Köşe Yazıları

Müzikten Bile Uzakta

17 Haziran 2021

Müzikten Bile Uzakta
Ordu’dayım. Şehrin biraz dışında bir köyün içinde, eski çok eski bir fındık bahçesinde, yaşlı kocaman bir ağacın altından yazıyorum bu yazıyı. Duymak için kuş sesleri var sadece ve galiba bu aralar her şeyden uzakta, Ege’den bile ve hatta müzikten bile uzakta bir yer düşünüyorum.

Ege ile Akdeniz bile şimdi huzurdan uzaktadır herhalde. Mesela Bodrum-Marmaris arası Eminönü-Topkapı gibidir. Marmaris’te ise, hâlâ araba ile gidilemiyorsa Gebe Kilise iyidir diyerek kendimi avutuyorum. Bodrum’da sakin yer bulamıyorum, aklıma gelmiyor. Fethiye, Göcek zaten bu bölgenin en umutsuz yerleri, duyuyorum çünkü oralara gidenlerin anlattıkları hikayeleri.

Bu ülkede konu deniz, kuşlar, ağaçlar, temiz hava olunca nasıl müzik hakkında yazacağım sana, diye düşünüyorum. Kimi ve neyi anlatacağım? Marmara ölmek üzere, belki de ölmüş. Saros Körfezi gibi sadece ülkenin değil, Dünya’nın gözbebeği olması gereken bir körfeze, halkın tüm itirazlarına rağmen LNG (likit doğalgaz) aktarım limanı yapımına başlanmış. Kaz Dağları kel kalmış, İkizdere malum, Uzungöl içler acısı, Foça’da yüzerken 1 m uzunluğunda 50 cm genişliğinde deniz anaları ile karşılaşma ihtimali, Bodrum’un kalabalığı, kirliliği ve tüm bu rezillikler olurken insanların derin sessizliği.
 

Enerji ihtiyacımız var, diyorlar bahane olarak.
Temiz enerji var ve eğer illâki bir şey yapılacaksa, yıkmadan yapabilmektir marifet!
Zengin bir ülke olacağız, diyorlar
Kirli, kurak bir ülke zengin olsa ne yazar!

 
Yazları biz mi Arap ülkelerine gidiyoruz, onlar mı bize geliyorlar? Halbuki hepsi bizden katbekat zengin ama gelen onlar, giden biz değiliz hâlâ. Neden insanlar balayını Hong Kong’da, Wuhan’da değil de Maldiv Adalarında geçiriyor, düşünmek gerekmez mi?

Londra’da yaşayan bir arkadaşım, İstanbul’a geldiğinde ilk fark ettiği şey, bu şehrin ne kadar kirli bir havası olduğuydu. Bana “Dostum farkında değilsiniz ama soluduğunuz hava benzin, mazot karışımı bir şey kokuyor” demişti. İstanbul için söylüyordu bunu, hani bir zamanlar taşı toprağı altın denilen şehir için. 2000 senelik haklı olarak seçilmiş başkent, sadece kent değil tüm dünyanın güzelliklerinin bir arada versiyonu…

İstanbul

Kapat gözlerini, bir şehir düşün.

Şehrin tam ortasından geçen bir boğazı, kuzey ve güney kıyılarında doğal plajları var. Kuzey kıyılarında doğal ormanları, iki farklı denizin birleştiği adeta akvaryum misali bir denize kıyıları var. Balığı bol, adaları var hem de hemen hepsinin çoğu ormanlar ile kaplı yani kel adalar değil. Dereleri var sayısız. İşte insanlar her fırsatta bu şehri terk edip kaçıyorlar, terk ettikleri şehir böyle bir şehir. Ne yapıldı da böylesi şahane bir şehri insanlar terk ediyor her fırsatta?

Biliyor musun ben İstanbul’u bizim halkımız için bir hayat kadını gibi görürüm. Hani çok sevmezler ama vazgeçemezler ya, hani çoğunlukla onunla vakit geçirirler ama sahiplenmezler ya… İşte bizim halkımız için İstanbul, bu güzel, bu özel şehir maalesef böyledir. Kimse sahiplenmez, nerede İstanbullu diye ararsan zor bulursun, İstanbulluyum diyene ise ısrarla sorulur “Memleket nire?”, sanki İstanbullu olunamaz gibi.

İstanbul memleketin olamaz mı? Bunca yıl yaşıyorsun, hayat kuruyorsun, iş buluyorsun, para kazanıyorsun ve hâlâ İstanbullu değilsin. Nerede, İstanbullular o zaman nerede? Bulmak neredeyse mümkün değil ama şehrin nüfusu 16 milyon. O kadar insanın yaşadığı ama oralı olamadığı, sevmediği ama vazgeçemediği bir şehir.

Bu şehir ile ilgili şarkımı aşağıdaki linkten dinleyebilirsin.

Nerden Başlasam, Nasıl Anlatsam?

MFÖ’nün o güzel şarkısını dinleyen gitsin Bodrum’a baksın. Tabii bir de nasıl baktığında önemli, daha doğrusu nereden baktığın! Gazetelerde, dergilerde okurum; Bodrum’a tatile giden insanlar bir şeyler anlatır. Ben daha denizini doğasını anlatanı görmedim, “Şöyle eğlendik, şöyle içtik…”

İçimden diyorum ki “Yahu sen bunları İstanbul’da da yapıyordun, bunun için mi Bodrum’a gittin?”

Denize girmişler ama anlatacakları bir şey yok, çünkü o bakışa, estetiğe sahip değiller. Kara Ada’da bir arkadaşım yıllar önce denize girmiş ve fotoğrafı çekilmiş onu bulsam sana göstersem havuzda zannedersin. Bodrum’un denizi öyle temizdi, bazen denize girmeye kıyamazdın öyle temiz, şimdi şehrin (artık şehir diyorum) içi İstanbul’un en kirli ilçelerinden biri gibi olmuş, daha ne diyeyim.

Ülkenin Kuzey Batısında Hâlâ Tam Keşfedilmemiş Bir Cennet

Saros Körfezi benim yıllar önce en çok kamp yapmaya gittiğim yerlerden biriydi. İstanbullu birinin temiz deniz, temiz doğa görmek için 10 saat güneye gitmesini anlamazdım çünkü 3 saat uzakta Saros, bir cennet gibi dururdu.

Gökçetepe (Maris) Köyü’nün kıyısından çam ormanları arasından buz gibi ve içtiğimiz su kadar temiz denize girerdik. Deniz o kadar temiz olurdu ki suya gözlükle baktığında net görüş yüzünden başın dönerdi. Karadan gelen dağların denizdeki izini rengarenk balıklar arasında Maldiv Adaları misali netlikte izleyebilirdin. Danişment tarafındaki orman kampı, Enez, Güneyli Köyü ve tabii ki Kömür Limanı. Buralar eskisi kadar olmasa bile hâlâ ama hâlâ bu ülkenin en güzel yerleri.

Şimdi buraya da LNG limanı yapıyorlar, 10 Temmuz’da buna karşı büyük bir buluşma gerçekleştireceğiz, ayrıntılarını internette bulabilirsin. Google a “Saros LNG” yaz yeter ya da Saros Gönüllüleri’nin sosyal medyadaki sayfalarını takip et, tüm ayrıntıları öğrenirsin. Hatta zamanın olursa o gün gel, bize katıl çok seviniriz.

Ya Ordu?

Ordu’da bir köydeyim ama özellikle sabahları çoğu zaman kent merkezinin kıyıları tutkal kokuyor. Kent için önemli bir şirketin fabrikasından vadideki rüzgârlarla geliyormuş. Yahu diyorum, tamam istihdam önemli ama şehrin tutkal kokuyor bundan rahatsız olmuyor musun? Bacaya filtre takıldı hava temiz diyorlar ama şehrin içi sabahları tutkal kokmaya devam ediyor!
DoğaDoğa yaşamın tuvali gibidir her şey onun üstüne resmedilir, tuval olmaz ise yaşama ait resimde olmaz!

İnsan inanamıyor, bu kayıtsızlık nasıl olabilir? Önce yakın çevremiz, sonra ülkemiz, bizzat bizim yüzümüzden elden gidiyor. Bu toprakları kurtaran da bu toprakların haini de biziz sanki. Korumak için bırak canını, beş kuruşunu vermeyeceğin değersiz, kirli topraklara doğru hızlı adımlarla ilerlerken ne yazayım, nasıl Chopin’den bahsedeyim, bir Beatles şarkısını sana anlatayım, ya da bir Anadolu türküsünü söyleyeyim kendi kendime? Hiçbiri keyif vermiyor ki.

Fındık bahçesinde bir ağacın altından yazıyorum bunları ve bu bahçe bile, bu talan zihniyetine karşı daha ne kadar yaşar bilmiyorum. Memleket dediğiniz buysa alın başınıza çalın böyle memleketi, diyerek bağırmak istiyorum ama boğazım düğümleniyor bir yandan, bağıramıyorum.

Sana bir şey söyleyeyim mi? Bu kirin asla bir parçası olma. Gittiğin yer ya da yaşadığın yer neresi olursa olsun temiz kalması için bir yolunu bul, mücadele et. Yoksa bir gün gelecek, ne Bach, ne Mozart, ne Zeki Müren, ne türküler, ne de bir başka müzisyen ya da grubun yazdığı melodiler sana keyif verecek. Çöplük içinde Zeki Müren’in o duru yorumunu dinlesen ne olur? Hatta eğer sevecek halin kalsa, sevsen ne olur?!

Yanlış anlama umutsuz değilim, daha çok kızgınım. Merak etme sonra yine müzikten bahsedeceğim sana ama bunlara gözümü ve kulağımı kapatmadan. Çünkü doğa bir tuval gibidir her şey onun üstüne resmedilir. Tuval olmaz ise yaşama ait resimde olmaz ve tabii ki müzik de…
 
 
Özgür Ay
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

1 Comment

  • Yanıtla Pınar Sude Genç 18 Haziran 2021 at 15:37

    Ne kadar güzel yazmışsınız.. Gerçekten yazıyı okurken iyice üzüldüm. Kendi ülkemde, bir turist kadar değerli hissedemiyorum kendimi. Umarım birçok konuda büyük değişimler yaşanır.
     
    “Kirli, kurak bir ülke zengin olsa ne yazar!” 👏

  • Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan