınırdayken dönüp geçmişimi ballandırarak mı anlatayım? Ah o günler, o günler hiç geçmeseydi, ben de bütün bunları yaşamasaydım mı diyeyim?

Ayıptır yahu! Sen değil miydin, daha düne kadar insan sadece anlatmaya değer bir geçmişi varsa anlatmalı yoksa susmalı diyen. Anlaşılan bugün için kararmış, beynin bulanmış senin. Anlatacaksan adam gibi anlat; yok, çapım el vermiyor, ben bu işi kıvıramam diyorsan, çeneni kapa! Yahut bas tetiğe cehennem ol git!

Şunu bil ki: Ağızdan çıkanı, söylenmiş sözü temizlemek, adam temizlemekten çok daha zordur.

Öyle ya adam temizlemek pek zor değil, insanoğlu bu, nasıl olsa alışkındır, kaşla göz arası bitirir işi.

Belki şimdi belki sonra namlu şakağa dayanacak. Artık namluya sürülü bir mermidir parmağı tetikte olanın son soluğu. Sonra herkes sağ, o.

Vah zavallım, vah! Kim bilir neler yaşadın, hissettin ki böyle kötü kötü söylenip can sıkıcı sözler ediyorsun.

Sakın, üstüne karabasan çökmüş olmasın!

Söylesene ciğerimin köşesi, kiminle ne alıp veremediğin var; dilin zifir, kalemden başka bir şey taşımam dediğini unutmuş, elinde silah, dönenip duruyorsun? Eşek şakası mı yapıyorsun yoksa? Bırak saçmalamayı da doğru dürüst bir şeyler anlat!
 

***

 
Evet ya, bir zamanlar içimde gül güzelliğinde umutlar, sevgiler yeşerirdi. Kalbimin kuşları pır pır kanatlanır, sevinç taşırlardı daldan dala. Uykularda bile gülerdi kuşlarım.

Gözlerim sımsıcak bakardı dünyaya. Güler yüzlüydüm, sevecendim. Ucu bucağı görünmezdi düşlerimin.

Dört mevsim günlük güneşlik ülkelerim, çok, çok güzel şehirlerim vardı. Oralarda nice güzellikler gördüm, yaşadım, nice güzel, iyi insanlar tanıdım.

Hiç unutmam bir yaz, göl kıyısında kurulu, şirin, eski bir şehirdeydim. O yaz, orada her şey öyle tatlı, öyle güzeldi ki…

Keşke o güzellikler hep sürseydi, hep sürseydi de şu kör olası gözler bugünleri görmeseydi, diye anlatacağım ama-

Of! Bıktım artık! Bu ne soğuk böyle?

Elim ayağım buz kesti. Beş karışlık bir pencerenin önündeyim. Sağım solum, önüm arkam karakış. Akrep, yelkovan durmuş zemheri saatinde.

Odam, yatağım şu kadidi çıkmış benden başka insan sıcaklığı görmeyeli kim bilir kaç zaman oldu. Anılar bile ısıtmıyor artık. İçim dondu. Eşya dondu. Daha düne kadar ruhumun aynasında yansılanan yüzler, gölgeler… Isısını henüz yitirmeyen bir beynim kaldı, bir de tetikteki parmak.

O yaz ise yenilgilerle dolu özel tarihimin parlamış son kıvılcımıydı. Bugün, hayatın buz tuttuğu bir şehirde, soğuk hava deposu benzeri bir odada, benden de sefil bir köpekle birlikte yaşamak ölmek ikileminde çırpınırken soğuk kül yığınına dönüşen belleğin içinde yitik kıvılcımları aramanın ne anlamı olabilir ki? Neyleyim, küllerin arasında bir tek köz yok. Ateş çoktan sönmüş.

Sönmüş ateş ve kış…

Zaman zaman masalsı bir dille, derin iç çekişlerle andığım günleri saymazsak, hayat hikâyemi anlatmaya yeter; ömrümün özetidir bu iki kelime.
 

***

 
Oldum bittim küçük bir adamım; basit bir beyaz yakalı aynı zamanda kendince yazar. Dürüstlükten, doğruluktan şaşmadım bugüne kadar, yaşadığım nice kötülük, kalleşlik ve namertliğe rağmen. Gerçi doğrusunu Allah bilir, namuslu bir insan olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.

