Açık Pencere

Kuşlar da Gitti

1 Temmuz 2022

Yazı: Kuşlar da Gitti | Yazan: Şen Sevgi Erişen

 

Yaşar Kemal’in Anısına Saygıyla

“Nedense artık kavağın altına, çadıra uğrayamaz olmuştum. Ya alıcı kuşu bana yakalayamadılarsa. Kuşu istediğime bin pişmandım. Sonunda bir gece dayanamadım, dehşet merak ediyordum çocukların durumlarını. Ne yapmışlardı, daha ne kadar küçük kuş yakalamışlardı. Gökten, bugünlerde çoğalarak kuş yağıyor. Florya düzü som kırmızıya, uçan yalım parçalarına, sarıya, yeşile, turuncuya, som maviye kesiyordu. Uzak kentten uğultular gelip düşüyordu, arı dikenlerde arı oğul verir gibi uçuşan kuş cıvıltılarının üstüne. Kurumuş bakır dikenliğin üstü pır pır kuşlardı, incecik havayı sallayan.”

 
Son okuduğum bu roman Yaşar Kemal ustanın kaleminden dökülen sözcüklerle bezenmiş ruhuma sunulan bir hazine gibiydi; “Kuşlar da Gitti”

Kuşları hiç görmediğim gibi gördüm onun hikâyesinde, küçük büyük gövdelerini, boz renkli tüylerini… Hatta arada bir başlarından tutup okşadım onları. Kuşları avlayıp kafeslere dolduran yeniyetme erkek çocukların boyunu bosunu, uzun boyunlusunu, borazan seslisini, sessiz sakin, yetim olanı, en kabadayı olanı… Hepsini, hepsini yanımdaymışlar gibi duyumsadım. O kadar ki tam birine dokunmak üzereyken gökyüzünden inmeye hazırlanan bir şahinin gölgesiyle irkildim.

Yaşar Kemal ustamın daha önce hiç duyamadığım o tok insan sesini duydum kulaklarımda. “Kuşlar da Gitti” romanının her bir satırını onun ağzından dinleyerek okudum. Ona olan sevgimi hayranlıkla beraber ilk defa bu kadar yoğun hissettim. Onun okumadığım birçok eseri olduğunu düşündüm. Şimdi bir kitabını okuyordum hem de onunla beraber! Gözlerim sayfalarda gezinirken Yaşar Kemal ustam kulağıma fısıldadı her bir kelimeyi tek tek. Beraber okuduk bu kitabı. Sözcükleri kalbime giriyor, sırtımı sıvazlıyor, nefesimi açıyordu.

Onun yazdıklarıyla gördüğüm insanlık sahnelerine benim hiç bilmediğim, duyamadığım, söyleyemediğim sesler birer birer gelip kondular.

Derin bir suyun dibinden yükselen hava kabarcıkları gibi adını ilk kez duyduğum kuşların, eski boş arsalarla dolu Florya, Yeşilköy, Menekşe, Cennet Mahallelerinin orta yerinde belirivermesini izledim. Hem okudum hem seyrettim; kuş kafeslerini ayaklarına ip bağlanmış uçurulan petaniya’ları (büyük kuşları yakalamak için uçurulan küçük kuşlar). Dikenliklerle dolu Florya düzlüğünü. Üstü başı eski püskü, yarı aç, yarı tok kuş yakalamaya çalışan çocukları. Açlıktan bezip bu kuşları yiyecekleri anı bekleyen pis bakışlı, karşılarına geçip onları gözleyen adamları. Kuşların kafeslerdeki çırpınışlarını, çavlanmalarını. Hepsini yaşadım ustamın sayesinde.

Kuşların ismini bile bilmeyen, güvercin ile kumruyu birbirinden ayırt edemeyen ben, neredeyse yazmaktan vazgeçecektim. Yok, olmaz yapamam ben onun gibi yazamam, dedim kendi kendime. Onun gibi yazamayacağımı biliyorum. Onun gibi…

Birkaç sayfa, birkaç sayfa daha. Okudukça onun ustalığının altında ezildim. Onu çok sevdim. Seviyorum. Biliyorum bu kuş yakalayıcılarının kuşları haraç mezat satmalarını, eski İstanbul meydanlarını, Florya düzlüklerini, dikenli dallara konan envai çeşit kuşları, onların yedikleri diken tohumlarını. Çocukları. Çocukların umutlarını, kuşları tekrar uçurmak için satmaya çabalamalarını ve bunun için yalvarışlarını, ettikleri duaları, satamayınca düştükleri çaresizliği okudum. Şehrin göbeğinde insanların kafese tıkıştırılmış kuşları karşıdan seyretmek için toplanıp sonra da birkaç kuruş verip bir tek kuşu bile kafesten kurtarmadan dönüp gittiklerini.

Ya bu İstanbul hikâyesi hiç yazılmamış ve ben de okumamış olsaydım… Onun dediği gibi İstanbul’un tarihi eksik yazılmış, eksik bilinmiş olmaz mıydı? Şimdi bu hikâyeyi okuyunca hem benim İstanbul’um hem İstanbul’un kendisi hem de ben büyümedik mi?

Yaşar Kemal, nasıl Yaşar Kemal olmuş?

Kendi dünyasını kendi diliyle anlatmakla olmuş. Kendini en iyi şekilde ifade edeceği dili en sade ve yetkin şekilde kullanıp yaşamın kendisinde oluşturduğu yansımaları ancak ve ancak kendisi olarak anlatmış. Öyleyse ben de bildiğimi, duyduğumu, gördüğümü, yaşadığımı, hissettiğimi yazmalıyım. Onun kadar çok kuş görmesem, o kadar çok ağaç tanımasam da yazmalıyım! Kimse gibi değil, ustam gibi de değil! Kendim gibi yazmalıyım. Kendim olarak! Ben ancak kendim olabilirim. Yalnız kendi dünyamı anlatabilirim.

Yazarsam içimdeki umudu, gördüğüm güzellikleri, göremediğim yaşamları ve içimdeki “küçük kızı” büyütebilirim. Eksik kalmış, yazılmamış daha neler saklı kim bilir içimde? Öyleyse benim gözümle gördüklerimi yazmalıyım. Ancak o zaman Dünya’ya farklı bir bakış katabilirim.

Yaşar Kemal’i okuyarak, anlayarak bir Yaşar Kemal olamam ancak daha çok “ben” olabilirim. Şimdi söyleyin bana bütün bunları hissettirmiş, düşündürmüş birine ben nasıl “öldü” derim. Yaşar Kemal ustama ve tüm ustalara, onları, ruhlarında düşün alanlarında yaşatacak gerçek canlılar, kendisi olabilen yazarlar diliyorum.
 
 
Sevgi ve saygılarımla,
Şen Sevgi Erişen
 
 

BEĞENEBİLECEĞİNİZ İÇERİKLER

12 YORUMLAR

  • Yanıtla Cengiz Öndersever 4 Temmuz 2022 at 02:46

    Sevgili Şen,
     
    Yazını hem severek hem sevinerek okudum. Yaşar Kemal‘i, kendimi bildim bileli tanırım. Ama, bilmek, onu okumak demek değil. Maalesef, insanlar bildiğini zannettiği her şeyi, kafalarının çöplüğüne atıveriyorlar her zaman.
     

    “Sait Faik; hmmm, tanımaz mıyım! Adalı… İstanbul öyküleri yazar.”

    “Peki kaç kitabını okudunuz?”

    “Bilmem, şimdi anımsamıyorum ama epey okudum.

     
    Herkes herkesi bilir ve tanır. Sait Faik, adalı değildir ama adada ömrünün büyük bir kısmını geçirmiştir. Bütün kitap gelirlerini Darrüşafaka’ya bırakmıştır. Darrüşafaka da, üzerine düşen görevi fazlasıyla yapmakta, rahmetlinin adına saygıdeğer bir öykü ödülü vermektedir. Bugün hemen hemen en prestijli ödüldür.. Yaşadığı ev, müze yapılmıştır ve ne mutlu ki gidip üstadın yaşadığı evi gezebilir, onunla benzeş bir havayı soluyabilir; hatta bahçesinden benim gibi, erik yiyerek ona ve anacığına dua edebilirsiniz. Burgaz’a gidip Sait Faik müzesini görmemek olmaz.
     
    Bir diğer adada, Heybeli’de de Hüseyin Rahmi‘nin müzesi vardır. Edebiyatımızın sıkı anlatıcı dedelerinden. İkisi de yaşamboyu bekar yaşamışlardır.
     
    Bunları niçin anlatıyorum biliyor musun? Çünkü, Yaşar Kemal’in de evi müzeye çevrilmeli. Ailesi veya varisleri kimlerse, bu insanlara büyük bir görev düşüyor. Yıllarca yaşadığı beldeye hangi belediye bakıyorsa sokağının isminden, evinin cismine, kamusal görevlerini yapmalı. Adına holdingler mi yapar, yoksa hiçbir işe yaramayan Türk Dil Kurumu gibi milyonlarca lirayı boşa harcayan kurumlar mı yapar bilemem ama Yaşar Kemal adına ülkemizin en büyük edebiyat ve gazetecilik ödülleri konmalı. Benim önerim, 1 milyon lira gibi bir ödül olmalı. Bir futbolcunun 10 milyon euro’ya burun kıvırdığı güzel ülkemizde, ben euro veya dolardan geçtim, en azından bir/kaç yazarı bu ödülü almak için çalışmaya zorlayacak ve karşılığında da nisbeten rahatça yazabileceği zamanı kazandıracak maddi değeri olan bir ödül olmalı.
     
    Rahmetli Yaşar Kemal, bir kez değil, çok kez Nobel Edebiyat Ödülü almalıydı. Pek çok kez aday gösterilmesine rağmen vermediler. Nobel Ödülü, 1 milyon dolarlık maddi değeri olan nisbeten prestijli bir ödül. Nobel almadığı halde, Nobel alanlardan değerli yüzlerce yazar var ve Nobel ödülü hiziplere verilir. Vatanını, milletini ve dilini sevenlere verilmez pek. Nitekim, bütün dünyanın tanıdığı birkaç yazarımızdan biri ve bunu kaleminin gücüyle hakketmiş bir insan Yaşar Kemal. En azından biz dildaşları, onun Türkçe edebiyata ve dile katkılarından ötürü bunu borçluyuz, diye düşünüyorum. Hatta, bu konuda kimse yapmazsa ben uğraşıp yapmayı düşünüyorum. Büyük savurganlıklar içindeki holdinglerimizden her biri yılda 100 Bin doları Yaşar Kemal adına sponse ederek hem kendilerini hem de büyük romancımızı onurlandıramaz mı yani!
     
    Sevgili Şen, bu güzel, naif ve duygulu yazını okuyunca birçok şey yazmak geldi içimden. Fakat en başta seni, kimsenin okumayı sevmediği bir çağda, 45 yıl önce yayınlanan üstadın Kuşlar Da Gitti kitabını okuyup yarım yüzyıl önceki bir duyarlığı önce hissedip sonra da bize hissettirdiğin için teşekkür ederim. Tam bu kitabın yayınlandığı yıllarda görürdüm koca çınarı Cem Yayınları’nın da olduğu bizim İkdam Han’da. Rahmetli Oğuz abiye, o zamanlar Can Yayınları değil de çocuk kitapları yayınlayan Arkadaş Yayınları’nın sahibi Erdal Öz’e selam vermeden çıkmazdım benim çalıştığım 3. kattaki Somut Dergisi’ne. Bütün İkdam Han, edebiyat titreşimleriyle doluydu. Ne kadar güzel günlerdi. Cağaloğlu’nun son günleriydi ve 80 Darbesi olmamıştı henüz. Her şey eski dünya tadı ve adabındaydı. Yaşar Abi’nin davudi sesini duydum mu, hemen selamı daha bir hevesle verirdim zırt diye kapıda görünüp, ondan sonra da usta bana birşey sorar da acemiliğim tutar korkusuyla hemen yukarı sıvışırdım.
     
    Sarı Sıcak öykülerini okumuştum ilk ve bayılmıştım. Samanların arasında oynaşan gençlerin çıplak tenlerine batan ekin saplarını, gece bile insanı inleten Çukurova sıcağını, yıldızlarla delinmiş zifir gökyüzünü… her sözcüğüyle büyülemişti beni rahmetli. Türkçeyi en iyi kullanan yazarların başında gelir Yaşar Kemal. Sadece kullanmaz, onu en duru hâliyle de üretir. Ayrıca çocukluğunda “destan yamaklığı” yaptığından, insanların neyi seveceğini, hangi dilin daha müziğe ve sese yakın olduğunu öylesine iyi bilir ki her sözcük kendi başına bir tümce gibidir ve çoğu zaman da bir sözcükten bile tümce kurabilir o.
     
    Yaşar Kemal, yaşarken birazcık tanımak gururuna eriştiğim, gerçekten büyük ve önemli bir edebiyat dehasıdır. Birçok değerli edebiyatçımızı yaşarken ve üretirken tanıma şerefine mazhar oldum. Ama, Yaşar Kemal deyince, üzerine anlatılması gereken o kadar çok şey var ki hâlâ sanırım kolayına kaçıp sıvışıyorum.
     
    Sayende, Kuşlar Da Gitti‘yi bir oturuşta okudum. Şunu bir kez daha gördüm ki Yaşar Usta, en ufak bir olayı bile bir destan hâline getirebilen üstün ve benzersiz bir yeteneğe sahip. Bu, sadece seni değil, benim diyen birçok yazarın soluğunu keser. Bunu dünyada başarabilen o kadar az yazar var ki sen bile şaşırabilirsin. Bir tek Marquez ona rakip olabilir. Ama, Marquez dil olarak Yaşar Kemal kadar şiirsel değildir. Asturias da destansı yazar, Solohov da… Fakat, bir İnce Memed efsanesi, hepsini gölgeler bence.
     
    Yurttaşımız Homeros‘un oğullarına yakışır destanlar üretti Yaşar Kemal. Ve sen bana onu arada dönüp okumam gereken yazarlardan olduğunu anımsattın. Teşekkür ederim, gözlerine beynine sağlık.
     
    Bir insan ne kadar anılırsa, o kadar yaşar. Ömrüm yeterse, üzerine çalıştığım yazarlardan biri. İnşallah, bir gün, onu ben de geniş biçimde anmak istiyorum. Şu anda bölük pörçük duygularla yazdığım bu yazı, daha da kemikli bir hâle gelecektir. Yaşar Kemal’i anadilimde okuyabilmenin keyfini herhangi bir dünyalıdan daha iyi yaşadığımı biliyorum. Bence, Yaşar Kemal’i Türkçeyi seven herkes gururla okumalı. Yunus’un dil duruluğunu bulurum hep Yaşar Kemal’de ve o geleneği çağımıza taşıyabilen ender ustalardan biridir o. Kimse kolay kolay Yaşar Kemal olamaz ama senin de dediğin gibi, onu okuyarak, kendi olabilir.
     
    Senin kitabın da arı, duru. Zeo, Kio ve Mehpare‘yi okuyorum ve acayip keyif alıyorum. Alışılmadık lezzette bir kitap; tüm baskı hatalarına karşın yine de farklı olduğunu hissettiriyor. Devamını sabırsızlıkla bekliyorum üçlemenin.

  • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 4 Temmuz 2022 at 06:32

    Çok teşekkürler Cengiz Bey, zaman ayırıp yorum yazdığınız için. Geçmişte kalan günlerinize imrenmedim dersem yalan olur. Bu dönemde bir yazarın yetişmesi için gerekli olan usta-çırak ilişkisini yaşayamaz olduk. Yazarlık atölyeleri var şimdi. Dergilerin yeni yazarların yetişmesine büyük katkısı var fakat onlar da yeterli değil malumunuz.
     
    Tekrar teşekkürler okuduğunuz, yazdığınız için 🙏

  • Yanıtla Mehmet Gökcük 4 Temmuz 2022 at 13:46

    Üstatlar, Ustalar ve Çıraklar.
     
    Ben böyle sıralıyorum. Şimdi burada örnekler vermek doğru olmaz belki ama şunu diyebilirim gönül rahatlığıyla; bizi bize anlatan, eskiyle yeniyi bir araya getirebilen, zaman kavramını başka bir boyuta taşıyıp evrenin herhangi bir mecrasında yaşanan hikâyeyi derinlemesine hissettirebilen her kalem çok değerli.
     
    Yaşar Kemal üstadın belli bir çizgisi, ezgisi var mıydı hiç karar veremedim ama kalemi hep demli hakikâtlerin peşindeydi, bunu hep hissettim. Bir radyo söyleşisinde benzer bir konu şahsıma sorulduğunda, yani “Kendinizi nerede görüyorsunuz?” denildiğinde, “İşte buradayım, üstatlara dualar yollamak, onların dizelerinden bahsederken kelimelerimi özenle seçmek, kendi dizelerimi okurken de herhangi biri olduğumu hissettirebilmek için” diye cevap vermiştim.
     
    Herhangi biri olabilmeyi ve o herhangi birine, “Güzellerden güzellikler alan, almaya çalışan” sıfatını dahil edebilmeyi her zaman çok önemsedim. Yazmak konusunda da en büyük gayretim bu yönde oldu.
     
    Elbet, tabii ki siz bambaşka bir dünyasınız. Bugün, bu yazınızda üstadın dünyasına, kalemine imrenen ama diğer yandan da kendi olabilmenin nasıl muhteşem bir şey olduğunu bilip vurgulayan şahsiyetiniz, çok büyük saygıyı hak ediyor.
     
    Bu ülkenin geçmişi ve geçmişinde yer alan dağ gibi, gökyüzü gibi, su ve ekmek gibi güçlü, kadim kalemler her şartta kalemi ve başımızı dik tutmamız için bizi güçlü tutacak. Bu pencereden bakalım ve güçlü birer “herhangi biri” olarak yolumuza devam edelim.
     
    Açık olsun yolunuz ve nice dizeler yazdırsın.
     
    İnşallah…

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 5 Temmuz 2022 at 10:40

      Sizi de büyük beğeniyle takip ediyorum Mehmet Bey. En büyük ilgi duyduğum yanınız kendi dilinizi var etmiş olmanız.
       
      Sevgi ve Saygılarımla

      • Yanıtla Mehmet Gökcük 7 Temmuz 2022 at 22:07

        Büyük onur duydum. Bayram öncesi bir gülücüğe vesile oldunuz, eksik olmasın güzel gönlünüz.
         
        Bir tane dünyamız var ve bizler o biricik dünyamızı şiirlerimiz ve dizelerimizle olabildiğince temiz, berrak tutalım hep beraber.
         
        Bu aşkla yazmaya devam.
         
        Sevgi ve selamlarımla

  • Yanıtla Cihan Özbağdat 4 Temmuz 2022 at 14:01

    Şen Hanım, içten duygularınızı ustalıkla anlatmışsınız. Ne güzeldir Yaşar Kemal olmak, şu dünyaya iz bırakmak. İşaret edilmek… Ben bu yazınızı övgü dolu bir anma içeriği olarak nitelendiriyorum ve kalben duygularımla her bir kelimesine katılıyorum.
     
    Cengiz Bey’in yorumunda buram buram maziyi kokladım, Yaşar Kemal’i sardım sarmaladım. Ben içeriği de Cengiz Bey’in müze ve ödül ile alakalı öne sürdüğü tavsiyeleri de ziyadesiyle beğendim.

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 5 Temmuz 2022 at 10:47

      Sizin sanata olan duyarlılığınızı biliyor ve çok takdir ediyorum. Bu hassasiyetle eminim yeni sanatçıların gün yüzüne çıkmasına katkı olacaksınız. İlginiz için çok teşekkür ederim. 🙏

  • Yanıtla Sevim Gündüz 5 Temmuz 2022 at 13:58

    Sevgili Şen Hanım;
     
    Yazınızı severek okudum. Yürekten kutluyorum. Büyük ustaya yaraşır, yalın, içten, akıcı bir dille yazılmış. Siz busunuz işte. Ustalardan elbette çok şey öğreniyoruz, onların yazdıklarından yararlanıyoruz. Ama sonuçta, yaratmak istediklerimiz bizi yansıtıyor. Ustalardan öğrendiklerimizi, kendi içimizdekilerle yoğurup harmanlıyoruz ve sonunda, özde bizim mayamızı taşıyan bir yaratı ortaya çıkıyor. Yazanın özünü taşımayan yazıya ben yaratı diyemiyorum zaten. Bu yazı, sizsiniz, buram buram sizin özünüzü yansıtıyor. Bana aylarca önce gönderdiğiniz öykü de öyleydi. Sizin kişiliğinizi, sizin özünüzü yansıtan daha nice yazılar bekliyoruz sizden.
     
    Yaşar Kemal Ustamıza gelince:
     
    Hani sizinle buluştuğumuz gün, benim orta-lise öğrenciliğimde ve yabancı bazı okullarda İngilizce kitapları bize nasıl okuttuklarını anlatmıştım ya! Öğretmen kitabı, satır satır, kimileyin de sözcük sözcük sınıfla tartışarak öğretim yılı boyunca okuyor ve tartışıyordu. Bir kitabı okumamız değil, nasıl okuduğumuz önemlidir. Keşke bizim eğitim sistemimizde de Yaşar Kemal gibi büyük yazarlarımızın bu yöntemle okutulduğu ve tartışıldığı bir ders olsaydı. O zaman belki, “Kuşlar da Gitti” diye içimiz yanmaz, “Kuşlar da Gelecek” diye umutla kıvanırdık. Çünkü o yolla, yalnız ustaları hakkıyla tanımış olmakla kalmayacak, onların ışığıyla aydınlanmış, ışık yansıtmakla yetinmeyip kendi aydınlıklarını yaratmış, çevresini aydınlatan daha çok “güneşimiz” olurdu.
     
    Yeniden kutluyorum.
     
     

    NOT:

    Yazıdaki yanlışlar için okurlardan özür dilerim. Üç yıldan beri yalnızca tek gözüm, o da %20 dolaylarında görüyor. O nedenle, çok dikkat etmeme karşın, yanlış tuşlara bastığım oluyor. Yazıyı birkaç kez okusam da bazen yanlışları görmeyebiliyorum. Yorum yazmaktan kaçınmamın nedeni de bu.
     
    Tüm okurlardan özür diliyor, herkese saygılarımı gönderiyorum.

    • Yanıtla Şen Sevgi Erişen 5 Temmuz 2022 at 21:55

      Sevgili Sevim Gündüz Hanım,
       
      Gözünüzün sizi zorladığını biliyorum. Buna rağmen okuyarak, yazarak bana-bize katkı sunmaya devam ediyorsunuz. Sizin; usta düşün kadını, sanatsever ve çevirmen-yazar olarak sesinizi duymak bize güç vermekte! Kendi adıma nazik yorumunuza çok teşekkürler ediyorum. Sağ olun, var olun! 🙏

    • Yanıtla Mehmet Gökcük 18 Temmuz 2022 at 18:35

      Yorumunuz çok içten ve harika fakat, alta düştüğünüz not üzerine yazmak istedim. Ne kadar ince, düşünceli ve saygı dolusunuz. Günümüz eğitim sisteminin müfredatına acilen girmesi gerektiğini düşündüğüm edep, adap, davranış biçimleri üzerine oluşturulmuş üniteler konusunda daha da istekli oldum, yorum altındaki notunuz görünce.
       
      Gözünüzdeki rahatsızlık için çok geçmiş olsun. Lütfen herhangi bir yazıya dair içinizden bir yorum geçtiğinde yazmaya devam edin. Patroniçe Didem Hanım veya harika editör ekibi mutlak düzenleme yapar. Ha onlar yoğunsa, bana görev verirlerse ben de yaparım mutlulukla. Sizin gibi ince düşünceli insanlar yazın platformlarında ve hiçbir yerde eksik olmamalılar.
       
      Sevgi ve selamlarımla…

      • Yanıtla Didem Çelebi Özkan 18 Temmuz 2022 at 20:42

        Mehmetcim yaa efsanesin ☺️ Elbette bir düzenleme gerekli olursa büyük bir özenle yaparım fakat Sevim Hanım her zamanki mütevazılığı ile tevazu gösteriyor. Yazılarındaki ihtimam ve dilbilgisine hâkimiyet o kadar güçlü ki ne dergimiz için yolladığı makalelerde ne de yorumlarında bir redaksiyona gerek olmuyor. Senin yardım teklifini de başka alanlarda değerlendirmek üzere hafızaya aldım 😉
         
        Sevgiler canım 🤗

        • Yanıtla Mehmet Gökcük 18 Temmuz 2022 at 22:06

          Patron desene “Mehmet önce sen kendi yazılarını redaksiyona gerek kalmayacak şekilde yolla da sonra başkalarının yazılarına görev iste.” :)) Öyle desen hakkın var gerçekten 🙂
           
          Sizden ve Sevim Hanım gibi güçlü kalemlerden öğrenecek çok şeyimiz var.
           
          Elimden bir şey geldiği sürece güzel hamlelere küçücük bir katkı sunmak bile beni her zaman çok mutlu eder.
           
          Selamlar, sevgiler 🙂

    Cevap Yaz

    Yazı: Pembeden Yeşile Bütünlük | Yazan: İrem Savaş
    Girne Antik Liman
    Girne Antik Liman
    Öykü: Umarım Bu Gece Öldürülmem | Yazan: Didem Çelebi Özkan