Yaşantımın ise övünülecek bir tarafı yok; önemsiz, silik, sıradan; varla yok arası bir yaşantı işte…

Nankörlük etmeyeyim, dün iyiydi, en azından şimdiki gibi işsiz parasız değildim; evim, işim, aşım vardı; pek fazla olmamakla beraber eş dost, arkadaşlarım vardı. El üstünde tutulmasam da sevilen, hatırı sayılan biriydim.

Daha yakın zamana kadar Defterhanede çalışıyordum. Abartmasız söylüyorum, işe gitmek için harcanan emek ve çabayla sırat köprüsünden daha kolay geçilirdi. Sabahları çalar saatin çıldırtan sesiyle gözümü açar açmaz fırlar, ne yatak keyfi, ne kahvaltı, apar topar yola koyulurdum.

Daire yaşamına gelince, tek kelimeyle korkunçtu. Nesneler bile birer törpü, birer kıskaçtı sanki. Varsın olsun, ben dosyalara, hesaplara gömülür, aralıksız çalışırdım.

Gelgelelim kimseye yaranamazdım. Tipimden mi yoksa dilimden mi, neden bilmem; idareden boyuna zılgıt yerdim. Her seferinde diklenmek istesem de…

Ha hah! Nerde sende o cesaret! Kırılsa da parçalansa da onur hak getire. Ben, ben olmaktan çıkmış, kişilik bölünmüş, içinde başka başka insanlar boy vermişti. Sinik, suskun, pusmuş beyaz yakalı; haksızlığın, karanlığın biteceği zamanı kollayan, bekleyen, başkaldıran ve daha bir sürü insan…

Ne çare, yığınla işsiz arasında güçlükle iş bulmuşsun, ucuza olsa da çalışmak zorundasın. Evli barklı, çoluk çocuk sahibi olmadığın halde geçinemiyor; eline geçenle ev kirası, faturalar, mutfak masrafı, şu bu derken ay sonunu zor getiriyor, bata çıka zamanı, kendini yiyip tüketiyorsun. Öyleyse otur oturduğun yerde…
 

***

 
Küçük sevinçlerim de yok değildi hani. Küçük sevinçlermiş, hah, eksik olsun! Onları yakalayacağız diye pisipisine eskitmedik mi kendimizi?

Minimini adamın minnacık sevinçleri: Kitap okumak, müzik dinlemek, eş dostla görüşmek, ara sıra salaş bir meyhanede kafa çekmek ve bir kadınla tatlanan kimi geceler…

O kadın sevincin, güzelliğin ta kendisiydi. O sevdiğimdi. Birlikte öyle çok şey yapardık ki…

Özgürlüğümün barınağına uçardık; bodrum katında, ancak sokaktan geçen ayak ve tekerlekleri görebilen penceresi demir parmaklıklı iki göz odama. Örtüsü narçiçeği kırmızısı bir yatağım vardı. İki tahta iskemle, boyası dökülmüş beyaz lake bir masa, sağda solda yığılı kitaplar, tomar tomar gazete ve eski bir pikap. Evimin dekoru, bütün malım mülküm o eşyaydı. Ömrüm boyunca onların dışında fazla bir şeyim de olmadı zaten.

Aman, eşya olmasa da olur! Hele narçiçeği kırmızısında sevdiğinle birlikteysen…

Ah, onunla mutlanıp şenlenen akşamlar! Aşkın ateşinde yanıp sevmenin doruğunda birleşir, tekleşmenin ve müziğin büyüsünde erirdik. Ezgilerle öpüşlerle tenimiz buharlaşırdı. Hep sevişelim isterdim, sevişelim… Ama güzel olan her şey gibi sevişmeler de biter, sevgili gider, yalnızlık ve amansız gece gelirdi. Onsuz olmaktan ürkerdim. Dışarısı, kendi başınalığım öyle yıldırıcı, öyle yorucuydu ki…

Gündüz ise başka dertler: gündelik hayatın sorunları, iş, daire, bina çölü çökerdi üstüme. Hayatım düşler ve düşüşten ibaretti. Her gün ölür ölür dirilirdim.

Gene de dayan, derdim, dayan, çektiğin çileler elbet bir gün biter, her şey gelir geçer.

Öyle diye diye kendimi kandırır; haftaları, ayları eskitirdim. Sıkıntılar bitmezdi hiç…
 

***

 
Bir sabah, yukarısı seni istiyor, dediler.

Yukarı!

Oraya çağrılmak hayra alamet değildi.

Önümü ilikleyip susta durdum personel dairesi müdür masasının önünde.

Yönetici, dili ensesinden çekilsin, konuştu da konuştu. Yaşantımı altüst eden sözler etmiyor da şıra içiyor gibiydi. Ağzından salyalar saçarak beni mahveden, sonucu ta bugüne uzanan kararı bildirdi:

Sürgün!

Bir kez olsun adamdan saymadıkları için olacak, doğrudan hüküm vererek kovdular; gözümün yaşına bakmadan, insafsızca yerimden yurdumdan ettiler beni.

Personel müdürüne kalırsa, bu pek ağır bir ceza değilmiş. Hani utanmasa işlediğin suçların yanında hafif kalır diyecek. Ben kendimi kendi halinde biri sanırdım, oysa ne işler çevirmişim de haberim yokmuş.

Meğer aşağıda, sıradan görevlilerden biri olan ben-

İsmim cismim hiç önemli değil. Neyin nesi, kimin fesiyim, uçan kuşu fişleyenler bilir zaten. Burada bir kez daha açığa vurmanın, göz önüne sermenin hiçbir anlamı yok.

İdareye karşı öyle çok şey yapıyormuşum ki saymakla bitmezmiş. Her şeyden önce kamu çalışanına yasak olduğu halde sendikal, siyasal faaliyetlerde bulunuyormuşum. Üstelik benzeri eylemleri ısrarla sürdürmekteymişim. Bu yüzden ağır şekilde cezalandırılabilirmişim ama sicilim temiz olduğundan şimdilik hafif bir ceza yeterliymiş, buna da şükretmeliymişim falan. Bir bir sayıp döktüğü suçlarımdan ötürü anamın damına mart karı yağdırabilirlermiş ya…

Yönetici bozuntusu suçlamanın hemen ardından başka kente atandığımı belirten ve üç gün içinde yeni görev yerine gitmemi zorunlu kılan kâğıdı elime tutuşturdu. Sırıtarak, “istersen istifa et” demeyi de unutmadı.
 

***

 
İşten ayrılmak kolaydı sanki. Eşek gibi çalıştığın halde geçinemiyorsun da nerde kaldı işsiz güçsüzken geçinmek. Sıkıysa işsiz kal! Sayısız sorunla karşılaşacağın gibi, olmadık zamanda başın derde girer, kılını kıpırdatsan suç sayılır, gönüllü ya da resmi kolluk güçleri ensene biner.

Her ne ise, kahramanlık yapıp işten ayrılmak pek akıl kârı değildi. Ben de sürgün cezasını kabullendim.

Sürgünlük! Kendimi bildim bileli sürgün değil miydim? Yıllar önce toprağımdan kopmuş, uzun süre yersiz yurtsuz dolaştıktan sonra buraya çakılıp kalmamış mıydım? Şehirden çok bina çölüne benzeyen bu yerde yaşamaya hüküm giymemiş miydim?

Bugün de bencileyin nicenin saçma sapan suçlamalarla haksızca yaşamak zorunda bırakıldığı bir karanlığa hüküm giydim. Küçük edimlerimi tehlikeli, büyük eylemlerin habercisi gibi görüp de sürgünle cezalandırarak bilmediğim bir yere göndermelerinin başka bir açıklaması yoktu. Sanıldığı kadar önemli, tehlikeli biri değildim. Hiçbir zaman da olmadım. Ah, akılsız başım, nasıl da tongaya düştüm. Bu cezaya değecek bir şeyler yapsaydım, keşke…

Ertesi gün içine birkaç parça giysi, ıvır zıvır ve yasaklı olmayan kitaplar doldurarak erkenden hazırladım küçük, deri bavulumu! Üstüne basa basa küçük deri bavulum diyorum, benim için önemlidir; elimden çok çekti, çok yolculuk gördü; asıl birkaç yaşamın simgesidir o. Gözyaşının tuzunu, direnmiş yüreklerin kuruyan kanını, ülke tarihinin yakın ve karanlık izlerini taşır. Her eşyanın bir tarihi vardır elbette, ama onunki çok başka.

Bavulum gam ve nem kokar, içine işlemiş olan küf, acılı sancılı yıllardan kalmadır; dört duvar arasında çürütülen bir arkadaşımdan kalan tek eşyadır. Yiğit mi yiğit, biricik arkadaşımın ölümünü görmesi yetmemiş gibi bu kez de benim sürgünlüğümü görecekti; elbet bir gün yeniden yazılacak tarihimize tanıklık etmek için…
 

***

 
Böylece iki çilekeş;

(Yok yere içeri tıkılıp soldurulan bir gülfidanın ötelere gidişine tanık olmuş; nem ve küf kokan küçük deri bavul ile Allah kazadan belâdan saklasın, henüz kırk bir yaşına girmiş, yaşam ve edebiyat sevdalısı, yerinden yurdundan bir kez daha sürülen ben.)

Omuz omuza, o ağır, eski yükü de sırtlayarak, akşamüstü gözyaşlarıyla sulayıp geride bıraktık betondan ormanı.

Yollara, yollara düştük yeni tarihler yazmak, ne olacağı bilinmez yeni yaşamaklar için.
 
 

Devamı için tıklayınız.

 
 
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

14 YORUMLAR

  • Yanıtla Fırat Mehmet Eroğlu 15 Ocak 2022 at 03:57

    Yazdan güze, kıştan bahara nicedir beğeni ve ilgiyle okuduğum, izlediğim sevgili Sen ve Ben Dergisi‘nin çalışkan, mahir yayın yönetmeni Didem Çelebi Özkan, güzel birçok sayfanın başarılı editörü saygıdeğer Burak Süalp ve tirendaz yazar Şen Sevgi Erişen
     
    Canı gönülden sevgimle şükran duygularımla selamlarım sizi.
     
    Bu güzel derginin yayımlanması için gösterdiğiniz çaba ve emeğe kendince bir okur yazar olarak sonsuz saygımı sunar, kolaylık ve güzellik dilerim hepinize.

    • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 16 Ocak 2022 at 13:48

      Fırat Beyciğim, değerli bir yazarın takdirini almak her birimiz için gurur sebebi inanın. Nazik yorumunuz için teşekkür ediyor, sevgilerimi yolluyorum.

      • Yanıtla Fırat Mehmet Eroğlu 17 Ocak 2022 at 04:58

        Sevgili Didem Çelebi Özkan, öncelikle selam ederim; dalgalar ve tuşlar boyu gelen sevginizi sevgiyle aldım. Sağ olun, var olun, mahir mi mahir, güzel mi güzel genç yazarımız.
         
        Söylemesem olmaz, asıl beğeni ve övgüye yaraşan (şayan-i takdir) sizsiniz; sizin saygı, sevgi değer, sabırlı, azimli çaba ve mücadelenizdir. “Alkış ağası” diliyle kafanızı daha fazla ütülemeden kısa keseyim Aydın abası olsun; derginizi, yazarlarınızı ve başta yayın yönetmeni olmak üzere bütün yayın ekibinizi saygıyla sevgiyle selamlarım genç efendim.

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 15 Ocak 2022 at 15:39

    Yazım dünyasına içten bir selam gönderen nazik ifadeleriniz değer bilen ruhunuz ve üretmekle yaşamı iç içe gören gözünüze gönlünüze şükürler olsun! Sağ olun var olun Ustam!

  • Yanıtla Mine Işılar 15 Ocak 2022 at 16:53

    Bir insanın yaşam yolculuğunda karşılaştığı zorluklar, sıkıntılar, çaresizlikler, kendi ile hesaplaşmaları, umutları, aşkları, gördüğü güzellikler, tanıdığı insanlar, çelişkileri; çok yalın, akıcı, güzel bir dille anlatılmış hikayede. Yazarı başarısından ötürü kutlar, bu hikayelerin devamını dilerim.
     
    Sevgiler.

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 15 Ocak 2022 at 17:11

      Teşekkürler Minecim, takdirlerin için. Umarım Fırat Bey de senin gibi dikkatli bir okuyucusuna cevap verir.

      • Yanıtla Fırat Mehmet Eroğlu 16 Ocak 2022 at 07:37

        Gözümüzün nuru, sizcileyin (sizin gibi) kadirbilir tirendaz bir yazarın buluşturduğu bir kadirbilir okura cevap vermek şereftir benim için. Mine Hanım’a kadirbilirliği karşısında bir mine çiçeği gördüğümde duyduğum sevinç ve aydınlığı dilim döndüğünce dillendirdim ya umarım size ve ona yaraşır olmuştur.
         
        Saygımla genç, tirendaz yazar arkadaşım hanımefendi.

    • Yanıtla Fırat Mehmet Eroğlu 16 Ocak 2022 at 07:21

      Saygıdeğer Mine Hanım, evvela selam eder, bu denli güzel bir okur olmazına saygıyla şükran duygularımla şapka çıkarırım. Okurdan öte sağlam, iyi bir edebiyat eleştirmeni incelik ve titizliğiyle dile getirdiğiniz güzel sözleriniz yol yorgunu kalbimde mine çiçeği aydınlığı sevinci yarattı. Mübalağa etmiyorum, kadirbilir bir okur olmanın büyük bir haslet olduğuna inanmamdandır bu sözlerim. Pek sevdiğim büyük düşünür yazar George Bernard Shaw’un tek kelimelik ifadesiyle: “Thanks (Teşekkürler)
       
      Kendince bir okur yazar olan bu fakiri bahtiyar ettiniz vesselam.
       
      Sevgimle efendim.

  • Yanıtla Emel Kırkaya Demirler 17 Ocak 2022 at 22:27

    Okyanusların muhteşemliği yüzeyinden çok derinliklerindedir. Derinlere dalamayanlar göremezler, bilemezler bunu. Ancak bir damla suda okyanusu görebilenler, sezerler okyanusların büyüleyici dünyasını.
     
    Usta yazar Mehmet Fırat Eroğlu okyanus gibi bir insandır. Kitaplarını okuyanlar satırlarından bize akan duygu ve düşüncelerde, sıralanan sözcüklerin derin manasını hissedebilirlerse onun gönlünün yüceliğini, kaleminin gücünü anlarlar.
     
    Bu kıymetli usta yazarımıza, değerli hocam Mehmet Fırat Eroğluna sevgi ve saygımla selam olsun.
     
    Emel Kırkaya Demirler

  • Yanıtla Fırat Mehmet Eroğlu 18 Ocak 2022 at 05:56

    “Kanatlanıyorum” başlıklı denemeler kitabıyla yazın dünyasına usulca kanat açan canan kalfa, genç yazar sevgili Emel Kırkaya Demirler, abd-i aciz ustan hakkında söylediğin bu kadirbilirlik örneği sözlerin için çok teşekkür ederim.
     
    Yeni ürünlerini dört gözle bekliyorum.
     
    Baki selamlarımla, sevgim saygımla…

    • Yanıtla Emel Kırkaya Demirler 18 Ocak 2022 at 19:19

      Değerli hocam Fırat Mehmet Eroğlu, benim hakkınızda yazdıklarım, toplumların kalkınmasında sanatın ve sanatçının öneminin yeterince kavranmadığı günümüzde hak ettiğiniz değeri, desteği ifade edebilmek için bir edebiyat işçisi, usta bir yazar, on dört ay süren “Kanatlanıyorum” isimli deneme kitabımda bana rehberlik eden iyi bir öğretmen olan size, emeğinize duyduğum saygının ifadesidir.
       
      Eğer insanlar sizin,
       
      1)Hayat, Ne Güzelsin!
      2)Şehirler Şehrinde Bir Mecnun
      3)Çöl Ve Gül
      4)Söz Toprağa Düştüğünde
      5)Dirilmek Yanan Sularda
      6)Gölge Gününün Azabı Ve Ateşin Gül Serinliği
      7)Surengi Her Şey
      8)Sularını Arayan Irmaklar
      9)Siyah Kar Küfü
      10)Kırk Kırık Söz
       
      adlı kitaplarınızı okusalar, sizinle biraz sohbet etseler kanımca daha fazlasını yazarlardı.
       
      Sanata ve benim gibi yazım yolculuğuna çıkanlara verdiğiniz, emeğe, desteğe teşekkür ve saygımla…

      • Yanıtla Fırat Mehmet Eroğlu 19 Ocak 2022 at 06:05

        Bin yaşa güzel insan, genç yazar sevgili Emel Kırkaya Demirler… Berhudar ol!
         
        Yarınlara ışık olacak varlığınıza ve kaleminize bir damla olsun katkı sağlayabildiysek ne mutlu bize.
         
        Saygımla…

  • Yanıtla Cana Turgut 18 Ocak 2022 at 20:33

    Kaleminize sağlık, büyük bir beğeni ile okudum. 🙏🙏

    • Yanıtla Fırat Mehmet Eroğlu 19 Ocak 2022 at 05:58

      Teşekkür ederim Sevgili CANA…
       
      Büyük tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi’nin dediğince bir alkış, bir beğeni bin güzel sözdür.
       
      Sağ olun var olun efendim…

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan